Türk Kadın Kahramanlar

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
turkman2.jpg


Kahraman Türk kadini Tomris

Yüce hakan Tomris Hatun, yaklasik 2500 yil önce Türkistan’da devlet kurmus olan Saka ve Pecenek Türklerinin hakani idi ayni cagda Iran’da da Ahamenid Sülalesi hakim bulunyordu.

Bu sülale zamaninda Iran ordulari bir kac defa Dogu’ya saldirarak Türklerle savasmislardi. Tomris’in hakan oldogu cagda, Iran’lilarin basinda Kirus adinda bir hakan bulunuyordu. Bu hakan önceleri Saka Türkleri ile carpisarak onlari yenmis ve Bati Türkelerinin güney kisimlarini ele gecirmisti. Bu savaslardan on yil kadar sonra Kirus, Peceneklere saldirdi. Savasin sebebi, Kirus’un Tomris’le evlenmek istemesi ve Peceneklerin kadin basbugunun bu istegi reddetmesi idi. Tabi bu sebep, o cagdaki usullere göre cok önemli idi.

Cünkü, Tomris, Iran hakanila evlendigi taktirde, hakan bulundugu ülkelerde, Kirus’un eline ve dolaysiyla Iran’lara gecmis olacakti. Iste teklifi, Türklerin kadin hakani tarafindan geri cevrilince, esasen kan dökücü bir insan olan Kirus, cilgina döndü ve kendisi ile evlenmeyi kabul etmeyen bu kadin Hakanina cezasini vermeye karar verdi. Kirus önce, Tomris’in oglunun emri altindaki Türk öncü kuvvetleriyle karsilasti ve onlari bozguna ugratti. Tomris’in oglu yagilara (düsmana) yenilmenin verdigi yasla kendini öldürdü. Bu savasi kazanan ve gözleri dönmüs olan Kirus, Türk Hakani Tomris Hatunun da üzerine yürüdü. Türklerle, Iranlilar bir kere daha karsi karsiya getiren bu savas, pek kanli oldu. Önca her iki taraf birbirlerine ok atmaya basladilar.

Bu oklasmalar öyle siddetli oldu ki, iki taraftan yaralanmayan hemen hemen kimse kalmadi. Böylece gayet kanli bir baslangictan sonra, ordular mizrak ve kiliclar ile gögüs gögüse geldiler. Türklerin kadin basbugu ile Iranlilarin erkek Hakaninin yönettigi bu savasin sonu cabuk geldi. Her vurusmada oldugu gibi, bunda da zafer kartali, kahramanlik, askerlik kabiliyeti ve bilimde üstün olan Türklerin oldu. Bu savasi yine Türkler kazanmisti. Yüca

Türk Hakani Tomris Hatun hem ulusunun ve ulu yurdunun sevgisiyle ve hem de savasta yenildigi icin hayatina kiymis olan sevgili oglunun, gönlüne saldigi büyük aci ile dövüsmüstü ve basardigi bu kahramanca dövüsle, Iran ordusunun büyük kismini cansiz olarak yere sermis olmakla birlikte Ahamenid sülalesinin azgin Hakani Kirus’uda kaiyp (telef) etmisti. Kirus hayatinda cok kan akitmis bir Hakandi.

Bunun icin, kahraman Türk kadini Tomris, bu kan akitici adama, acuna (dünyaya) ibret teskil edecek muamelede bulundu ve Kirus’un kafasini kan dolu bir ficiya atarak, ”hayatinda kan icmeye doyamamistin, simdi doya doya ic” dedi. Bu olay yüzyillarca uluslar arasi dillerinde söylendi durdu ve bugüne kadar ulasti. Iste Tomris hakkinda tarihin (kaynak) bilgileri bundan ibarettir. Geri kalan bircok hususlar efsanelerle karismaktadir. Tomris Hatun, o sirada Türklerin bir bölumünün , yani Peceneklerin Hakani idi, karsisindaki Ahamenid ise bütün Iran’in Hakani idi ve Iranlilarin ordusu cok büyüktü ve basinda bir erkek vardi ama karsisindaki ise ulusu ve yurdunu sevgisi ile dolu bir Türk kadini idi.
 
Son düzenleme:

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
SÜYÜNBİKE

Altın Ordu Hanlarından Cambek'in 1357'de ölümünden sonra ortaya çıkan taht kavgaları ve Aksak Timur ile Toktamış arasında 1391 ve 1395'lerde cereyan eden savaşlar neticesinde zayıf düşen Kıpçak ilinde, "Kazan Hanlığı", "Astrahan Hanlığı", "Kırım Hanlığı", "Sibir Hanlığı" gibi daha küçük Türk devletleri meydana geldi ve büyük Altın Ordu devleti fiilen sona ermiş oldu.
Kazan Devleti, iç mücadelelerle de sarsılınca gittikçe zayıflamış ve Ruslar'ın müdahalesi de o nispette artmıştır
Kazan'da iktidarı elinde bulunduran zümre, sulhun muhafazası için Han seçiminde Moskova'nın arzusuna boyun eğmek, topraktan fedakarlık etmek ve hatta çocuk yaşta han ilan edilen Ötemiş (1548-1551) ile annesi Süyün Bike'yi Moskova'ya teslim etmek gibi ağır şartlara katlanmışsa da

Kazan Hanı Safa Giray 1547’de ölür. Oğlu Ödemiş Giray iki yaşında olduğundan varisi annesi Süyün Bike olur. Ruslar 13 Şubat 1550’de Kazan’a hücum eder. Süyün Bike de diğer kahramanlardan geri kalmadan savaşır. Fakat şehir düşer ve Kazan Beyleri ile birlikte o da esir alınır. Gemilere bindirildiklerinde halk gözleri yaşlı nehrin kenarında beklemektedir.

Kazan Melikesi var gücüyle bağırır:
-“Kazan..Kaygulu , kanlı şehir!..Başından tacın düştü... Sen şimdi dul kadın gibisin! Sen şimdi efendi değil , kul oldun!..Sen başsız arslan gibisin! Her devlet akıllı Han ile idare edilir , güçlü çeri ile ayakta kalır!.. Bunlar olmayınca, herkes senden Hanlığı alır! Eski günlerini, bayramlarını hatırlayıp, benim gibi ağla artık.. Nerede senin eski Hanlık bayramların? Nerede sendeki çocuklar , beğler , Töreler?... Nerede senin genç kadınların , güzel kızların; onların şen sesleri nerde?..Hepsi kayboldu değil mi? Bundan sonra sende,bunların yerine ağlamalar, inlemeler olacak!..Sende bal akan ırmaklar, pınarlar vardı.. Bundan sonra onlarda senin
evlatlarının kanları ve gözyaşları akacak!.. Rus kılıçları onları kırıp geçirecek!.. Ey Tanrım!.. Bizim en azgın düşmanımız olan İvan’a
tez cezasını ver!.. Kazan’ın başına bu belaları açan Şeyh Ali ile Türeleri cezasız bırakma! Onlar beni düşman eline düşürünceye kadar çalıştım; çekmiş olduğum eziyet ve sıkıntıları onların da , onları umursamayan ve ülkelerine sahip çıkmasını bilmeyen Kazanlıların da başına ver Tanrım!..Ver ki ,bundan sonrakilere ibret ve ders olsun ; başka Türk Yurtlarının başına böylesi gelmesin!...”

Bu esir alınıştan sonra Süyün Bike’ye ne olduğu konusunda çeşitli rivayetler var.Ama bilinen bir şey başka Türk yurtlarının başlarına da böylesi sıkıntıların geldiği ve neredeyse hepsinde Türk kadınının da mücadele verdiği gerçeğidir. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’na kadar silahlı mücadelelerin içinde yerini alan kadınlarımız savaş sonrasında da fikir, ilim, siyaset ve sanat alanlarında milli denebilecek mücadeleler vermişlerdir.
Zaten önemli olan herkesin kendine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmesi değil midir? Öyleyse her birimizin Türk milletine faydalı olacak hedefler belirlememiz gerekir.

"Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın" TİTRE VE KENDİNE DÖN!.....
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
KARA FATMA (FATMA SEHER)

"Kara Fatma" olarak tarihe geçen, 1888 Erzurum doğumlu Fatma Seher, Balkan Harbi’ne, Edirne’de görev yapan kocası subay Derviş Bey ile katılır. I. Dünya Savaşı’nda, ailesinden 9-10 kadınla Kafkas Cephesi’ne gider.

Kara Fatma, Mondros Mütarekesi’nden sonra eşi Ermeniler tarafından şehit edilen kadınları toplayarak, Ermeniler ile çarpışır.

Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek görev isteyen, kurduğu milis kuvvetiyle Bursa ve İzmit’in işgalden kurtarılması için mücadele eden Kara Fatma’nın müfrezesinde savaşanların sayısını 350’ye çıkardığı bilinir.

Sakarya ve Başkomutanlık muhaberelerine de katılan ve üsteğmenlik rütbesine kadar yükselen Kara Fatma, 1955 yılında Erzurum’da vefat ederken, cumhuriyetin temellerinin atılmasında pay sahibi olmanın mutluluğunu yaşamış kadın kahramanlardandı.


TARSUSLU KARA FATMA, GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA

Asıl adı "Adile" olan, "Adile Hala" ve "Adile Onbaşı" diye anılan kadın kahramanın, silah arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anıldığı bilinir. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılan Kara Fatma, Tarsus’un kurtulmasında büyük yararlılıklar gösterir.

Gaziantepli Yirik Fatma ise Gaziantep’in Fransızlar tarafından henüz bütünüyle kuşatılmadığı sırada, düşmanın hareket edeceği haberi gelince, buna karşı koymak için yola çıkan milis kuvvetine, karşı çıkılmasına rağmen zorla katılır.

Milis kuvvetlerine yardım eden "Nafize Kadın", Yunanlılar tarafından yakalanarak, kuvvetler hakkında bilgi alınmak istenir, fakat Nafize Kadın işkencelere karşı koyarak hiçbir bilgi vermez.


GÖRDESLİ MAKBULE

Vatan işgal altındadır; Yunanlılar Sakarya Savaşı’nı kaybetmiş, mevzilerine çekilmişlerdir. Gördesli Makbule, kocası ile çete kurarak dağlara çıkar. 17 Mart 1922’de Kocayayla’da cereyan eden bir çatışmada Makbule, geri çekilen çete arkadaşlarını kınayarak cesaret verici bir konuşma sonrası düşmana saldırır ve başından aldığı kurşunla şehit düşer. Ama silah arkadaşları düşmanı yenerler

FRANSIZLAR’A YANLIŞ YOL GÖSTEREN KILAVUZ KADIN

Adana ve yöresinde Fransızlar’a karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920’de milli kuvvetler Pozantı’ya taarruzu başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlar’a yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokar. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşer.

BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI

Kahramanmaraş’ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenlerin arasında Bitlis Defterdarının Hanımı da bulunmaktadır. Bitlis Defterdarının Hanımı olarak bilinen bu kadın kahraman da, Kayabaşı Mahallesi’nde 8 düşmanı öldürmüş daha sonra erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılır.

TAYYAR RAHMİYE

Adana’nın kadın kahramanlarından Rahmiye Hanım da, 9. Tümen’in 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı kendisine "Tayyar Rahmiye" lakabı verilir.

Temmuz 1920’de Osmaniye’deki Fransız karargahına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü görünce, "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyerek hücuma geçilmesini sağladığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır

BİNBAŞI AYŞE

İstikbal Harbi hakkında yazılmış eserlerde göğüs göğüse çarpışmış pekçok Müslüman Türk kadınlarından bahsedilir. Nene Hatun, Kara Fatma, Ayşe Çavuş isimleri pek sık zikredilen şahsiyetlerdir. Binbaşı Ayşe de, adını hep minnet duygularıyla anmamız gereken kahramanlar arasındadır. Binbaşı Ayşe, bizzat kendi macerasını şöyle anlatmaktadır:

“...Büyük harpte Kafkas Cephesi’nde yaralanarak ölen kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu fırsatı 15 Mayıs (1)335–(1919)’da bana verdi. İzmir’i Yunanlılar işgal ettiği sırada ilk mukâvemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın’a gittim. Orada faaliyete geçerek bir Kuva–yı Milliye birliği teşkil edip, bilâhare Nuri Çetesi’ne katıldım.

Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Koçarlı’ya çekildik. Bu sûretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi’ne başından sonuna kadar iştirak ettim.

İlk defa Sakarya’da sol kasığımdan piyâde mermisi ile yaralandım. Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim. Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’na iltihak ettik. Ve Ahır Dağları’ndan düşman gerilerine akmağa memur edildik. İzmir’e ilk giden birlikler arasında ben de vardım. Ancak, bu arada misketle sol bacağım kırıldı.”...

Binbaşı Ayşe, kocasının en kıymetli birer yâdigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece derece terfi ederek Binbaşılığa kadar yükselmiştir.


SÜREYYA SÜLÜN HANIM

İşte kahraman Türk kadınlarından bir kahraman; Milli Mücadele yıldızlarından bir yıldız daha: Süreyya Sülün Hanım...Van’da doğmuştur. Yaşadığı kasaba, düşmanın korkunç zulüm ve tarruzuna maruz kalmış, babası şehit olmuştur. Nihayet, biraraya gelen beşyüz civarında cengaver, Erek kasabasında toplanarak aziz topraklarını savunmaya karar verirler. Ve tabii, Süreyya Sülün hanım ve üç kardeşi de bu kahramanlar meydanındadır.


Yoğun bombardıman altında ilerleyerek Karaköse’ye gelen bu kahraman Kuva–yı Milliyeciler, Murat Irmağı boylarında tam bir buçuk ay düşmanla çarpıştılar. Beyazıd’a doğru yürürken yürekler acısı bir manzara ile karşılaştılar. Binlerce Türk köylüsünün işkenceler içinde can vermiş cesetlerini gördüler. Bu mezalimi yapan düşmana hınçla taarruz edenlerin başında Süreyya Sülün hanım vardı...


Iğdır civarında kanlı çarpışmalar oldu. Düşman birlikleri çok kuvvetli ve Rusya’dan devamlı surette takviye alıyordu. Beşyüz yiğit, yılmadan, kaçmadan döğüştüler. Ölüyor, teslim olmuyorlardı. Bu muharebede Süreyya Hanımın üç kardeşi birden şehadet şerbetini içtiler. Kardeşlerinin kollarında can vermesine rağmen yılmadı ve cenk meydanını terk etmedi. Kala kala dört kişi kalmışlardı. Daha sonra Karaköse’ye çekilen Süreyya Sülün Hanım, burada Ziverbey Taburu’na iltihak etti. Bir ara yaralandı ve Erzurum’a döndü

NEZAHAT HANIM
Gördes ve Inönü meydan savaslarinda , çarpismalara katilan 70. Alay Komutani Hafiz Halit Beyin kizi olan Nezahat Hanim 8 yasinda öksüz kalmis ve babasiyla cephelerde dolasmistir. Askerlere hizmet ve cesaret veren Nezahat Hanim’in 100 den fazla düsman askeri öldürdügü bilinmektedir
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Dilşâd Hatun

Dilsat20Sultan.jpg


200 yıl önce Türkistan'da yaşamış kahraman bir Türk kadını...

Güzelliği ile birlikte kahramanlıkları da dillere destan olan prenseslerimizin en meşhurlarından olan, Dilşâd Hatun, ayni zamanda Budist Çinlilerle Müslüman Türkler'in yaptıkları mücadelenin en şanlı ve tertemiz sayfalarından birini teşkil eder.

XVIII. yüzyılda Doğu Türkistan’ı sınırları içine almak isteyen Çin İmparatoru Chien Lung, bu maksatla Doğu Türkistan'daki karışıklıklardan istifade etmeye çalıştı.

Kucar Beyi Hocası Beğ ile Hoten Beyi Hoskepek Beğ'in ihaneti Chien Lung'un işini kolaylaştırdı. Onların casusları sayesinde Hocalar'ın ve Kalmuklarıin askeri durumlarını öğrenen Mançu İmparatoru Sao-Hui komutasında 1757'de Doğu Türkistan’ı fethetmek üzere kuvvetli bir orduyu gönderdi. Halk arasında yapılan propagandalar sayesinde bir çok şehirler savaşmadan teslim oldu.

Bütün bunlara rağmen Hocalar vatanlarını 2 sene kahramanca müdafaa ettiler. 1759'da her taraftan birden hücum eden muazzam Mançu ordusu karsısında mukavemet edemeyen Hocalar, hanımları, çocukları ve yakınları ile birlikte Künlün dağını asarak batıya kaçtılar. Mançu ordusu da arkalarından takip etti. Bedehsan hududunda binlerce kişi teslim oldu. Eskiden Bedehsan'ı istila etme fikrinde olan Hocalar, Bedehsan Emirleri tarafından iyi karşılanmadılar.

Mançu ordusu komutanı Sao-Hui, Bedehsan Emirlerinden iltica eden Hocalar'in teslim edilmesini istedi. Mançular'dan korkan Bedehsar Emiri Peygamber soyundan olanları gayrimüslimlere teslim etmek İslam dinine göre caiz olmadığından, her iki Hoca'yi öldürüp baslarını Mançu’lara teslim etti. Pekine götürülen bu baslar orada uzun uzun teshir edilmiştir.

Dilşâd Hatun, Burhanettin Hoca'nin kardeşi, Küçük Hoca diye tanınan Hoca Cihan’ın hanimidir. Mançu İmparatoru Chein Lung'un Doğu Türkistan’ı istilasında kocası ile birlikte düşmana karsı savaşarak vatani müdafaaya çalışmış kahraman bir Türk kadınıdır. Üstün düşman kuvvetleri karsısında mukavemet edemeyerek Bedehsan'a sığındıkları zaman Dilşâd Hatun da beraberinde bulunuyordu.

Çok eski zamandan beri Çin ve civarında, mağlup düsen tarafın kraliçe ve prensesleri ile evlenerek düşman tarafı ile akrabalık bağları kurma adeti vardı. Mançu İmparatorları da İmparatorluk içinde çok az olduklarından, büyük bir yabancı kitleyi uzun müddet idare edebilmek için bu siyaseti takip etmişler, idareleri altındaki kavimler ile akrabalık bağı kurmaya çalışmışlardır.

Dilşâd Hatun'un dillere destan güzelliğini işiten Mançu İmparatoru Chien Lung, hem böyle güzel bir kadına sahip olmak, hem de Doğu Türkistan'daki Müslüman Türkler'in dostluğunu kazanmak ve gelecekte vuku bulacak herhangi bir ayaklanmayı önlemek istiyordu. Bu maksat Doğu Türkistan'daki Mançu ordusu başkumandanı Sao-Hui'ye Dilşâd Hatun'u Pekin'e getirmesini emretti.

Bunun üzerine kumandan, Bedehsan Emiri Sultan Sah’dan Dilşâd Hatun'un diri olarak kendine gönderilmesini istedi. Emir'in bunu kabul etmemesi üzerine bu sefer meşhur birkaç ulemayı Bedehsan'a gönderdi.

Öte yandan kocasının öldürülerek, başının Mançu'lara teslim edildiği haberi Dilşâd Hatun'dan gizlenmişti. Bu olaylardan dolayı çok üzüntülü olan Dilşâd Hatun, devamlı surette kocasını ve vatanin durumunu düşünüyordu.

Bedehsan'a gelen Said Molla önce Sultan Sah ile görüştü. Dilşâd Hatun'u Kaşgar halkının arzusu üzerine istediğini, ailesini yanına gönderileceğini söyleyerek Sultan Şah’ı hileli yollardan kandırdı. Daha sonra Dilşâd Hatun ile görüşen Said Molla, onu da kandırmaya muvaffak oldu. Müslüman halkının zulüm ve işkenceden çok şikayetçi olduğunu, Çinli kumandanın: "Eğer Dilşâd Hatun İmparatordan rica ederse, kurtulursunuz" dediğini söylemiş, kendinin de Kaşgar halkı namına ricacı olarak geldiğini bildirmişti. Dilşâd Hatun, umumun menfaati için her türlü fedakarlığa katlanan bir kadındı. Onlara faydalı olabilmek ümidi ile bu teklifi kabul etti.

Göz yaşları ile uğurlanan Dilşâd Hatun ikiyüz Türk askeri ve bir Çinli alayının muhafazasında yol alıyor, uğradığı şehirlerde büyük hürmet ile karşılanıyordu.

Kumandan, Dilşâd Hatun'un kederli halinden endişelenerek belki intihar eder de Pekin Sarayı'na karşı müşkül vaziyette kalırım korkusuyla; kocasının sağ olduğunu, İmparator tarafından affedilebileceğini ve bir müddet sonra tekrar Kaşgar'a dönebileceğini söylemiş, fakat kocasının kurtulamasa için Prenses'in Pekin'e gitmesinin şart olduğunu sözlerine ilave etmişti. Ayni zamanda Dilşâd Hatun'u oyalamaları için emrine eski Müslüman hizmetçileri vermişti.

Kafile Pekin'e 3 aylık bir yolculuktan sonra varabildi.

Pekin'e geldikten sonra; kocasının ve diğer akrabalarının öldürülmüş olduğunu öğrenen Dilşâd Hatun'un artık 2 gayesi vardı. Bunlardan biri Mançu İmparatoru'nun Doğu Türkistan'dan çekilmesini temin etmek, diğeri ise diğeri olmadığı takdirde Mançu İmparatoru Chien Lung'un öldürülmekti.

İmparator’un huzurunda diğer taraftan Chien-Lung, bütün Asya'da güzelliği ve kahramanlığı ile o zamana kadar duyulmamış bir şöhret kazanan bu Türk Prensesini bir an evvel görebilmek için sabırsızlanıyordu.

Ziyaret günü Dilşâd Hatun, huzura çıkmadan önce etrafındakilerin bütün ısrarına rağmen, normal hanim elbiseleri giymeyerek, Çinlilerle savaştığı sırada giydiği zırhlı elbiseleri giymiş, İmparator sarayına da atla girmişti. İstenildiği ve zannedildiği gibi muhteşem saray, onun iman dolu ve intikam ateşiyle yanan göğsüne hasret ve korku vermemişti. Şerefini muhafaza edebilmek için Tanrıya yalvarıyordu. Onun büyüklüğüne güvenerek merasim salonuna girdi. Beraberinde Kalmuk Han'i Davaci'nin hanımı da bulunuyordu.

Etrafında, bütün saray erkanın sıralandığı salonun ortasında yüksek tahtına oturmuş olan Mançu İmparatoru’nun önüne gelince, evvelce yapılan tembihlerin aksine, herkes secde ettiği sırada o eğilmedi. Bu hareket karşısında İmparator yanında oturan annesine: "Sessiz, fakat bana kızgın," demekten kendini alamamıştı.

Vali tarafından yere kapanması için yapılan ihtar üzerine Dilşâd Hatun, Biz yalnız Tanrıya secde ederiz. Üstelik o benim düşmanımdır," diye cevap verdi.

Binlerce senelik Çin İmparatorluk sarayında, İmparatorun huzurunda vuku bulan bu itaatsizlik olayı yüzünden bütün saray erkanı hayret ve korkuya düşmüştü. Bu hareket İmparatora karşı büyük bir hakaret sayılırdı, cezası da ölümdü. Fakat İmparator Dilşâd Hatun'un bu davranışını anlayışla karşılamış salondakilerin de içi rahat etmişti.

İmparatorun kalkıp "Hoş geldiniz," demesi üzerine kılıcını çekti. Etrafta uyanan büyük heyecanın aksine sükunetle İmparatora uzatarak:

-Bu, bir teslim olma değildir, kılıcımı size Çin askerlerinin Türkistan'dan çekilmeleri şartı ile veriyorum, dedi. İmparator, Dilşâd Hatun'un kılıcını aldı ve alaycı bir tavırla geri verdi. Ana İmparatoriçe çok sinirlenmiş, İmparator ise, Dilşâd Hatun'un güzelliğine cesaret ve olgunluğuna kendini alamamıştı.

İmparator, Dilşâd Hatun'u kendisine zorla bağlamak istemiyor, onu memnun ederek bir gün teklifini kabul ettireceğini umuyordu. Dilşâd Hatun, bundan sonra bütün günlerini üzgün ve düşünceli, ibadetle geçirmeye başladı. Kendine bunun sebebi sorulduğunda "Vatanimi özledim. Beni oraya gönderin," diye cevap veriyordu.

Ana İmparatoriçe, Dilşâd Hatun'un burada kalmasının tehlikeli olduğunu, geri gönderilmesi icap ettiğini söyledi ise de, İmparator bunu kabul etmedi. Annesinin arzusu hilafına, onu memnun edebilmek için her gün fevkalade güzel hediyeler göndermeye başladı. Bunlar arasında saadeti temsil eden inciden bir bilezikle yeşimden bir asa da vardı. Dilşâd Hatun bu iki hediyeyi hiç bir şey söylemeden kabul etmişti.

Chien Lung'un aşkı İmparator Chien Lung, köşke giderek bazen ziyaret ediyor, fakat Prenses daima ondan kaçıyor ve "Eğer bana dokunursan, hem seni, hem kendimi öldürürüm" diyerek, yaklaşmasına mani oluyordu.

Dilşâd Hatun'un essiz güzelliği ile dolup tasan İmparator, simdi yalnız onu memnun etmeyi düşünüyor, gözü başka hiç bir şey görmüyordu. Bunun için de her türlü çareye baş vuruyordu. Bu maksatla bir gün nedimi Ho-sen'i çağırtarak, prensesi neşeli görebilmek için daha neler yapabileceğini sordu. Ho-sen de İmparatora sarayın içinde carsıyla, bahçesiyle ve camiiyle bir Müslüman mahallesi yaptırmasını tavsiye etti. Böylelikle, prenses, doğduğu şehri hatırlayacak ve belki de kederli yüzüne biraz renk gelecek, yeni muhitine daha ziyade ısınacaktı. Bu fikir İmparatorun hoşuna gitti. Türkistan’ın en meşhur mimarlarını getirterek, Dilşâd Hatun için Türk mimari tarzında bir mahalle inşa ettirdi.

Ayrıca sarayın bahçesine onun doğduğu yerlerde yetişen ağaç ve çiçek çeşitleri ekilmişti. İmparator, Dilşâd Hatun Müslüman mahallesine yerleştirilmiş olan hemşerilerinin çarşıya gidip gelişlerini rahatça seyredebilsin diye parkta bir kule de yaptırmış ve içini devrin en güzel eşyaları ile döşetmişti. Dilşâd Hatun, etrafındakilere "Benim memleketimde, gövdesi demirden, yaprakları gümüşten ağaçlar vardı. Özledim," diye söyleyince, bu ağaçlar Türkistan'dan kökleri ile çıkarılıp arabalarla getirilmiş ve sarayın bahçesine ekilmişti. (Bu ağaç iğde ağacıdır. Ve Pekin'de İmparatorluk bahçesinden başka hiç bir yerde mevcut değildir)

Sarayda Dilşâd Hatun için Kaşgâr'dakinin ayni ir Türk hamamı da inşa edilmiştir. Kendi yurtlarına dönmelerine müsaade edilmeyen esirler, cangan kapısının bati tarafına iskân edildi. Onlara Çinli halka tanınan memuriyet, ticaret, seyrüsefer hakki tanındı.

Beylerin refakatinde gelen ve savaşlarda esir edilen Türk askerleri teşkilatlandırılmış ve muhafız alayı olarak, Dilşâd Hatun'un emrine verilmiş ve 3 Çin gümüş lirası maaş bağlanmıştı.

Bütün bunlardan sonra Çin'de Tanrı’nın oğlu sayılan İmparator, kabul edileceğinden emin olarak Dilşâd Hatun'a evlenme teklif etti. Bu teklif kendi dininden olmayan bir düşmanıyla evlenemeyeceğini söyleyen Dilşâd Hatun tarafından şiddetle reddedildi.

İmparatorun Dilşâd Hatun üzerine bu derece düşmesi, annesini kuşkulandırmaya başlamıştı. Bunun üzerine ana İmparatoriçe korkunç planlar tasarlamaya başladı. Önce Dilşâd Hatun'a bir hançer göndererek, "Ya evlensin, Ya da kendini öldürsün" diye haber yollamış, fakat o "Ölümden korkmuyorum, fakat daha vazifelerim var. İntikam almadan ölmek istemiyorum," diye cevap vermişti.

İmparatorun annesi, hiddet ve korkuya kapılarak İmparatoriçe ile birleşti. Beraberce bu yabancı prensesten kurtulmanın çarelerini aramaya başladılar. İmparator, her yıl olduğu gibi, o günlerde de Sema Mabedi'ne adaklarını sunmaya gidecekti. Adet olduğu üzere İmparator mabede gitmeden önceki üç gün oruç ve ibadet için saraya çekilince, Ana Kraliçe, İmparatorun yokluğundan faydalanarak, kanlı planını tatbike fırsat buldu.Dilşâd Hatun'a sahte bir dostluk göstererek, ona "Resimler Sarayı"nı gezdirmeyi teklif etti. Bir müddet gezip resimlere baktıktan sonra, bir resmin önünde durarak, Dilşâd Hatun'un dikkatini çekti. Bu, Emir Sultan Sah’ın, zevci Hoca Cihan'in başını, Çinli valiye verdiğinin temsili resmiydi. Dilşâd Hatun, bu resme bakınca dehşetle ürperdi. Ana Kraliçe "Seni bize düşman eden, en unutamadığın sebeplerden biri bu değil mi? Seni, oğlumu ve devletimi kurtarmak için, ortadan kaldıracağım," diyerek hizmetkarı çağırdı.

Dilşâd Hatun da:

-Ben ölümden korkmam, fakat intikam alamadığım için çok üzülüyorum. Bana bir hançer ver, Ben ölmesini de bilirim, demesini dinlemeyerek, çağırmış olduğu hizmetkara onu ipek iple boğdurmuştu.

Dilşâd Hatun'un sadık hizmetkarından biri vasıtasıyla korkunç haberi öğrenen Chien Lung, ibadetini bırakarak koşup geldi, ama geç kalmıştı. Sevdiği kadını artık uzaktan da olsa bir daha göremeyecekti.

Ölümü hakkında çeşitli kaynaklardaki rivayetlerden bir tanesi de Sui Cien Sin'in "Siang-Fei"adli eserinde anlattıklarıdır. Sui Cien Sin'e göre, prenses, İmparator ile evlendikten birkaç sene sonra İmparatorun annesinin: "Ben seni sekiz senedir deniyorum. Sana bir türlü güvenemedim. Senin bir gün oğlumun hayatına mal olacağından korkuyorum. Bunun için en iyi yol, seni ortadan kaldırmaktır. Oğlumun babası da çok akilli bir İmparatordu, fakat sarayda yirmi yaşındaki bir Çinli cariye tarafından öldürüleceğini hiç aklına getirmemişti," diyerek onu intihara zorlamış ve neticede de öldürülmüştü.

Bu hikaye gerçeğe uygun değildir. Dilşâd Hatun, hiç bir zaman İmparatorla evlenmeyi kabul etmemiş ve İmparatora karşı yanında daima keskin bir hançer taşımıştır. Chien Lung'un evlenme tekliflerini: "Memleketimi istila eden, kocamı ve akrabalarımı öldüren bir kimse ile asla evlenemem," diyerek defalarca reddetmiştir.

Dilşâd Hatun, düşmanına teslim olmak bir tarafa, hayatında bir kere dahi Çinli elbisesi giymemiş, Türk ananesine, örf ve adetlerine sadık kalmıştı. Bu cesur, mağrur ve tertemiz hali sebebiyle, bugün bütün Çin'de Türkistan'da bir iffet sembolüdür.

Mezarı hakkında bir rivayet mevcuttur. Çinliler'e göre; Büyük Mançu İmparatorlarının kabirlerinin bulunduğu yer olan Tung-Ling'de İmparator Chien Lung'un mezarının yanındadır.

Güzel kokulu Prenses, Türkistan'da halk arasındaki yaygın rivayetlere göre de; cesedi Kaşgar’a getirilip, ecdadından ve Hoca Hidayetullah!in bulunduğu türbeye defnedilmiştir. Müslümanlar bu türbeyi hem Hidayetullah Hoca, hem Dilşâd Hatun için ziyaret ederler. Çinliler ise, her şeye rağmen, onu hükümdarlarından birinin hanimi olarak kabul ettiklerinden, mezarını mukaddes bilir ve ziyaret ederler. Onun türbesinde daha kapı önünde secde etmeye başlayan Budistler'le ellerini açıp fatiha okuyan Müslümanlara her zaman rastlanabilir.

Kaşgar'daki mezarın içinde "CO" denilen bir sedye vardır. Halk arasında Dilşâd Hatun'un cesedinin bu tahtırevan ile Pekin'den getirildiği söylentileri dolaşmaktadır. Türkistan'da Dilşâd Hatun olarak tanınmıştır. Çin halkı ise onu "Siang-Fei" ismiyle tanır. Siang-Fei, güzel kokulu prenses anlamına gelir. Bu kelime ayni zamanda mukaddes, ulvi manasını da taşımaktadır. Saray lisanında ise İmparatoriçeden sonra gelen hanim manasında kullanılır.

Bugün Pekin'de o devirden kalma Müslümanlar'a ait eserlere rastlanmaktadır. Sarayın karşı tarafındaki Müslümanlar mahallesi, hala mevcuttur. Burada yasayanlar artık Türklüklerini kaybetmiş, Müslüman Çinliler haline gelmişlerdir. Fakat asıllarını bilmektedirler.

O devirde yapılan eserlerden sadece mescit 1911'de yıkılmıştır. Diğerleri olduğu gibi durmaktadır. Mescidin de temeli bellidir. Müze olarak muhafaza edilmekte olan Hamam, Çin'de Türk mimari tarzında yapılmış yegane Türk hamamıdır.

Dilşâd Hatun, yıllardan beri romancılara ilham kaynağı olmaktadır. Hakkında pek çok makaleler, romanlar (Sui Cien Sin "Siang-Fei", Pearl Buck "Imperial woman") yazılmış, hatta Japonlar bu konu ile ilgili bir de filim çevirmişlerdir.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK)

Kastamonu'da doğan, anne-babasının "kızım gitme" şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı'na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı.Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Bir Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı.Bir keresinde İnebolu'dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa'ya rastladı.


Ancak rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu Mustafa Kemal Paşa "Sen üşüyor musun böyle?" diye sordu. "Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?" dedi. Paşa kafa kağıdını istedi. Verdi. "Sen kız mısın?" "Evet."

Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti. Savaş sonrası Mustafa Kemal tarafından Ankara'ya çağrıldı. Ailesi önce korktu, Paşa Halime'yi neden çağırıyordu ki? "Gitme" dediler,o yine dinlemedi ...Kapıda yavere "Paşa hangisi bilmiyorum" dedi.

Yaverin "soldaki " demesiyle koşup elini öptü. O'nun " Seni yollamıyorum, bizim kızımız ol" önerisine "Annem babam beni bekler" şeklinde cevap veren Halime Çavuş, "Ben ana-babaya itiatli evlada saygı duyarım" diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve kendisine maaş da bağlandı.75 yaşında hayata gözlerini yumdu..
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
HAFIZ SELMAN İZBELİ

Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu kurucularından ve Kastamonu'da ilk kadın meclisi üyesi, sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle bir "Cumhuriyet kadını"idi…
Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonu' daki kadınları toplamış, asker için çorap, kazak, fanila ördürüp cepheye göndermişti.Varlıklı bir aileden geliyordu. Asker Kastamonu'ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu.


Hep "Ben Cumhuriyetçiyim" dermiş. Savaştan sonra yeni baştan herkes gibi Türkçe harflerle okuma yazmayı öğrenmişti.Hafız Selman Hanım'a milletvekilliği de önerilmişti. "Hafız olduğum için başımı açamam. Başımı açamayacağım için de milletvekili olamam" diyerek kabul etmemişti. Mustafa Kemal'in Kastamonu'ya geldiği sırada İzbeli Konağı'nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve içtikleri söylenmektedir.


ÇETE EMİR AYŞE

Yunan askeri Aydın'a doğru geldiğinde iki arkadaşı ile birlikte Menderes'in diğer tarafına geçmeye çalışan Emir Ayşe, arkadaşlarının kayıktan düşüp boğulması sonucunda geri dönmüş ve Çanakkale'de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek almış, dağa çıkmış, Yörük Ali Efe'ye katılmıştı. Aydın'ın kurtuluşu olan 7 Eylül tarihine kadar Yunanlılarla savaşmıştı.Çete savaşları yapmıştı. Aydın kurtulduktan sonra silahını Ali Efe'ye teslim edip memleketi İmamköy'e dönmüştü. Savaş sonrası Atatürk İstasyon Meydanı'nda Çete Emir Ayşe'nin de aralarında bulunduğu kahramanlara İstiklal Madalyası takmıştı. "Savaştım Yunana karşı, elimde kalan en değerli şey Atatürk'ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyasıdır" demişti



FAİKA HAKKI

Erzurum'da toplanan "Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti"nin (Temmuz- Ağustos, 1919) de etkisiyle kadınlar da protesto hareketine giriştiler. 1919'un Kasım ayında Erzurum Kız Lisesi Müdiresi Faika Hakkı, Muradiye Camii'nde toplanan kadınlara hitaben yaptığı konuşmada, onları etkin protestolarda bulunmaya çağırmıştı. Onun teklifi ile İstanbul'u işgal etmiş olan İtilaf kuvvetleri temsilcilerine ve ABD Senatörlerine tepki telgrafları çekilmişti



NACİYE HANIM

20 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul Üsküdar'da düzenlenen mitinge katılan ve söz alan kahramanımız bu mücadelede kadınların da erkeklere yardım edeceği konusunda teminat vermişti




SAİME HANIM

Milli Mücadele döneminde 15 Mayıs 1919'da Kadıköy'de düzenlenen mitinge katılmış mitingden sonra tutuklandıysa da kaçarak mücadeleye katılmış, yaralanmış ve İstiklal Madalyası almıştı. Savaştan sonra İstanbul Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapmıştır.



SULTAN HANIM

Adana bölgesinde çarpışan partizan müfrezesi geçici olarak Toros Dağlarından geri çekilirken, Sultan Hanım da inekleriyle beraber onlara katılmış, çete dağda kaldıkça ineklerinin sütüyle onları beslemişti. Müfrezedekiler onu sevgiyle "anne" diye çağırmıştı.


NAZİFE KADIN

9 Mart 1922'de Çanakkale Bigadiç civarını kuşatan Yunan ordusu Komutanı Nazife Kadın'dan bilgi istemiş, ancak o bilmediğini, bilse bile asla söylemeyeceğini ifade etmiş, bunun üzerine Yunanlılarca fırına atılarak şehit edilmiştir.



SATI ÇIRPAN

Millet mekteplerinde okuma yazmayı öğrenen Satı Hanım, Kurtuluş Savaşında cepheye sırtında mermi taşımıştı. 1934 yılında Atatürk'ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesiyle meclise giren ilk 18 kadın milletvekilinden biri olmuştu.



BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI

Kahramanmaraş'ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenlerin arasında bulunmaktaydı. Kayabaşı Mahallesi'nde 8 düşmanı öldürmüş daha sonra erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılmıştı
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
DOMANİÇLİ HABİBE

Milli Mücadele yi yaşayan yazarlarımızdan Şükûfe Nihal Hanım, "Domaniç Dağları'nın Yolcusu–Bir Yurt Gecesi" isimli eserinde dikkat çeken bir olay nakletmektedir: "...İstiklâl Savaşı sıralarında İnegöl toprakları bir büyük facia geçirmiş... Domaniç Dağları'ndan inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet etmiş olan öz oğlunu silâhıyla vurarak bizzat cezalandırmıştır." İki satırla kısaltılan bu olay, bir roman, bir destan konusu olabilecek kadar derin... Bir Türk kadınının yüksek vatan sevgisini ve inancını ifade ettiği için, kadınlık tarihimizin sayfalarına geçecek kadar haşmetli... Biricik sevgili çocuğunu kendi elleriyle yere seren kahraman ananın yaşadığı bu hâl, hakikaten ibret vericidir.Bir Yunan fırkası, Bursa'nın Gemlik Kazası'ndan geçti. Domaniç'ten, Sultan Dağları'ndan Kütahya üzerine doğru yürüdü. Karargâh Kumandanı Nâzım Bey şehit oldu. İnegöl halkı yediden yetmişine kadar düşmana karşı koymaya hazır... Silah bulamayanlar, taş, odun, demir parçalarıyla vatanı korumaya gidiyorlar!. .O sırada Domaniç Dağları'nın bu yiğit kadını da 20 yıl boyunca bütün bir gençliğini harcayarak yetiştirdiği oğlunun eline silahını veriyor. Ona aşıladığı vatan sevgisinden emin bir halde göğsünü gere gere, İnegöl'e düşmanın karşısına gönderiyor. Lâkin, gel gör ki; dağdan inen bu saf köylü çocuğu, bize hıyânet eden bir jandarma onbaşısının oyuncağı oluyor. Yaptığı işin kötülüğünü farketmeden düşmana haber taşıyor.Bir gün, köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya, uğursuz bir haber veriyorlar:
–"Oğlun düşmana casusluk etti!"
Kadın bir an duraklamadan silahlarını kuşanarak atına binip yola düşüyor. Kuytu ormanlar, yalçın kayalar aşarak bir yıldırım hızı ile İnegöl'e iniyor. Aldığı adrese göre oğlunun bulunduğu yere varıyor. Kendisini görmek üzere geldiğini söylüyor.Az sonra anasının gelişine sevinen genç, elini öpmek için koşa koşa yaklaşırken atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinin yenine sakladığı silâhı çekerek tek kurşunla onu toprağa seriyor... Ve atın başını çevirerek arkasına bakmadan, bir kasırga hızıyla dönüp kayboluyor
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Nene Hatun
270878.jpg


Nene Hatun (d. 1857- ö. 22 Mayıs1955)

93 Harbi olarak da anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalışarak adını tarihe yazdıran Türk kadınıdır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır.
Nene Hatun 1857 yılında Erzurum'da doğdu. 1877 yılında 8 Kasım9 Kasım'a bağlayan gece, Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum'un Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri ise hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra "Moskof askeri Aziziye Tabyası'nı ele geçirdi" şeklinde minârelerden Erzurum halkına haber verildi. Bu haberin ardından Erzurum halkından silahı olan silahını, olmayanlar ise balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya'ya doğru koşmaya başladılar. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan Nene Hatun da vardı. Ağabeyi Hasan bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Nene Hatun üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, "Seni bana Allah verdi. Ben de Ona emânet ediyorum." diyerek vedâlaştıktan sonra bir kaç saat önce ölen ağabeyinin tüfeğini alarak sokağa fırlamıştı.
Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası'na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Göğüs göğüse bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Rus ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı-sopalı halk karşısında yarım saat tutunabildi. 2300'e yakın Rus askeri öldürülüp, Tabya geri alınmıştır. Türk tarafında ise 1000 kadar şehit verilmiştir.
Nene Hatun o günleri özetle şöyle anlatmıştır:
Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece önce eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık çocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü. Sabaha karşı minarelerden 'Moskof Aziziye'ye girdi' diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını öpüp, 'Seni öldüreni öldüreceğim' diye and içtim. Yavrumu Allah'a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tüfeğini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye'ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından düşman ölüm yağdırıyordu. Düşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu. Tabya'nın geri alınmasının ardından, aralarında Nene Hâtun'un da bulunduğu yaralıların tedâvisine başlandı. Fakat bu sırada Nene Hâtun yaralı olmasına rağmen diğer yaralıların tedavisini yapmak için çalışmıştır. Nene Hâtun bu özverisiyle tanınıp, saygı ile sevilmiştir.
Nene Hatun'un vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum'un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın zaferinde Nene Hâtun'un ve onun vatan aşkını paylaşan bütün insanların da payı vardı.
Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO'da görevli Amerikalı subayın bir sorusuna: "Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım" cevabını vermişti.
98 yıl yaşadığı Erzurum'da 22 Mayıs1955'da zatürre hastalığından dolayı vefat etmiştir. Nene Hatun, kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyası'na defnedilmiştir. Türk Kadınlar Birliği tarafından ölümünden 3 ay önce yılın annesi seçilmiştir. Yaşamımızı bu gibi kaharamanlara borçluyuz.
 
Üst