Trajik Dönemin Şifresi: T ve F Tipi Örgütlenme

Miktat ALGÜL

Onursal Üye
Katılım
28 Eyl 2008
Mesajlar
39
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Trajik Dönemin Şifresi: T ve F Tipi Örgütlenme

Atatürk yolu için.

Cumhuriyet için.
Tam Bağımsız Türkiye için
Yürüyüşümüz Beyinleredir.


İnsan sosyal bir varlık olmasının yanında, ölümlüdür de. Hayallerimiz, korkularımız, özlemlerimiz ve ideallerimiz vardır.


Onun bunun tarafı derken, bertaraf tehdidiyle büyük çoğunluğumuz yanlış kulvara savrulup, her tarafı elbirliğiyle mahvettik.


Yüzde 50 ile, zılgıtla, alkışla, bireysel çıkarlar uğruna T tipi bir yanlışı taşıdık yaşamın merkezine. Toplumsal kolektif yaşamın inancı olan ve içinde enternasyonalizmi, antiemperyalizmi barındıran İslami F Tipine emanet ettik.


Sonuç; Muhammetsiz İslam, yoksulluk, bol bol kilise açılımı, İsrail ve ABD çıkarları doğrultusunda bölünme anayasası çalışması, tutuklamalar, geleceklerin gaspı…


Bertaraf edilmeyen Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’siyle birlikte ve eşit şartlarda yaşayan, vatansever tam bağımsız Türkiye’yi hayal ediyorum.


Hasım cephenin olmadığı, politik çalışmaların küresel karanlık güçlerin çıkarları için değil, Türk ulusunun / milletinin ve vatanının çıkarları için yapıldığını hayal ediyorum.


Haksız, komplosuz, iftirasız yaşamı, haksız tutuklamaların olmadığı, kahvede tavla oynarken üç kişinin örgütten tutuklanmadığı, cezaevlerinin boşaldığı, mutlu bir resmi hayal ediyorum.


Cumhuriyetin savcılarını, Cumhuriyetin hâkimlerini ve bağımsız yargıyı hayal ediyorum.


Ne yazık ki hayalle kalıyorum. Hayal âleminden uyandığımda dehşete düşüyorum. Karşı devrimin azgın ilerleyişiyle ürküyorum. Cezaevindeki hücremde bir şey yapamamanın ruh haliyle kendi kendimi yiyorum.


Ben, F tipindeyim. Bedenim tutsak, ruhum asla. F tipi cezaevi, Adana Kürkçüler köyünde. Etrafım beton duvarlarla çevrili. Demir parmaklıklar ve süper NATO telleri…


F tipinin ruhudur esaret ve tutsaklık. Beton duvarlarıyla, süper NATO jiletli telleriyle, yaşamın vurulmasının yanında, bizi yönetenlerin yüreklerinin nasıl nasırlaştığının resmidir de.


Her şeyimizi tüketiyorlar. Hayallerimizi, onurumuzu, insanlığımızı... Her şeyimizi sansürlüyorlar. Dönem, bizim dönemimiz diyorlar. Emek, namus, vatan da neymiş ki? Pasifik ötesindeki efendilerine şirin görünmek ve küresel tefeci kapitalizmin çıkarları için gözlerini karartmışlardır.


Vatanın yüreğine hançeri saplıyorlar. T tipi, F tipi, özel tip mahpus damlarına vatanseverleri, devrimcileri, aydınları, gazetecileri, komutanları, Kemalistleri, Kürt’ü, Türk’ü, mazlumları doldurdular.


Hukuksuzlukları ölümler üretiyor, kan damlatıyor, gözyaşları döktürüyor.


Kürkçüler köylülerinin evlerinin bacalarında umutlar tütmekte. Tüten bu umutlardan korkuyorlar. Korkunun ecele faydası yok.


Usta şair Enver Gökçe’nin dediği gibi:


Her şeyin bir vakti var / Döllemenin ve ölmenin / Dikmenin vakti var / Ve sökmenin / Öldürmenin ve şifanın / Yıkmanın vakti var / Ağlamanın vakti var / Ve gülmenin.


BUNA KARGALAR BİLE GÜLER


Başbakan Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a kürsüde tutuklamalarla ilgili eleştiriler yapıyor. Beşar Esad’ın cezaevlerini kendisine muhalif olan insanlarla doldurduğundan dem vurmakta. Suriye halkı için üzülmekte.


Ama ne yazık ki Suriye halkına üzülen Başbakan, gözündeki merteği görmemekte ısrar etmekte. Bu ne perhiz ne lahana? : ))


Türkiye’ye yüzümüzü çevirelim; Balyoz davasında 367 sanığın 247’si tutuklu. Milli devletin (şu an bitiriliyor) ordusunun generallerinin dörtte biri Hasdal’da tutuklu. Islak imza, internet andıcı, Poyrazköy, amirallere suikast, Odatv (Sayın Kozinoğlu’nun şüpheli ölümüyle bir kişi eksildi), Devrimci Karargah örgütü davalarının büyük çoğunluğu Hasdal ve Silivri mahpusluğunda; birinci, ikinci Ergenekon tertibi davasında vatanseverler Silivri mahpusluğunda tutuklular. Şike soruşturmasında Türkiye’nin güzide kulüp yöneticileri tutuklu.


İşçi Partisi, Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesine yapılan operasyonda siyasetçiler ve gazeteciler tutuklu.


Türkiye’de demokratik hak mücadelesi yürüten 500 öğrenci, mevcut hükümete muhalif olduğundan ve eylemlerinden dolayı tutuklu. Hidroelektrik santraline karşı çıkan çevreciler tutuklu.


Vatansever gazeteci olarak görev yapan sosyalist, Kürt, Türk, Kemalist 70’ten fazla gazeteci tertip ve iftiralarla tutuklu.


KCK davasında 3 bin 868 kişi tutuklu. AKP’nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle 25 bin olan cezaevlerindeki tutuklu sayısında patlama olmuştur. Şu an cezaevlerindeki tutuklu sayısı 70 bini aşmıştır. Hiçbir demokratik hukuk devletinde olmayan, sadece faşist diktatörlerce yönetilen devletlerde görülen, tutuklu sayısının hükümlü sayısının çok üstüne olma durumu Türkiye’de şu an yaşanmaktadır, gerçekleşmiştir.


Muhalif olanlara bir şekilde soluğu cezaevlerinde aldırırlarken, MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu’nun şüpheli ölümü de, cezaevlerinin bir ölüm kampına dönüştüğünün somut kanıtı olarak tarihe not düşmekte. Her an yeni ölümlere hazır olmak lazım.


Fakat ne hikmetse mevcut hükümete muhalif düşünenleri acımasız ve sudan sebeplerle, suni delillerle tutuklayan yargı, Deniz Feneri talanında (yağmasında), Hizbullah terör örgütünden neredeyse yönetici, lider kadrosunun yüzde 80’ini salıverdi.


TEK PARTİ YARGISI: ÖGM (ÖYM)


Türkiye’de referandum sonrası yargı; tek parti yargısına dönüştü. DGM’lerin yerini alan Özel Yetkili Mahkemeler; toplumu, iktidar partisi lehine dönüştüren bir toplum mühendisliğine dönüştü. Bunun kozmik kodunu “T” ve “F” tipi örgütlenmelerde bulabiliriz. Bu yargıdaki yapılanmadan dolayı toplumu bir korku havası kapladı. Yargı bizi tutuklar diye üç kişi kahvede tavla oynayamaz oldu. Özel Yetkili Mahkemeler, bir “partinin güvenliği mahkemesi” haline geldi / dönüştürüldü.


DÜŞMAN VATANIN BAĞRINA HANÇERİNİ DAYAMIŞ

Bana yönelik tertip ve komplo yapılmadan önce Mersin İli’nde yaşıyordum. Mersinli bir gazeteciydim.


Mersin’de vatansever bir gazeteci olmak çok zordur. Çünkü Mersin yabancı istihbarat servislerinin bir laboratuvarı gibidir. Küresel tefeci kapitalizmin iştahını kabartan il.


Petrol dolum tesisleri bu ildedir. Ortadoğu’daki bir ülkeye saldırıda bu tesisler askeri lojistik anlamda bir değerdir.


Mersin, serbest bölgesi ve limanı ile BOP projesi içinde Ortadoğu’nun kapısı olarak algılandı. Kıbrıs’ın tam karşısındadır. Yunanistan kıta sahanlığı önünde. Sıcak sulara ulaşmanın anahtarı, Ortadoğu coğrafyasına göre Mersin’dir.


Bu nedenle Ortadoğu’nun kaynaklarını sömürmek isteyen küresel karanlık güçlerin, istihbarat servislerinin cirit attığı bir kent.


Bu yüzden bana göre, ihanete varan birçok faaliyet bu kentte yaşanmıştır.


Örneğin; AB’nin diplomatik casusu Karen Fogg, 1996 yılında Mersin’de fink atıyor, kentin Cumhuriyet dokusunu silme gayreti gösteriyordu.


Nevruz etkinliği bahanesiyle Amerika’nın Adana Konsolosu Mersin’i mesken tutmuş, kentin yerel yayın yapan yönetici konumundaki bazı gazetecilerle gizli görüşmelerle dostluklar kurulmuştu.


2003 yılında Güney Kore’nin uluslararası misyonerlik faaliyetlerinde bulunan Daglıs gemisi Mersin’e demir attı. Ardından Güney Koreli misyonerler aracılığıyla özellikle yoksul Kürt gençleri imkânlarla Hristiyanlaştırıldı. Daha doğrusu Protestanlaştırıldı. Bu gençlerin evleri kiliselere dönüştürüldü. Ayinler yapıldı. Protestanlaştırılan bu gençler adına turizm şirketleri kurduruldu. Bu şirketler yabancı istihbarat servislerinin mekânı oldu.


İkinci Cumhuriyetçiler, Mersinli gazetecilerin bir bölümü alıp, ilk faaliyetlerine Mersin’de başladılar.


Mersin’in bir gazeteci cemiyeti bir Alman vakfıyla mesleki çalışma yaptı. Çalışmaya katılan yerel gazetecilere belge verildi. Sorosçular konferans ve atölye çalışmalarına bu kentte başladı.


Bayrak yakma provokasyonu bu kentte yaşandı.


Yobaz zihniyet, Mersin’de kız ve erkek öğrencinin arasına 45 cm mesafe koydu.


Hizbullah’ın vahşi katliamları bu kentte yaşandı.


Mersin, Türkiye’nin kalbidir. Bu kente düşen ufak bir kıvılcım, tüm Türkiye’yi yakar.


Bu bilinçle gazetecilik yaptım. Yazılar yazdım. Çağrıldığım televizyon ve radyo programlarında konuştum. Konferanslarda, panellerde bu konuyu anlattım. Bizi bekleyen tehlikeleri açıkladım.


Bu çalışmalarım, açıklamalarım, konuşmalarım ve yazılarımdan dolayı, gladyonun, yabancı istihbarat servislerinin ve bunların yerli işbirlikçilerinin hedefi oldum.


Silahlı saldırıya uğradım. Kaçırılmaya kalkışıldım. Tehditler aldım.


Yılmadım. Vatansever yolumdan dönmedim. Mustafa Kemal Atatürk’ün ideallerine ölümüne bağlıyım.


Gladyonun-mafyanın ortaklaşa bana yaşattıkları zulüm bu nedenledir.


Her türlü diktatörlüğe karşı legal yollardan demokratik direnişimizi gösterelim. Sokak sokak yürüyelim. Baskıya, zulme, kanunsuzluğa karşı haykıralım. Bilmeyeni bilgi sahibi yapalım. Uyuyanı uyandıralım. Tıpkı Mustafa Kemal’in direnci gibi. Herkese çağrıda bulunalım. Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku gibi! Daha çok demokrasi, eşitlikçi hukuk, insanca yaşam adına!



Miktat ALGÜL
Kürkçüler F Tipi Cezaevi
B-61 Koğuşu
ADANA
 
Üst