Türk Hariciye Geleneği ve Pontus

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
" Biz ki “Yeri gök kadar yüksek olan, şahlar şahı Abdülhamit Han Hazretlerinin” (Trabzon Hasan Paşa Askeri Hastanesinin 1883 tarihli kitabesinin başlangıcı) torunlarıyız;

Biz ki Kraliçe’nin, lütfedip büyük bir nezaket eseri göstererek uçaklarını Kıbrıs’taki İngiliz üssünde bırakıp gelerek Galata Rıhtımına bağladığı savaş gemisinden korkmamışız;

3000 yıl öncesinin tekniği ile çivi kullanılmadan tahtaların el yordamı ile birbirine geçirilip kalın liflerle sıkı sıkıya bağlandığı, bırakın motoru yelkeni bile olmayan, 55 kürekçinin kol gücüyle hareket eden bir sandaldan mı ürkecek mişiz?

Diye düşünenlere hiç itibar etmeyin.

Hiç sallamayın..

Bu sefer Türk Dışişleri Bakanlığı doğru yapmıştır ve gerçekten bütün kalbimle kutlamak istiyorum.

Efendim;


16 Haziran 2008 tarihli Sabah’tan Nurdeniz Erken’in haberine göre Yunanlıların Homeros'un İlyada Destanı'nda geçen "Argo ve Altın Post" efsanesini canlandırmak için 3 bin yıl öncesinin tekniğiyle inşa ettikleri "Argo" gemisi ile Gürcistan seferi Türk Dışişleri'ne “takılmış”. Efsaneye göre Jason, Yunanistan'ın Volos şehrinden hareket ederek şimdiki Gürcistan olan Kolhida şehrine giderek o zamanlar gücün ve zenginliğin sembolü olan "altın post"u geri alıyor, gemi İstanbul Boğazı'ndan geçerken akıntıyla ve azgın dalgalarla boğuşuyormuş. Bu nedenle İstanbul Boğazı'ndan geçecek olan gemi için Türkiye'ye başvurulmuş. Ancak Dışişleri Bakanlığı, Mitolojinin ünlü efsanesinden yola çıkarak kendilerine "Argonotlar" adını veren 55 kürekçinin çekeceği motorsuz geminin geçişine izin vermemiş.. Dışişleri Bakanlığı'nın "güvenlik" gerekçesiyle izin vermediği açıklanırken, asıl gerekçenin geminin mitolojik hikâyesi ve "Pontus hayalini gerçekleştirme" amacı olduğu öne sürülmüş. Zira geminin Karadeniz'de uğrayacağı duraklar, Pontus devletinin bulunduğu yerlermiş... “Uzmanlara” göre ise geminin geri çevrilmesi ciddi bir hata, hatta "paranoya" imiş.

“Karşı görüş” belirten “uzmanlar” ve gerekçeleri ise şöyleymiş;

Prof. Dr. Beril Dedeoğlu: "Bir yandan bu durum çok iyi niyetli bir şey olmayabilir. İçinde mutlaka ideolojik olarak beklentisi olan kişiler olabilir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kendine olan özgüvenini kullanarak daha hoşgörülü davranması gerekir diye düşünüyorum" demiş.

AB uzmanı Can Baydarol: "Eğer gerekçe gerçekten Pontus efsanesinin canlandırılması ve bundan duyulan korku ise artık biz tarihi korkuları da bıraktık mitolojik korkulara indik derim. Son derece gereksiz. Üstelik güvenlik sorunu olsa bile güvenliği de Türkiye Cumhuriyeti sağlayamıyorsa ayıp" diye fikir belirtmiş.

Emekli Büyükelçi Cem Duna da: "Bu çağda bu olgunluğa ulaşmış bir ülke artık bu tip paranoyalardan kurtulmalı. Yunanlılar Pontus konusunda hayal kuruyorsa onlara mani olmayalım ama Türkiye açısından korkulacak bir durum olmadığı için komik buluyorum" diyerek bizi aydınlatmış.

Ne uzmanıdır bu hanım/bey efendiler? Sandal mı, Yunan efsaneleri mi, gemi yapımı mı?

İçlerinden hangisi “tarih/propoganda/psikoloji” ihtisası yapmıştır? Tarihe bakış ölçüleri nedir?

Hangi öğretinin “tarih görüşü”nü, “politik duruşu”nu temsil etmektedirler?

Kim adına konuşmaktadırlar?

Ben bu sefer Türk Dışişlerini gerçekten kutluyor ve bu kararının sonuna kadar arkasında durmasını diliyorum.

Çünkü bu “masum” gezi ilk defa yapılmıyor.

80’li yıllarda da sefer yapmışlar ve “ilgili” limanlarda Vali ve Belediye Başkanlarının katıldığı, halk oyunlarının oynandığı törenlerle karşılanmışlardı.

Sen ey okuyucu.. kendi yörenden…. “akıncı” kıyafetli şöyle 40 kişi toplasan… ve “o zamanın koşullarına uygun olarak”… örneğin yaya veya atlı…. Yunanistan’ın içlerine… o devri canlandırmak için şöööle bir tarihi gezi düzenlesen… elinde de “barış” nişanesi olarak zeytin dalları olsa…

Yapsan öyle anısal…

Ve tarihsel bir gezi..

Gör başına neler gelir…


Yahut örneğin “Kırkpınar’ı bu sene -aslına uygun olarak- ilk yapıldığı mahalde (Şimdi Meriç’in öte yakasında Yunanistan topraklarında kalmıştır) yapmayı düşünüyoruz” desen…

Gör ne haller olur..

Yunanlı bıkmadan, usanmadan gelir, kapıdan kovsan pencereden gelir, yetmedi bacadan gelir ama başkasının gelmesini istemez..

Turist diye gelir, çevreci diye gelir, “denizleri temizliyorum” diye gelir, “ekoloji” diye gelir, işadamı olarak gelir, sanat diye gelir, spor canım ne var bunda diye gelir..

Bin bahane bulur, yine gelir.

Geçen hafta Karadeniz kıyı kentlerimizin bir üniversitesinde “Yerküre Ekolojisini Koruma Konferansı” yapıldı.

Açılış töreninde Avrupa Komisyonu Çevre Direktörü George Kremlis, Uluslararası Çevre Mahkemesi Başkanı Amadeo Postiglione ve Inten Synergy Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ersi Abacı da birer konuşma yaptı.

Toplantıyı düzenleyen “Inten Synergy”nin web sitesine girince aynen “INTEN-Synergy is an International Non-Governmental Organization (NGO) which is active mainly in the Balkans, the Black Sea and the Southeast Mediterranean regions. INTEN-Synergy aims towards the promotion of sustainable development, environmental governance and diplomacy, cross-border scientific cooperation, as well as the exploitation of new technologies concerning environmental issues. In parallel, it promotes the implementation, practical application and awareness, as appropriate, of the international and the European environmental acquis communautaire, as well as the public awareness concerning the environment. INTEN-Synergy also operates, as the case may be, as a network and/or a think-tank. You can contact INTENSynergy in many ways although it is strongly recommended that you explore this website before contacting us as you may find the information you need” yazdığını görüyorsunuz.

Yâni kısaca ve özetle “İnten Synergy’nin uluslar arası bir NGO olduğunu, özellikle Balkanlar, Karadeniz ve Güneydoğu Akdeniz’de faaliyet gösterdiğini, amacının da sürdürülebilir gelişme, çevresel idare ve diplomasi, sınır aşan bilimsel işbirliği, ayrıca çevreyi ilgilendiren yeni teknolojinin istismarının önlenmesi olduğunu” okuyorsunuz.

“Contact us” ı tıklayıp da irtibata geçmek istediğinizde de karşınıza çıkan beş isimden birisinin İstanbul, diğer dördünün Yunanistan’da ikamet buyurmakta olduğunu görüyorsunuz?

Balkanlar, Karadeniz ve Güneydoğu Akdeniz’in; Yunanistan’la veya Yunanistan’ın buralarla ne alâkası vardır?

Bu amaçla o bölgelerde faaliyet gösterecek bir NGO neden Türkiye’de değil de Yunanistan’da kurulmaktadır?

Hiçbir kuruluşumuz; fakat özellikle bölgedeki üniversitelerimiz benzer oyunlara âlet olmamalıdır. Söyledikleri ilk şey “canım sanatın milliyeti olur mu?” ise, ikincisi mutlaka “bilim evrenseldir” olmaktadır.

Peki onların alenen yahut yerine göre gizli-kapaklı yaptığı Pontusçuluğun “bilimle” ilgisi nedir, söyler misiniz a muhteremler..

Atina veya Selanik Üniversiteleri “Balkanlar’da Türk eserleri” yahut “Türklerde fetih kültürünün Balkan izleri”, yahut “Balkan Sûfi Geleneği” konulu sempozyumlara evsahipliği yapıyorlar mı ki siz Yunanlı’nın güya “çevresel ve barışsal” dümenlerine âlet oluyorsunuz?

Bakın Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Baki Onurlubaş, 5 Aralık 2001’de Giresun Gazeteciler Cemiyeti’nde ne demişti: (YEREL BASIN)

“Giresun Jandarma Bölge ve Garnizon Komutanı Tuğgeneral Baki Onurlubaş, 5 Aralık 2001 günü bir bildiri ile Doğu Karadeniz yöresinde Pontusçuluk faaliyetlerinin tekrar hortlamaya başladığını, yöre insanının bu konuda dikkatli ve uyanık olması gerektiğini belirtti. Tuğgeneral Onurlubaş, Giresun Gazeteciler Cemiyeti'ne yaptığı ziyarette yaptığı konuşmada, Pontusculuk hayallerini hayata geçirmeyi arzulayan Rumların Trabzon'u merkez seçerek yörede bir takım bölücü faaliyetlerde bulunduğuna dikkati çekerek, bu bölücü hareketin bizzat Yunanistan'daki bazı dernekler tarafından desteklendiğini söyledi.

Yunanlı yazar Yorgo Andreyadis'in, Pontusçuluk hayalini dile getirdiği kitaplarının yöreye gizlice sokularak dağıtıldığını belirten Onurlubaş, yöreye Rumlar tarafından turizm gezisi adı altında düzenlenen bazı turlarda, Pontusçuluk propagandasının yapıldığını ifade ederek, şunları söyledi:'Trabzon'un, Tonya ve Sürmene ilçesinde, 20-30 kadar fakir öğrenciyi (Eğitimlerine yardımcı olacağız) diyerek Yunanistan'a götürenlerin asıl amacını gayet iyi biliyoruz. Bu, Rumların yıllardır yöre üzerinde gizliden gizliye yürütmüş oldukları Pontusçuluk hayalinin hayata geçirilmesinin ince planlarından biridir.

Yunanistan'ın Trabzon'a konsolosluk açmak istemesinin en önemli nedeni, yöre üzerindeki pontusçuluk hareketlerine yardımcı olmaktır.

Yunanistan Başkonsolusu'nun sık sık yapmış olduğu Doğu Karadeniz gezisinin temelinde de bu Pontusçuluk düşüncesi yatmaktadır.

Yunanlı işadamlarını, (çevreciler) adı altında bir gemi ile Trabzon Limanı'na demir attıran yine bu düşüncedir. Yunanistan'dan yörenin muhtelif yerlerine, turizm adı altında yapılan tur organizasyonları, bu konudaki bazı misyoner çalışmalara yardımcı olmak için düzenlenmiştir. Pontusçuluk faaliyetleri konusunda yöre insanımız daha dikkatli ve uyanık olmalıdır. Yöre insanı her zamanki duyarlılığını bu konuda da göstermelidir. Bu hassas ve önemli konuyla ilgili 156 Jandarma İmdat telefonuna ihbar yapılmasını bekliyoruz''.

Giresun jandarma Bölge Komutanlığı sorumluluk sahası sadece Giresun değil, anlaşıldığı kadarıyla bütün Doğu Karadeniz’dir. Ve bunun için Baki Paşa’nın söyledikleri son derece önemli ve birinci dereceden doğrulanmış devlet kanıt ve kayıtlarıdır.

Dışişleri Bakanlığını kutluyor, bölge üniversitelerini de kutlamak istiyorum.

Şu satırlar Argonotların 1983 yılında bölgeye yaptıkları “barış gezisi” dolayısı ile yazılmıştır: (TÜRK EDEBİYATI. Ağustos 1984. Sayı 130)

“Derken, önce Argonotlar sökün ettiler ve pek de iyi ettiler.

Yunan mitolojisine göre bütün yokluk ve âfetleri giderebilecek güçteki mitolojik –Altın Post- Çanakkale ile Karadeniz Bölgesi arasındaki bir yerdedir. Herakles döneminde bir savaşçı grubu postu elde etmek için denize açılır. Başlarından pek çok serüven geçer, sonunda Arestias adasına gelirler. Postun burada saklı olduğunu sanmaktadırlar. Herakles’in Stymphales Gölü çevresinden kovduğu kuşlar bu adaya yerleşmiştir. Kuşlar tüylerini ok gibi fırlatarak saldırırlar. Argonotlar kendilerini korurken, bir arkadaşlarını kaybederler, sonunda kuşları öldürerek postu ararlarsa da bulamazlar ve arkadaşlarının ölümüne sebep olduğu için adayı lânetleyerek ayrılırlar. (Yurdumuz Ansiklopedisi. S 3181)

Adı geçen ada şimdiki Giresun Adasıdır.

Ve ben de Giresunluyum. 37 yaşındayım. Ne küçüklüğümde, ne de sonra Giresun’da hiç Rum görmedim. Varsa bile Birinci Cihan Harbinden sonra çekip gitmişler.

Görmedim ama 22 Mayıs 1984 tarihli Milliyet’in Yunan TV programlarını veren bölümünde EPT-2’nin saat 20.30’daki bir program dikkatimi çekti, ‘Giresun’un Yabancısı’. Giresun ile Yunanistan’ın ne alâkası var diye düşünürken…” diye devam edip gidiyor yazı..

Şimdi geçişlerine izin verilmeyen bu Argonotlar işte o Argonotlardır.

O satırların ve şimdi okumakta olduğunuz bu satırların yazarı aynı şahıstır kıymetli okuyucu.. O zaman 37 olan yaş şimdi 60’ı geçmiştir ve Argonotlar gene gelmektedirler.

Madem onlar bıkmadı, ben de bıkmayacağım.

Ve sizin bu satırları okumakta olduğunuz 17 Haziran gününden 10 gün önce Güney Kıbrıs Rum Kesiminde Rum Milli Muhafızları ve Sivil savunma Teşkilatı müştereken bir arama-kurtarma tatbikatı yapmıştır.

Tatbikata verilen ad nedir biliyor musunuz?

“Argonot Operasyonu”..

Konuyla ilgili Rum Basın haberleri şöyle:

“Limasol'da, Yunan - İtalyan - Rum ortak AB tatbikatı yapılacak . Rum Dışişleri Bakanlığı'nda önceki gün; 2-6 Haziran'da Yunanistan, İtalya ve Fransa'nın da katılımıyla, Limasol'da icra edilecek, "Argonot Operasyonu"yla ilgili bir toplantı yapıldığı bildirildi. Alithia ve diğer gazetelerde yer alan habere göre, AB'nin ESDP Savunma Programı çerçevesinde icra edilecek "Argonot Operasyonu", Limasol Liman alanında icra edilecek ve Rum güvenlik birimlerinin hazırlıklılık (hazır olma) durumu sınanacak. Bu kapsamda "Estia" (Odak/Yurt) planı da hayata geçirilecek. Haberde, "Evangelos Florakis"(Terazi'deki) Deniz Üssü'nde Perşembe günü icra edilecek "Estia" tatbikatının, üç senaryonun göğüslenmesi amacıyla planlandığı, bunların; Rum vatandaşlarının ülkeye geri dönmeleri, uluslar arası çatışma nedeniyle yabancı kişilerin konuk edilmesi, denizden ve "KKTC"den gelecek kaçak mültecilerin göğüslenmesi, uçak kazası, arama-kurtarma, gezinti teknesinin-yelkenlinin batması, asimetrik tehdit-terör faaliyetleri" senaryoları olduğu belirtildi”.

“Tatbikat”a Yunanistan, İtalya ve Fransa’nın da katılacağını ve projenin “ortak bir AB” Tatbikatı olduğunu da not ettin mi ey okur?

Hatırlayın, İnten-Synergy de bir NGO idi ve Argonotlar da “bilimsel” bir gezi yapacaklardı..

Türk Dışişlerini bir kere daha kutluyorum..

Çünkü bu geçişe izin verilseydi inanın Argos gemisi, 3000 yıl önceki rotayı takibedip 3000 yıl önce kıyıya yanaştığı yerlere yanaşacak alâyişli gösteri ve “törenler” yapılacaktı.

Bir tanesinin ismini yukarıda verdik, Arestias Adası.

Birini daha söyleyelim; Dolmabahçe Sarayı’nın şimdi yerinde bulunduğu o zamanki koy.

Yâni Argos büyük bir ihtimalle ve tabii alınacak izinle Dolmabahçe Rıhtımına bağlanacak; Yunanistan’ın, ilk geldiğinde gençlerin yaptığı Bozkurt işaretinden rahatsız olarak diplomatik bir krize yol açan yeni Ankara Büyükelçisi sandalda bir resepsiyon verecek…

(Niye vermesin ki, Kraliçe de savaş gemisini 500 metre aşağıdaki Galata Rıhtımına bağlamamış mıydı?)

Ağzı açık ayran budalası cümle dolmakalemler de bu resepsiyon davetine ayıla bayıla icabet edeceklerdi..

Onun için ben bu sefer Argos gemisinin ve 55 Argonotun gelişine izin vermeyen Türk Dışişlerine bu tavrından dolayı, kim ne düşünürse düşünsün saygılarımı sunuyor ve bu kararının sonuna kadar arkasında durmasını diliyorum.

Argos gelmesin, bizim “Pontus Exinos” böyle daha dost, bizim Karadeniz böyle daha temiz.

Çünkü Argos basit bir sandal değil, Pontus idealinin amiral gemisidir.



NOT: Milli Takım’ın “kırmızı formalarla” kazandığı Çek Zaferinin son onbeş dakikasını, maç sonrası Terim’in egosunu ve Emre’nin de hazımsızlıklarını sergileyebilecekleri ihtimali yüzünden doya doya yaşayamamıştım. Ne yazık ki yanılmadığımı gördüm.. Demek Galatasaray’ın 2000 UEFA Şampiyonluğundan sonra yangından mal kaçırırcasına kulüpten ayrılanlara haklı olarak bir türlü “ısınamamışım”.

H.Mümtaz
 
Üst