Tanrıdağı'ndan Mektup Var -1-

DELİKURT

Dost Üyeler
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,103
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Turan
TANRIDAĞI'NDAN MEKTUP VAR! -1-

Bu mektup Karatükenoğlu Basat takma adlı bir şehit gencimizden geldi. İfadesine göre ebedi alemden...

Ben Basat. Karatükenoğlu Basat. Uzaktan, çok uzaktan sesleniyorum sizlere. Sesimi, yaban ellere savrulan bir bahtsızın dediği gibi, rüzgar, rüzgarın kanatlarında uçan kartallar getirecek size. Bu, sizin için haykıran ortak bir ses, bir sesleniş, uzaktan, derinden yüksek bir ikaz, bir kükreyiştir belki de. Bizleri etleri çoktan erimiş, kemikleri çürüyüp toprağa karışmışlarınız olarak görmeyin sakın. Çünkü, biz yaşıyor, görüyor ve hissedebiliyoruz.

Burada ebedi bir hayat sürüyor, sizin için tasalanıyor ve sizin için seviniyoruz. Ahh...! görünmeyen şu engeller de olmasa...

Evet dediğim gibi, siz maddi alemi, biz ise manevi alemi yaşıyoruz. Uğultulu, oldukça kalabalık bir yer burası. Mutlu, huzurlu insanların ülkesi. Kendi hayatımızda, kendi vicdanımızda mutlu, huzurlu olsa da sizinle ilgili endişelerimiz, tasalarımız var. Başkaları zaten ilgilendirmiyor bizi.

Aziz ve büyük milletimin değerli evlatları! Bugün sizinle konuşacak, dertleşeceğiz. Bunu benim aracılığımla, benim kelimelerimle yapacağız. Çünkü ben ezelden ebede bir elçilik göreviyle şereflendim bu gün. İçinde bulunduğunuz çağın icadı olan bir araca binmenizi isteyeceğim sizden. Yer kürenin dönüş istikametinin tersine, ışık hızından büyük bir hızla, güneşin doğduğu yöne hareket edin. Bu, kim bilir belki de, sizi bana getirecek. Yani, tarihin derinliklerine götürecek. Seyahatinize ara vermeyip bir müddet devam ettiğinizde tuhaf, içinizi ürperten sesler duyacaksınız. İşte orası biz mutlu insanların diyarıdır. Yani sizin ecdadınızın, geçmişinizin ve tarihinizin var olduğu dünya. Oraya geldiğinizde sesleri daha yakından ve daha gür duyacaksınız. Hatta belki de geçmişte olup bitenleri kendi gözlerinizle göreceksiniz.

Böyle bir şey mümkün müdür bilemem, ama, rüzgarın kulaklarınıza getirdiği sesimi duyabileceksiniz yine de. Bir rüyadaymış gibi uyanacak, o gizemli ülkeye, yani zamanın derinliklerine doğru bir yolculuk yapmış olacaksınız. En azından siz böyle düşünün.

Çocuklarım! Size ilk öğüdüm, milletinizi taparcasına sevmeniz olacaktır. Kim ne derse desin, kim sizi neyle suçlarsa suçlasın, milletinizi aşk derecesinde sevin. Hep onun yücelmesi, güçlenmesi için çalışın! Çünkü milletini sevmeyenlerin akıbetinin hüsranla bittiğini, milleti için çalışanların ise huzur içinde olduklarını, Allah'ın ordularının baş kumandanlarını, milletimin başbuğlarını gördüm burada. Hatta iltifat edip, beni kendi meclislerine aldılar, sen bizim sözcümüzsün dediler. Ve elime, insanlığın gelecek yüzyıllardaki haritasını tutuşturdular. Bu haritada her şeyin baştan değiştiğini, dünyanın milletler ve medeniyetler havzalarına ayrıldığını, doğudan hareket eden bir milletin, yeniden gün yüzüne çıkarak yeryüzüne hakim olduğunu ve dünyaya adaleti getirdiğini, suçluların cezalandırılıp her kavmin kendi mecrasına çekildiğini görüyorum. Bunu size müjdeleyebilirim. Üç yüz milyonluk Türk milletinin tarihte olduğu gibi, yine doğudan batıya akarak, mesafeleri aşarak, çağları değiştirerek, diğer kavimleri iteleyip öteleyerek bir okyanustan diğerine ulaştığını görüyorum. Burası 20 milyon kilometrekarelik bir toprak parçası. Zor ve meşakkatli olsa da bu medeniyet yolculuğunun başarı ile tamamlanacağını söyleyebilirim sizlere.

Bu haritada bir kıtadan diğerine uzanan taralı bir bölge görüyorum. Buranın, siz torunlarımızın yurdu olduğunu öğrendiğimde içim içime sığmıyor. Bizim mücadelemizin boşa gitmediğini, bir kez daha anlamış oluyorum. Gururla tekrar bakıyorum haritaya. Burada bize, yani insanlığın efendisi olan milletime ayrılan toprakları görünce geçmişte de yanılmadığımızı ve neler uğruna savaştığımızı daha iyi anlıyorum. Haritanın ortasındaki taralı alan, doğudan batıya bir yay gibi gerilmiş ve başını, taa komşu kıtanın ortalarına kadar uzatmış kanatlı bir tulpara benziyordu. Bu tulpar, biz atalarınızın savaşlarda kullandıkları cennet atlarının ta kendisi. İki de kanadı vardı tulparın. Kanatları masmavi göklerde süzülürken büyük kahverengi gölgesi düşüyordu yer yüzüne. Sağdaki kanat arktik denizin buz kitleleriyle bezeli derin suların üzerinden başlayıp, Lena'nın Yenisey'in, Obi'nin Yayık'ın ve İtil'in üstünde çarparken, sol kanat Baykal kıyılarından başlayıp, Orhun ve Selenga Irmaklarını, Altay'ın, Tarbagatay'ın, Han Tanrı dağlarının ve zirveleri karlı Himalayalar’ın göklerinde süzülüyordu. İri başını hışımla uzatmıştı ileriye. Gözlerinden ve iri burun deliklerinden iki keskin ateş sütunu fışkırıyordu. Gövdesiyse oldukça iriydi. Taylayacak bir gebe at gibi her yeri kaplamıştı. Kapladığı yerlerin üzerinde nehirlerin en büyüğü, göllerin ve denizlerin en mavisi ve en hırçını, ormanların en derini, dağların en yüce ve rüzgarların en güçlüsü vardı. Bu topraklar ezelden ebede sizindir çocuklarım.

Burada, milletimizin baş düşmanlarıyla ona ihanet edenleri de görüyorum apaçık. Bizi karşılarında görünce saklanacak yer arıyorlar. Ortodoks çukurundan birini çıkardım geçende. Aynı inancı paylaşan bir başkası daha vardı yanında. Biri Rus diğeri Amerikalıydı sizin anlayacağınız. İkisini de karşıma alıp, "şimdi konuşun" dedim. Beni karşılarında görünce dehşetle irkildiler. "Bizi bağışla" dediler ürkekçe. Hemen içimde ukde kalmış sözlerini hatırlattım onlara. "İkiniz de o dünyada beni yok etmeye çalıştınız" dedim. Biri soydaşlarımı katletmiş, diğeri bana hakaret etmişti bu mendeburların. Şu sözlerinin aklımdan hiç çıkmadığını söyledim Rusa. "Kazak-Kırgızlar Çingiz ve Temur'un torunlarıdır. Bunlar imha edilmelidir. Bunun için Amerika Kızılderililere ne gibi bir muamele yapmışsa, biz de Kazak-Kırgızlara öyle muamele yapmalıyız".

Bu sözün sahibi sensin değil mi? dedim.

İkisinin de gözlerinde o dehşetli korkuyu görüyorum. "İkiniz de burada ölümü bir daha tadacaksınız" dedim. Ve dehşetli bir azap gelip aldı götürdü onları.

Tam o anda, şu sakallı keçi, hani milletimin bir münevverine bir zamanlar "Velidov, Velidov gayretleriniz boşuna, zira Rus komünistlerinin yüzündeki kızıl tabakayı kaldırdığınızda, altından kapkara bir Rus milliyetçisi çıkar" diyen şu zavallı bunağın başı önde, süklüm püklüm geçtiğini gördüm. Kalpaklı adamın, onu bir hayvan gibi çekip götürdüğünü gördüm.

Size uzak mutlu ülkeden çok şeyler yazacağım daha. Haberler geçeceğim. Sözlerime kulak verin. Siz, Tanrının, yeryüzüne hükmetsin diye gönderdiği ulu bir milletin torunlarısınız. Bunu unutmayın. Gelecekte neler olacağını bilerek yaşantınızı şekillendirmenizi istediğim için söylüyorum bütün bunları. Evvela kendi yurdunuzda, birlik ve beraberliğinizi sağlayın. Topraklarınıza sahip çıkın ve bütün dünyayı yeniden avuçlarınızın içine alın.

Bana gelince, sıradan bir savaşçıydım sizin dünyanızda. Türkün ateşle imtihan edildiği o günlerde tam beş cephede savaştım. Size daha sonraki mektuplarımda kendimi daha iyi tanıtacağım. Şunu da ifade etmeliyim ki, ben milletimin en talihsiz yıllarında savaşmış biriyim. Beni belki de bunun için sözcü yaptılar size. Türk coğrafyasının her noktasında bulunmuş biri olarak beni kendilerine ulak yaptılar. Sizler, şanlı ecdadınızın öğütlerini, benim aracılığımla duyacaksınız. Sakın benim bir melek olduğumu sanmayın. Ben de bir zamanlar sizin gibi bir faniydim. Şimdi mutlu insanların ülkesindeyim. Mutlu ve gururluyum. Kollarım o denli uzun ki, iki yana açtığımda o kanatlı tulparı kucaklayacak kadardır. Yüreciğimde ona benzer binlerce tulparın yeri göğü döven ayak seslerini dinliyorum. Kalbimin hızla atışı bundandır.

Kısaca çocuklarım! İnsanlık tarihinin temel düzenleyici saikinin, milletler medeniyetler mücadelesi olduğunu gördüm burada. Bunu bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. Gerisi hep boş, hep fasarya evladlarım! Yeniden görüşmek dileğiyle kalın sağlıcakla!...

Yer ve zaman mefhumlarının da ötesinden,
Karatükenoğlu Basat.

(TÜRK DÜNYASI TARİH KÜLTÜR DERGİSİ'NDEN)
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI
 
Üst