Tek Bir Kelime...

Seyyan Uzunoğlu

Onursal Üye
Katılım
24 Şub 2009
Mesajlar
194
Tepkime puanı
0
Puanları
0
TEK BİR KELİME... (1)

Evet değerli okurlarım. Fazladan tek bir Türkçe kelime öğrenmenin, beni nasıl mutlu ettiğini anlatabilmem mümkün değil. Yabancı okullarda okumuş olmaktan maada; bir de uzun yıllar dış ülkelerde yaşamış olmanın da zorunlu alışkanlıkları yüzünden; hala bugün Türkçe ve İngilizce arasında bir yerlerde boğuşmaktayım. Ancak hemen her gün, güzel dilimiz Türkçe’den yeni yeni ve anlamlı kelimeler öğrenmekte ve kendimi de, anlatmak istediğim herhangi bir mevzuyu da daha teferruatlı anlatabilmenin, daha düzgün ifade edebilmenin de mutluluğunu yaşamakta, dilimizle gurur duymaktayım…

Değerli okurlarım. Genellikle, bugün Emperyallerin, sırf güzel Türkçemizi perdelemek için oynamakta oldukları oyunun farkında olmayarak… Önümüze atılmakta olan ‘Küreselleşme’, ‘Dünyalılık’, ‘Avrupalılaşma’, ‘Demokrasi’ ve daha birçok ‘düzenbazlıklarla’ güzel Türkçemizin üzerine perde çekilmesine yönelik bu ‘tertiplere’, istemeyerek de olsa yardım etmekte olduğumuz acı bir gerçektir. Burada eğri oturup, doğru konuşmak gerek. Bakınız, Türkiye’de olsun, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde olsun ve üstelik sadece büyük şehirlerimizde de değil; köylerimizde bile dükkânlarımıza, mağazalarımıza, hatta yaşadığımız evlerimize bile “Manhattan Villa” veya “River Villa” gibi yabancı isimler veririz. Tamam, anladık. Demokratik bir ülkeyiz ve herkes şunusuna bunusuna dilediği ismi vermekte de serbesttir. Ancak demokrasiyi kullanarak, kendi özümüzü, kendi gelenek ve göreneklerimizi... Ve ‘kimliğimiz’, ‘varlığımızın kanıtı’, bayrağımız, dinimiz kadar olmazsa olmazımız DİLİMİZİ göz göre göre istismar etmek, benzetmekse eğer bu demokrasi, iyisi mi eksik olsun. Zaten Batılılar bu demokrasiyi pis işlerini kolaylıkla icra edebilmek için ‘kendilerince’ ve de ‘gereksinimlerine’ göre; yani Nasrettin Hoca’nın tekerlekli fırını misali; kendi diledikleri yöne döndürebilinecek bir şekle sokmuşlar ve işlerine geldiğinde, katliamları ve hatta soykırımı bile bu ‘oynatma çark’ demokrasiye bağlamaktan bile utanmıyorlar. Bariz örnekler bugün Ortadoğu’da vb açıkça ortada! Haliyle bu demokrasi dedikleri, bize başka, Batılılara başka dillerden konuşmakta belli… Ne ise…

Evet. Gelelim, DİL üzerinden kendi istismarlarımıza. Örneğin, Restoran diyoruz çünkü orada ne satıldığını; yani yemekleri kapının önünde sergileyemediğimizden – gerçi istesek onun da çareleri var da, hade gene ne ise…- mekânın girişine Restoran kelimesini yazmak zorundayız. Tamam, anladık da; neden mekanı, Türkçe değil de Kalifornia, Manhattan, Timbaktu veya ‘Despina’nın Yeri’ gibi isimlerle donatıyoruz? Neden? İşte bunu anlamaktır zor olan… Başka bir örnek. Etlerin dışarıdan da görüntülenmekte olduğu halde KASAP dükkânı için BUTCHER de yazar, tercüme de ederiz. Onu da anladık da; neden dükkanımıza bir de yabancı isim veriyoruz? Turistleri çekmek veya burada yaşamakta olan İngiliz veya her kimselerin anlamaları için yapılmakta olan bu ‘uygulama’ diyelim; gereken tercüme kelimelerle kalmıyor da; doğrudan yabancı isimlere baş vuruluyorsa; her ne açıdan bakılırsa bakılsın; her ne mazeret gösterilirse gösterilsin kaybımızdır! İşin hazin tarafı da buna; demokrasi, medeniyet, Avrupai vb diyerek, bilgelik, bilmişlik taslayarak kendi rızamızla ve şımarıkça kendi dilimizin yavaş yavaş ‘benzetilmesine’, ‘örtülmesine’ hatta ‘kaybolmasına’ önayak olmamızdır… Burada yaşamakta olan İngilizlerin vb, bize uyması, dilimizi öğrenmesi gerekirken; ülkemizi “Lisanı İngilizce olan bir Türk Cumhuriyeti”ne dönüştürmekteyiz maalesef! Yalan mı?


(Devam edecek)
 

Seyyan Uzunoğlu

Onursal Üye
Katılım
24 Şub 2009
Mesajlar
194
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Tek Bir Kelime... (2)

TEK BİR KELİME… (2)

Evet değerli okurlarım. Burada yaşamakta olan İngilizlerin, Musevilerin veya diğer yabancıların, bize uyması, yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmesi gerekirken; biz kendi ülkemizi İngilizce konuşan bir Türk Cumhuriyeti’ne dönüştürüyoruz. Burada kimse bana ırkçı veya fesatçı da demesin. Bakınız Yüzlercemiz alış veriş için veya başka nedenlerle her gün Güney’e geçiyorsunuz. Veya İngiltere’ye veya Avrupa’ya gidip geliyorsunuz. Oralarda – Türk sahipli kebap mekânlarından veya yine Türk sahipli bakkallardan maada – bir Avrupalının dükkânına, işyerine veya villasına Türk ismi verdiğini gördünüz mü hiç? Neden? Çünkü herkes kendinin olan her şeyle mutlu, mesut ve gururlu!

Tatile gittiğiniz veya hatta yaşadığınız ve çalıştığınız işyerinde işvereniniz size Türkçe mi talimatta bulunur, örneğin? Avrupa ülkesinde, kapıcı veya mahallenizdeki bakkal size Türkçe mi konuşur? Bir dolmuşa vb bindiğiniz zaman, elinizdeki sözlüğe bakarak meram anlatmak zorunda kalmaz mısınız? Ancak burada yaşayan ve ülkemin her nimetinden yararlanan – yurttaş veya değil - yabancılar, bize Türkçe bir ‘Teşekkür’ kelimesini çok görür! Neden mi? Çünkü biz onlara kendi dillerinden teşekkür etmek için dört katla olmakta iken onlar, ‘Bütün dünya İngilizce konuşuyor, siz de öğreniniz’ havasında. Ve inanınız ki bu tutum tembellikten değil; ‘hâkimiyet’, ‘üstünlük’ ve ‘Benim milletim’ anlayışındandır… Biz bunu yapmıyoruz işte. İngiltere’de doğup büyümüş ancak kendi lisanının tek bir kelimesini bilmeyen çocuklarımız vardır örneğin. Burada da görev anne babalara düşmekte ve evde olsun çocuklarına Türkçe konuşmaları veya hafta sonu Türkçe okutan okullardan yararlandırmaları gerekirken, bunu da pek umursayan yok. Evet, ‘Bir dil bir insan, iki dil iki insan’ diyen bir de sözümüz vardır. Ve çocuklarımızın da ikinci, hatta üçüncü ve artı dil öğrenmelerinin faydalarını da biliyoruz. Ancak kendi dilimiz TÜRKÇE’yi bilmemek, küçümsemek, dilimize hakaret ve kendimize de, milletimize ve vatanımıza da en büyük ihanettir…

DİL, bir milletin ruhudur, kimliğidir. Hatta bir ülkenin sınırlarını bile belirleyici bir unsurdur, o sınırda yaşayanların simgesi, tanımlayıcısı, tamamlayıcısıdır. Ve bir ülkede hangi dil konuşuluyorsa, o ülke o konuşulan dilin sahiplerinin sayılır. Ve bunu ben, yıllar öne ilkokulda, bir tarih dersinde öğrenmiştim. Mevzu da; geziye çıkmış atalarımızın az ilerisinden geçmekte oldukları bir beldenin, hangi millete ait olduğunu öğrenmek isteyen gruba, liderlerinin “Gidin dinleyin. Orada hangi dil konuşuluyorsa, orası o konuşulan dilin sahiplerinindir” cevabını vermiş olduğu; daha ta o zamandan beynime kazınmıştı… Napoleon Bonaparte da: “Fransa’nın sınırları, Fransızca’nın konuşulduğu yerlerdir.” diyerek, bir milletin vatanını, DİL’inin konuşulduğu topraklar olarak nitelendirmiştir…

Yahya Kemal de; “Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır. Ancak Türkçe’nin çekildiği yerler vatanlıktan çıkar. Çünkü vatanın gövde ve ruhu TÜRKÇE’dir.” der. Ve Türkiye’min Güneydoğu’sunda Kürtçe açılım martavallarıyla yapılmaya çalışılan da bu işte! Vatanımın, milletimin sınırları!

Peyami Safa hocamız ise; “Bir milletin bütün zekâsı, bilgisi, hassasiyeti DİL’inde toplanır. DİL onun varlığıdır, müdafaasıdır, başka millet üzerindeki tesirinin en güçlü silahıdır. DİL’ini kaybetmiş bir millet, her şeyini kaybetmiş demektir.” der…

Nurullah Aydın hocamız da bakınız DİL hakkında ne diyor. “DİL; toplulukları ‘Milletleştiren’ sosyal ve milli bir temel olgudur. Onları yığın olmaktan kurtarıp, inanç, ülkü, zevk, gönül ve kültür birliği zemininde bağımsız bir millet yapan yegâne unsurdur...


(Devam edecek)
 

Seyyan Uzunoğlu

Onursal Üye
Katılım
24 Şub 2009
Mesajlar
194
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Tek Bir Kelime... (3)

TEK BİR KELİME (3)

Evet. Nurullah AYDIN hocamız, DİL hakkında: “DİL, toplulukları ‘Milletleştiren’ sosyal ve milli bir temel olgudur. Onları yığın olmaktan kurtarıp, inanç, ülkü, zevk, gönül ve kültür birliği zemininde, bağımsız bir millet yapan yegâne unsurdur.” diyor… Ve “… Bu sebeple DİL, en az din, vatan, bayrak, gelenek görenek kadar belki daha da fazla önemli bir değerdir. Bir millet, birçok vatan, bayrak, din değiştirebilir; dili değişmediği sürece aynı milliyete mensup olma vasfını sürdürür. Aksi takdirde ya yok olur, ya da başka bir kültür dairesinde hayatını idame ettirir. Bu yüzden DİL, MİLLETİN HAFIZASIDIR!” diyor hocamız…

Ancak Kıbrıs’ta birçoğumuz, belki Rumların dilimizi öğrenmek istemeyişindeki ısrarlarından, belki iş, komşuluk veya başka nedenlerle çaresizlikten Rumca öğrenmek zorunda kalmışız. Ancak biz bunu iyi niyetle yapmakta iken art niyetli Rum, yayılmacılık ve tabii tüm adada Rumca konuşulmasıyla bize karşı üstünlük, ve tabii adanın kendilerine ait olduğunu ispatlama düşüncesindeydiler… Ve Ortodoks Papazların da bunda çok büyük rolleri olmuştur. Çünkü Türklerin azınlıkta oldukları köylerde, insanlarımız sadece Rumca öğrenmek zorunda bırakılmamış; bu işgüzar ve art niyetli Papazların telkinleri, kurnazlıkları ve çoğu zaman da baskılarıyla, yavaş yavaş Hıristiyan olmaya da başlamıştı. (Türkiye’de Karaman Türklerinin Rumca öğrenmek zorunda kaldığı… Orada Cami olmayışından Kilisede ibadet etmek zorunda bırakıldıkları gibi örneğin.)

Evet. Diline, gelenek ve göreneklerine sahip çıkmayan… Yabancı hayranlığıyla veya; gerek zaruriyetten, gerekse bilgelik taslayıp çokbilmişlik ve gösteriş yapmak için, sürekli yabancı dilleri kendi ana diline tercih eden kişi veya toplumların gelenek ve görenekleri de, dilleri ve hatta kimlikleri de zamanla hayranlık duydukları yabancılarca yutulup, kaybolup gider ve Emperyallerin yapmaya çalıştıkları da aynen budur. Bizi ‘benzetmek’! Bize dilimizi unutturmak! Dolayısıyla, yabancılara özenerek, gelenek ve göreneklerini ve dilini kaybetmiş bir kişi; artık ne Türküm diyebilir; ne de başkasını Türk olduğuna inandırabilir! Bir Türk, Türküm diyen herkes; evvela baştan, anadili olan Türkçeyi konuşabilmelidir. Yoksa Türk olduğunu - DNA testi haricinde - başka nasıl kanıtlayabilsin ki? Evet, lisan bilmek, yabancılarla konuşabilmek güzel bir şey; ancak kendi dilimizi; güzel Türkçemizi ihmal etmemek, hor görmemek şartıyla… Kendi dillerini zorlayarak, bize dilimizi unutturmaya ve bizi kimliğimizden soğutmaya çalışan dış güçlere fırsat vermemeli; onlarla mümkün olduğunca kendi dilimizle anlaşma yolunu seçmeli veya mecbursak bir orta yol bulmalıyız. Bakınız, birçok ülke büyükleri, karşısındakinin dilini pek ala bildiği, söyleneni anladığı halde; kendi dilini küçümsetmemek, milletinin varlığını hissettirmek için muhatabına, kendi anadiliyle cevap vermeyi yeğler. Ve doğrusu da budur.

Bakınız. DİL üzerine, Ebedi Başkomutan, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ne diyor. ATATÜRK: “Türk demek, DİL demektir. Milliyetin en bariz vasıflarından biri DİLDİR… TÜRK, her şeyden önce ve mutlaka TÜRKÇE konuşmalıdır.” diyor…

O zaman, yabancı ülkelerde yaşayanlarımız, çocuklarına evde Türkçe konuşmalı; onları Türkçe kitaplar okumaya teşvik etmelidir. Ve eğer hafta sonu Türkçe ders veren okullar varsa; onlardan da yararlanmalı ve çocuklarını bu okullara da göndermelidir. Bu dünyada TÜRK olarak var olmak istiyorsak; evvela baştan ANADİLİMİZE güzel TÜRKÇEMİZE sahip çıkmalı. DİLİMİZLE gurur duymalıyız!

" NE MUTLU TÜRKÜM DİYEBİLENE! "
 

Hüseyin LAPTALI

Onursal Üye
Katılım
13 Ağu 2008
Mesajlar
465
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Tek Bir Kelime...

Türkçemize sahip çıkmak, kendimize, evimize, mahallemize, köyümüze, şehrimize, memleketimize ve daha da doğrusu istikbalimize sahip çıkmak demektir.
ÇILGINNNNNN'ı kutlarım.
H.LAPTALI
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Tek Bir Kelime...

Sevgili Seyhan Uzunoğlu harikasınız bir solukta okudum.Yüreğinize,emeğinize,kaleminize Maşallah...
 
Üst