Türk Kadını...

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Türk Kadını...

Orta Asya steplerini yararak bu günlere ulaşan, yılmadan yorulmadan bir milleti omzunda bu günlere taşıyan bir kutsaliyetin hikayesinden başka bişey değildir bu satırlar.

Türk Kadını; haysiyetin, onurun, faziletin, hamiyetin, erdemin membaı, ana kucağı, lisanı, tavrı, edası hücre, hücre edep dairesindedir. Güneşten aydınlık ve ısıtıcı, topraktan daha cömert olmadığını kim söyleyebilir. Ne sebeb-i hikmettir ki Türk’ün kaderini ve tarihini tayinde iki ana unsur vardır ki birincisi ana yani türk kadını ikincisi ise topraktır. İkisi de namustur ve birisini diğerine tercih etmek söz konusu olamaz. İşte bundandır ki bu aziz millet toprağı ana bilir ve ayak bastığı coğrafyayı vatanlaştırır ve adını da Anavatan koyar. Türk kadını barış zamanlarında ak sütüyle emzirdiği can parçası yavrularını savaş zamanlarına büyütür toprağı doyurmak için. Bu milletin harcı böyle bir maya ile yoğrulduğundan binlerce yıldır esarete meydan okumuştur. Çok gerilere gitmeye gerek yok daha cumhuriyetin kuruluşuna gelirken o sancılı günleri bir düşünelim. Düşmanlarca çepeçevre sarıldığımız ihanetin, namussuzluğun aramızda kol gezdiği günlerdi. Yine iş başa düşmüştü ağlayarak oturmaktansa ölüme gülerek giderim diyen Türk kadını ne ağaran saçlarına aldırış ediyor, nede beşikteki yavrusunun ağlamasını umursuyordu. Erkeklerini cepheye uğurladıktan sonra evlatlarını da “hazır ol, babandan sonra sıra sende ha...” diye öğütlüyorlardı.

Ya Rab..!
Bu nasıl bir hamiyet, bu nasıl bir fedakarlık, gencecik yavrularının toprağın bağrına boylu boyuna uzatıp acılarını kendi bağrına basıyor da yinede Ya Rab... sana hamdü senalar olsun diyordu. Akşama kadar sığınaklarda mermi yapımında çalışıyor gece boyu bu mermileri Cepheye yetiştirmeye çalışırken hem de kış şartlarında ıslanmasın diye yavrusunun kundağına sarıyordu.
Bu ne yücelik Allahım.
O çetin günleri çelik yüreğiyle aşan Türk kadını bağımsız bir millet olmanın onurunu, sabahın seher serinliğinde “esselatü hayrün minen nevm” sedasının hazzını ruhunda duyuyordu.

Savaş sonrası yıllardı sırtımızdaki hançer midemize batmıştı, ekmek telaşındaydık evlatların nafakası deyip gurbet yollarına düşmüştük. Türk kadını bu sefer evinin direğini kara trenlerle dağların altından vagon, vagon gurbetin kahrına yolladı. Uğurlarcasına el sallayarak.!
Ne yapsın ekmek parasıydı. Kim bilir kaç yavuklu kavuşmanın hayallerinde gecelerini sabahlara kavuşturdular. Kaç yavru bir mektup bir haber bekledi ?..
İster kader deyin isterseniz Rabbının Türk kadınını çileyle imtihanı. Olanca acıya mukadderat diyerek tevekkül edip, yüreğinin metanetine gözyaşıyla su verip çelikleştiren/serinleten Türk kadını son 25-30 yılda yaşadıklarına anlam veremez. Vatan borcu diye askere gönderdikleri evlatlarını tabutlarda karşılarken şafaklar yeniden kızıla boyanmaya başlar. Davullu, zurnalı, halaylı şölenlerle yavrusunun kınalayıp gönderdiği eline şimdi omzundan aşağı kan sızmıştı, artık kan kızılı sabahlara uyanmaya başlamışlardı yeniden. Öpmeye kıyamadıkları ciğer paresi fidanlarını yeniden toprağın bağrına usulca bırakırken sanki tarih tekerrür ediyordu.

Remzi ARSLAN —​
 
Üst