Toplumculuk.

Volkan

-Otağ Hanı-
Katılım
20 Haz 2008
Mesajlar
969
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Altaylar
İnsanlar, tarihin bilinen ilk çağlarından bu yana toplumlar hâlinde yaşamışlardır. Bundan sonra da öyle olacağı kesindir. Bilinen bu ilk çağlardan beri toplumlar, kendi aralarında belirli yasaları, düzenleri ve yaşam şekilleri olan insanlardan oluşur. Beynelmilelci hümanistler “toplum” kavramıyla “topluluk” kavramını birbirine karıştırmak için olağan üstü bir çaba sarf etse de aslında bu iki kavram asla birbiriyle karıştırılmamalıdır. Topluluk, hiçbir ortaklığı bulunmayan, bireyleri birbirine bağlayan hiçbir duygunun var olmadığı insan yığınından ibaretken; toplum, aynı milletin bireyleri tarafından meydana getirilen, tarihi, soyu, dili ve kültürü bir olan insanlardan mürekkeptir.

Bugün idam cezası kalkınca onun yerine gelen ceza “ağırlaştırılmış müebbet hapis” oldu. Bu cezayı alan kişi, ömrü boyunca küçük bir kodeste tek başına yaşamaya terk ediliyor. Yani bir insanı tek başına bırakmak, öldürmekle eşdeğer bir ceza olarak hukuk sistemine girebiliyor. Bunun sebebi, elbette insanların yaratılış itibarıyla toplumsal birer varlık olmalarıdır.

Her soylu fert, bir topluma mensuptur. Toplumların kaderleri de bir olduğuna göre toplum içindeki bireylerin bencillik yapmaları, gemideki yolculardan birinin elindeki matkapla geminin tabanını delmeye çalışmasından farksızdır. Nasıl ki bir gemi battığı zaman haklı veya haksız, suçlu veya suçsuz diye ayrılmaksızın o gemide bulunan bütün insanlar ölecekse, toplumun başına gelen bir felakette de o toplumda bulunan herkes zarar görecektir. İşte bunun için en iyi fert, her şeyden önce yaşadığı topluma fayda sağlayabilen ferttir.

Türkçülüğün (ve Ulu Önder Atatürk’ün) ilkelerinden olan toplumculuk nedir? Toplumculuk, toplumdan bencilliğin silinmesi demektir. Toplumda yaşayan her ferdin, kendisi için istediği her bir şeyi, o toplumda yaşayan herkes için ayrı ayrı istemesi demektir. Çünkü toplumcu kimse bilir ki; toplumda bir kişi gelişip güçlendikten sonra, bunun kendisi olup olmamasının bir önemi yoktur. Yeter ki güç, o toplumun içinde olsun. Uçak havalandıktan sonra pilot da yolcu da aynı yüksekliğe çıkar. İşte toplumculuk demek, bu uçağı kaldırmak, toplumu topyekûn yüceltmek demektir.

Bugün dünyada çok toplum var. Bunun yanı sıra hiçbir topluma mensup olamamış etnik döküntüler olsa da bu toplumların varlığını ve birliğini engelleyemiyor. Tek bir yürek, tek bir yumruk olarak hareket etmeyi öğrenmek her bir toplum için hayatidir. Şahsi menfaatlerini toplumun menfaatinden üstün gören bireyler, şüphesiz içerisinde bulunduğu toplumları da yıkarlar. İşte bu yüzden toplum, içinde bulunan bencillere ve topluma zararı dokunan her bir ferde karşı acımasız olmalıdır. Aksi takdirde ne toplum, ne ortak soy, ne ortak dil, ne de ortak kültür bağı ortadan kalkar.

Konu buraya gelmişken, günümüz Türkiye’sinden örnek vermeden geçmek olmayacaktır. Türkiye’de yaşayan insanlar olarak biz “Türk Toplumu”yuz. Ortak bir soyumuz, tarihimiz, kimliğimiz ve dilimiz vardır. Fakat bizim içimize zorla sızmaya çalışıp kendilerini bizden gibi göstermeye uğraşanlar vardır. İşte bu gruplar, Türk toplumuna zararı olan ve derhal etkisiz hâle getirilmesi gereken kimselerdir. Türk olmadığı hâlde Türk toplumuna mensup olmak için en kolay yol olan kendini acındırma yoluna giden, haksızlığa uğramış, mağdur duruma düşmüş rolleri oynayan etnik gruplar, başında kürtler olmak üzere vardır ve öyle sanıyorum ki sürekli var olacaklardır. Nasıl ki keneler bol kanı olan damara yapıştı mı bir daha bırakmıyorsa, kenelerden farkı olmayan asalak etnik gruplar da güçlü milletlerin arasına karışarak zenginliklerden ve imkânlardan faydalanmakta bir sakınca görmezler. Bunların, onur, gurur ve şeref gibi duygulardan haberleri olmadığı ve en önemlisi millet ve toplum olamadıklarından kendi aralarında da bir birliktelikleri bulunmadığından bağımsızlık kazanmak gibi bir dertleri de yoktur.

İşte toplumlar, kendilerini içten kurutmayı ve çökertmeyi planlayan bu kan emici asalaklara karşı çok uyanık olmalı, toplumun bireyi olmayan hiç kimsenin toplumun içine karışmasına müsaade edilmemelidir. Bir toplum için en can alıcı iş, kendisinden olmayanları arasına kabul etmektir. En güçlü olan, yıkılmaz gözüyle bakılan toplumlar hep bu şekilde yıkılmıştır.

Her toplumun kendine has bir yaşam modeli vardır. İki toplum karışırsa, bu iki toplumun karışımından ortaya sadece bozuk bir plağın yarattığı cızırtılı ses çıkacaktır. Çünkü çay ve kola ayrı ayrı iken ne kadar güzelse, karıştığı zaman o denli iğrenç ve tatsız olacaktır. Toplumlarda da durum böyledir. Bütün insanların kardeşliği adına birbiriyle karıştırılmaya çalışılan toplumların alaşımından sadece melezleşme çıkar. Saf ve üstün olanın bozulması çabuk olacağından, olan üstün niteliklere sahip olan topluma olacaktır.

Bu konuya da Arap ve Türk toplumlarının karışımını gösterebiliriz. Araplar, dirlikleri boyunca hiç zafer kazanamamış, ilerleyememiş ve gelişememiş bir toplumken, Türkler zaferden zafere koşmuş, atının gittiği yere sancağını dikmiş ve dünyaya baş eğdirmiş bir toplumdur, millettir. Bu iki milletin karışıp iç içe geçmesi Arapların lehine, Türklerin ile aleyhine olmuştur. Araplar, haçlılarla yapılanlar başta olmak üzere pek çok sert savaşlardan Türkler sayesinde kurtulmuşlar, fakat Türkler Araplardan geçen ümmetçilik zehriyle Osmanlı çağında milli kimliklerini unutma noktasına getirilmiştir. Neyse ki Ulu Önder Mustafa Kemal ortaya çıkıp, Türk’e özünü göstermiştir.

Adalet, toplumun çatısını oluşturan bir başka faktördür. Arasında yabancı fert bulundurmayan toplumların, fertler arasındaki adalete de dikkat etmesi gerekmektedir. Haksızlığın olduğu yerde istikrarın olması mümkün değildir. Haksızlık, yani adaletin yok sayılması, toplumdaki bencil bireylerin toplumun yönetimini ele geçirmesiyle olur. Eğer bu gerçekleşir de bencil kimseler toplumu idare etmeye başlarsa, büyük felaketlerin geldiği anlaşılmalıdır. Sürü bir anda yüz geri edip tersine dönerse, en zayıf, en çürük ve hastalıklı koyunlar birden en ön saflara yerleşiverirler.

Toplumda yaşamak ve toplumda yaşamanın kurallarını bilmek insan denen canlıya has bir özelliktir. İnsanların hepsi de tek düzen olmadığına göre, yaşam standardı yüksek olanlar elbette toplumsal yaşantıyı tam anlamıyla idrak edebilen, çağdaş, medeni ve uygar kimselerdir. Bencilliğin ve adam sendeciliğin kaynağının cahillik ve yobazlık olduğu su götürmez bir gerçektir.

Hümanizmin, yani milletleri ve toplumları (bu ikisi zaten aynı anlamdadır) yok sayıp bütün insanları aynı sınıfa koyan düşüncenin iddia ettiğinin aksine toplumlar kendi kaderlerini belirlerler. Rehavete düşmüş, kendine güvenmeyen ve yenilgiyi kabullenmiş toplumların ayakta durması, zaferler kazanması ve gelişme kaydetmesi mümkün değildir. Böyle toplumlar, kuşkusuz daha güçlü toplumların yemi olacaktır. Kuyruğu kesik tilkinin, diğer tilkilerin de kuyruğunu kopartabilmek için bin bir bahane araması gibi soysuz kişiler de toplumlardaki milli bağı kopartmak için olmadık teraneler uydururlar. Bunların başında gelen, artık dillerde tekerleme olan ve hâlen bazı dinazorlar tarafından savunulan “bütün insanların kardeşliği”dir. İşte toplumcu düşünce, her şeyden önce bu hümanizm saçmalığına karşı bir milli duruştur.

İlk çağlardaki insanlardan bu zamana geldikçe, yani insanlar medenileştikçe toplumculuk da gelişmiştir. Çünkü insanlar ilerledikçe toplumsal hayata geçmiş, toplumsal hayata geçtikçe de toplumda yaşamanın kurallarını öğrenmişlerdir. İlkellikten kurtulamayan ve bugün hâlâ yamyam sayılabilecek insanlarda toplumculuk ruhu olmadığından gelişemiyorlar. Gelişen, güçlenen ve büyüyen toplumlar, bireylerinin toplumcu düşünceyi tam mânâsıyla kavramış olduğu toplumlardır.

Özetle; Türk toplumu olarak gelişmek ve ilerlemek istiyorsak, büyük düşünmeli ve büyük yaşamalıyız. Küçük hesaplar peşinde koşarak milli gücümüzü ve ulusal birliğimizi boşuna yorup heba etmemeliyiz. Gelişmek ve güçlenmek için kural yoktur. Zeki olan, akıllı olan ve toplumculuk bilinciyle tek yumruk olabilen milletler, geleceğin sahipleridir.

O hâlde yerimizden kalkıp en öne geçmeye çabalamanın çağıdır.
 
Üst