Tarihsel Açıdan Kıbrıs Meselesi'nin Ortaya Çıkması Ve Yunanların Türk Düşmanlığı

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
kutlubayragim9dl5cqqm4.gif


Tuesday, 07 August 2007

I.Dünya Savaşı’nın bitiminde, sıra Osmanlı toprakları Üzerindeki paylaşmaya gelince İngiltere her zaman olduğu gibi sinsi politikasını çalıştırarak, Ege ve Akdeniz'de kendi aleyhine bir güç olarak ortaya çıkabilecek İtalya yerine, bu ülkeye vaat edilen bölge üzerine Yunanistan’ın tarihi haklan olduğu tezi ile Yunanistan’ı küçük Asya felaketine sürüklemiştir. Çünkü Ege'de hakim olacak bir Yunanistan her zaman İngiltere’nin kontrolünde olacaktı.

İtalya’nın Ege'deki hakimiyeti, Birinci Balkan Savaşı öncesinde 1911-1912 Türk- İtalyan Savaşı sırasında Güney Sporat adaları denilen 12 Adaya asker çıkarması ve ele geçirmesiyle başlamış oldu. Ancak 18 Ekim 1912 Ouchy (Uşi) Adlaşması’nda bu adaların Osmanlılara iadesi yer aldığı halde, Balkan Harbinin çıkması Üzerine 12 Ada'nın Osmanlı'lara devri ertelendi. Osmanlı Devleti'nin harpten yenik çıkmasıyla 12 Ada İtalyanlara kaldı. II.Dünya Savaşı sonunda, İtalyanlar mağlup olunca, 10 Şubat 1947'de Paris'te imzalanan Anlaşma ile, 12 Ada Türkiye'nin görüşü alınmadan harp tazminatı olarak Yunanistan'a verildi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu yanında Birinci Dünya Savaşı’na girmesi üzerine İngiltere 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs'ı tek yönlü olarak ilhak etti. Bu durum Osmanlılar tarafından kabul edilmedi. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile Ege Adalarının statüsü belirlendi, Girit Adası kesin olarak Yunanistan'a bırakıldı. Kıbrıs Adası da İngiltere'ye resmen devredilmiş oldu.

Türk-Yunan ilişkilerinde ortaya çıkan anlaşmazlıklarının temelinde etnik, ekonomik, politik, coğrafik nedenler vardır.

Yunanistan bağımsızlığını elde ettiği günlerden bugünlere kadar kendi politikasının temeline Türk düşmanlığım oturtmuştur. Yunanistan 1830 yıllarından itibaren Türkiye'nin zararına olan bir genişleme politikası uygulayarak kendisini büyük gösterme hayaline kapılmıştır.
Yunan yayılmasının güç aldığı en büyük kaynak Megali İdea'dır. Megali İdea Andreas C. MICHALOPOULOS tarafından şöyle tanımlanmıştır:"Gelecekte bir gün tüm Yunanlılar birleşecek ve büyük Yunanistan İmparatorluğumun İyonya (Batı Anadolu)'dan Trakya'yı, Küçük Asya sahillerini ve İstanbul'u da içine almak üzere Karadeniz'e kadar uzayacağı ümididir. Bu mağrur bir aydın fantezisi değil, bir vahşi ideal değil, bu yabancı bir ırkın hakimiyetinden kurtularak hür olmak isteyen insanların sesidir."
Bunun gerçekleşmesi, hemen değil, yavaş yavaş olacaktır. Yunanistan'ın dış politikası işte bu temel anlayış üzerine inşaa edilmiştir.

Çarlık Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Hıristiyanları koruma maskesi altında, onları İmparatorluğa karşı ayaklandırmaya yönelik çalışmalarının birisi de 1814 Çarlık Rusya'nın desteği ile bir politik dernek olarak kurulan Ethniki Etaeria'dır. Bu derneğin amacı daha büyük bir Yunan Devletine kavuşmaktı. Derneğin yayınladığı bildirisinde amacı şöyle belirlenmiştir:
"Zamanı gelince, Yunanlıların birleşmesi, egemenliği ve kalkınmasını sağlamak için elden gelen tüm gayretlerle devamlı olarak çalışmak, zayıf ve ufak Yunanistan'ı desteklemek, mevcut hükümetin arzularına karşı da olsa daha büyük bir Yunanistan için çalışmak. Bu tutum, bugünkü Yunanistan'ın birçok zorluklar içine itilmesine ve hatta tamamen yok olmasına sebep olabilir, fakat daha büyük bir Yunanistan'ın kurulması yolunda ikinci bir adım atılma imkanı sağladığı müddetçe böyle bir yıkılma dahi göze alınabilir."

Ethniki Etaeria'nın çok büyük parasal kaynağı vardı. Bu paralar, Megali İdea'nm Pan-Helenizm hayalinin bol bol propagandasını yapan Aristokrat Yunanlılar ve Antik Yunan hayranı olan Batılılar tarafından veriliyordu. Bu "Büyük Fikir" Mora, Makedonya, Girit, Epir, Anadolu, Trakya, Trabzon, Kıbrıs ve Ege Adalarında on binlerce masum Türk'ün kanlarının dökülmesine neden olmuştur.

Zamanla Ethniki Etaeria, Kıbrıs'ta EOKA, Yunanistan'da 17 Kasım Örgütü adı altında terörist bir örgüt oldu ve hatta kendi milletinden olanları bile hedeflenen yolu izlemedikleri nedeniyle öldürerek büyük katliamlara sebep oldu.

Ethniki-Etaeria'nın kullandığı en yaygın usul, yönetime karşı gelme, isyan, fırsatını bulunca en korkunç metotlarla toplu imhadır.

İngiliz ve Rusların desteği ile 1830 yılında, Yunanistan'da bulunan bütün Türklerin katledilmesi ve göçe zorlanması sonucu küçük ve egemen Yunanistan kuruldu. William St.CLAIR bu olayı şöyle anlatıyor:
"Yunanistan'daki Türkler hemen hemen hiç bir iz bırakılmadan yok edilmişlerdir. Bir zamanlar Yunanistan'ın her tarafında, küçük topluluklar halinde yaşayan zengin çiftlikler, tüccarlar ve ailelerden oluşan yüzlerce yıldır Yunanistan'dan başka bir vatan bilmeyen oldukça kalabalık bir Türk topluluğu vardı. Bir hafta süren katliamdan sonra Yunanlı komşuları tarafından yirmi binden fazla kadın, erkek ve çocuk öldürülmüştü. Bu insanları acımasızca, endişesizce, bilerek, isteyerek öldürmüşlerdi. Bunun için ne o gün ne de daha sonra üzüntü duyan olmamıştı. Ayrı ayrı çiftliklerde yalnız yaşayan veya küçük topluluklar halinde bulunan bütün Türk aileleri topluca öldürülmüş ve evleri cesetleri ile birlikte yakılmıştır. Canlarını kurtaran ve kafileler halinde en yakın şehre sığınmak isteyenler de, Yunan eşkıyaları tarafından öldürülmüşlerdi. Yunanistan'da bulunan Türkler yüzyıllarca yapılan gerçek veya hayali bütün yanlışlıkların ve ecdadından miras kalan dini inançlarının cezasını ödemişlerdir. Bu katliam, Mora'da artık öldürülecek Türk kalmayıncaya kadar devam etmiştir."

Daha sonra sıra Girit'e gelmiştir. Sessiz ve programlı çalışmalardan sonra orada yaşayan onbeşbin Türk katledilmiştir. Girit’in ardından Makedonya, Teselya'da ve Selanik'te Türk Müslüman toplumuna uygulanan emsali görülmemiş bir terör ve soykırımla Yunanistan'a ilhak edilmiştir.

Ethniki Etaeria "Büyük Yunanistan" hayalini ve Pan-Helenizm ideolojisini, basın yayın araçlarıyla, Ortodoks Kilisesi papazlarıyla, şövenist Yunan eğitimcileri, edebiyat, sanat, müzik, sinema ve tiyatro vasıtasıyla nesilden nesile günümüze kadar yaymaya devam etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan Sevr Anlaşması hükümlerine göre;
Yunanistan, Doğu ve Batı Trakya'ya Gökçeada ve Bozcaada'yı kazanmış bundan başka İzmir Bölgesinin yönetiminden de sorumlu olmuştu. Fakat umduklarım bulamayan Yunanlılar, Anadolu'nun bozkırlarında boş hayalleri ile birlikte yok olarak, 9 Eylül 1922'de İzmir'den denize döküldü. Türkiye'ye karşı ulusal bir mücadeleyi ana şart olarak koşan Megali-İdea, Türk Milli direnci karşısında yok olup gitmişti.

Yunanistan küçük Asya felaketinden sonra Girit gibi Kıbrıs'ı da ENOSİS hayaliyle kendisine bağlamak için önce İngiltere ile daha sonra pek önemsemediği Türklerle mücadeleye girdi. Böylece Kıbrıs sorunu alevlendi. Kıbrıs sorunu Kıbrıs tarihini bilmeyenlerin ve Rum propaganda mekanizmasının etkisinde kalanların iddia ettiği gibi "1974'de başlayan bir saldırı ve işgal sorunu" değil, 1821'Ierde Rum-Yunan tarafının Enosis uğraşları nedeniyle başlayan bir sorundur. Buna Türk - Rum mücadelesinin Kıbrıs'taki başlangıcı diyebiliriz.

Esas Kıbrıs sorununun özü Sokullu Mehmet Paşa'nın 1572'de Venedik elçisine söylediği sözlerde yatmaktadır, "....siz bizim donanmamızı yakmakla sakalımızı traş ettiniz. Biz Kıbrıs adasını almakla sizin kolunuzu kestik, kesilen sakal daha gür yerine çıkar, ancak kesilen kol yerine gelmez..." İşte Kıbrıs sorununun özü, Batı dünyasına karşı, Hıristiyan zihniyetine karşı bu kesik kolun mücadelesidir. Kıbrıs'taki Türk-Rum anlaşmazlığı bu mücadelenin sadece görünürdeki bir bölümüdür. Kıbrıs Türk toplumu 100 yıldan fazla bir süredir Kıbrıs'ta bir ölüm kalım savaşı vermektedir. 1878'de %75 olan Türk Malı toprak, çeşitli yöntemlerle elinden alınmış ve bu oran %33'lere düşürülmüştür.

Ancak bu arazi ve nüfus Kıbrıs'ın tümü yüzeyine yayılmış kantonlar halinde idi. Bu toprak ve nüfus dağılımı Rumların Türkleri ezmesini, sömürmesini ve ada'dan yok etmesini kolaylaştırıyordu. 1974 Mutlu Barış Harekatı ile gerçekleştirilen, toprakların mal güvenliği için birleştirilmesinden, Türk ve Rum nüfusunun can güvenliği için bir araya toplanmasından başka bir şey değildir. Bu durum gerçek bir barıştı. Kıbrıs Türkü'nün canının, malının, intikam gününü bekleyen Rum'un insafından kurtarılmasıydı.

Kaynak: Kıbrıs Meselesi; İrfan Kaya ÜLGER-Ertan EFEGİL; sayfa 27-30
 
Üst