Türk Büyükleri

Bülent Baysal

Dost Üyeler
Katılım
21 Ağu 2008
Mesajlar
481
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrı ve Hıra Dağlarında
UNUTULAN KAHRAMANLAR
Mustafa Muğlalı Paşa Kimdir ?
1882 YILINDA GÜZEL Ege’mizin Muğla Vilayetinde dünyaya geldi. 1901 yılında Harp Okulunu, 1904 yılında Harp Akademisini bitirerek genç bir kurmay subay olarak Balkan Savaşı’na katılan Mustafa Muğlalı Paşa, Birinci Dünya Harbi sırasında Adana Bölge Kurmay Başkanlığı, bilahare bugünkü İstihbarat Teşkilatımızın nüvesi ve mümasili olan Teşkilat-ı Mahsusa da grup başkanlığı hizmetlerini yürüttü.
Kurtuluş Savaşı esnasında Mustafa Kemal’in saflarına katılarak, Tümen Komutanlığı yaptı. 1927 de General rütbesini alan Mustafa Paşa, Soyadı Kanunu çıkınca, memleketinin adını soyadı olarak seçti ve Muğlalı soyadını aldı.
1930 Menemen İrtica ayaklanması sırasında, Genç Türk Subayı Asteğmen Kubilay’ı katlettikten sonra, “naçiz kafasını kesip, kanını içen” Derviş Mehmet mürteci haininin başını çektiği Cumhuriyet düşmanı, çağdışı zihniyet sahibi karşıtları yargılayan Harp Divanının Başkanlığını yaptı. Bu görevi nedeniyle yıllar sonra, art niyetli Cumhuriyet ve Atatürk Düşmanı yöneticiler tarafından suiniyetle yargılanacağını nereden bilebilirdi ki.
1939’a kadar 8 yıl Birinci Ordu Komutanlığı, 1945 yılına kadar Üçüncü Ordu Komutanlığı gibi şerefli görevler ifa eden Mustafa Muğlalı Paşa, 1940 lı yıllarda, sonradan hayatını değiştirecek önemli bir vatan görevi ifa etti.
1940 lı yıllar; İkinci Dünya Savaşının devam ettiği bu süreçte Genç Türkiye Cumhuriyeti, Ata’sını kaybetmenin şoku içerisinde, ayağa kalkma çabası içinde, yokluk ve yoksulluk ülkenin her köşesinde kendini gösteriyor.
Organizasyonunu Amerikan Gizli Servislerinin yaptığı misyonerlik çalışmalarının yanında, İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve İranlı casusların cirit attığı Doğu Anadolu Bölgesinde bazı olaylar tezgahlanmak isteniyor. Bölgede anarşi ve ayaklanmalar, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı har şey körükleniyor, yabancı casusların çalışmaları ile Doğu Anadolu çok karışık durumdadır. Devlet Bölgede sıkıyönetim uygulaması yaptığı halde, talan, cinayet, hırsızlık, kaçakçılık, soygun, ırza geçme olayları adi vakalar olarak Polis kayıtlarına geçiyor. Bir anarşik ortam yaratılarak,( bugün olduğu gibi) Doğu Anadolu Bölgesi Genç Türkiye Cumhuriyetinden koparılmak isteniyor. Casusların teşvik ettiği ve örgütlediği bazı hain eşkıyalar, Bölgede canla başla güvenlik ve birliği sağlamaya çalışan Kahraman Türk Askerlerine pusular tertip ederek kalleşçe şehit ediyorlar. (bugün olduğu gibi) Bu çeteler eylemlerinden hemen sonra İran’a kaçıyorlar, ortalık durulunca geri dönerek şerefsiz eylemlerine devam ediyorlar.
Bölgede anarşi, soygun ve başkaldırmalar son haddine gelince, Devlet çok deneyimli ve Kahraman bir askeri, Mustafa Muğlalı Paşa’yı 3.Ordu Komutanlığına atayarak bölgede emniyet ve güveni sağlamak üzere görevlendiriyor. Kendilerini İran’da İranlı, Türkiye’de Türk Vatandaşı olarak göstermeye çalışan, aslında Kürt isyancısı olan bu canilere karşı Mustafa Muğlalı Paşa amansız bir mücadele başlatarak, işin üzerine kararlılıkla gider. Sıkıyönetim Komutanı olarak emrindeki birliklere olayları müteakip İran’a kaçan cani ve soyguncu çetelerini gittiği yere kadar, sınır mınır tanımadan sıcak takip emrini verir.
İşte 33 ler vakası denilen olay, bu süreçte, Van’ın Özalp İlçesinde vuku bulur. Olaylar yaratıp akabinde İran’a kaçmaya çalışan bir çete ile Mustafa Muğlalı Paşa komutasındaki güvenlik güçleri arasında çıkan çatışma sonucu, “dur” emrine uymayan eşkıyalardan 33 tanesi Kahraman Türk Askeri tarafından hak ettikleri cezaya çarptırılarak çatışma sırasında öldürülür.
Bölgede sükunetin sağlanması Mustafa Muğlalı Paşa’nın dirayetli ve deneyimli komutası ve çalışmaları ile gerçekleştirilince, İçişleri Bakanlığı; Valilik ve Jandarma Komutanlığına yazılar yazarak TAKDİRLERİNİ bildirir.
Yani 33 Devlet ve insan düşmanı eşkıya, Türk toplum ve insanına zarar verdikleri için hakkettikleri cezaya Türk Ordusu tarafından çarptırılmıştır. 33 ler olayının özeti budur.
Aralık 1943 tarihinde, Van Cezaevinde cezasını çekmekte olan İsmail Özay ismindeki bir ayrılıkçı hainin,TBMM ne yazdığı bir dilekçede, “bu 33 kişinin kaçma imkanlarının olmadığı ve bilerek, kasten katledildikleri” iddiasını ortaya atar. Çamuru at izi kalır kabilinden. Ama dilekçesinde temizlenen mikropların kendisi gibi hain ve ayrılıkçı eşkıya olduklarından, masum vatandaşlara karşı suç işlediklerinden hiç bahsetmez.
TBMM makus dilekçeyi, Adalet Bakanlığına, o da konunun adli takip ve soruşturmasının yapılmasını teminen, Genel Kurmay Başkanlığına havale eder. İşin içine Vatan ve Millet değil, yabancıların da dürtüleriyle, siyaset karıştırılarak, bir kahramanın hayatı karartılmak istenmektedir. Öyle de olmuştur. (Bu gün de böyle yapılmıyor mu ?)
Zamanın Genel Kurmay Başkana Mareşal Fevzi Çakmak, yiğitçe komutanına sahip çıkar ve “3.Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı Paşa, o günkü şartların gereğini yapmıştır, Memleketin ve Ulusun Ali menfaatleri için gerekli tedbir ve çalışmaları yürütmüştür. Görevini layıkıyla ve fedakarca yerine getiren bir komutanımı bu işlere alet ettirmem.” kararı ve beyanatıyla Paşaya kalleşçe işlem yapılmasına müsaade etmez.
1946 seçimleri sırasında, yabancı ajan ve casusların yaptıkları bölücü çalışmalarla kaşınan Kürtçülük çıbanı, maalesef bazı siyasetçilerin talihsizce ve ihanet derecesinde bu olayı oya tahvil etmek üzere saptırmak ve tekrar gündeme getirmek istemeleriyle Atatürk’ün yakın bir silah arkadaşını zor durumda bırakarak, aslında Atatürk düşmanlığından örnek verircesine, Menemen Olayının yargılamasını yapan Büyük bir Türk Paşasından intikam alarak, onu mahkum ettirerek, Menemen Mahkemesinin ve asılan Derviş Mehmet ve şürekasının rövanşının alınmak istenmesinin mesajı verilmiştir.
1946 seçimleri sonunda TBMM ne giren Demokrat Parti Milletvekili kisvesindekİ bölücü ve gerici bazı bedhahlar, (bunlar gibilere bugün de rastlamak mümkün.) Milletin kendilerine verdikleri vekalet görevini Memlekete hizmet etmek yerine, başka amaçlarla kullanarak, bölgedeki kürt oylarını avlayabilmek niyetiyle “Van, Özalp’te vuku bulan çatışmada öldüğü iddia edilen 33 vatandaşın (!) (hainler ve bölücüler vatandaş oldu.) masum olduğu ve sebepsiz (!!!) kurşuna dizildikleri iddiasını TBMM gündemine tekrar getirdiler.
Mecliste kurulan araştırma komisyonu, yürüttüğü araştırma ve çalışmalarda, kin ve art niyetli intikam hevesleriyle; “Bu 33 hainin eşkıya, soyguncu, cani ve bölücü olduklarını, Bölgeye ve insanına verdikleri zararları, işlenen cinayetleri ve Mustafa Muğlalı Paşa’nın görevini askerce ve Vatan ve Memleket Sevgisi ve emniyeti için yaptığını…” hiç dikkate almayarak ve değerlendirmeyerek, sonuçta Paşa’nın ve emrindeki bazı subayların yargılanmasına karar vererek, 1947 yılında emekli olan Mustafa Muğlalı Paşa ve bir kısım subaylar yargı önüne çıkarılır. Paşa yargılama sürecinde, kahramanca bir komutanlık örneği daha göstererek, tüm sorumluluğu üzerine alır ve yargılanan diğer subayların dahli olmadığını ileri sürerek, hatta savunmasını “O 33 haine tüm kurşunları BEN SIKTIM, bu çocukların hiçbir suçu yoktur, bu bölücülere ilişkin davranışları normal kurallarla çözmek imkansızdır.” cümleleri ile bitirir.
Oy kaygısı arkasında yürütülen hain amaçlar her türlü hamaseti örtecek şekilde azgınlaşmıştır. Mustafa Muğlalı Paşa, Bu Kahraman Asker, Atatürk’ün silah arkadaşı HARCANMAK İSTENİRKEN devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü büyük bir talihsizlik örneği göstererek yargılama aşaması öncesinde ve sonrasında KILINI BİLE KIPIRDATMAZ.
Mahkeme hazin bir şekilde sonuçlanarak, hayatını Türk Vatanı ve Türk Ulusuna adamış, Türk Ordusunda şerefli görevlerle Vatanın Düşman işgalinden kurtarılması için mücadele etmiş, bir bakıma kendisini mahkum ettirmek isteye hain vekillerin mebus olmalarının sebebi hikmetlerinden biri olan bu Kahraman Paşa, EMEKLİ GENERAL MUSTAFA MUĞLALI “33 masum (!!!) insanı öldürmek” suçuyla ölüm cezasına çarptırılır. İhanetin, siyaset oyunlarının ve hatta “Wilson Prensiplerinin” kurbanı edilen bu değerli komutan olayda görev alan asker, tanık olan ahalinin bilgi ve şahitliklerine başvurulmadan eşkıya artıklarının haince ve hilafı hakikat ifadeleri ve iddiaları Türk askerinin ifadelerine tercih edilerek verilen idam cezası sonradan 20 yıl Ağır Hapis Mahkumiyetine çevrilerek idarei maslahata, gayri hukuksuzluğa devam edilmiş ve olay hukuken bu şekilde hitama erdirilmiştir.
Askeri Yargıtay bu kararı bozar ama geç kalınmıştır. Kahraman Türk Ordusunun fedakar bir mensubu ve neferi olan, tüm hayatını Türk Yurdu’nun ve Türk Ulusu’nun özgürlük ve bağımsızlığına ve hizmetine adayan bu değerli Paşa, Kubilay’ı kesen gerici hainlerin ve Yurdu bölmek isteyen ihanet odağı bölücülerin intikamı alınırcasına getirildiği bu hazin durumu hazmedemez ve ne yazık ki döşeğinde, evinde hür olarak değil, hapishane köşesinde 70 yaşında vefat eder. Mekanı Tanrı Dağı olsun.
Türk gibi düşünen tek Kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri, bu değerli Paşasına yıllar sonra hak ettiği yeri vererek, 1997 yılında Aziz Naaşını DEVLET MEZARLIĞINA NAKLEDER ve Genel Kurmay’daki Türk Komutanlarının heykelleri ile temsil edildiği “ÖLMEZLER YOLUNA” heykelini diktirerek, itibarını iade eder.
Bu gün karşı karşıya olduğumuz bölücülük, gericilik ve çıkarcı siyaset belalarının tohumları işte o dönemlerde bilhassa dış güçlerin planlı prensipli (Wilson) çalışmaları ile atılmış ve bugün harcanmak istenen bazı Türk İnsanlarının ilki olarak belki de Mustafa Muğlalı Paşa’nın olduğunu düşünmek mümkündür.
Biz böyle Türk Kahramanlarını hiçbir zaman UNUTMAYACAĞIZ ve UNUTTURMAYACAĞIZ. Allah (CC) onlara rahmetinden birer mekan versin, Türk Ulusu ilelebet Varolsun.
TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN.
YAŞASIN KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ.

(Muhtelif alıntılardan derlemedir.)
 

Ekli dosyalar

  • mustafamuglali.gif
    mustafamuglali.gif
    19.4 KB · Görüntüleme: 19
  • Atatürk Paþa Üniformasýyla.jpg
    Atatürk Paþa Üniformasýyla.jpg
    17.3 KB · Görüntüleme: 17
  • turk-bayragi_2.jpg
    turk-bayragi_2.jpg
    2 KB · Görüntüleme: 62

PİRTÜRK

Dost Üyeler
Katılım
15 May 2009
Mesajlar
57
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Türkiye
Cevap: Türk Büyükleri

CUMHURİYETİN İLK KADIN HAKİMİ
Yaşlı kadın yatağından doğruldu. Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu. 88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açması ile birlikte odaya ezan sesi ile birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu. Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkına bakarak yaşlı ciğerlerine sabahın ılık esintisi ile doldurdu. Abdestini aldı, sabah namazını kıldı. Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir iki lokma bir şeyler atıştırdı. Oturma odasına yöneldi. Eski bir fiskos masasının yanındaki koltuğuna ilişti. Masanın üstü çerçeveler ile doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı. Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı. Yaşlı kadın "Günaydın Anne, Günaydın Baba" dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı. Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı. Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. "Günaydın Kocacığım" dedi. Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı. Artık gözlerinden yaş damlıyordu. Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp "Günaydın Evlatlarım" dedi. Tüm çerçevelere kısaca göz atıp "Sizleri, hepinizi çok özledim" dedi. Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna doğru yöneldi. Numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama "Bir taksi istiyorum" dedi ve adresi verdi. Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ve dikkatli bir biçimde iniyordu. Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu. "Patlama be adam" dedi. Nihayet taksiye binebildi.
- "Teyze hoş geldin" dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. "Nereye gidiyoruz?" Kadın kısa bir sessizliğin sonunda
-"Tüm bir gün beni taşır mısın?" diye sordu. "Sana 500 lira veririm."
Adam küçümser bir gülümseme ile,
- "Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze" dedi.
Kadın gülümsedi
- "O zaman sana 650 lira vereceğim ne dersin?"
-"Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?" -"Anıtkabir'e"
-"Anıtkabir'e mi?
-"Evet"
-"Tamam teyzeciğim"
-"Yaş kaç teyzeciğim?"
-"Seksen sekiz"
-"Maşallah Allah uzun ömür versin teyzeciğim"
-"Allah sağlıklı mutlu ömür versin oğlum"
-"Haklısın teyzecim"
Taksi Anıtkabir'in kapısına gelmişti. Şoför
-"Teyzeciğim geldik" dedi. Dalgın görünen kadın
-"Evladım burada yardımına ihtiyacım var" dedi. "Benimle gel" Adam şaşırmıştı.
-"Tabii teyze" dedi. Kuşkulu gözlerle "Bizi buraya alırlar mı?" diye sordu.
O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak "Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?" dedi
- "Hayır"
-"Kaç yıldır Ankara'da yaşıyorsun?"
-"Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme"
-"Ee o zaman"
-"Ne bileyim bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben"
Kadın sinirli bir şekilde kafa salladı. Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde Şoför kuşkulu bir şekilde
-"Nasıl çıkacaksın Teyze?" diye sordu.
-"Her ay nasıl çıkıyorsam öyle"
-"Her ay geliyor musun?"
-"Evet"
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler. İçerisi çok serindi. Şoför büyük bir azimle yürümeye çalışan kadının koluna girmişti. Kadının nefes alışları sıklaşmıştı. Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan ani bir hareketle kurtuldu. Çantasını açtı. Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu. Şoför şaşkınlıkla olayı seyrederken kadının ağzından şu sözlerin döküldüğünü fark etti. "Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım" Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı. Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı. Kadın bir anlık suskunluktan sonra "Hadi gidelim" dedi.
Geldiklerinden çok daha ağır bir şekilde arabaya döndüler. Şoför kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.
-"Yoruldun mu Teyze" dedi. Kadın sustu. Bir süre suskunluktan sonra
-"Evet hem de çok yoruldum" diye cevapladı.
-"Nereye gidiyoruz?"
-"Bankaya"
Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk'e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.
-"Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim?"
-"Sor bakalım evladım"
-"Anıtkabir'de Atatürk'e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?"
-"Uzun hikaye evladım"
-"Olsun be teyze anlat ne olur"
-"Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Bende "Adalet" dedim. Bunun üzerine "Ne güzel ismin varmış" dedi. "Okulu bitirince ne olacaksın" dedi bana. Hemşire dedim. Oda "Güzel meslek ama bence sen Hakim ol ismine çok yakışır" dedi. Ben kadından hakim olmaz ki dedim. Kaşlarını çattı, "Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum hakim olacaksın" dedi ."
-"Sen ne dedin peki?"
-"Mustafa Kemal emretmiş ne denir? Söz verdim."
-"Peki olabildin mi Adalet Teyze?"
-"Evet ben Cumhuriyetin ilk kadın hakimlerindenim."
-"Vay be. Sende ne hikaye varmış Adalet Teyze"
-"Herkesin bir hikayesi vardır evladım. Herkesin hikayesi de kendine göre değerlidir. Eğer insanların hikayelerini bilip anlayabilirsen insanlara daha anlayışlı davranabilirsin"
-"Haklısın Adalet Teyze. Bu bankamı gelmek istediğin"
-"Evet"
-"Yardım edeyim mi? Bende geleyim mi?"
-"Hayır. Sen burada bekle lütfen. Bu arada adın neydi evladım"
-"Osman teyzeciğim"
-"Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?"
-"Tamam teyzeciğim"
Adalet hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet hanımı düşündü. "Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür" diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet hanım 15 dakikalık gecikme ile geldi.
-"Hoş geldin Hakim Teyze"
-"Çok uzun zamandır bana Hakim denmemişti."
-"Hoşuna gitmediyse söylemeyeyim?"
-"Yok aksine hoşuma gitti. Sağ ol"
-"Nereye gidiyoruz?"
-"Seyran Bağlarına"
-"Hakim Teyze çok yer gezmişsindir sen"
-"Tüm Anadolu'yu karış karış gezdik rahmetli kocamla"
-"Ne iş yapardı amca?"
-"Subaydı."
-"Ne zaman vefat etti?"
-"1952'de"
-"Çok olmuş. Gençmiş"
-"Kore savaşında şehit oldu."
-"Allah rahmet eylesin Hakim teyze"
-' Sağ ol'
-"Seyran Bağları'na geldik nereye gideceğiz?"
-"Sağa sap. İkinci binanın önünde dur."
-"Tamam. Buyur Hakim Teyze.Geleyim mi ben"
-"Yok bekle burada"
Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görüne levhasına baktı. "Seyran Bağları Kız Yetiştirme Yurdu" yazısını okudu Anlam veremedi. "Bu kadın burada ne yapar ki?" diye düşündü.
Yarım saat sonra Adalet hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı. Adalet hanımı arabaya ağır ağır bindirdi. Kadın "Adalet Hanım size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlarda sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin" dedi. Adalet hanım, buğulu gözlerle "İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Bende onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın" dedi.
Araba hareket etti.
-"Nereye Hakim Teyze?"
-"Hemen iki sokak öteye"
Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti. Bu binada da "Ankara Seyran Bağları Huzurevi" yazıyordu.
-"Bekle beni"
-"Tabii Hakim Teyze"
Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında bir çok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım. Sarılıp öpüştükten sonra oradan ayrıldılar. Osman dikiz aynasından Adalet Hanım'ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
-"İyi misin Hakim Teyze"
-"İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor"
-"Nereye gidiyoruz?"
-"Cebeci Asri Mezarlığına"
-"Tamam"
-"Teyze nerelisin sen?"
-"Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal oldu. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke'ye döndük. Allah'a Şükür babamda sağ salim döndü savaştan."
-"Sonra ne oldu?"
-"Liseye Aydın'a gönderdi babam. Orada Atatürk'le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul'a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye'de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik.."
-"Çocuğunuz var mı?"
-"Bir kızım bir oğlum vardı."
-"Neredeler şimdi?"
-"Oğlum dışişlerinde çalışıyordu."
-"Ne güzel"
-"1978'de Fransa'da Ermeniler öldürdüler."
-"Üzüldüm Hakim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani"
-"Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin."
-"Amin. Ya kızın?"
-"O eşi ve çocukları ile İzmit'te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999'da depremde hepsi vefat ettiler."
-"Allah rahmet eylesin.Boş boğazlığımla üzdüm seni Hakim Teyze kusura bakma"
-"Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım.Sen üzülme sağol"
-"Geldik Teyze"
-"Tamam evladım. Al işte paran artık gidebilirsin."
-"Hakim teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim eve bırakayım."
-"Yok beni alacaklar buradan"
-"Hakim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim. Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350 'yi ona veririm. Gerisi kalsın. Bende para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten."
-"Çocukların var mı?"
-"İki tane ellerinden öperler." Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
-"Adları nedir?"
-"Kemal ve Ayşe"
-"Oğlumun adı da Kemal’di."
Sessizliğin ardından Osman'ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım..
-"Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokma ile büyüt ve okut. Atatürk'ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla. Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara." Osman Adalet Hanımın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi. Adalet hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken; Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu. Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı. Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bu gün daha fazla çalışamazdı.
Ertesi gün Ankara'da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti. Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti. Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi. Siyaset doluydu gazete. Hiç anlamazdı. Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşları ile ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı. Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti.
"Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri mezarlığında bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hakimlerinden Adalet YILMAZ'a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ'ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyran Bağlarındaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi. Polis, Adalet YILMAZ'ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor."
Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar. Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını. Herkesin tek bildiği Osman'ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında
"Gökler bile sana ağlıyor"
diyerek ağladığı.
KADIN ERKEK FARK ETMİYOR, İŞTE TÜRK BU……..
İnternetten alıntıdır.
 
Üst