TÜRK KURTULUŞ Savaşı

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Kurtuluş Savaşı (İstiklal Harbi), I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış
Birinci Dünya Savaşı, 1914 yılında Avrupa'da başlamış, ancak dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin katılması ve diğer kıtalardaki sömürgelere de yayılması nedeniyle "dünya savaşı" olarak adlandırılmıştır. 1914'te başlayan savaş 1918 yılında sona ermiştir. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekildi.
...
Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşı kazanan devletlerce paylaşılmasına karşı Türk ulusunun
Osmanlı Devleti, 13. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine değin varlığını sürdüren Türk devleti. Anadolu'da kurulmuş, sınırları tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü kapsamıştır.
...
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği mücadeledir.
Savaş Öncesi Dönem

Kurtuluş savaşı öncesi, 1. Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar dayanır.

Büyük Savaş'tan mağlup ayrılmış olan Osmanlı Devleti, galip devletler ile Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalamıştı. Bu antlaşmanın 7. maddesi, galip devletlere istedikleri her yeri istedikleri zaman işgal etme hakkını tanıyordu. Böylelikle işgaller bu antlaşmanın arkasına sığınılarak yapılabilecekti.


1: İngiliz ve Fransız ortaklaşa işgal bölgesi
2: Yunan işgal bölgesi
3: İtalyan işgal bölgesi
4: Fransız işgal bölgesi
5: Ermeni işgal bölgesi
6: İngiliz işgal bölgesi

Uluslararası Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920 Osmanlı İmparatorluğu'nun son uluslararası antlaşmasıdır. Sevr antlaşması ile Saray'da yaşıyan Osmanlı Hanedanı ve hükümet, Anadolu'nun ve İstanbul'un işgaline kapıyı açmıştır. İşgal Dönemi

İşgallere Tepki

İşgallere ilk tepki işgale uğrayan bölgelerde yaşayan halktan gelmişti. İzmir'de Hasan Tahsin işgale karşı ilk kurşunu atarak halkın bu haksız işgallere sessiz kalmayacağını göstermişti. Ege'de Yunanlılara, Güneydoğu'da Fransızlara, Karadeniz'de Pontusçu Rumlara karşı ilk karşı hareketler başlamış, bu hareketlere daha sonra Kuvay-i Milliye (''Milli Kuvvetler'') adı verilmişti.

Halkın bütün bu tepkisini ve silahlı mücadelesini Padişah ve Osmanlı Hükümeti Bütün Gücüyle Desteklemiş Maddi ve manevi konudaki Bütün desteklerini gayri resmi yollarla yapmıştır ( ingiliz hükümetinin tepkisini çekmemek için) ve silahını vermeyen askerlerin silahları gizli gizli Topkapı sarayının ve dolmabahçe sarayının mahsenlerinde saklanıp anodoluya milli mücadele için gönderildiği saptanmıştır T.C. Başbakanlık (Osmanlı devleti) arşivi kayıtları s412-f22 Hatta Sultan Vahdettin Han Bizzat Mustafa Kemal ATATÜRK'ü yanına çağırarak Şu meşhur sözü söylemiş '' Paşa paşa Bu vatanı kurtacak birisi varsa oda sensin '' diyerek ona hertürlü yetkiyi vererek kendi tuğrasıyla (imza) onaylamıştır... ve Milli mücadeleyi Osmanlı devletinin PAŞA sı Mustafa Kemal Başlatmıştır T.C. Başbakanlık (Osmanlı Devleti)arşivi s423-f43 Kongreler

Amasya Tamimi

(22 Haziran 1919)

12 Haziran 1919’da Havza'dan Amasya'ya gelen Mustafa Kemal Paşa buradan yayınladığı bildiri ile ülkenin içine düştüğü durumu açıklıkla saptıyor, çözümün bütün güçlerin birleşmesinden geçtiğini vurguluyordu. M.Kemal Amasya'da Anadolu ve Rumeli’de kurulan Mudafaa-i Hukuk Derneklerini birleştirme, kongreler yaparak tüm ulusun kesin kararına dayalı yeni bir yönetim kurma amacıyla Amasya Tamimi’ni hazırlamıştır. Bu tamimin önemli maddeleri: Vatanın bütünlüğü ulusun bağımsızlığı tehlikededir. Hükümet millet için üstlendiği görev ve sorumluluklarını yerine getirememektedir.
Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
Ulusun haklarını dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve kontrolden uzak bir ulusal kongrenin toplanması şarttır. Bu kongreye her ilden, her sancaktan milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin seçilerek hemen yola çıkarılması gereklidir. Keyfiyet milli bir sır olarak saklanmalıdır.
Doğu illeri adına, 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. Amasya Tamimi’nin önemi: Bu tamim ulusal egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Ulusun teşkilatlandırma ve mücadele yöntemleri belirginleşmiştir. Ulusal egemenlik ve ulusal bağımsızlık fikri ilk kez ortaya atılmıştır. Erzurum Kongresi

(23 Temmuz - 7 Ağustos 1919) Vilayet-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile Trabzon Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti ortak bir kongre düzenlemek için çalışmalar yapıyorlardı. 3 Temmuz’da Erzurum’a gelen Mustafa Kemal, 8 Temmuz’da İstanbul’a görevinden ve askerlikten ayrıldığını bildirerek, Osmanlı Hükümeti ile tüm ilişkilerini sona erdirmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi’nin başkanlığına seçildi. Erzurum, Sivas, Bitlis, Van ve Trabzon’u temsil etmek üzere 56 delegenin katıldığı Erzurum kongresi 23 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal’in başkanlığında toplanarak aşağıda yazılı tarihi kararı almıştır. Erzurum Kongresi Kararları: Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez.
Yabancıların baskısı altındaki Osmanlı Hükümeti’nin dağılması karşısında ulus tümden direniş ve savunmaya geçecektir.
Vatanı kurtarma yolunda İstanbul Hükümet’i başarısız kalırsa geçici bir hükümet kurulacaktır.
Ulusal kuvvetleri ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır
Hristiyanlara egemenlik ve ayrıcalık tanınamaz.
Manda ve himaye kabul edilemez.
Mebusan Meclisi açılmalı, hükümetin çalışmalarını denetlemelidir. Kongrenin Önemi:
Yeni bir devlet kurma düşüncesi belirginleşmiştir.
Misak-ı Milli sınırları ilk kez belirlenmiştir.
Mustafa Kemal’in başkanlığında Doğu illerini temsilen, Heyet-i Temsiliye (Temsil Heyeti) adıyla bir yürütme organı seçilmiştir.
Erzurum Kongresi’nin toplanma amacı bölgesel, alınan kararlar yönünden ise ulusaldır. Sivas Kongresi

( 4 Eylül - 11 Eylül 1919)

Ulusal direnişi oluşturmada ikinci büyük adım Sivas’ta atılmıştır. Bu kongre, Heyet-i Temsiliye’nin yanı sıra bazı vilayetlerden seçilmiş temsilcilerle birlikte 38 delegenin katılımı ile 04/11 Eylül 1919’da yapılmıştır. İstanbul Hükümeti’nin Sivas’ta kongrenin yapılmasını önlemek için uyguladığı tüm baskılar sonuçsuz kalmıştır. Sivas Kongresi Kararları: Erzurum Kongresinde alınan kararlar kabul edildi.
Anadolu ve Rumeli’de kurulmuş olan Müdafaa-i Hukuk dernekleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği adı altında birleştirildi. Erzurum Kongresi’nde seçilen 9 kişilik Heyet-i Temsiliye, 6 kişi daha ilave edilerek tüm yurdu temsil etme yetkisiyle genişletildi. Başkanlığına Mustafa Kemal getirilmiştir. Önemi:
Erzurum kongresinde alınan kararlar bir bölge halkının kararları olmaktan çıkarılıp tüm ulusa mal edilmiştir.
Ulusun geleceğine ulusun kendisinin karar vereceği ilkesi gerçekleştirilmiştir.
M.Kemal kongrede Temsil Heyeti’nin başkanı olarak seçilmekle Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın yetkili lideri haline gelmiştir.
TBMM bu kongrede seçilen Temsil Heyeti tarafından açılacaktır. Amasya Görüşmeleri

(20 Ekim - 22 Ekim 1919)

Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti ile yaptığı yazışmalarda; Hükümetin Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde alınan kararlarına bağlı olmasını, Meclis-i Mebusan toplanana kadar hükümetin önemli kararlar almamasını, atamalarda Heyet-i Temsiliye’ye danışılmasını istemiştir. Ancak bütün bu yazışmalar bir sonuç vermedi. Bununla birlikte, İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal ile görüşmek üzere Anadolu’ya bir temsilci gönderdi.( Bahriye Nazırı Salih Paşa). İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasında yapılan Amasya görüşmelerinde taraflar şu esaslar üzerinde anlaşmışlardır: İstanbul Hükümeti Sivas Kongresi kararlarını Meclis-i Mebusan’da onaylanması şartıyla kabul edecektir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği yasal bir kuruluş olarak İstanbul Hükümeti’nce tanınacaktır.
Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerin işgaline izin verilmeyecektir.
Müslüman olmayan topluluklara Türklerin egemenlik haklarını, toplumsal dengesini bozacak ayrıcalıklar tanınmayacaktır.
Meclis-i Mebusan’ın güvenlik bakımından İstanbul’ da toplanması uygun değildir. Bu nedenle Meclis Anadoluda geçici olarak toplanacaktır.
İtilaf Devletleri ile yapılacak barış görüşmelerinde Heyet-i Temsiliye’nin uygun göreceği temsilcilerin bulunması sağlanacaktır. Sonuç:
Heyet-i Temsiliye Osmanlı Hükümeti tarafından resmen tanınmıştır.
Görüşmeler sonunda Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da açılması İstanbul Hükümeti’nce kabul edilmiştir. Heyet-i Temsiliye'nin Ankara'ya gelişi

( 27 Aralık 1919)

27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelen Mustafa Kemal burasını Anadolu’daki direniş hareketinin merkezi olarak seçmişti. Gerçekten de Ankara coğrafi konum bakımından Anadolu’nun ortasına yakın bir yerde bulunuyordu. Ayrıca o dönemin en önemli ulaşım aracı olan demiryolu Ankara’ya kadar uzanıyordu. Meclis-i Mebusan'ın son toplantısı ve Misak-ı Milli

(28 Ocak 1920)

12 Ocak 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebusan son kez toplandı. Bu meclisin verdiği en önemli karar, taslakları Mustafa Kemal tarafından milletvekillerine Ankara’da verilen ve sonraları Misak-i Milli olarak adlandırılacak olan Ahd-ı Milliye (Ulusal And) 28 Ocak 1920’de kabul edildi. Meclisin ve İstanbul Hükümeti’nin çalışmalarından ve Anadolu’da artan direniş hareketlerinden rahatsızlık duyan İtilaf Devletleri 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiler. Yunan birlikleri de Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladı. İstanbul’un işgalinden sonra tüm resmi dairelerin kontrolünün İttifak Devletlerinin eline geçmesinden dolayı Meclis-i Mebusan'ın İşgal güçleri süngüsü altında alacağı kararların sağlıklı olmayacağı için padişah tarafından kapatılmış mebusların bundan böyle görevlerini Anadoludaki meclisde yürütmeleri istenmiştir. 68 milletvekili Anadoluya geçmeyi başarmış bir kısmı ise tutuklanarak Maltaya sürülmüştür. Misak-ı Milli (Ulusal And) kararları: Halkı özgür kalır kalmaz ana yurda kendi istekleriyle katılmış olan Kars, Ardahan, Artvin için gerekirse yeniden oylama yapılacaktır.
Batı Trakya’nın durumu orada yaşayanlar tarafından saptanmalıdır.
Halifeliğin, İstanbul ve Marmara’nın güvenliği sağlanmalıdır. Boğazlar konusu, ilgili devletlerle birlikte verilecek kararlarla çözümlendikten sonra Boğazlar dünya ticaretine açılabilecektir.
Azınlıklar için istenen haklar sınırlarımız dışındaki Türklere de uygulanması koşuluyla kabul edilebilir.
Ulusal ve ekonomik gelişmemizi mümkün kılmak amacıyla tam serbestlik ve bağımsızlık sağlanması, siyasi, adli, mali gelişmemize engel olan sınırlamaların kaldırılması gereklidir.
Müslüman Arapların çoğunlukta olduğu yerlerin kaderi halkın oyuna uygun olmalıdır. Önemi:
Misak-ı Milli ile M.Kemal Paşa’nın düşünceleri Osmanlı parlamentosu tarafından kabul edilmiş ve yasallaşmıştır.
Türk ulusunun bağımsızca yaşayacağı vatan sınırları çizilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması

(23 Nisan 1920)

meclis-binasi.jpg

Ankara'da yeni meclis binası. Bugün müze olarak halen hizmet etmektedir.


TBMM'nin açılması için hazırlıkların sürdürüldüğü günlerde, Damat Ferid Paşa yeniden sadrazam oldu. Kuvay-ı milliye'ye karşı mücadeleye başladı. Ayaklanmalar

Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bir çok ayaklanmalar çıkmıştır. Bu ayaklanmaların bir bölümü Türk topraklarını parçalayarak yeni bir devlet kurmayı amaçlayan, diğer bölümü ise, saltanat ve hilafete geleneksel ve dinsel bakımdan bağlı olanlarca çıkarılmış isyan hareketleridir. Hıyanet, kin ve taassubun yarattığı isyanların amacı; milli hareketi boğmaktır. Atatürk, öncelikle iç isyanların bastırılmasına, ülkede iç güvenliğin sağlanmasına son derece önem vermiştir. Bir yandan vatana ihanet yasası çıkarılırken, öbür yandan da iç isyanları bastırmada kullanılmak üzere Seyyar Jandarma Müfrezeleri kurulmuştur. Ayaklanmalar milli mücadeleyi geçiktirmiştir. İstanbul Hükümetince Yönetilenler

Ahmet Aznavur Ayaklanması

( 2 Kasım 1919- 16 Nisan 1920) Manyas –Susurluk-Gönen –Ulubat dolaylarında Aznavur’un çıkardığı ayaklanmayı önce Milli kuvvetler, sonra’da Çerkez Ethem bastırmıştır. Halifelik ordusu ( Kuva-i İnzibatiye)

İstanbul yönüne geçişi sağlayan Geyve ve çevresinde iyi donatılmış Kuva-i Milliye’ye karşı İngilizlerin desteği ile kurulan Halifelik Ordusu. Milli Kuvvetler tarafından dağıtılmıştır. İstanbul Hükümeti ve İşgal Güçlerinin Birlikte Çıkardığı Ayaklanmalar

En yaygın olanıdır. İşgalcileri kendi etki alanlarındaki milli uyanışı ezmek için her çareye başvurmuşlardır. Gizli ajanlarıyla İstanbul Hükümetiyle işbirliği yapıp din sömürücülüğü yoluyla halkı ayaklandırmışlardır. Bolu-Düzce-Hendek ve Adapazarı Ayaklanmaları

Boğazları elde tutmak amacıyla çıkartılan ayaklanma. Kuvayı Milliye kuvvetlerince bastırılmıştır. Yozgat Ayaklanması

Bu ayaklanmayı bastırmakta milli kuvvetler yetersiz kaldığı için, kuvay-ı seyyare bastırmıştır. Afyon Ayaklanması

Yunan ajanlarının kışkırtması sonucunda Çopur Musa adlı çıkar düşkününün çıkarttığı bu ayaklanma Kuvayı Milliye tarafından bastırıldı. Konya Ayaklanması

Din duygusu kullanılarak Fransız, İngiliz, İtalyan ajanlarının kışkırtmalarıyla çıkmıştır. Milli kuvvetlerce bastırılmıştır.refit musa paşa sayesinde. Milli Aşireti Ayaklanması

Urfa’da yaşayan bu aşiret Fransızlarla işbirliği yaparak ayaklanmıştır. Milli kuvvetlerce bastırılmıştır. Milli Aşireti Ayaklanması (1 Haziran-8 Eylül 1920) Güneydoğu Anadolu’da Fransa, İngiltere ve Ermeni faaliyetlerinin artması, bölgede yaşayan Kürt aşiretlerini de kışkırtmaları sonucunda Milli Aşireti de ayaklanmıştır. Aşiret liderlerinden Mahmut, İsmail, Halil ve diğer şahıslar Fransız ve İngilizlerle temasa geçerek Siirt’ten Tunceli’ye kadar olan bölgeyi idareleri altına almak için harekete geçtiler. Milli Aşireti’nin ayaklanmasının bastırılması için 13. Kolordu görevlendirildi. 18 Haziran 1920’de asilerle çarpışma başladı. Viranşehir bölgesine kadar saldıran asilere nasihat heyetleri gönderilmiş ise de olumlu bir netice alınamadı. Fransız işgali altındaki bölgeden aldıkları “üç bin atlı ve develi ile bin kadar piyadeden ibaret bir kuvvetle” 25 Ağustos 1920’de Viranşehir asiler tarafından işgal edildi. Atatürk Nutuk’ta konuyu şöyle açıklar. “Asiler, aman dilemek maksadıyla geldiklerini söyleyerek o bölgedeki komutanlarımızı kandırarak tedbir almakta ihmale sevk ettiler. Bu sırada, o civarda dağınık halde bulunan müfrezelerimize hücum ederek Viranşehir’i işgal ettiler. Haberleşme ve bağlantımıza engel olmak üzere de, o bölgedeki bütün telgraf hatlarını kestiler.” Viranşehir’i işgal eden asiler devlete bağlı olan Karakeçili Aşireti mensuplarını öldürdükleri gibi, askerlerin, subayların mallarını da yağma ettiler. Asilerin temizlenmesi için 13. Kolordudan Beşinci Tümen görevlendirildi. Devlete bağlı vatansever aşiretlerin de desteği ile isyancılar yenilerek güneye çöl tarafına(suriye) kaçtılar. Azınlıkların Çıkardığı Ayaklanmalar

-Fransızların desteğiyle 10 Temmuz 1920’de Adana’ya giren Ermeni İntikam Alayı’nın ayrıca doğu illeri sınırında bulunan diğer Ermenilerin ayaklanma kışkırtma ve savaş açma şeklindeki baskılarıdır. -Yunan desteğini alamayan Doğu Karadeniz Rumlarının Pontus devletini kurma amacıyla çıkarttığı ayaklanmalardır. Aralık 1920 de başlayan ayaklanmalar kesin zaferin kazanılmasından sonra 1923’ de tam olarak bastırıldı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Azınlıkların Çıkardığı Ayaklanmalar

-Fransızların desteğiyle 10 Temmuz 1920’de Adana’ya giren Ermeni İntikam Alayı’nın ayrıca doğu illeri sınırında bulunan diğer Ermenilerin ayaklanma kışkırtma ve savaş açma şeklindeki baskılarıdır. -Yunan desteğini alamayan Doğu Karadeniz Rumlarının Pontus devletini kurma amacıyla çıkarttığı ayaklanmalardır. Aralık 1920 de başlayan ayaklanmalar kesin zaferin kazanılmasından sonra 1923’ de tam olarak bastırıldı.
Düzenli Ordununu kurulmasına tepki

Demirci Mehmet Efe

Aralık 1920’de ayaklanmış, Refet Bey tarafından bastırılmıştır.
Çerkez Ethem Ayaklanması

I. İnönü savaşı sırasında bastırılmıştır. Kuvay-i Milliye döneminde oldukça başarılı hizmetler veren Çerkes Ethem bu yenilgi sonunda Yunan ordusuna teslim olmuş ve TBMM tarafından vatan haini olarak ilan edilmiştir. Çerkez Ethem T.B.M.M. Reisliğine Meclisi'de aşağılayan ve Mustafa Kemal'in Bilecik'ten dönerken Ankara'ya götürdüğü İstanbul Hükümetinin temsilcilerinin hemen serbest bırakılmasını isteyen bir telgraf çekti. Bunu üzerine Meclis'de Kuvayi Seyyareye karşı çıktı. Batı Cephesi komutanlığı Ethem ve Tevfik Beylerin vatana ihanet suçu işlediklerini öne sürerek teslim olmalarını istedi. Fakat mebus Reşit Bey'in de kendilerine katılmasıyla üç kardeş Uşak'ta Yunanlılarla görüştüler. Düzenli ordu İsmet Bey ve Refet Bey'in komutasında 1921 yılı ocak ayında Kuvayı Seyyare'nin tuttuğu Gediz-Kütahya üstüne yürüdü. Çerkez Ethem'in yanındaki kuvvet iyice küçülmüştü.1. Süvari Grubu komutanı binbaşı Derviş Bey takip ediyordu. Derviş Bey Ethem'in arkadaşı olduğu için Yunanlılara sığınmadan önce silahlarını bırakmasını sağladı.
Savaşlar

Doğu Cephesi

Doğu cephesi savaşları: Ermeni sorununun uluslararası bir sorun haline gelmesi, Rusların Berlin Antlaşmasına Ermenilerle ilişkili olarak hüküm koydurmasıyla başlamıştır. Ermeniler Hınçak ve Taşnak adlarıyla terör örgütleri kurarak Ermeni milliyetçiliğini yaymaya, halkı silahlandırarak isyana teşvik etmeye başladılar. I.Dünya Savaşı’nda, Kafkas cephesinin açılması üzerine Ermenilerle Ruslar işbirliğine yönelmişler ve Rusların kışkırtmalarıyla Türkleri katletmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti’nde kışkırtmalar sonucu en son ayaklananlar Ermenilerdir. Bu nedenle, Osmanlılar cephe gerisinin güvenliği için Ermenileri Suriye ve Lübnan’a mecburi göç ettirmiştir(1915). İtilaf Devletleri Sevr’i uygulamaya koyabilmek için Batıda Yunanlıları, doğuda Ermenileri kullanmışlardır. İtilaf Devletleri, Akdeniz ve Karadeniz’e çıkış kapıları olacak ve sınırları Wilson tarafından çizilecek Büyük Ermenistan düşünü gerçekleştirmek için Sevr Antlaşması’na bir madde koydular. Rusya’da ihtilal gerçekleşince Ruslar, Doğu Anadolu’da işgal ettikleri yerleri Türklere bırakarak geri çekildiler. Bu arada merkezi Erivan olan bir Ermeni devleti kuruldu (28 Mayıs 1918). Ruslar çekilirken daha Türk ordusu bölgeye ulaşmadan Ermeniler, Rusların yerini aldı ve Wilson ilkelerini kendilerine göre yorumlayarak Doğu Anadolu’nun kendilerine ait olduğunu ileri sürüp, Gümrü, Iğdır, Arpaçay ve Aras’a kadar ilerlediler. Ulusal Kurtuluş Savaşı başlamadan önce Doğu Anadolu’nun Ermenilerin eline geçmesine mani olmak için Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Derneği adıyla bir örgüt kurulmuştu. TBMM Hükümeti 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’i tam yetkiyle Doğu Cephesi Komutanlığına atadı. 28 eylül 1920'de, Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk birlikleri Ermenileri yenilgiye uğrattı. 29 Eylül’de Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars ve çevresi Ermeni işgalinden kurtarıldı. Savaşı kaybeden ve bu arada dostlarından bekledikleri yardımın gelmediğini gören Ermeniler barış istemek zorunda kaldılar. Zira Türk kuvvetleri Gümrü’ye kadar gelmişlerdi. 2 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalanarak savaşa son verildi. Gümrü Antlaşması’na Göre:
Sevr Antlaşması’nın geçersiz olduğu Ermenilerce de benimsenmiştir.
Ermeniler D.Anadolu’daki her türlü isteklerinden vazgeçmişlerdir. Ermenistan kurma girişimleri suya düşmüştür.
1878’de elden çıkan Kars ve çevresi Türk topraklarına katıldı. Önemi:
Gümrü Antlaşması TBMM’nin uluslararası alanda ilk siyasi başarısıdır.
Misak-ı Milli’nin doğu sınırları kısmen de olsa belirlendi.
Halk üzerinde ordu ve meclisin güveni artmıştır. Güney Cephesi

Mondros Ateşkes Andlaşması’nın koşullarına aykırı olarak İngilizler Musul, İskenderun, Kilis, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler. Fransızlar ise Adana, Mersin ve Osmaniye’yi işgal ettiler.
Fransa ile İngiltere 15 Eylül 1919’da ikili bir antlaşma yaparak Ortadoğu’yu nasıl paylaşacaklarını belirlediler. Irak ve Filistin İngiliz Mandası, Suriye, Lübnan da Fransız Mandası altına sokuldu. Antep, Maraş, Urfa da el değiştirerek Fransa’ya geçti.Fransızlar buralara yerleştikleri gibi Suriye ve Mısır’dan getirdikleri Ermenileri teşkilatlandırıp Türklere saldırtıyorlardı.
Ermeni saldırılarına karşı başlayan direniş hareketlerine, Sivas Kongresi’nde bu yöre için Kuvayı Milliye kurulmasına karar verilerek, halkın da katılımı sağlanmıştır.
Maraş’ta, Sütçü İmam’ın önderliğini yaptığı mücadeleye tüm Maraş halkı katıldı. Maraş’ta tutunamayan düşman şehri terk etmek zorunda kaldı (12 Şubat 1920). Maraş adı TBMM kararı ile 1973’te Kahramanmaraş olarak değiştirildi.
Urfa şehrinde Ali Saip(Ursavaş) Bey tarafından teşkilatlandırılan Türk direnişi başarıyla sonuçlandı. Fransızlar 11 Nisan 1920’de şehri boşalttılar. Urfa’ya TBMM kararı ile 1984 yılında Şanlıurfa adı verildi.
Antep halkı 1 Nisan 1920’de Fransızlara karşı ayaklandı. Üsteğmen Salih’in ‘Şahin’ takma adıyla Kuvayı Milliye Komutanlığına atanması halkı daha da örgütlü bir güç haline getirdi. Hiçbir yerden yardım alamayan Anteplilerin Fransızlara karşı direnişi yaklaşık 1 yıl sürdü. Antep şehri, tüm olanaksızlıkları yaşadıktan ve altı bin şehit verdikten sonra onurundan taviz vermeden 9 Şubat 1921’de düşmana teslim olmak zorunda kaldı. TBMM Antep’in direnişini ödüllendirmek için kente ‘ Gazi’ ünvanı vererek adını Gaziantep olarak değiştirdi.
Fransızlar halkın direnişleri sonucunda askeri harekatlarını durdurduktan sonra Sakarya Zaferi’nin arkasından TBMM ile Ankara Antlaşması’nı yaptılar ve işgal ettikleri yerleri boşalttılar.
Antalya, Isparta ve Konya’yı işgal eden İtalyanlara karşı cephe açılmamıştır. Türk ordusunun Batı Cephesi’nde kazandığı zaferler İtalyanları etkilemiş, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Anadolu’yu tamamen terk etmişlerdir. Sonuç: Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Güney Cephesi’ndeki başarıları halk direnişleriyle kazanılmıştır. Batı Cephesi

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kaderini tayin eden cephe. Düzenli ordunun kurulmasıyla Yunanlılara karşı savaşılmıştır. 1. İnönü Savaşı

Çerkez Ethem’in ayaklanmasının yarattığı ortamdan yararlanmak isteyen Yunan ordusu, 6 Ocak 1921’de Bursa ve Uşak’tan hareket ederek, Eskişehir ve Afyon yönünde askeri harekata başlamıştır. Amaçları, Eskişehir’i ele geçirip demiryolu ulaşımını kontrol altına almak, sonra da Ankara’yı işgal ederek TBMM’yi dağıtmaktı. Türk ordusu Yunan ordusunu İnönü’de karşılamıştır. Albay İsmet (İnönü)’nün komutasındaki düzenli Türk ordusu 10 Ocak 1921’de kendinden kat ve kat üstün olan Yunan ordusunun ileri harekatını İnönü’de durdurmuştur. Sonra da Kütahya yönünden ilerleyen Çerkez Ethem kuvvetleri yenilgiye uğratılmıştır. I.İnönü Savaşı küçük çapta bir savaş olmasına rağmen önemli sonuçlar doğurmuştur. Bu savaşın önemi: Bu muharebenin kazanılmasıyla Türk ulusunun varlığı ve savaş gücünün tükenmediği kanıtlanmış, TBMM Hükümeti’nin yurt içinde ve dışında saygınlığı artmıştır.
Çoklukla ayaklanma odakları söndürülmüş, yurt içinde güvenlik büyük ölçüde sağlanmış bundan sonra, ülkeye yasalar egemen olmuştur.
Devlet kuruluşu işlemeye başlamış, vergi toplanması, asker alma işleri yoluna girmiş, daha önemlisi, Devlet’in kendi kaynaklarına sahip çıkması olanağı sağlanmıştır.
Ordunun geliştirilmesi ve milletin orduya güveni artmıştır.
Ankara Hükümeti Saltanat Yönetimi’nden üstün olduğunu ve onun yerini alması gerektiğini göstermiştir
İtilaf Devletleri Sevr’i tekrar görüşmek için Londra’da konferans düzenlemek zorunda kaldılar.
Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması imzalandı.
İstiklal Marşı kabul edildi. (12 Mart !921)
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) kabul edildi. Londra Konferansı

(21 Şubat 1921)

I.İnönü Savaşı’ndan sonra İtilaf Devletleri Londra’da bir konferans düzenlemeye karar verdiler. İtilaf Devletleri Sevr’in yeniden gözden geçirilmesini kararlaştırdılar.
Londra’da toplanacak konferansa Osmanlı Devleti ve Yunanistan çağrıldılar. Delegeler arasında Ankara Hükümeti’nin de temsilcisinin bulunmasını şart koştular. Amaçları İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti arasında bölücülük yapmaktı. Ancak Konferansda İstanbul Hükümeti temsilcisi Tevfik Paşa, Türkiyeyi temsil etme yetkisinin tamamı ile Ankara hükümetinde olduğunu söyleyerek onlara bu kozu vermeyerek birlik ve beraberlik mesajı da verdi.
M.Kemal çağrının TBMM’ye yapılması gerektiğini, doğrudan çağrı yapılmazsa konferansa katılmayacaklarını bildirdi.
İtalyanların aracılığıyla Ankara Hükümeti de konferansa davet edildi
TBMM Temsilcisi Bekir Sami Bey, Türk milletinin Misak-i Milli ile belirlenmiş olan haklarını dile getirdi. İtilaf Devletleri bu isteğe önem vermediler.
Konferansta Ankara Hükümeti’ne önerilen barış esasları Sevr’in biraz değiştirilmiş şekli olduğundan reddedildi. Misak-i Milli ile Sevr’in uyuşması düşünülemezdi. Savaşı sürdürmekten başka çare yoktu. Önemi: Yeni Türk Devleti İtilaf Devletlerince resmen tanınmıştı. Moskova Antlaşması

(16 Mart 1921)

Türk ordusunun İnönü Zaferi sonunda Sovyetler Birliği ile TBMM arasında imzalanmıştır. Moskova Antlaşması’na göre: Doğu sınırımız büyük oranda kesinlik kazanmıştır. (Kesin sınırımız Kars Antlaşmasıyla belirlenecektir)
Sovyetler yeni Türk Devleti’ni ve Misak-i Milli’yi tanımıştır. Böylece ilk kez büyük bir devlet TBMM’yi tanımış oluyor.
İki devlet arasında çeşitli ekonomik ve siyasi konularda karşılıklı yardım kararı alındı
Doğu sınırımız güvenlik altına alındığı için, bu cephedeki kuvvetlerimizin diğer cephelere kaydırılma imkanı doğmuştur. 2. İnönü Savaşı

(23 -31 Mart 1921)

Londra Konferansı’nın barış önerilerinin TBMM Hükümeti’nce reddedilmesi üzerine, İtilaf Devletleri’nin isteklerini zorla Türklere kabul ettirmekle görevlendirilen Yunanlılar, Bursa üzerinden Eskişehir’e, Uşak üzerinden Afyon’a doğru 23 Mart 1921'de saldırıya geçtiler. Yunanlılar, Bilecik’i, İnönü’de Metris Tepe’yi ve Uşak’ı ele geçirmeleri üzerine, TBMM Muhafız Taburu cepheye gönderildi. Böylece güçlenen Türk kuvvetleri karşı saldırıya geçerek Yunan saldırısını püskürttü. Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’in savaş süresince verdiği “mevzilerin kesin olarak savunulması” emri başarının elde edilmesinde etken oldu.1 Nisan 1921’de Yunan ordusu Bursa’ya çekilmeye başladı. Böylece Yunanlılar İnönü’de ikinci kez yenildiler. Sonuç: TBMM Hükümeti varlığını bütün Avrupa devletlerine, resmen olmasa da kabul ettirdi; içte ve dışta nüfuz ve saygınlığı yükseldi.
Avrupa ülkelerinde, İngiliz ve Yunan politikasına karşı güvensizlik ve muhalefet başladı.
Ordu mensuplarında, her bakımdan kendilerine güven arttı.
Bu durum karşısında, Fransızlar Zonguldak’tan, İtalyanlar Güney Anadolu’dan çekilmek zorunda kaldılar.
Türk ordusunun kazandığı zaferler, İtilaf Devletleri’ni Türkler hakkında yararlı kararlar almaya zorladı.
II.İkinci İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından, Sovyet Rusya ve Afganistan gibi dost devletlerde büyük bir memnunluk duyulmuş ve bu resmen Türk hükümeti’ne bildirilmiştir. Kütahya – Eskişehir Savaşları

(10 -24 Temmuz 1921)

10 Temmuz’da Yunan saldırısı İnönü-Eskişehir, Afyon ve Kütahya hattında geniş bir cephede başladı. Bu durumda M.Kemal Paşa fazla kayıplar verilmeden ordunun Sakarya Irmağı'nın doğusuna çekilmesine karar verdi. Ordu, Sakarya’nın doğusunda toparlanmaya başladı. Yunanlılar da Sakarya Irmağı kıyılarına kadar ilerlediler. Yunanlılar Sakarya Irmağı'nın batı tarafında durmuşlar, yeni bir saldırı için hazırlıklara başlamışlardı. Sonuç: Eskişehir, Afyon ve Kütahya elimizden çıkmıştır.
Meclis tarafından M. Kemal 5 Ağustos 1921’de başkomutan seçilmiştir.
M. Kemal ayrıca üç ay süreyle meclisin yetkilerine de sahip olacaktı. M. Kemal ilk iş olarak ordunun gereksinimlerinin sağlanması için 7-8 Ağustos 1921’ de Tekalif-i Milliye Emirleri (Ulusal Yükümlülükler) yayınladı. Tekalif-i Milliye emirlerinin uygulanmasında çıkacak aksaklıkları ortadan kaldırmak için çeşitli yerlerde İstiklal Mahkemeleri açıldı. Sakarya Meydan Muharebesi

(23 Ağustos – 12 Eylül 1921 ) bkz. Şu Çılgın Türkler

23 Ağustos – 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan. Türk milleti için bir ölüm kalım savaşı olan Sakarya Meydan Muharebesi; Kurtuluş Savaşı içinde kader tayin edici olmuştur. Bu savaştan önce Yunanlıların başlıca hedefi; Ankara yönünde ilerleyerek, Türk Ordusunu yok etmek ve Kurtuluş Savaşı’nın sembolü ve direniş merkezi haline gelen Ankara’yı ele geçirmekti. Böylece Türk azim ve direnme gücü yok edilmiş olacaktı. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün emir ve komutasında, Türk ulusunun kanıyla yapılan ve dünya harp tarihine en uzun meydan muharebesi; Türk Kurtuluş Savaş’ı tarihine de subay muharebesi diye geçen Sakarya Destanı 21 gün 21 gece devam etmiş ve 13 Eylül günü Yunanlıların Sakarya Nehri’nin doğusunu tamamen terk etmesiyle son bulmuştur. Başkomutan Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Muharebesi sırasında ülke savunmasını şu şekilde ifade etmiştir. ''Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O sathı bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük, büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir; fakat, küçük büyük her birlik durabildiği noktadan yeniden düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler, ona uymaz; bulunduğu mevzide sonuna kadar durmaya ve direnmeye mecburdur'' Taarruz inisiyatifinin Türk Ordusu’na geçmesini sağlayan Sakarya Zaferi, TBMM hükümetine siyasi başarı kapılarını aralamış Türk milletinin özgürlüğünü ve vatanını kurtaracağı inancını da kuvvetlendirmiştir. Sakarya Savaşı sonunda; Türk Ordusu’nun 1683 yılındaki 2.Viyana Kuşatmasındaki yenilgisinden beri süregelen çekilmesi sona ermiştir. Bu savaş, Türk ordusu’nun son savunma savaşıdır. Düşman 10 Eylül’de karşı taarruzla Afyon-Kütahya hattına kadar atılmıştır.
Savaş Türk ordusunun üstün zaferiyle sonuçlanmıştır. Sonuçları:
Ulusal Kurtuluş Savaşının son savunma savaşıdır.
Düşmanın saldırı gücü tükenmiş, Türk topraklarını ele geçirme istek ve umudu yok olmuş, savunmaya geçmişlerdir.
Bu savaşa Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü Paşalar katılmıştır. Subaylar savaşıdır.
M. Kemal’e mareşallik rütbesi ve Gazi ünvanı ( 19 Eylül 1921) verilmiştir.
Sovyetler Birliği ile Kars, Fransızlarla Ankara Antlaşmaları imzalanmıştır.
TBMM Anadolu’da kesin egemenlik sağlamıştır.
TBMM’nin yaşama ve varolma mücadelesindeki en büyük başarısıdır
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Kars Antlaşması

(13 Ekim 1921) Moskova Antlaşması Doğu sınırlarımızda bazı pürüzler bırakmıştı. TBMM Hükümeti ile Sovyet Rusya arasında hiçbir pürüzün kalmamasını gerektiriyordu. Sovyet Rusya kendine bağlı; Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ın TBMM Hükümeti ile anlaşmasını öngördü. Sakarya zaferi’nden sonra bu cumhuriyetlerle yapılan Kars Antlaşması ile doğu sınırımız kesinlik kazandı.
Ankara Antlaşması

(20 Ekim 1921) Fransızlar, Sakarya zaferinden sonra TBMM Hükümeti ile kesin antlaşmayı imzalamışlardır. Ankara Antlaşmasına Göre:
TBMM ile Fransa arasında çatışmalar sona ermiş, Güney sınırımız (İskenderun-Hatay dışında) çizilmiştir.
Hatay’daki Türklere geniş haklar tanındı. Hatay için özel yönetim biçimi uygulanacaktı. Sonuç
Bu antlaşma ile Fransa TBMM’yi resmen tanımıştır.
Ankara Hükümeti’nin diplomatik zaferidir.
Fransa Anadolu işgalinde işbirliği yaptığı dostlarından kopmuş, böylece İtilaf Blok’u parçalanmıştır.
Güney sorunumuz çözümlenmiştir. Bu cephedeki birliklerin Batı Cephesi’ne kaydırılma imkanı hazırlanmıştır Önemi:
Fransız hükümetinin TBMM ile barış antlaşması imzalaması ile galip devletler arasında birlik olmadığı su yüzüne çıkmıştı. BÜYÜK TAARRUZ

(26 Ağustos-30 Ağustos 1922)

Hazırlık: Başkomutan M.Kemal düşmana kesin darbeyi indirmek için hızlı biçimde hazırlıklara girişti. Doğu ve Güney cepheleri tam anlamıyla güvenlik altına alındığından buralardaki birlikler tam bir gizlilik içinde Batı’ya kaydırıldı.
Ordunun eksiklikleri giderildi. Taarruz: M. Kemal Haziran 1922’de taarruz kararı aldı. 6 Ağustos 1922’de orduya gizlice taarruz için hazırlanması emri verildi. M.Kemal Akşehir’e gelerek komutanlarla toplantı yaptı. Toplantıda 26 Ağustos taarruz günü olarak belirlendi. Taarruz Afyon’un güneyinden Dumlupınar yönüne doğru baskın şeklinde başlayacak ve sonra da meydan savaşına dönüştürülerek düşman kuvvetleri tümüyle yok edilecekti. 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.30 da topçularımızın ateşiyle Kocatepe’den taarruz başladı.Başkomutan Mustafa Kemal de bu esnada taarruzu Kocatepe’den sevk ve idare ediyordu. Siklet merkezi 1 inci Ordu da olmak üzere, 1 inci Ordu güneyden, 2 inci Ordu kuzeyden taarruzla, harekat kısa sürede başarılı bir şekilde gelişti. Yunan savunma hattı parçalandı. 26/27 Ağustos gecesi Yunan mevzileri ele geçirildi. 27 Ağustos’ta Türk Ordusu Afyon’u Yunan işgalinden kurtardı. Dumlupınar mevzilerine çekilen düşmana karşı 29 Ağustos’ta taarruz eden ordumuz, 30 Ağustos’ta Yunan ordusunu tamamen kuşatarak büyük bir kısmını imha etmiştir. Düşman Başkomutanı General Trikopis esir alındı. Kütahya’da düşmandan temizlenmiştir. Bu savaşı Başkomutan Mustafa Kemal doğrudan kendisi yönettiği için bu zafere Başkomutanlık Meydan Muharebesi denir. Yunan ordusu, Başkomutan Mustafa Kemal’in 1 Eylül 1922’de, Türk ordusuna verdiği, ''Ordular ilk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri.'' emri ile İzmir’e kadar kovalandı. Yunan işgalindeki tüm yerler tek tek kurtaran Türk ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi. Biga, Ayvacık, Bayramiç ce Ezine'nin Calli Ethem Bey (Karabudak) tarafindan Yunan İşgalinden Kurtarılması.

21 Eylül 1922 Ayvacık'ın Yunan İşgalinden Kurtulması: http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=41844

Türk
orduları Dumlupınar’dan itibaren Yunan ordularını önüne katarak ilerlemeye başlayınca, durumu öğrenen Ayvacık’daki Yunan makamları daha Eylül’ün ilk haftasından itibaren çekilmeye daha doğru bir ifadeyle, kaçma hazırlıklarına başladılar. Türk birliklerinin İzmir’e doğru ilerlediğini öğrenen Yunan komutanlarında, gözle görülür bir telâş başlamıştı. Daha Eylül’ün ilk haftası içinde Ayvacık’daki Yunan birlikleri Küçükkuyu istikametine doğru kaçmışlardı. Ayvacık’da görüştüğümüz Abdülhadi Çınar ile Rıza Usta (Taylan)’ın ifadelerine göre:

“Küçükkuyu istikametine doğru kaçtılar ve giderken de karşıdaki çamlığı (Ayvacık’ın güneyindeki) ateşe verdiler. Ama bizim çetelerimiz de onlara yollarda kan kusturdular...” demişlerdi. Hatta işgal sırasında Yunan hesabına çalışan “Altıncı Hoca” çeteler tarafından Papazlık (Altınoluk) da yakalanmış ve Ayvacık’a getirilmişti. Orada iki yıl boyunca halka yaptıklarının hesabı misliyle sorulmuş ve sonra da öldürülmüştü.

Yunanlılar kaçınca çeteler şehre girmiş, iki gün kadar da şehirde kimi kendini kaymakam, kimisi de kadı tayin etmişti. Çanakkale Jandarma Komutanı Ali Rıza Bey, Ezine’den sonra buraya gelip, Türk birliklerini Ayvacık’a gelinceye kadar kaymakamlığa Hafız Hilmi Bey’i tayin edince, çetelerin saltanatı sona ermişti.

Bundan sonra, İşgal sırasında Yunan askerinden cesaret alarak Türk halkına yapmadık kötülüğü bırakmayan ve kaçma hazırlıklarında olan Yerli Rumlar yakalanmış ve Ayvacık’daki Gemedere çayı kenarında cezalandırılmışlardı.

21 Eylül 1922 günü Türk birlikleri tümen komutanı Çallı Ethem Bey (Karabudak), komutasında halkın sevgi gösterileri arasında şehre girmiş ve iki yıllık esaret ve zulüm hayatı sona ermişti.

Bu arada bölgedeki asayişi tam sağlamak ve boğazlar bölgesine gerekli askerî birlikleri sevk edebilmek için bütün tedbirler alınmış ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, 27 Eylül 1922 tarihinde Genelkurmay Başkanlığına yazdığı yazının bir yerinde:

“On dördüncü Fırka bugün (27.9.39) saat 3 sonra da Edremit’e uğramaksızın Papazlık’a gitmiştir. Edremit’te bir tabur piyade ve iki cebel topu bırakarak mütebâki kuvvetiyle Ayvacık’a yürüyecektir.” diyordu.

Ayvacık’a giren Ethem Bey, ilk etapta çeteler de dahil hiç kimseye bir şey yapmamış, fakat çeteler aleyhine şikâyetler artınca onları yakalatarak mahkeme huzuruna çıkartmıştı. Çetelerin yaptığı eziyet ve gasp olayları sabit görülünce, hepsi kurşuna dizilerek cezalandırılmışlardı. Ezine'nin Yunan İşgalinden Kurtulması

Yunan askerinin Ezine’den kaçtığı tarih, 4 Eylül 1922 olduğu anlaşılmaktadır. Bu sırada Ezine nüfus katibi olan Kemallılı Hasan Efendi’nin, Kurtuluş sebebiyle yazdığı şiirin altında 4 Eylül tarihi vardır. (Aşağıdaki şiiri, Hasan Efendi’nin yeğeni Hüseyin Özer’den aldım).

“O ne kara günler idi. Düşman yurdu sarmıştı. Hapis, sürgün, dayak, ölüm, son haddine varmıştı. Sürü sürü mallarımız, aşırıldı satıldı; Diri diri vatandaşlar kuyulara atıldı. Yaşı seksen ihtiyarlar, atlar ile çiğnendi, Kara kayıp giden gençler, hesapsızdı efendi. Ne ocaklar söndürüldü, ne kadar çok can yandı. Aman yarâb, bu ne vahşi, bu ne alçak Yunandı Çıkamazdı bir Müslüman hanesinden dışarı, Göğerendi şehitlerin mezbahası mezarı, Bu ne zalim sebepsiz, milletimiz masumdu, Buna göçen saltanat da aldırmadı; göz yumdu, Neler çekti çift düşmandan, vatanın öz evlâdı, Mazlumların, yetimlerin arşa çıktı feryadı. Devam etti zulüm, böyle tam iki yıl, iki gün, Nihayet Türk süngüsünden kaçtı düşman, Ser-ni gûn bu gün idi, o mesut gün. Erişmişti ordumuz, kurtulmuştu hayatımız, namusumuz yurdumuz. Bin yaşa sen, milletimin ey şan dolu ordusu; Sensin bize kazandıran, bu şerefi namusu. Ey Ezine! Sen bu günün tesîdini unutma, Bu gün sana bayram oldu, sen îdini unutma.”

İşte bu acılı günlerden kesin kurtulmanın habercisi olan kahraman ordumuzda 22 Eylül 1922 Pazartesi günü Ezine’ye girmişti. İkinci Ordu Komutanı Şevki Paşa, 23.9.1922’de Batı Cephesi Komutanlığına yazdığı yazının Ezine ile ilgili kısmında şöyle demektedir:

“İkinci Süvari Fırkası kısm-ı küllisi 22.9.38 saat 2 sonrada Ezine’ye vasıl olmuşlardı. Yevm-i mezkûr sabahı Ezine’den Çamlıca köyü kayışlar istikametinde tahrik edilen süvari alayı 13’den yeni rapor alınmamıştır. Ezine’nin 20 km. şimalindeki Hamidiye karyesine de bir bölük gönderilmiştir.”

Yine Batı Cephesi Komutanı, Genelkurmay Başkanlığına 27.9.38’de yazdığı yazı da: “Altıncı Kolordu karargâh kademesi Ezine’dedir.” diyerek bölgedeki askerî birlikler hakkında bilgi vermektedir.

Ezine’ye giren birliklerin komutanı Çallı Ethem (Karabudak)Bey’dir. Ethem Bey’e kısa bir süre şikâyetler ve ihbarlar gelmeye başladı. Bu ihbarlar, çetelerin halka eziyetlerinden başka; Yunanlıların şehirde masum insanları eziyetle öldürüp askerî depboylar bölgesinde gömülmesiyle ilgili idi. İhbarları yapanlar, ya çetelerin eziyet ettiği kişiler; ya da, Yunanlıların öldürdüğü masum insanların yakınları idi.

İşte bu durum karşısında araştırma ve soruşturmalar başlamıştı. Çünkü Yunanlılar, gündüz veya gece yakaladıkları Kuva-yı Milliyecilerin ellerini tel ile bağlayıp diri bu depboylar yanında toprağa gömülüyorlardı. Halkın haklı şikayetleri karşısında Çallı Ethem Bey, bu mezarları açtırmaya karar veriyor ve şehrin ileri gelenleri ile köy muhtarlarını da çağırarak, bu mezarları açtırıyor. Ezine-Kemallı köyü muhtarının oğlu da (Süleyman Özer) babası ile bu acılı törene katılıyor. Süleyman Özer bize, bu konu ile ilgili olarak hatırladıklarını şöyle anlattı:

Babamın muhtar olması sebebiyle ben de depboylara gittim. Ethem Bey, yanında hahamı ve Ermeni papazını da oraya getirmişti. Halktan da birçok kişi vardı. Önce, kısa bir süre evvel kapatıldığı anlaşılan mezar açtırıldı. Adamın yüz derisi bile dökülmemiş, elleri tel ile arkasına bağlanmış, sakallı birisiydi. Cesedi görenler, bunun Ezine-Çığrı köyünden olduğunu söylediler (ismini hatırlamıyorum). O zaman Ethem Bey, yanındakilere (haham ve papaza):

-‘Medeniyet medeniyet dediğiniz, bu mu? dedi.

Yine Ezine-Kızılköy’de görüştüğümüz Ömer Özdemir:

“Yahya Amcamı, elleri tel ile bağlanmış bir şekilde bu mezardan çıkardılar; biz de tanıdığımız için aldık, köyümüze defnettik. Yahya Amcam, Kuva-yı Milliyeci olduğu için öldürüldü.” demişti.

Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Ethem Bey bu durum karşısında, Türk Milleti’ne acımasızca reva görülen bu zulümlerin müsebbiplerini ve Türkleri ihbar eden yerli Rumları da, acımasızca cezalandırdı.

Yine eşkıyalık yapan, para için masum insanlara eziyet eden çeteleri (Kara Kadir, Aziz, Nezir, Sadık, Nail, vb.) haklarında şikâyetler artınca tutuklattı; Yargılama sonucu suçları sabit görülünce, Bahçeli köyünde Deveuçtu mevkiisinde kurşuna dizilerek infaz edildiler.

Bu zafer, milletin kendine güven duygusunu yükseltmiş, milli kudret ve yeteneğin yeniden canlanmasını sağlamıştır.
Bu zafer, yeni Türk Devleti’nin temeli, uygarlık yolunun en büyük köprüsü olmuştur.
Öldüğü sanılan ve mirası paylaşılmaya yeltenilen Türk milletinin yaşama hakkı ve yeteneği olduğu dünyaya kabul ettirilmiştir.
Bu zafer ile Misak-i Milli gerçekleştirilmiş, bütün düşmanlar topraklarımızdan atılmıştır.
Bu zafer, Mudanya Ateşkes antlaşması ile Lozan Konferansı’ndaki beklentilerimize esas teşkil etmiştir.
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile Anadolu’nun sonsuza kadar Türk yurdu olarak kalacağı bütün dünyaya kanıtlanmıştır.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Savaş Sonrası Antlaşmalar

Mudanya Ateşkes Antlaşması

(11 Ekim 1922 )



İzmir’in kurtarılmasından sonra, Türk ordusu, Boğazlar, İstanbul ve Trakya’nın geri alınması için o tarafa yöneldi. Bunun üzerine İtilaf Devletleri ateşkes görüşmelerine başlama isteklerini TBMM’ne bildirdiler. 3 Ekim’de Mudanya’da başlayan ateşkes görüşmelerine Türk temsilcisi İsmet Paşa gönderilmiştir. Yunanistan görüşmelere katılmamış, sonradan ateşkes metnini imzalamıştır.

Mudanya Ateşkes Antlaşmasına göre:
Türkiye ile Yunanistan arasındaki silahlı çatışmalara son verilecektir.
Yunanlılar 15 gün içinde Doğu Trakya’yı boşaltacaklar. Türkiye, barış sağlanıncaya kadar burada emniyet ve asayişi sağlanması için sekiz bin Jandarma bulunduracaktır.
Boğazların durumu barış antlaşmasıyla saptanacaktı.
İtilaf Devletleri’nin kuvvetleri barış antlaşması imzalanıncaya kadar İstanbul’da kalacaklardır.

Sonuç: Osmanlı Devleti hukuken sona ermiştir.
Doğu Trakya savaş yapılmadan kazanılmıştır.
Türk diplomasisi büyük bir zafer kazanmıştır. Bu ateşkesten sonra çalışmalar Lozan’da toplanacak barış konferansının hazırlıkları üzerine yoğunlaştırılmıştır. Artık yeni Türk Devleti uluslararası hukukun ilkeleri içinde kendini ezmek isteyenlere karşı eşit haklarla onurlu bir devlet olarak konferans masasına oturacaktı. Misak-ı Milli ile belirlenen topraklar büyük ölçüde geri alınmış, ülke bütünlüğü sağlanmıştır. Barış antlaşmasıyla da uluslararası güvenceye bağlanacaktır. Lozan Barış Antlaşması

(24 Temmuz 1923)

Lozan Barış Antlaşması’na Göre; Yeni Türk Devleti’nin uluslararası alanda bağımsız, bütün diğer devletlerle eşit, şerefli bir varlık olduğu kesinlikle tanınıyor ve Osmanlı Devleti’nin sona erdiği kabul ediliyordu. Sınırlar: Suriye sınırımız Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması’na göre kabul ediliyor.
Irak sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için bu konuda İngiltere ve Türk Hükümeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı.
Türk-Yunan sınırı Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edilmiştir. Karaağaç ve yöresi Yunanistan’ın Batı Anadolu‘da yaptığı tahribattan alınacak savaş tazminatına karşılık elde edilmiştir. Ayrıca, Gökçeada, Bozcaada bizde, diğer Ege adaları Yunanistan’da kaldı. Yunanistan, Türk sınırına yakın olan adalar asker bulundurmayacaktı.
Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı (En büyük siyasi başarı)
Azınlıklar: Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edilerek hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacaktı. Batı Trakya’daki Türklerle İstanbul’daki Rumlar dışında Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumlar ve Yunanistan’daki Türkler mübadele edileceklerdi..
Savaş Tazminatları: I.Dünya Savaşı nedeniyle bizden istenen savaş giderlerinden kurtulunmuştur.
Devlet Borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğundan ayrılan devletlerle aramızda bölüşüldü. Bize düşen bölüm taksitlendirme ile kağıt paraya göre ödenecekti. Düyun-u Umumiye de böylece tarihe karışmaktadır.
Boğazlar: Boğazlar, üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla uluslararası bir kurul oluşturulmasına ve bu düzenlemelerin “Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesi kararı alınmıştır.
Musul, Boğazlar ve Hatay sorunları Lozan’da çözümlenemeyen sorunlardır.

Önemi: Lozan Barışı bugüne kadar Türk ulusuna köklü ve huzurlu bir yaşam sağlamıştır.
Misak-ı Milli sınırları büyük ölçüde sağlanmıştır.
Türkiye tarihinde yeni bir dönem başlatmıştır.
Türk ulusu adına, I.Dünya Savaşını bitiren antlaşmadır. Mondros ve Sevr antlaşmaları tarihin çöplüğüne atılmıştır.
Doğu Sorunu, Avrupa’nın hasta adamı gibi deyimler ortadan kaldırılarak emperyalizme karşı verilen silahlı mücadele ve bunun sonunda yaratılan Yeni Türk Devleti tüm dünyaya kabul ettirilmiştir. Böylece Türkiye tüm sömürge uluslara örnek olmuştur.
 

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Teşekkürler konu için.

Kurtuluş Savaşı gelişme hazırlık eylem ve sonuç itibariyle adeta bir strateji harikasıdır.
Bu stratejiyi gösterebilecek ve sonuna kadar gelebilecek ne bir millet ne de o milete liderlik edebilecek bir lider vardır.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İtilaf Devletleri, bir yandan Boğazları işgal ederken, bir yandan da İstanbul'da karargah kurarak, Osmanlı Hükümetini dolaylı da olsa etki altına almışlardı. Daha sonra, İngilizlerle Fransızlar planlarına uygun olarak Orta Doğu'yı paylaştılar. Bir yandan da Anadolu'da kendilerine ayırdıkları bölgelerin stratejik bakımdan önemli olan yerlerini ufak birliklerle denetim altına aldılar. Fransızlar, Dörtyol, Mersin, Adana ve yörelerini, Afyonkarahisar İstasyonu'nu işgal etti. İngilizler, Batum, Antep, Cerablus kentlerini, Konya İstasyonu'nu Maraş, Birecik, Urfa ve Kars Merkezlerini işgal etti. Maraş ve çevresi daha sonra Fransızlara bırakıldı. İtalyanlar ise, Antalya, Kuşadası, Fethiye, Bodrum ve Marmaris ile yakın yörelerini işgal etti. Böylece İtilaf Devletleri, Ateşkeş Antlaşması hükümlerini uygulatmak için baskı yapabilecek önemli merkezleri ellerine geçirmiş oldular.

YER TARİH MUSUL 3 KASIM 1918 ÇANAKKALE BOĞAZI 6-12 KASIM 1918 İSKENDERUN 9 KASIM 1918 ANTAKYA 7 ARALIK 1918 BATUM 24 ARALIK 1918 KİLİS 27 ARALIK 1918 ANKARA İSTASYONU ARALIK 1918 AYINTAP 1 OCAK 1919 CERABLUS 3 OCAK 1919 HAYDARPAŞA İSTASYONU 15 OCAK 1919 KONYA İSTASYONU 22 OCAK 1919 TURGUTLU-AYDIN DEMİRYOLU 1 ŞUBAT 1919 MARAŞ 22 ŞUBAT 1919 BİRECİK 27 ŞUBAT 1919 SAMSUN 9 MART 1919 HARABNAZ VE TELEBYAZ 16 MART 1919 URFA 24 MART 1919 MERZİFON 30 MART 1919 KARS 13 NİSAN 1919
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
FRANSIZ İŞGALLERİ

YER TARİH DOĞU TRAKYA DEMİRYOLLARI 9 KASIM 1918 ÇANAKKALE BOĞAZI 6-12 KASIM 1918 DÖRTYOL 11 ARALIK 1918 MERSİN 17 ARALIK 1918 TOROS TÜNELLERİ 27 ARALIK 1918 ADANA VE POZANTI 27 ARALIK 1918 DOĞU DEMİRYOLLARI 15 OCAK 1919 TURGUTLU-AYDIN DEMİRYOLU 1 ŞUBAT 1919 ÇİFTEHAN VE AKKÖPRÜ 3 ŞUBAT 1919 AFYON İSTASYONU 16 NİSAN 1919

İTALYAN İŞGALLERİ

YER TARİH ANTALYA 28 MART 1919 KONYA İSTASYONU 26 NİSAN 1919 KUŞADASI 4 MAYIS 1919 FETHİYE, BODRUM 11 MAYIS 1919 MARMARİS 11 MAYIS 1919 AKŞEHİR (KISMEN) 14 MAYIS 1919 AFYON 21 MAYIS 1919 MALKARA 27 MAYIS 1919 BURDUR 28 HAZİRAN 1919


YUNAN İŞGALLERİ

Yunanistan, 1829 yılında Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak bağımsızlığını kazandı. Sürekli olarak sınırlarını, Türklerden toprak alarak genişletmiş ve 1913 İkinci Balkan savaşı sonunda, Batı Trakya dışında bugünkü sınırlarına erişmişti. Ege'de de 12 Ada dışında tüm adaları elde etmişti. Yalnız İmroz ve Bozcaada Osmanlılara bırakılmıştı. Birinci Dünya Savaşı çıkınca, Yunan Kralı Konstantin tarafsız kalmak istedi ise de azılı bir pan-helenist olan Başbakan Venizelos, İtilaf Devletleri yanında savaşa girilmesi için uğraşmış, sonunda bunu başarmıştır. 1915 yılı sonbaharında Yunanistan, Antlaşma Devletleri yanında savaşa girmiş. Böylece Balkanlarda Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan'a karşı yeni bir cephe açılmıştır. Savaş bitince Venizelos, yaptığı hizmetten pay istedi. Ona göre zaten Yunan Anavatanının bir parçası olan Batı ve Doğu Trakya kendisine verilmeliydi. Ama bu da yetmezdi. Anadolu'nun Ege Bölgesi de Yunanlıların hakkıydı. Venizelos üstün bir propaganda gücü ile bu yalanları, dünyanın dört bucağına yaymış Yunan milyarderlerinin de desteği ile, İtilaf Devletleri'nin kamu oyuna benimsetmeyi başarmıştır.

Yunanlıların işgal ettiği başlıca yerler:

YER TARİH Uzunköprü-Hadımköy Demiryolu 9 Ocak 1919 İzmir 15 Mayıs 1919
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İZMİR'İN İŞGALİNE TEPKİLER

Bilindiği gibi Lloyd george, Clémanceau ve Wilson'dan oluşan Yüksek Konsey, L. George'un davetiyle Anadolu'da asayişsizliğini hüküm sürdüğünü ve Hristiyan halkın tehlikede olduğunu bahane ederek 15 Mayıs 1919'da Yunan ordusunun İzmir'e çıkmasına izin vermiş. Yunan kuvvetleri vali ve kolordu komutanının pasif tutumlarının da yardımıyla kenti işgal etmişlerdi. Yerli Rumlar Yunanlıları bayraklarla karşılamışlardı. İzmir Metropoliti Chrisostomos ilk gelen kuvveti takdis etmiş, papazlardan biri de "Türkleri öldürün" diye bağırmaya başlamıştı. Askerlik şubesi başkanı Süleyman Fethi Bey süngülenerek öldürülmüş, Türk subayları binlerce yerli Rumun taşlı sopalı saldırısına uğramıştı. Bazılarının kafatasları kırılarak öldürülmüş, bazı yaralılar ölmeden denize atılmıştı. Kahvehanelerde bira içen kadınlı erkekli Rum grupları önlerinden geçen Türkler üzerinde atış talimleri yapmışlardı. Elleri bağlı Türk esirleri Yunan başbakanı Venizeolos'un olayları soruşturmakla görevlendirdiği Albay Mazarakis'in bile kudurmuş olarak nitelendirdiği Rumlar tarafından parçalanarak öldürülmüşlerdi.

Uygar dünyanın gözü önünde işlenen bu cinayetler kuşkusuz Türk milletinin üzüntü ve nefretini bir kat daha artırmıştı. 16 Mayıs'ta hükümet istifa etmiş, yeni hükümeti kurma görevi tekrar Damat Ferit Paşa'ya verilmişti. Mustafa Kemal Paşa Samsun'dan Sadaret'e çektiği bir telgrafla İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinin ordu ve milletçe kabul edilemeyeceğini bildirmişti. İstanbul'da işgali kınayan mitingler yapılmış, Yıldız sarayında cemiyet ve parti temsilcileriin katıldığı Saltanat Şurası adıyla istişarî yetkileri olan bir meclis toplanmıştı. Yurdun dört bir yanında coşkulu mitingler düzenlenmiş, İstanbul'daki resmî makamlara protesto telgrafları yağdırılmıştı.

İzmir'in işgaline tepkiler, özellikle böyle bir işgal tehlikesi altında bulunan Orta ve Doğu Karadeniz kıyılarında daha bir etkili bulunan ilhak anlamına gelmediğiini anlatmak için özel bir kurul gönderilmişti. Giresunlular 17 Mayıs'ta Belediye Reisi Osman Ağa'nın (Topal Osman) başkanlığında büyük bir protesto mitingi düzenlemişlerdi. Bölge basını da işgali büyük bir tepki ile karşılamıştı. Giresun'da siyah çerçeveler içinde "İzmir Faciasını unutmayınız" hitabı ile yayınlanmakta olan Işık Gazetesi, işgalin etkisini şöyle ifade etmişti: "Göklerden yıldırımlar yağsa, dağlardan kanlı volkanlar fışkırsa, denizler taşsa da araziyi tufanlara boğsa idi Türklüğe, alem-i İslamiyete belki o kadar tesir göstermezdi".

İşgalin gerek Trakya'da gerekse Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki tepkileri de bundan farklı olmamıştı. Trakya'nın bir çok yerinde düzenlenen mitinglerin en önemlisi Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi'nin Edirne'de düzenlediği Sultan Selim mitingiydi. Siirt'te heycana gelen halk her gün insan dalgaları halinde ilçe, bucak ve köylerden sancak merkezine akarak mitingler yapmıştı. 23 Haziran'da yapılan mitinge 58.000 kişi katılmıştı. 17 Mayısta Hasankale'den padişaha, Silvan'dan 30.000 nüfus adına Sadaret'e işgali kınayan telgraflar çekilmişti. İzmir'in işgalinin içteki bu büyük tepkileri yanında dış tepkileri de olmuştu.

Bazı İngiliz yetkilileri işgali, doğuracağı tepkiler açısından delice bir hareket olarak nitelendirmişlerdi. İngiliz Genelkurmay Başkanı General H. Wilson, daha işgal öncesinde bunu büyük bir yanlışlık olarak değerlendirmişti. Fransa'da bir tepki görülmemiş, Sadece Pierre Loti ve Claude Farrere gibi Türkleri tanıyan yazarlar işgali eleştirmişlerdi. İzmir'in işgali, İtalya'da öfkeyle karşılanmıştı. Kuşkusuz bu öfke, işgalin haksızlığından değil, İzmir'in daha önceki paylaşma projelerinde İtalya'nın payı olarak belirlenmesindendi. Amerikan halkı da Wilson ilkelerinin bir yana atılmasını hoş karşılamamıştı.

Sonuç olarak İzmir'in işgali yakın tarihimizin acı dolu sayfalarından birini oluşturmakla birlikte Millî Mücadele açısından millî potansiyeli harekete geçirmiş, milletin heyecanını doruk noktasına çıkarmıştı. Herhalde halka ne denli anlatılırsa anlatılsın, düşmanın çirkin içyüzünü ortaya koyabilecek bunun kadar etkili bir yol bulunamazdı. işgalin Ayrıca Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı ve millî kurtuluş mücadelesine soyunduğu günlere rastlamış olması da millî mücadelemizin talihliliği olarak değerlendirilebilir. Bir taraftan Anadolu'nun Bat kıyılarına çöken bir karanlık, diğer taraftan kuzey kıyılarından doğan bir güneş. Her halde bu tarihin garip cilvelerinden biri olsa gerektir. İzmir'in işgali, işgalci devletler açısından sonuçlarını hesaplayamadıkları bir gaf, Yunanistan açısından ise sonu hüsranla biten Anadolu macerasının başlangıcı olmuştu.

İmparatorluğun o günlerdeki iç karartıcı durumunu belirtmek hiç de zor değildir. 1911 yılından beri üç savaş görmüştü bu ülke, üstelik hepsinden de yenik çıkmıştı. Amerikan Başkanı Wilson, ünlü 14 maddesinde her ulus için bağımsız bir devlet kurma ilkesini ortaya atmış olmasına rağmen Osmanlı ordusu dağılmıştı. Yeniden birliği sağlayacak subay bulmak son derece zordu. Üstelik yönetimi ellerinde bulunduranlar, mücadeleden yana değil, İtilaf Devletlerinin şu ya da bu kanadının altına girip varlıklarını sürdürebilmek peşindeydiler. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu çöküntüsü karşısında, her bölgede kurtuluş için çare arayanlar çıkıyordu. Kendi aralarında birleşenler örgütler kuruyorlar, toplantıları ile, yayın yolu ile seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.

Trakya'nın Yunanlılara verilmesini engellemek için Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Umumiyesi adı altında bir dernek kurulmuştu. Doğu Anadolu'nun ermenilere verilmesini önlemek için de Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çalışmalarına başlamıştı. Bu dernek belirli bir programla hareket ediyordu. Hiç bir şekilde bölgeden göç edilmemesi kararını almıştı. Böylece topraklarından çıkmayacklar ve hiç kimsenin buranın sahibi olmasına da izin vermeyeceklerdi. Seslerini duyurmak, propaganda verebilmek için örgütlenmeliydiler. Saldırıya uğrarlarsa doğu illerini bütünü ile savunmaya kararlıydılar. İzmir'in Yunanlılara verilmemesi için İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti kurulmuştu. Bu daha sonra Redd-i İlhak Cemiyeti'ne dönüştü. İstanbul'da da bazı dernekler çalışmalar yapıyorlar, çeşitli yayın araçlarıyla seslerini duyurmaya çaba sarfediyorlardı.

Bu derneklerin kurulmasını, çalışmalarını ve bütün zor şartlar altında varlıklarını sürdürmelerini küçümsemek düşünülemez. Ancak bir bakıma her biri soruna kendi açısından yaklaşıyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde birliği sağlayacak bir kuruluş yoktu. Hükümet ve daha yüksek katlarda bu açıdan bir inanç da bulunmadığı için bu derneklerin tutumunu olağan saymak da mümkündür. Trakya da, Doğuanadolu da sadece kendini kurtarma mücadelesine girmişti. Başarılı olurlarsa, mesela Trakya'da, bir Trakya Cumhuriyeti kurulabilecekti. Bunun dışında özellikle İngiliz Muhibleri Cemiyeti'nin büyük çabaları ile bazı kimselerde İngiliz himayesi altına girme fikri uyanmıştı. Himaye altına girme, artık eskisi gibi sömürge olma anlamını taşımıyordu.

Bunlara göre Milletler Cemiyeti gibi, uluslararası bir örgüt bu himayenin denetlemesini yapıyor ve ilerde himaye kaldırılıyordu. Üstelik İngilizler bu konuda çok deney sahibi olmuşlardı. Böyle bir tutum takınılırsa hem başka devletlerin baskısı ortadan kalkar ve hem de sınırlarımızı garanti altına alabilirdik. İstanbul'daki bir takım çevreler ise pek çoğu da iyi niyetli olmak üzere İngiliz himayesi yerine Amerikan mandasını (güdümünü) ülke için daha olumlu bulmaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri özgürlüklerden yanaydı. Başkan Wilson, 14 maddesi ile bunu vurgulamıştı. Üstelik İngilizler bir yere girince onları oradan söküp atmak kolay bir iş olmayacaktı. Sorun Amerikan senatosonu bu konuda uyarabilmekti...

Görüldüğü gibi düşünülen kurtuluş yolları birbirinden farklıydı. Kimine göre bölgeler kurtarılmalı, kimine göre İngiliz himayesini benimsemeli, kimine göre de Amerika'nın güdümü altına girilmeliydi.

Mustafa Kemal Paşa bu yolların hiç birini yerinde bulmamıştır. Ona göre gerçek olan şuydu ki, Osmanlı İmparatorluğu çökmüş ve ömrü tükenmişti. Ama Türklerin barındığı Anadolu'yu parçalamaktan kurtarma çabasına girişebilirdi. Ulusal egemenliğe dayalı bağımsız bir Türk devleti kurmaktan başka çare yoktu. Girişilecek mücadelede başarılı olunmazsa ne olacaktı? Yabancı devletlerin yönetimi altına girecektik.Öyleyse daha başta bunu benimseyip onurlu bir mücadeleye girişerek bağımsızlığımızı elde etmekten kaçınacaktık. Bunun için ta baştan beri kafasına ve gönlüne yerleştirdiği ya bağımsızlık ya da ölüm ilkesine uyarak bu ulusun başına geçmeyi ve kurtuluş hareketini gerçekleştirme çabasını sürdürmeliydi.

1919 yılının Şubat ayında Tevfik Paşa Hükümeti değiştirilmiş, Damat Ferit Paşa sadrazam olmuştu. Yeni sadrazamın kafasında İngilizlerle iyi geçinmek ve onların gözüne girerek bazı ödünler koparmaktan başka düşünce yoktu. Bu yüzden pek çok kimseyi tutuklatmış ve Malta'ya sürgüne göndermişti. İstanbul'da bulunan bütün yurtseverler endişe ile başlarına gelecekleri beklemekteydiler.

Mustafa Kemal, Şişli'de kiraladığı evde yakın arkadaşları ile görüşmeler yaparak ilerisi için planlar hazırlıyordu. Anadolu'ya geçmeli ve Anadolu halkını örgütlemeliydi. Bu sırada Adana'dan gelen okul arkadaşı Ali Fuat Paşa'dan Anadolu'nun durumu hakkında bilgi aldı. Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal'e Damat Ferit Paşa hükümetinin üyelerinden Mehmet Ali Bey'i tanıştırmıştı. Bu tanışmanın ileride çok yararları olacaktır. Ayrıca Trakya'da bulunan Kâzım Karabekir Paşa da 15'inci Kolordu Kumandanlığını devralmak için doğuya giderken İstanbul'da Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştü. Böylece Anadolu'da girişilecek harekette bu iki eski dostla belirli dayanaklar sağlanmış oluyordu. Mesele artık Anadolu'ya geçebilmekti.

Samsun'da bulunan İngiliz komutanı Georges Milne, o günlerde İstanbul'daki Yüksek Komisyon'a gönderdiği raporda Samsun ve civarında karışıklıklar bulunduğunu bildirmişti. Yüksek komiserlik de bu raporu hemen Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya göndererek bu bölgede Rumlara saldırılan yapıldığını ve bölgede sükûnetin sağlanamadığını bildirmiş ve gerekli önlemler alınmızsa işgal kuvvetlerinin işe el koyacağını duyurmuştu.

Damat Ferit Paşa, İngilizleri kızdıran bu duruma bir çare bulma telaşına kapıldı. Dâhiliye Nâzırı Vekili Mehmet Ali Bey'i çağırarak bu durumda ne yapmak gerektiğini sordu. Mehmet Ali Bey daha önce Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştü ve onun Anadolu'ya geçmek istediğini biliyordu. Samsun'daki duruma İstanbul'dan bir çare düşünülmesinin mümkün olmadığını, oraya yetkili bir kimsenin gönderilmesinin uygun olacağını sadrazama söyledi. Bu işin yapılabilmesi için de en uygun kimsenin Mustafa Kemal Paşa olduğunu da sözlerine ekledi.

Damat Ferit Paşa Mustafa Kemal'i yakından tanıyabilmek için bir akşam yemeğine çağırdı. Görüşmeden sonra bu görevin Mustafa Kemal'e verilmesini uygun buldu. Ertesi günü Harbiye Nazırı Şakir Paşa ile görüşen Mustafa Kemal, atanmasının resmî şekilde yapılmasını ve sadece bu bölgedeki Türklerle Rumlar arasındaki karışıklıklar hakkında bir rapor yazmakla görevinin sınırlandırılmasını ve daha geniş yetkiler verilmesini istedi. Bu işle kendisi meşgul oldu. Genelkurmay Başkanlığına giderek atama emrini hazırlattı. Bu emirdeki yetkilerin geniş tutulması konusunda Genelkurmay İkinci Başkanı, arkadaşı Diyarbakırlı Kâzım Paşa'nı büyük yardımını gördü. Mustafa Kemal görünüşte üçüncü ordu müfettişi oluyordu, ama yetkileri öyle geniş tutulmuştu ki, ona Anadolu Genel Müfettişi demek pekâlâ mümkündü. Ancak bu emri kabine üyelerinin de imzalaması gerekiyordu.

Bu işi de Mehmet Ali Bey üstlendi. Damat Ferik Paşa Circle d'Orient Kulübünde briç oynarken atama emrini getirdi ve Sadrazam hiç okumadan imzayı bastı. Sadrazamın imzaladığı atama emrini diğer nazırlar da imzalamışlardı. 30 Nisan 1919 tarihinde bu emir padişahca da onaylandı.

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçip kurtuluş hareketini örgütleme planlara yaparken Paris'te Türkiye hakkında olumsuz gelişmeler sürüp gidiyordu. Lloyd George, Yunanlılara ödünler veriyor ve onların İzmir'e çıkmaları için yeşil ışık yakıyordu. İtalyanlar kendi ihtirasları uğruna da olsa Yunanlılarırn İzmir'e karşı çıkmalarına direniyorlardı. Ne var ki, Fiume olayı yüzünden İtalyanlar Yüksek Konsey'den çekilince meydan boş kalmıştı. Wilson karşı koymadı. Clemenceau hiç ilgilenmedi. Böylece Mayıs ayında Yunanlıların İzmir'e çıkmasına büyük devletler izin vermiş oluyorlardı.

14 Mayıs 1919 akşamı Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın evine akşam yemeğine davet edilmişti. Gayet soğuk bir hava içinde geçen yemekten sonra küçük bir salonda getirilen bir harita üzerinde Sadrazam, Mustafa Kemal Paşa'ya sordu: "Samsun ve havalisinde ne yapacaksınız?". Mustafa Kemal, İngiliz raporlarına göre bu bölgede karışıklıklar olduğunu, bunun büyütüldüğü kanısında bulunduğunu ve yerinde yapacağı bir araştırma ile sorunu çözüme kavuşturacağını bildirdi. Kendisi ile birlikte yemekte bulunan Cevat Paşa da Mustafa Kemal'i destekleyerek bu gibi işlerin yerinde çözümlenebileceğini söyledi. Sadrazamın asıl endişesi Mustafa Kemal'in Anadolu'da ne kadar yere sözünü geçireceği idi ve bunun geniş tutulmasını istemiyordu. Bu konuda da Cevat Paşa araya girerek zaten Anadolu'da pek kuvvetin kalmadığını söyleyerek Sadrazamı rahatlattı. O gece Nişantaşı'ndaki konaktan ayrılırken Damat Ferit Paşa gitmeden önce padişahı da ziyaret etmesini Mustafa Kemal'e bildirdi.

Ertesi günü 15 Mayıs 1919'da Yunan birlikleri yirmi bin kişilik bir kuvvet halinde İzmir'e çıkmışlardı. Haberin Babıali'ye gelişi sırasında Mustafa Kemal de Harbiye ve Dahiliye nazırlarına veda etmek için orada bulunuyordu. Etrafta bir telaş, bir koşuşturma sürüp gidiyordu. Mustafa Kemal bu durumda ne yapacaklarını merakla bekliyordu. Osmanlı yetkilileri sadece protesto edeceklerini söylüyorlardı. Yani protesto ederek Yunanlıları İzmir'den çıkaracaklar, şa da İngilizler, Yunanlıları geri çekeceklerdi! Mustafa kemal Paşa kendisini Samsun'a götürecek geminin hazır olup olmadığını sorunca Bandırma vapurunun rıhtımda beklediği bildirildi ve kaptana hareket etmesi için bir emir yazıldı. Yola çıkmadan önce Mustafa Kemal'in yapacağı son ziyaret Yıldız Sarayı'na gidip padişaha veda etmekti. Son Osmanlı padişahı ile Türkiye Cumphuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanının bu son görüşmeleri olacaktı.

Mustafa Kemal ile Vahdettin, Yıldız sarayının küçük bir salonunda adeta diz dize denecek kadar yakın oturmuşlardı. Padişahın sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Pencereden toplarını Yıldız Sarayı'na çevirmiş gibi dura düşman gemileri görünüyordu. Vahdettin: "Paşa, paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi şimdi bu kitaba girmiştir, tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsiniz" diyordu. Mustafa Kemal Paş, önce padişahın bu konuşmasından ne demek istediğini kesin olarak anlayamamıştır.

Yoksa Vahdettin de onun Anadolu'ya gidip ulusu kurtarma çabasına destek mi veriyordu? Fakat heyecana kapılmamış, bu konuda bir şey söylemeyerek sadece teşekkür etmekle yetinmiştir. Onun bu tutumu karşısında padişah düşüncelerini biraz daha açıklamak zorunda kaldı. Osmanlıların hiç bir kuvveti bulunmadığını, tek dayanağı İstanbul'daki İtilaf Devletlerinin siyasetlerine uymak, onların istediği gibi davranmak olduğunu söylüyordu. Mustafa kemal de merak buyurulmamasını, elinden geleni yapacağını söyleyerek padişahın yanından ayrıldı. Dışarı çıkınca padişahın yaveri Naci Paşa, Mustafa Kemal'e üzerinde Vahdettin'in ilk harfleri işlenmiş bir saati sultanın hediyesi olarak takdim etti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
ERMENİ VE GÜRCÜ İŞGALLERİ

1918 yılında, Osmanlı toprakları dışında kurulan Ermenistan Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması'nda taraf değildi. Ancak Osmanlı yurttaşı olan Ermeniler I.Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletlerine yardım etmişti. Savaş sonrasında da yeni kurulan Ermenistan Anadoludaki Ermenilerle birleşmek ve onların oturdukları yerleri kendi sınırları içine almak istiyordu. Ama İtilaf Devletleri, Anadolu'da bir zamanlar Ermeni Yurdu olarak kabul ettikleri yerleri bu Devlete bırakmak hazırlığındaydılar. Türk birliklerinin Kafkaslardan çekilmesi üzerine, Ermeniler de Doğu Anadolu'ya ilerleyerek işgallere başladılar. Güneyde ise Fransızlar, Çukurova'ya Ermenileri yerleştirmek amacındaydılar. Bu durum bölgede şiddetli çatışmalara yol açtı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
MUSTAFA KEMAL'İN İSTANBUL'A GELMESİ

Tarihin ilginç bir rastlantısı olarak, M. Kemal Paşa 13. Kasım 1918 günü Haydarpaşa'da Adana treninden inip, vapurla İstanbul yakasına geçmek isterken, İtilaf Devletleri'nin 60 parçalık büyük filosu da, Çanakkale Savaşları'nda geçemedikleri Çanakkale Boğazı'nı geçmişler ve İstanbul'da demir atıyorlardı. Tüm halkın, Hükümetin ve Padişah'ın umutsuzluk içinde bulunduğu bu manzara karşısında M. Kemal Paşa hiç yılgınlık göstermeyerek "geldikleri gibi giderler" diyerek, daha o gün, kurtuluş inancını belirtmişti. Fakat İzzet Paşa birkaç gün önce Sadrazamlıktan istifa etmiş bulunuyordu. Oysa M. Kemal Paşa, İzzet Paşa kabinesinden çok şey umuyordu. Adana'dan çektiği telgrafda Harbiye Nazırlığı'nın kendisine verilmesini istemişti. Gerçekten de İzzet Paşa bu makama hiç kimseyi atamamıştı. Kuşkusuz Mondros Ateşkesi hükümlerinin uygulandığı bir dönemde M. Kemal Paşa gibi birisi Harbiye Nazırı olsa idi, orduların terhisi, silah ve cephanenin teslimi, stratejik noktaların denetiminin İtilaf askerlerine bırakılması gibi birçok şey yapılmaz ve daha başlangıçtan kurtuluş için büyük üstünlük sağlanabilirdi. M. Kemal Paşa İstanbul'a gelir gelmez İzzet Paşa ile görüşerek, istifanın yerinde olmadığını, kurulmak üzere olan Tevfik Paşa kabinesinin güven oyu almasını engelleyip, yeniden İzzet Paşa'nın Sadrazam olması görüşünde olduğunu belirtti. Bunu gerçekleştirmek isteyen M. Kemal Paşa, Meclis-i Mebusan'da, Tevfik Paşa'nın güvenoyu almaması için girişimlerde bulundu. Fakat sonuç alamadı. Bu girişimden umutsuz kalınca, Padişah Vahdettin ile birkaç kez görüşerek düşüncelerini anlamak ye yol göstermek istedi. Fakat Padişah ona bu fırsatı vermedi. Padişah'ın yalnız kendini, tahtını düşündüğünü, ülkenin içinde bulunduğu durumu görmekten, aciz davranışları ve sözleri karşısında, M. Kemal Paşa, Meclis'in dağıtılması sebebiyle meşru yollardan mücadele olanağı kalmadığını gorünce bir ihtilal ile Padişah ve Hükümeti devirmek için arkadaşlarıyla görüşmelerde bulundu. Fakat bundan da bir sonuç çıkmayacağı görüşüne varılarak vazgeçildi. M. Kemal Paşa İstanbul'a geldikten sonra yerleitiği Perapalas'ta basın ve yabancılarla da görüşmelerde bulundu. 16 Kasım 1918 tarihinde, Vakit, Zaman ve Minber gazeteleri yazarlarıyla yaptığı konuşmada, kuvvetli olmayı "Manen, ilmen, fennen, ahlaken kuvvetli olmak demektir. Askeri kuvvet en son da gelir. Yukarıda sayılan meziyetler bir millette mevcud değilse, bu milletin fertlerinin enson silahlarla donatılmış olması hiç bir şey ifade etmez." biçiminde yorumlayarak, ileriki yılların Türkiyesi ve Türk Ulusu için görüşlerini de dile getirdi. M. Kemal Paşa ayrıca Minber Gazetesi'ne de ortak olarak görüşlerini açıklamaya çalışıyordu. Meclis ve Padişah'dan umudunu kesen, ihtilal girişiminin de işgal kuvvetleri dolayısıyla bir işe yaramayacağını gören M. Kemal Paşa, "Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul'dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir süre isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk Ulusu'na felaketi haber vermek" kararına vardı. Bu arada Şişli'de bir eve taşınan M. Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Kazşm Karabekir Paşa ve İsmet Beyler ile sık sık görüşerek, ileride yapılacak Bağımsızlık Mücadelesi'nin esaslarını saptamaya çalıştılar. Bu sırada K. Karabekir Paşa da 15. Kolordu Komutanlığı'na atanmak üzereydi. Ali Fuat Paşa da izinli geldiği İstanbul'dan ayrılıp Ankara'ya Kolordusu'nun başına dönecekti. Bundan da yararlanarak şu esaslary saptadılar.

l-Terhis işlemi hemen durduralacak

2-Cephane ve silahlar düşmana teslim edilmeyecek

3-Genç ve enerjik komutanların iş başına getirilmesi sağlanacak

4-Ulusal Direnişe taraftar yöneticilerin değiştirilmemesine çalışılacak

5-Particilik mücadelesine engel olunacak ve "Halkın morali" yükseltilecekti.

Ali Fuat Paşa ile bu esasları saptayan M. Kemal Paşa'nın, Ali Fuat Paşa'ya da ayrıca "Kolorduna hakim ol etrafına güven ver hele halk ile yakından temas et."diye öneride bulunması, O'nun yapılacak mücadele için halka dayanmak istediğini açıkça göstermektedir. Ayrıca Kazım Karabekir Paşa ile yaptığı görüşmelerde Doğu Anadolu'da bazı vatanperver dernekler kurulduğuna değinerek bunlarla ilişki kurulması gereğinden söz edilmişti. Kazım Karabekir Paşa da kendisini ordunun başına geçmek üzere Anadolu'ya davet etmişti. Kulağından hasta olan M. Kemal Paşa, iyileşir iyileşmez kendisine katılacağını belirtmişti. Nitekim kısa bir süre sonra 1919 Nisan başında kulağından ameliyat oldu. İsmet Bey'i de bu toplantılara çağıran M. Kemal Paşa Anadolu'ya geçmek, milleti uyandırmak, kurtuluş çarelerini orada aramak amacında olduğunu açıkladıktan sonra, Anadolu'ya geçmek için en güvenilir yolun hangisi olduğunu göstermesini istedi. Görülüyor ki M. Kemal Anadolu'ya geçmek için Nisan 1919'da kararını vermiş ve bu girişimlerini gösteriyordu. Türk Ulusu'nun kadere boyun eğmeyeceğini görmüştü. Paris Barış Konferansı'nda Türkiye'nin paylaşılması, İzmir'in Yunanistan'a verileceği ve doğu da bir Ermenistan kurulmak istendiği anlaşılınca ülkenin vatanperverleri kendi yörelerinin kurtuluşu amacıyla "Müdafaa-i Hukuk" dernekleri kurarak çalışmaya başlamışlardı. Mustafa Kemal Paşa ulusun, bu teşkilatsız ve başsız olarak yaptığı çabaları görerek, ulusun başına geçerse neler yapabireceğini anlamıştı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
MUSTAFA KEMAL'İN ANADOLU'YA GEÇMESİ

M. Kemal Paşa İstanbul'a geldikten sonra, İzzet Paşa Kabinesi'nin düştüğünü görmüş ve İstanbul'da kalarak Kabine'de Harbiye Nazırı olmak, böylece ordunun terhisini, silah ve cephanenin İtilaf Devletleri'ne teslimini engelleyebilmek istemiş fakat başaramamıştır. İstanbul'da bulunduğu bu süreyi çok iyi değerlendirdi. İ.T. ileri gelenlerinin kaçmasıyle, şimdi İstanbul'da bulunanlar için de kişisel yetenekleriyle göze çarpan M. Kemal Paşa idi. M. Kemal Paşa İstanbul Hükümetleri'nin ve Padişahın İngilizlerin elinde kukla durumunda olduklarını da yakından gördüğü için, İstanbul'da kalmanın anlamı kalmadığını ve Anadolu'ya geçmenin gerektiğini görerek, Ali Fuat ve Kazım Karabekir Paşalar ve İsmet Bey ile bu konuları görüşüyorlardı. Bu arada İtilaf Devletleri'nin de durumu değişmişti. Anadolu'nun bazı noktalarında askerleri bulunmasına rağmen Anadolu gerçekte işgal edilememişti. Çünkü Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan İtilaf Devletleri kamuoyları savaştan bıkkın ve yorgundular. Anadolu'nun işgali için kısmi bir seferberlik bile bir ülkenin kamuoyunda büyük tepki yaratabilirdi. Orta Doğu'da yeni bir savaş için İngiliz kamuoyunu razı etmek imkansızdır. Bu sebeple, ileride göreceğimiz gibi Sevr Anlaşması'nı Türklere zorla kabul ettirmek görevi Yunan ordularına verilecektir. Anadolu'da oluşmaya başlayan "Müdafaa-i Hukuk" kuruluşlarının da İtilaf Devletleri tarafından pek de ciddiye alındığı yoktu. Herkes bir otorite ve silahlı kuvvetleri olmayan bu örgütlenmenin önemli bir tehlike olmayacağı, genel de Türk halkının yaygın olarak kaderine razı bir görünümde olması sebebiyle İtilaf Devletleri'ni endişelendirmiyordu. İngiltere, Padişah-Halife elde oldukça, onun aracılığı ile tüm Türklerin de elde edileceğini düşünüyordu. Padişah ve Osmanlı Hükümeti Anadolu'yu unutmuşlar, kendi çıkarları için İngiliz politikasının esiri olmuşlardı.

Fakat bu sırada Samsun, Vezirköprü, Merzifon dolaylarında Pontus Rum çetelerinin saldırıları ve Türkler'in kendilerini savunmaları dolayısıyle çıkan çatışmalar sonucu asayiş bozulmuştu. İtilaf Devletleri olayın gerçek sorumlularını değil, Türkleri suçlu gösteriyor ve Türklerin Rumları katlettiklerini ileri sürüyorlardı. İngiltere, Osmanlı Hükümetine Karadeniz yöresinde asayiş ve sükun sağlanmadığı takdirde, Mondros Ateşkesi'nin 7. ve 24. maddelerine dayanarak buraları işgal edeceğini bildiren bir nota verdi. Damat Ferit Paşa İngiliz Siyasi Temsilcisi ve sonra da Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey'le durumu görüşerek soruna çözüm aramaya başladı. Mehmet Ali Bey, Ali Fuat Paşa aracılığı ile tanımış olduğu M.Kemal Paşa'nın buraya gönderilmesini önerince tarihi bir fırsat, hem de M. Kemal Paşa'nın kendisinin bile hayal edemediği bir biçimde doğdu. Türklerin direnişini kırmak isteyen İngilizler, daha 9 Mart 1919'da Samsun'a 200 asker çıkarmışlardı. Fakat yeterince askerleri olmadığı için Osmanlı Hükümeti'nin asayişi sağlamasını istiyorlardı. Samsun'a mutlaka bir komutan gönderilecekti. Bu göreve M. Kemal Paşa'nın seçilmesi için sebep vardı. M. Kemal Paşa İ.T. ye karşıydı ve Enver Paşa'nın da, rakibiydi, ayrıca Almanlara ve Türk ordusunun Almanya'nın denetimine verilmesine karşı çıkmıştı. Birinci Dünya Savaşı'na girilmesini de istememişti. Bir ara Vahdettin ile Avrupa gezisinde birlikte bulunmuştu ve Padişah da O'nun görevlendirilmesini istiyordu. Hürriyet ve İtilaf Partisi, M. Kemal Paşa'nın bu durumunu bildikleri için kendi yanlarında görmek istiyorlardı. M. Kemal Paşa'yı kazanırlarsa, ordu içinde güçlü bir dayanak elde etmiş olacaklardı. İtilaf Devletleri temsilcileri de M. Kemal Paşa için soruşturma yapıp, İttihatçı olmadığını öğrenerek güvenlerini belirtmişlerdi. Anadolu'ya mutlaka bir komutan gönderileceğine göre, ordunun sevdiği ve saydığı, Çanakkale'nin büyük kahramanı M. Kemal Paşa'nın gönderilmesi uygun görüldü. Harbiye Nazırı, M. Kemal Paşa'ya ilgili dosyayı vererek incelemesini istedi. M. Kemal Paşa, görevi hiç tereddüd etmeksizin kabul etti. Bu görev O'na, düşündüğü "Ulusal Mücadele" için büyük bir fırsat veriyordu. 30 Nisan 1919'da Harbiye Nezareti, Sadarete "Mülga Yıldırım Ordular Grubu Kumandanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği'ne tayin olunduğunu ve Padişah'a takdim edilmesini" istedi. Sadaret atama işlemlerini yürüterek aynı gün "İrade-i seniyye" çıkması sağlandı. Harbiye Nezareti'nin isteği üzerine M. Kemal Paşa 'nın Müfettişlik bölgesine giren il ve sancaklara, emirlerinin yerine getirilmesi için genelge gönderildi. 1 Mayıs'ta Sadrazam Damat Ferit Paşa kendisini kabul ederek, kendisinden çok şeyler beklediğini belirtti. Konu Kabine'de açıldığında, Şeyhülislam ve Adliye Nazırı karşı çıktılar, fakat Damat Ferit Paşa'nın, bunun bir Padişah emri olduğunu bildirmesi üzerine vazgeçtiler. 5 Mayıs'da M. Kemal Paşa'ya tanınan yetkiler tartışılarak kabul olundu. Durum kendisine ve tüm Anadolu'ya duyuruldu.

Ankara dahil bütün Orta ve Doğu Anadolu, çok büyük yetkilerle M. Kemal Paşa'nın emir ve komutasına verildi. M. Kemal Paşa'nın müfettişlik yetkileri şöyleydi: "Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği'ne ait vezaif (görevler), yalnız askeri olmayıp, müfettişliğin kapsadığı bölge için de aynı zamanda mülkidir.

1. İşbu müşterek görevler şunlardır. a) Bölgede güvenliğin sağlanması, asayişin dengesi ve bu asayişsizliğin çıkış sebeplerinin saptanması. b) Bölgede ötede, beride dağınık bir halde var1ığından söz edilen silah ve cephanenin bir an önce toplattırılarak uygun depolara konması ve korunması. c) Çeşitli yerlerde bir takım şuralar (kurullar) olduğu ve bunların asker toplamakta bulunduğu ve gayri resmi bir yoldan ordunun bunları koruduğu ileri sürülüyor. Böyle kurullar var olup da asker topluyor, silah dağıtıyor ve ordu ile de ilişkide bulunuyorlarsa, kesin olarak yasaklanması ve bu gibi kurulların kaldırılması.

2- Bunun için: a) İki tümenli Üçüncü ve dört tümenli Onbeşinci Kolordular Müfettişlik buyruğuna verilmiştir. İşbu Kolordular harekat ve güvenlik konularında doğrudan doğruya Müfettişlikle olan işlemler, yani özlük işleri, genel kuvvet vesaire gibi konularda önceki gibi Harbiye Nezareti'yle haberleşeceklerdir. Tümen veyahut Bölge Komutanlığı veya özel bir göreve atanacak subayların atanması veya değiştirilmesi Müfettişliğin uygun görmesi ve isteğiyle olacaktır. Öbür konular da lüzum ve yarar görerek Müfettişliğin verdiği yönergeyi Kolordu Komutanları aynen uygulayacaklardır. Özellikle sağlık işleri pek önemlidir. Bu konulardaki inceleme ve yapılan işlerin halka da yayılması gerekir. b) Müfettişlik bölgesi Trabzon, Erzurum, Sivas, Van illeriyle Erzincan ve Canik bağımsız livalarını (Sancak) içine aldığından Müfettişliğin yukarıda sayılan görevleri yürütmek için vereceği tüm yönergeleri işbu illerle mutassarrıflık (il ve ilçe arası idari dağılımlar) doğrudan doğruya yerine getirecektir.

3- Müfettişlik sınırına yakın il ve bağımsız iller (Diyarbakır, Bitlis, Mamuretülaziz (Elazığ), Ankara, Kastamonu İlleri) ile Kolordu Komutanlıkları da Müfettişliğin yürüteceği görev sırasında kendi başına yapacağı başvuraları dikkate alacaklardır.

4- Müfettişliğin askeri konulara ait makam Harbiye Nezareti olmakla beraber diğer konular için ilgili yüksek makamlarla haberleşecek ve işbu haberleşmelerden Harbiye Nezareti'ne de haber verilecektir."

M. Kemal Paşa 'nın Anadolu'ya çok geniş yetkilerle gönderilmesini gerektiren Pontus olaylarının sınırlarının da ötesini kapsayan geniş bir yöreyi içine alan bu talimatnameye göre görevi, asayişin sağlanması,silah ve cephanenin toplanarak depolara konması ve korunması, çeşitli yerlerde asker toplayan kurullar olduğu iddialarının araştırılıp, doğruysa engelenmesi idi. Bu görevi başarabilmesi için emrine Üçüncü Kolordu verilmişti. Yetkileri, belirtilen tüm yöreler için yalnıca askeri olmayıp aynı zamanda mülki idi. Ayrıca bölgesi sınırlarına komşu il ve kazalara da bildirilerde bulunabilecekti. Olağanüstü geniş yetkilerle Anadolu'ya gönderilen M. Kemal Paşa'nın yanında geniş bir kurmay heyeti de görevlendirilmişti.

Bu arada M. Kemal Paşa'nın, Vahdettin'in kızı Sabiha Sultan ile ve Saray'a damat olması yolunda bir öneri yapıldığı ve M. Kemal'in bunu kibarca red ettiği ve Anadolu'ya gönderilmesinin bir bakıma İstanbul'dan sürgün anlamına geldiği de ileri sürülmekteydi.

M. Kemal Paşa. İstanbul'dan ayrılmadan önce Padişah'ı ziyaret etti. Vahdettinciler, Vahdettin'in M. Kemal Paşa'yı Ulusal Mücadele'yi yürütmesi için gizlice görevlendirdiğini ve kendisine bir "Hatt-ı Hümayun" ve büyük paralar verdiğini iddia etmektedirler. Böyle bir belge bulunmadığı gibi, M. Kemal Paşa'nın ne kadar çok para sıkıntısı çektiği bilinmektedir. Ayrıca Amasya Genelgesi'nin yayınlanmasından sonra da Padişah'ın Ulusal Mücadele'nin amansız bir düşmanı kesildiği ve yalnızca tahtını düşündüğü olayların ilerleyişi içinde açık bir şekilde görülecektir.

M. Kemal Paşa İstanbul'daki işlemlerini tamamladıktan sonra l6 Mayıs 1919 günü Şişli'deki evinden çıkıp Galata rıhtımına geldi. Rauf Bey, İngilizler'in kendisini engelliyeceğini bildirdi. M. Kemal, açıkta bekleyen Bandırma vapuruna binerek hemen yola çıkılmasını emretti. Kız Kulesi açıklarında işgal kuvvetler tarafından gemide silah ve cephane araması yapıldıktan sonra, yola devam edildi. Gemi önce Sinop'a uğradı.

M.Kemal Paşa, İtilaf Devletleri gemilerince yoldan geri çevrilmek tehlikesine karşı, karadan Samsun'a gitmeyi düşündü, fakat yol olmadığı için vazgeçti. Gemi kıyıyı izleyerek 19 Mayıs 1919 günü, Türk'e köleliği kabul ettirmek isteyenlerin düşüncelerini yıkan, çağdaş Türkiye'nin kurulmasını hazırlayan bir olayı gerçekleştirerek Samsun'a vardı. M. Kemal Paşa'nın Samsun'a ayak basması ile başlayan, Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara'ya ulaşan yolculuk, daha sonra 9 Eylül 1922'de Yunan ordusunun denize dökülüşü ile sonuçlanacaktır. Bu yolculuğun, ulusal bağımsızlık, ulusal egemenlik ve ulusal birlik bilinçlenmesi, ümmi bir topluluktan çağdaş, laik, ulusal bir toplum ve devlet yaratılması açısından Türkiye tarihinde büyük bir yeri vardır.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
AMASYA GENELGESİ

M. Kemal Paşa çalışmaların bir program şekline getirilmesi gereğini görerek Rauf Bey ile Ali Fuat Paşa'yı Amasya'ya davet etti. Refet Bey ise daha önce geldi. Rauf Bey ile Ali Fuat Paşa 19 Haziran'da Amasya'ya geldiler. Amasya'da buluşan dört subay, M. Kemal Paşa tarafından 18 Haziran'da hazırlanmış, hatta Trakya'ya bildirilmiş bulunan metin üzerinde çalıştılar. Refet Bey imzalamakta biraz duraksama gösterdiyse de Ali Fuat Paşa'nın kendisini ikna etmesi üzerine imzaladı. Böylece dört bu subayın imzası ve Konya'da bulunan Ordu Müfettişi Cemal Paşa ile Erzurum'da Kazım Karabekir Paşa'nın da onaylamasından sonra bu genelge 21-22 Haziran 1919 tarihinde ilgililere duyuruldu. Yeni Türk Devleti'nin kuruluşu yolunda ilk önemli adım olan ve Ali Fuat Paşa'nın "Kutsal İttifak" dediği bu genelgenin başlıca noktaları şöyleydi:

1- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir. 2- İstanbul'daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor. 3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. 4- Ulusun durumunu ve davranışını gözönünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir. 5- Anadolu'nun her yönden en giivenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin tezelden toplanması kararlaştırılmıştır. 6- Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. 7- Herhangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizlirerek gelmelidirler. 8- Doğu illeri adına 10 Temmuz'da bir kurultay toplanacaktır. O güne kadar öteki il delegeleri de Sivas'a ulaşabilirlerse Erzurum Kongresi'nin üyeleri de Sivas'ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar.

Amasya Genelgesi Türk Ulusu'nu, ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik savaşına çağıran bir ulusal uyanış alarmı idi. Türk Ulusu'nun bu çağrıya uymasının gerekçesi ve kurtuluş için uygulanacak programı ve amacı belirleyen bir bildiriydi. İlk bakışta dört subayın başkaldırması şeklinde görülen bu genelge, içerdiği hükümler yönünden gerçek bir savaşın, yani "Ulusal Mücadele" nin fikrini ortaya koyuyordu. Vatanın bütünlüğünün tehlikede olduğu ve ulusun yok kabul edildiği belirtiliyor, bu durum karşısında ise ulusun bağımsızlığının yine ulusun azim ve kararı ile kurtulacağı açıklanıyordu. Ancak ulusun iradesinin ortaya çıkarılabilmesi için bir "Ulusal" kurulun varlığının gerektiği, bunun için de Anadolu'nun en güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin en kısa zamanda toplanması ve bunun ulusal bir sır gibi saklanması isteniyordu. Ulusun azim ve kararı ile Anadolu'da Padişah iradesinin yerine yeni bir iradenin geçmesini hazırlayacak olan bu bildiri, M. Kemal Paşa'nın "Ulusu ve orduyu durumdan haberdar etmek ve Osmanlı Padişahı ve müslümanların Halifesi'ne karşı isyan ettirmek" düşüncesinin uygulamaya konması idi. Bu bakımdan Amasya Genelgesi bir devrim bildirgesi idi.Her ne kadar Padişah doğrudan hedef alınmamış ise de, Anadolu'da M. Kemal Paşa'nın liderliğinde oluşan ve örgütlenen ulusal irade, yüz yılların dini ve geleneksel Osmanlı iradesini yıkıyordu. Bir yandan düşman işgaline karşı başlayan bu örgütleniş, diğer yönden ulusal egemenliği sağlamak için Padişah ve onun temsil ettiği değerlere karşı da yapılıyordu. Bu nedenle "Ulusal Bağımsızlık" ve "Ulusal Egemenlik" iç içe birbiriyle bütünleşmiş bir şekilde başlıyordu.

Amasya Genelgesi Anadolu'daki bütün sivil ve askeri makamlara bildirildi. Bundan ayrı olarak M. Kemal Paşa İstanbul'da bulunan bazı önemli kişilere bu bildiri ile birlikte birer mektup yollayarak, yalnız mitingler ve gösterilerle büyük amaçların gerçekleştirilemeyeceğini, ancak ulusun bağrından doğan güce dayanılırsa kurtuluşun sağlanabileceğini, zararlı propagandaların durdurulması gerektiğini ve artık "İstanbul Anadolu'ya egemen değil, bağlı olmak zorunda" olduğunu belirtti.

Amasya Genelgesi'nin gizli tutulması istenmekle beraber, bunun gizli kalması mümkün değildi. Ülkenin her yerinde Sivas'da yapılacak kongreye gönderilecek üyeler seçilmeye başlandı. Anadolu'daki bu gelişmeler işgal kuvvetlerini endişeye düşürdü. İstanbul Hükümeti'ne baskı yaparak M. Kemal Paşa'nın İstanbul'a getirilmesini istediler. Zaten Padişah ve Hükümet de bu gelişmelerden hoşnut değildi. 22 Haziran 1919'da Hükümet M. Kemal'in görevinden azli için karar çıkarttı ve 23 Haziran'da bu kararı bütün vilayetlere bildirdi. İstanbul Hükümeti M.Kemal Paşa'nın görevinden alındığını bildirip, emirlerinin dinlenmemesini isterken Harbiye Nezareti de O'nun yerine Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne Kazım Karabekir Paşa'yı atamaya çalıştı, fakat Karabekir bunu kabul etmedi. M. Kemal Paşa bu sırada Amasya'dan ayrılmış bulunuyordu. İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey'in bu girişimleri başarısızla sonuçlandı. M. Kemal Paşa'nın emirleri uygulanıyor, İstanbul ise çaresiz kalıyordu.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
ERZURUM KONGRESİ

Amasya'da ulusal ihtilal kararları alınırken, Erzurum'da "Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" nin düzenlediği bir kongre toplanması için çalışılıyordu. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verileceği haberinin duyulması Damat Ferit Paşa'nın, doğu illerinin Ermenistan'a bırakılması konusunda yumuşak ve teslimiyetçi politikası anlaşılınca, bu illerinin bütün Müslüman halkının, haklarını savunmak için İstanbul'da kurulmuştu. Savaş sonrası terhis dan Cevat Dursunoğlu, memleketi Erzurum'da öğretmenlik yapmak için Maarif Vekaleti'ne başvurduğunda "Erzurum'un mukadderatı, yani hudutlarımızın içinde kalıp kalmayacağıhenüz belli olmadığından, orada bir Dar'ül-muallimin açmaya lüzum kalmamıştır" yanıtını almıştı. Dernek merkezinden, Erzurum'da bir şube açma yetkisini alan Cevat Dursunoğlu Erzurum'a gelerek burada bir şube açtı. 10 Mart 1919'da kurulan Erzurum Müdafaa-i Hukuk Şubesi hızla örgütlenmeye, çevre illerle, özellikle Trabzon'la ilişki kurarak, Doğu Anadolu'nun Ermenistan'a verilmesini engellemek için çalışmaya başladı.

Tarih boyunca Anadolu'nun kapısı olan Erzurum, son yüz yılda Türk-Rus Savaşları'nın en yoğun geçtiği bir şehrimizdi. Erzurum'a yeni gelen Cevat Dursunoğlu, şehri ve çevresini şöyle anlatıyor:

"Birinci Dünya Savaşı süresince Ruslarla yapılan savaşlar dolayısıyla, köylerin çoğu boştu. İçerilere göç etmiş bulunanların pek azı geri dönmüştü. Amansız kış iklimi yoksul halkı çok perişan etmişti. Dört yıl çetin kış savaşları yüzünden insan eti yemeye alışmış kurt sürüleri tehlike yaratıyordu. Erzurum şehri bir enkaz yığını olmuştu. Savaştan önce seksen bin nüfusu rahatça besleyen, çarşı ve pazarları kalabalıktan geçilmeyen bu sınır kentinden kocaman bir köy harabesi ortada kalmıştı. Savaş yıllarında onbinlerce insan tifüsten ve çeşitli bulaşıcı hastalıklardan ölmüş, istila öncesinde eli, ayağı tutanlar muhacir olmuş, on bin kişiyi de Ermeniler çekilirken öldürmüşlerdi. Şehirde kılıç artığı olarak üç dört bin kişi kalmıştı. Bu kadar da köylerden buraya göç etmişlerdi... Õlümden kurtulanlar ve geri dönenler, yangınlardan ve patlayan cephaneliklerin depremlerinden arta kalan eski refahlı evlerinin harabelerinde birer ikişer oda tamir ederek içine sığınmışlardı.."

Şehirde hiç Ermeni bulunmamasına rağmen, Erzurum'un Ermenistan'a verileceği haberi Erzurumluları galeyana getirirken, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali bütün yurtta olduğu gibi Erzurum'da da bomba gibi patladı. Müdafaa-i Hukuk üyeleri hemen bir miting heyeti kurarak Erzurum ve çevresindeki yerlerde İzmir'in işgalini protesto ettiler. Doğu Anadolu halkı galeyana gelmiş, hak arayan sesini bütün dünyaya duyurmaya çalışıyordu. İzmir'in başına gelenlerin Erzurum'un başına da gelebileceği belirtilerek önlem alınması isteniyordu.

Çevre illerle de ilişki kurarak çalışma alanını genişleten Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, ne kadar güçlenirse güçlensin, ordunun desteği olmadan tam bir başarı sağlanamayacağını biliyordu. Diğer yandan Trabzon şehrinin Rumlara verileceği endişesi ile Trabzon'da kurulmuş bulunan Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin teşvikiyle Erzurum Müdafaa-i Hukuku, Erzurum'da bir vilayet kongresi toplamaya karar verdi. "Vilayet-i Şarkiye Kongresi" sözü ilk kez, bu kongre için yapılan ön toplantılarda kullanıldı. Yine bu toplantılarda, bütün doğu illerini bir fikir etrafında toplamak ve mutlaka ordu ile birleştirmek kararı alındı.Erzurum Müdafaa-i Hukuku'nun bu çalışmaları 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa'nın 3 Mayıs 1919'da Erzurum'a gelmesiyle büyük bir destek ve güç kazandı. Dernek bir yandan ordu ile yakın ilişki içindeyken diğer yandan Albayrak Gazetesi ile de propaganda yapıyordu.

Vilayet Kongresi, sancak ve kazalardan gelen delegelerin katılmasıyla 17 Haziran 1919'da Başkan Raif Efendi'nin konuşmasıyla açıldı. Alınan kararları şu iki prensipte toplamak mümkündür:

1- Osmanlı camiasından, yani vatanından ayrılmamak için her türlü ihtimali göz önüne alarak, bu yolda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamayı ve hiç göç etmemeyi "ilke" olarak kabul etmek.

2- Her ne suretle olursa olsun, memleket bir Ermeni saldırısına uğrarsa bunu şiddetle karşılamak ve ulusal varlığımızı son ferdin ölümüne kadar korumak Ayrıca Ermeni propagandasına karşı da on sekiz sayfalık bir broşür yayınlayarak, Kürt-Türk kardeşliğini, gelenek ortaklığını tarih ve bilim açısından ele alıp Ermeniler'in bölücü propagandasını çürütüyordu.

Erzurum'da bulunan İngiliz Yarbay Rawlinson, bu çalışmaları engellemek için elinden geleni yaparken, Mondros hükümlerine dayanarak, silah ve cephaneyi Trabzon yoluyla göndermek için çalışıyordu. Fakat Kazım Karabekir Paşa, kendisine bu olanağı vermiyordu.Yine bu tarihlerde A.B.D. adına "Ermenistan" sorununu araştırmak üzere General G. Harbord Heyeti Erzurum'a gelerek incelemelerine başlamıştı. Harbord'a, Müdafaa-i Hukuk'un yaptığı bir toplantıda Erzurum'un bir Türk ili olduğu anlatıldı. Belediye Başkanı Zakir Bey, Harbord'a, Gez Mahallesi ve Kavak Mezarlıkları'nı göstererek şu ilginç konuşmayı yaptı:

"Şu geniş taşlıkları görüyormusun? İşte bunlar Türk mezarlıklarıdır. Şehrin öbür yanlarında da daha bunun on misli mezarlıklarımız var. Simdi iyice bak. Şurada da da etrafı duvarla çevrilmiş küçük bir mezarlık var. O da Ermeni Mezarlığıdır. Şimdi Ermenilerin mi, Türklerin mi daha çok olduğunu anladın mı? Bunlar ölülerini yemediler ya." Bu somut kanıt Harbord'u, diğer açıklamalardan daha çok etkiledi.

Erzurum'da bu gelişmeler olurken, toplanacak Erzurum Kongresi'ne M. Kemal Paşa, Cemiyet ve Kazım Karabekir Paşa tarafından davet edildi. Diğer yandan İstanbul Hükümeti de M. Kemal Paşa'nın Havza ve Amasya'daki çalışmalarını öğrenmiş ve kendisini İstanbul'a çağırıyordu. Amasya Genelgesi'nde, ulusal birliğin sağlanması için toplanacak kongrenin yeri Sivas olarak belirlenmişti. Fakat Erzurum'un davetini kabul eden M. Kemal Paşa, Samsun'dan başlayan Amasya, Erzurum, Sivas üzerinden geçen ve Ankara'da B.M.M.'nin açılmasıyla noktalanan "Ulusal İradeyi Egemen Kılmak" için tarihi yolculuğuna Erzurum'u da katıyordu.

M. Kemal Paşa Erzurum'a gitmek üzere 25 Haziran'da Amasya'dan ayrıldı. Önce Tokat'a geldi. Bu sırada İstanbul Hükümeti, Elaziz (Elazığ) Valiliği'ne atanan Ali Galip aracılığı ile yeni bir engellemeye başvurdu. Kemal Bey Anadolu'ya yolladığı yeni emirle, M. Kemal Paşa'nın tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesini istedi. Ali Galip de Sivas Valisi Reşit Paşa'ya baskı yaparak M. Kemal Paşa'yı tutuklamasını istedi. Tokat'tan ayrılmadan önce, kendisinin ayrılışından altı saat sonra çekilmek ve Sivas'a gittiğini bildiren bir telgraf metni bırakan M. Kemal Paşa, Sivas'a vardığında Vali'nin eline yeni geçmişti. Ali Galip'in girişimlerini bozan M. Kemal Paşa, Sivaslılar'ın coşkun sevgi gösterisiyle karşılandı. Burada fazla oyalanmadan Erzurum'a hareket etti.

3 Temmuz 1919'da Erzurumlular'ın coşkun sevgi gösterileri arasında Erzurum'a vardı. O'nun gelişiyle Erzurum büyük bir olaya sahne oluyordu. İstanbul Hükümeti'nin baskıları da bu ara iyice arttı.

M. Kemal Paşa'nın gelmesinden bir iki gün sonra bir gece,15. Kolordu'nun Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Rauf (Orbay), Erzurum Valisi Münir (Akkaya), İzmit Mutasarrıfı Süreyya (Yiğit), Ordu Müfettişiliği Kurmay Başkanı Kazım (Dirik), Binbaşı Hüsrev (Gerede), Dr. Binbaşı Refik (Saydam) ve Mazhar Müfit(Kansu) Beyler'in katıldığı bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıda konuşan M. Kemal Paşa, ülkenin içinde bulunduğu tabloyu açık bir şekilde ortaya koydu:

1- Muhasım devletler Osmanlı vatan ve Devleti'ni mahv ve taksimine karar vermiş bulunuyorlar. Bu kararlarını uygulayabilmek için de her çeşit maddi ve manevi saldırıları yapmaktan geri kalmıyorlar. Hükümet muhasımların her çeşit saldırı ve emirlerine miskince boyun eğmekte, her çeşit zillete katılmaktadır. Padişah ise ünvanı saklı ve daimi kalmak şartıyla her şeye razı bulunuyor.

2- Ulus karanlık içinde muzdarip ve perişan bir haldedir, geleceğinin ne olacağını merak etmekte ve kurtuluş çaresi kabul ettiği her çeşit özel tedbire başvurmakta, memleketi kurtarmak ve savunmak ümidi ile çeşitli yerlerde, çeşitli isimler ile dernekler kurmaktadır.

3- Ordu, genel savaşın (Birinci Dünya Savaşı) binbir meşakkatı ile yorgundur. Yorgunluğuna ve hatta bitkinliğine rağmen vatanın parçalanmak istediğini görerek önleyici çareler aramakla cidden meşguldür.

4- Günün içinde üç fikir çarpışmaktadır: a) Galip devletlerle savaş yapamayacağımıza göre uysal fedâkar ve uyuşkan hareket etmek. b) Padişah re çevresinde toplanmak ve düvel-i muhasamanın Padişah ve Halife için egemenlik hakkı tanıyacağı bölgede Osmanlı Devleti'ni devama gayret etmek. c) Osmanlı Devleti'nin paylaşılması kararlaştırıldığına göre ırk ve bölge özelliklerine önem vermek ve bu olanaktan yararlanarak yerel kurtuluş çareleri aramak. Vaziyet arz ye izah ettiğim bu safhalar içinde bulunurken ne yapmak lazımdır? Sorusunu izin verirseniz ben kendi düşüncelerime göre cevaplandırayım. Arkadaşlar, tek tedbir : Ulusal Egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk Devleti kurmak ve bu hedefe mutlaka ulaşmaktır." Bu amaca ulaşmak için ileride çıkacak güçlükleri ve tehlikeleri bütün açıklığıyla ve büyük bir ileri görüşlülükle belirterek sözlerine devam eder:

"Hedefimiz bu olacaktır. Kolay degil. İdealimizi gerçekleştirmek yolunda şimdiden şahıs şahıs yükleneceğimiz görevler ağır, müşkül, hatta tehlikeli olacaktır. Ulusal Mücadele'de, topyekün mücadele esastır. Büyük direnmelerle hatta hıyanetlerle karşılaşacağımız bir gerçektir. Ulusal Mücadele'ye atılanların mahv ve yok olması için, Saray, Hükümet, yabancılar muhakkaki ilk andan itibaren harekete geçeceklerdir. Ayrıca yer yer memleket halkının da iğfal edilmesi, isyanlar,ihtilaller çıkartması ve bütün bu olumsuz hareketlerin Ulusal Müücadele aleyhine yöneltilmesi yüksek bir olasılıktır. Daha kimbilir, akla gelen ve gelmeyen ne entrikalar, ne fesatlar, ne tuzaklarla karşılaşacagız. Ulusal Mücedele'yi ulusun büyük çoğunluğuna dayanarak süratle hızlandırmak ve organize etmek zorundayız. Memlekette ve elimizde tek tepe ve tek kurşun kalıncaya kadar mücadele etmek azmimiz daima saklı kalacaktır ve kalmak zorundadır. Görüyorsunuz ki arkadaşlar, yürüyeceğimiz bu yol tehlikelerle, hatta ölmek ve öldürmek olasılıkları ile doludur. Sarp ve haşin bir yoldur. Bu tehlikelere göğüs germeye kendisinde güç, azim, olanak ve cesaret görmeyen arkadaşlarımız varsa, şimdiden aramızdan ayrılabilirler. Ancak bu saydığım tehlikeleri, olasılık ve yorgunlukları göze alabilenlerdir ki benimle işbirliğini kabul etmiş olurlar." Hiçbir arkadaşı ayrılmayacak sonuna kadar O'nunla birlikte yürüyecektir. O'nu lider seçerler ve emirlerine kayıtsız şartsız uyacaklarını bildirirler. Bu yolda Atatürk'ün koyduğu parola tektir. "YA ÖLÜM YA BAŞARI VE ZAFER."

M. Kemal Paşa Erzurum'a geldikten sonra, İstanbul Hükümeti Onu geri getirebilmek için son kozunu da kullandı. Bütün yetkilerinin alındığını bildirdi. Baskılar karşısında ve yakınlarının da isteği ile, çok sevdiği ve bütün yaşamını dolduran askerlikten ayrılması gerekti. 8-9 Temmuz gecesi Sarayla telgraf başında görüşen M. Kemal Paşa, Sarayın baskısı üzerine kesin kararını verdi ve askerlik mesleğinden istifa ederek "Ulusun bağrında bir ferd-i mücahit olarak" çalışacağını, ayrıca 9 Temmuz'da Erzurum Vilayeti'ne verdiği bir dilekçe ile askerlikten ayrıldığını ve kutsal ulusal amaca erişinceye kadar hiç bir özveriden kaçınmayıp, ulusun bağrında bir mücahit olarak çalışacağını bildirdi. Rauf Bey de 10 Temmuz'da verdiği dilekçe ile "Vatan ve ulusun halâs ve istiklali ve makam-ı Saltanat ve Hilâfetin masuniyeti bilfiil temin olununcaya kadar M. Kemal Paşa ile beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatları namına ahd ve misak eylediklerini" bildirdi. M. Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı tarihten askerlikten ayrıldığı tarihe kadar Anadolu'da çok şey değişti. İstanbul'un (Padişah ve Hükümet) iradesine karşı,Anadolu'da ulus iradesini üstün kılmaya yönelen hareket gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve ulusla bütünleşmektedir. Saray ve Hükümet bunu sezdikleri için, daha başlangıçtan itibaren Ulusal Mücadele'nin amansız düşmanı kesildiler. Osmanlı Devleti'nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi'nin 8 Temmuz 1919 tarihli sayısında, M. Kemal'in memuriyetine son verildiği Padişah iradesiyle bildirilmişti. Fakat O'na bundan sonra görev ve yetki veren yeni bir irade vardır; Türk Ulusu'nun iradesi.

Kongrenin toplanması için l0 Temmuz tarihi belirlenmişti. M. Kemal Paşa, kongrenin kendi plan ve düşünceleri çerçevesinde daha etkili bir şekilde toplanabilmesi için girişimi ele aldı. Çevre illerden gelecek delegelerin de yetişebilmeleri için toplantı 23 Temmuz'a ertelendi. Böylece 23 Temmuz 1908 İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla Erzurum Kongresi'nin tarihleri de aynı güne geliyordu.Erzurum'da bulunan Lloyd George'un yeğeni İngiliz Yarbay Rawlinson, M. Kemal Paşa ile görüşerek, Kongre'nin toplanması için İngiliz Hükümeti'nin izni bulunmadığını ileri sürerek, gerekirse kuvvet kullanarak engelleyeceğini söyledi. M. Kemal Paşa'nın yanıtı kesin ve sert oldu. İngiliz Hükümeti'nden izin istenmemişti, bu nedenle izin verilip verilmeyeceği diye bir şey söz konusu değildi. Kongre her ne pahasına olursa olsun toplanacaktır. M. Kemal Paşa'nın bu yanıtlarından sonra Kazım Karabekir Paşa'nın da aynı sert ve kararlı karşılığı gören Rawlinson'un girişimi etkisiz kaldı. Kongre'nin korunması için Kolordu'dan asker sağlanması yerine, Vilayetten polis sağlanmasını isteyen M. Kemal, asker işe karışınca "Kongreyi ulus değil, asker yaptı ve yaptırdı derler.". diyerek Kongre'nin mutlaka halk iradesini temsil etmesini istiyordu.

Ön hazırlıkların tamamlanmasından sonra, Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919 tarihinde toplandı. Kongreye Bitlis, Erzurum, Sivas, Trabzon, Van illerinden 54 delege katıldı. Elaziz ve Mardin delegelerini Ali Galip, Diyarbakır delegelerini de Diyarbakır Valisi göndermediler.Cevat Dursunoğlu ve emekli Binbaşı Kazım Beyler üyelikten istifa ederek yerlerini, kongreye katılabilmeleri için M. Kemal Paşa ve Rauf Bey'e bıraktılar. Oybirliği ile Başkan seçilen M. Kemal, konuşmasında ülkenin içinde bulunduğu durumu, İtilaf Devletleri'nin, Osmanlı Devleti ile imzaladıkları Mondros Ateşkesi'nin hükümlerine ve Wilson İlkeleri'ne aykırı olarak Türk Ulusu'nun her çeşit haklarını çiğnediklerini ve İstanbul Hükümeti'nin aczini belirttikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Bilinen gerçeklerdendir ki : Tarih bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiç bir zaman inkar edemez. Bundan ötürü vatanımız ve ulusumuz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak iflasa mahkumdur. Ve işte bütün bu iğrenç zulümlerden ve bedbahd acizlerden tarihimize karşı reva görülen haksızlıklaran müteessir olan milli vicdan nihayet uyanıp feryadını yükseltmiş ve Müdafaa-i Hukuk-u Millîye, Müdafaa-i Vatan ve Redd-i İlhak gibi türlü adlarla ve fakat aynı kutsal değerlerin korunmasını sağlamak için meydana gelen ulusal hareket bütün vatanımızda artık bir elektrik şebekesinin vücuda getirdiği celâdet ruhudur ki kutsal vatan ve ulusun geleceğini kurtaracaktır."

14 gün yoğun çalışmadan sonra Erzurum Kongresi, 7 Ağustos'ta sona erdi. Aldığı tarihi kararlar ile yalnızca doğu illerini değil, bütün ulusu temsil ediyordu:

1- Uusal sınırlar içinde vatan bir bütündür. Onun çeşitli kısımları birbinden ayrılamaz. 2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Devleti'nin dağılması halinde ulus birlikte müdafaa ve mukavemet edecektir. 3- Vatanın ve bağımsızlığın muhafaza ve teminine İstanbul'daki Hükümet muktedir olamadığı takdirde maksadın temini için geçici bir hükümet oluşturulacaktır. Bu hükümet ulusal kongrece seçilecektir. Kongre toplanmış değil ise bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır. 4- Kuvay-ı Millîye'yi etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır. 5- Hristiyan unsurlara siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklarlar verilemez. 6- Manda ve himaye kabul olunamaz. 7- Ulusal meclisin derhal toplanması ve hükümet çalışmalarının meclisin denetimine konulması için çalışılacaktır

Doğu Anadolu'nun sorunları için toplanmış olan Erzurum Kongresi M. Kemal Paşa'nın katılması sonucu aldığı kararlarla ulusal bir kongre oldu. Askeri ve sivil aydınlar, toplumun her kesiminden insanlar, tüm ulus adına ve ulusal bir amaç için ilk Erzurum'da bir araya geldiler. Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın belirttiği gibi, kongrenin verdiği kararlar vatanın bütününü ve ulusun tümünü ilgilendiren bir ihtilal programı idi. Vatanın ulusal sınırlar içinde parçalanmaz bir bütün olduğunu, ulusal sınırlar dışında vatan olmayacağı belirtildi. Bağımsızlık için hiç bir ayrıcalık verilmeyeceği ve herhangi bir devletin himayesi ve güdümünün kabul edilmeyeceği açıklandı. Bütün kararların yürütülmesi için de bir temsil heyeti seçerek, "Anadolu'da ulusal bir devletin yürütme gücü olan ulusal bir hükümet kurmak" konusundaki niyet ve inancını ifade etti. Bu heyetin başına M. Kemal Paşa getirildi. O'nun Heyet-i Temsiliye'nin başına geçmesini engellemek isteyenler oldu. İstanbul Hükümeti'nce hakkında tutuklama kararı bulunduğu için başkanlığının sakıncalı olduğunu ileri sürüyorlardı. Oysa M. Kemal Paşa'yı asi ilan ettiren şey, hiç kuşkusuz, ulusal kurtuluş inancını daha Samsun'dan itibaren açıklaması, ve ulusu, ulusal irade altında ulusal savaşa çağırmasıydı. Bu bakımdan liderliği ancak o yapabilirdi Bütün ulusun ve vatanın kurtulabileceğine ve yeni bir devlet kurulabileceğine Atatürk'ten başka inanan yoktu. Uzun yıllar sonra bütün arkadaşlarının dedigi gibi "Bu işi O'ndan başkası başaramazdı." Daha Erzurum'da, "Üç sene dişimizi sıkalım, düşmanı yurdumuzdan atarız." diyordu. Gerçekten de üç yıl sonra düşmanı denize dökecektir.

Erzurum Kongresi kararları Türkiye'de ve dünyada büyük yankılar yaptı. Vatanseverler bu kararları coşkuyla karşılarken, İstanbul Hükümeti tepki göstermekte gecikmedi. Sadrazam Damat Ferit Paşa "Ulusu jurnal ederek", "Anadolu'da kargaşalık çıktığını" askeri ve mülki bütün yetkililerin bu toplantıları engellemesini bildirdi. M. Kemal Paşa ile Rauf Bey'in tutuklanarak İstanbul'a gönderilmelerini istedi. Fakat bu emirleri uygulayacak makam bulamadılar. Çünkü Anadolu'da ulusal irade üstün geliyordu. Yabancı basın ise bu olayı, devlete karşı bir ayaklanma ve yeni bir Ermeni katliamı diye yorumluyordu. Damat Ferit yabancı basına verdiği demeçlerde devlete başkaldırmanın üstesinden gelineceğini ifade ediyordu. Hatta Fransız basınında, bu işlerin arkasında Enver Paşa'nın bulunduğu ileri sürülüyordu. Cumhuriyet sözcüğü kullanılıyordu. İtilaf Devletleri'ni en çok düşündüren bu davanın yalnızca Türkiye'nin davası olmaması idi. Atatürk'ün deyişiyle, bu dava bütün doğu uluslarının davasıydı ve bu yüzden daha uzun ve kanlı olacaktır. Çünkü Türkiye emperyalistlere karşı bağımsızlık savaşı vermektedir ve başarırsa bu olay tüm "Mazlum Uluslara" örnek olacaktır. M. Kemal yalnız Türk Ulusu'nun değil, uyanan tüm doğu uluslarının da umudu oluyordu.

Erzurum Kongresi kararları yurdun her yerine duyurulduğu gibi yabancı devlet temsilcilerine de gönderildi. Amerika Cumhurbaşkanı Wilson'a ayrıca bir mektup gönderilerek, yayınladığı ilkeler hatırlatıldı. Ve nüfusun çoğunluğu Türk olan İzmir'in Yunanistan'a verildiği belirtildikten sonra,Türk Ulusu'nun bu kararlara boyun eğmeyeceği ve bu uğurda kanının son damlasına kadar mücadele edeceği bildirildi.

Erzurum'da geçen iki anıdan burada kısaca söz etmekte yarar var. Kongre'nin sona erdiği gece Mazhar Müfit Bey'i çağıran M. Kemal şunları not ettirir: "Zaferden sonra. şekl-i hükümet Cumhuriyet olacaktır. Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır. Tesettür kalkacaktır. Fes kalkacak, medeni uluslar gibi şapka giyilecektir. Latin harfleri kabul edilecektir." Daha başlangıçtan zafere inanmış ve zaferden sonra yapacaklarının programını belirten Atatürk'ün bu sözleri bile iradesinin ve ileri görüşlülüğünü ve ulusa olan inancını kanıtlamaktadır. İkinci anı ise, Erzurum'a yeni atanmış bulunan Vali Reşit Paşa'nın Tarabzon yoluyla gelişi ile ilgilidir. M. Kemal Paşa arkadaşlarına yeni valiyi kast ederek, "Eğer işimize zarar verecek bir adamsa Trabzon'dan İstanbul'a iade edelim, başımıza iş açmasın." deyince, eski Teşkilât-ı Mahsusa çeteciliğinden tanınan Rize üyesi Hoca Necati Bey "Paşam üzülmeyin icap ederse Kop Dağı'nda temizlenir." yanıtını verdi. M. Kemal'in bu söze yanıtı meşruluk anlayışının açık bir örneğidir. "Hocam ne diyorsun, haydutlar gibi yol kesip adam mı vurduracagız? Bu memlekette hükümsüz vatandaş öldürülemez. Vatandaş ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır . Devlet adamının böyle düşünmesi lazımdır."
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
BALIKESİR KONGRESİ

Batı Cephesi'nde Yunan Ordusu karşısında mücadele eden Kuva-yı Milliye'nin bir düzen altına alınarak sevk ve idaresini ve beslenmelerini sağlamak için 28 Haziran 1919'da Balıkesir'de bir kongre toplandı. Kongre'ye Ayvalık, Soma, Akhisar mıntıkaları ile Balıkesir'e bağlı diğer ilçelerin temsilcileri katıldı. Bir merkez heyeti kurularak başkanlığına Hacım Muhittin Bey seçildi. 12 Temmuza kadar süren kongrede cephedeki kuvvetlerin hangi ilçelerin yardımıyla beslenecekleri, Redd-i İlhak heyetlerinin yetki ve bağlantıları, cephelerin takviyesi için hangi ilçeler halkının nerelere sevk edileceği tespit edildi.

26-31 Temmuz 1919 tarihlerinde Balıkesir'de Hareket-i Milliye Kongresi toplandı. Başkanlığı'nı Hacım Muhittin Bey'in yaptığı kongre, birincisine oranla daha geniş ve kapsamlı kararlar aldı. İngiltere, Amerika, Fransa ve İtalya siyasî temsilcilerine telgraflar çekildi. Çekilen telgraflarda Anadolu'nun hemen yabancı işgallerinden kurtarılması ve Türk'ün açık haklarının kabul edilmesi istendi. Aksi halde hiç bir kuvvet karşısında hiç bir zaman işgallerin kabul edilmeyeceği bildirildi. İstanbul Hükümeti Matasarrıf Hilmi Bey'e kongrenin durdurulması ve katılanların tevkifi için emirler göndermişse de vatansever bir kişi olan Hilmi Bey'in kendisi de bu çalışmalara katıldığından bir sonuç alamadı.

Bu arada Balıkesir Kongresi kararlarını pekiştirmek, teşkilatlanmayı genişletip güçlendirmek ve özlemi duyulan düzenli askerî teşkilatı diğer bir yurt köşesinde de geliştirmek amacıyla Alaşehir'de de bir kongrenin toplanması kararlaştırıldı. Çalışmalarını 15-25 Ağustos tarihlerinde sürdüren kongrenin başkanlığına Hacım Muhittin Bey seçildi. Alaşehir Kongresi Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir Paşalar tarafından da memnunlukla karşılandı. Batıda da kongrelerin yapılması Sivas Kongresi'nde işi kolaylaştıracak bir gelişme olarak değerlendirildi.

Bu faaliyetlerden sonra 13 eyül 1919'da Balıkesir'de üçüncü bir kongre toplandı. Hacım Muhittin Bey yine kongre başkanlığına seçildi. Kongnede teşkilat, cephelerin durumu ve Alaşehir kongresi hakkında açıklamalarda bulunuldu. Kongfre 22 Eylül'de sona erdi. Hacım Muhittin Bey 20 Ekim'de böyük bir kongre toplamak amacıyla temsilciler gönderilmesi için çağrıda bulunmuşsa da Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa Balıkesir Kolordu Komutanı Kâzım Bey'e (Özalp) çektiği telgrafında kongre ve benzeri toplantılara bugün için gerek duyulmadığının gerekenlere bildirilmesini istemişti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
ALAŞEHİR KONGRESİ

16-25 AĞUSTOS 1919) Erzurum Kongresi sürerken, Ege'deki vatanseverler de Balıkesir'de büyük bir kongre toplamıştı. Erzurum Kongresi bittikten sonra, bu vatanseverler Alaşehir'de tekrar bir araya gelip yeni bir kongre topladılar. Bu kongrede, Balıkesir Kongresi ve Erzurum Kongresinin kararları görüşüldü. İki önemli konuda karar alındı. Batı Anadolu'da Yunanlılara karşı direnilecek ve ölünceye dek bu direniş sürecekti. Bu amaçla silahlanma ve askere alma gibi her tür işlem yapılacaktı. Gerekirse İtilaf Devletlerinden yardım istenecekti. Kongreye katılanlar, mutlaka gerekli ise bölgelerinin Yunanlılar yerine İtilaf Devletlerince işgalinin daha uygun olacağını saptamışlardı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
SİVAS KONGRESİ

Sivas'ta bir kongre toplanması Amasya Genelgesi ile 21-22 Haziran 1919 gecesi kararlaştırılmıştı. Erzurum Müdafaa-i Hukuku'nun girişimi ve Kazım Karabekir'in desteği ile Erzurum Kongresi toplanmış ve ulusal birliğin ilk aşaması sağlanmıştı. M. Kemal Paşa Erzurum'a giderken 27-28 Haziran'da Sivas'tan geçmişti. Sivas Valisi Reşit Paşa'ya baskı yapan Elazığ Valisi Ali Galip Bey, M. Kemal Paşa'yı tutuklatıp İstanbul'a gönderilmesini sağlamak istemişti. Sivas halkının coşkun sevgisiyle M. Kemal Paşa'yı karşılaması ve alınan önlemlerle bu isteğini yapamamıştı. M. Kemal Paşa Sivas'ta kalmayıp Erzurum'a gitmişti.

Erzurum'da çalışmalarını bitiren M. Kemal Paşa 29 Ağustos tarihinde Erzurum'dan Sivas'a hareket etti.Güç ve tehlikeli bir yolculuktan sonra 2 Eylül'de Sivas'a vardı. İstanbul Hükümeti kendisini geri getirebilmek için çalıştığı gibi, toplanacak olan kongreyi de engellemek için çareler arıyordu. M. Kemal Paşa, Damat Ferit Paşa'yı yumuşatmak ve ulusal savaş aleyhinde bulunmaması için 16 Ağustos'ta Erzurum'dan bir telgraf göndermiş, fakat İstanbul Hükümeti'nin tutumu değişmemişti.

Amasya Genelgesi'nden hemen sonra Sivas'ta toplanacak kongre için çalışmalar başlamış, fakat Erzurum Kongresi dolayısıyla bir süre ertelenmişti. Erzurum Kongresi bittiğinden Sivas Kongresi için yoğun bir çaba başladı. Bir yandan İstanbul Hükümeti'nin baskısı, diğer yandan işgal kuvvetlerinin tehditleri nedeniyle bazı kimselerde endişe ve çekingenlik belirmişti. Bu nedenle bir gecikme oluyordu. M. Kemal Paşa daha Erzurum'da iken, Sivas Valisi Reşit Paşa'dan 20 Ağustos 1919 tarihinde gelen bir telgrafta, Sivas'ta bir kongre toplanacağını Fransız subaylardan öğrendiğini, Fransız Binbaşı Bruno'nun eğer M. Kemal Paşa burada bir kongre toplarsa Sivas'ı askeri işgal altına alacaklarını bildirdiğini belirterek, eğer ikinci kongre toplamak çok gerekli değilse vazgeçilmesini istiyordu. M. Kemal Paşa derhal yanıt vererek, endişeye yer olmadığını, kongrenin toplanmasının aylardan beri bilinen konu olduğunu, Fransızların blöf yaptığını belirtti. Ne Fransız'ların ne de başka bir yabancı devletin yardımına ihtiyacı bulunmadığını söyledikten sonra , "benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır." yanıtını verdi.

Kongrenin toplanması ulusal bilinçlenme ve örgütlenmenin kaçınılmaz bir aşaması olduğu kadar, Anadolu'da M. Kemal Paşa'nın önderliğinde oluşan ulusal irade ile İstanbul Hükümeti ve onun arkasında İngiliz-Fransızlar'a karşı bir üstünlük ve Anadolu'nun otoritesinin kime ait olduğu mücadelesiydi. Bu bakımdan İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletleri kongreyi toplatmamak için her çeşit yola başvurmaktan kaçınmıyorlardı.

Temsil Heyeti Erzurum'dan hareket etmeden önce, Siirt Mebusu Sadullah Bey ile Trabzon'a dönmüş bulunan Servet ve İzzet Beyler ortada yoktular. Yalnızca M. Kemal Paşa, Rauf Bey, Raif Efendi, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey Temsil Heyeti üyeleri olarak Erzurum Kongresi adına Sivas'a gitmektedirler. İstanbul Hükümeti'nin baskıları sürerken, diğer yandan Temsil Heyeti'nin bazı üyelerinin kendilerine katılmamaları M. Kemal'i güç durumda bırakıyordu. Daha başlangıçtan çözülme olursa düşmanları amaçlarına ulaşmış olurlardı. Sivas'a mutlaka gidilecek ve kongre her ne pahasına olursa olsun toplanacaktır. Sivas Kongresi öncesi yeni bir fikir daha oluşuyordu. "Amerikan Mandası." Ulusal Mücadele'yi kendi içinden yozlaştıracak çok tehlikeli bir gelişmeydi. Ayrıca Sivas-Erzurum yolu çok tehlikelerle doluydu. İşte M. Kemal böylesine baskılar ve tehlikeler altında Erzurum'dan ayrıldı.

Sivas, I. Dünya Savaşı sonunda çoğunlukla bütün Anadolu şehirlerinde olduğu gibi, sefalet, sıkıntı, yokluk içindeydi. Ekmek bulmak güçtü. Doğu Anadolu'dan ve Doğu Karadeniz'den gelen göçler dolayısıyla şehir çok kalabalıklaşmıştı. Sivas çevresinde asayiş bozuktu. Şehrin dışına çıkmak, soygun tehlikesini göze almakla mümkündü. Can ve mal güvenliğini sağlamak için yeterli güvenlik kuvveti yoktu. Sivas aydınları, Türkiye'nin galiplerce paylaşıldığını biliyor ve çare arıyorlardı. Bu sebeple M. Kemal Paşa Erzurum'a giderken 27 Haziran'da Sivas'tan geçtiği gün Sivaslılar'ın sevgi gösterileriyle karşılaşmıştı.

M. Kemal yalnızca İstanbul Hükümeti ve İngilizler'in hazırladıkları tehlikelerle mücadele etmeyecek, Erzurum Kongresi sonrası gittikçe artan "Amerikan Mandası" taraftarlarına karşı koymak zorunda kalacaktır. En yakın arkadaşı ve aydınların büyük bir kısmı bu düşünceye kapılmışlar ve O'na, mandayı kabul edelim diye baskı yapıyorlardı. İstanbul'dan Halide Edip ve Kara Vasıf'dan gelen mektup Ali Fuat Paşa tarafından özetlenerek 28 Ağustos'ta Erzurum'a yollanmıştı. Mektupların asılları telgrafla yollanamadığı için postayla yolda idiler. Üç mektupta da Amerikan Mandası'ndan söz ediliyordu. Telgrafları alan M. Kemal çok sinirlenmişti. Manda isteyenlerin telgrafları okunduktan sonra, yanındakilere şöyle diyordu: "Biz başarılı olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi?.. Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, dışarda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar. Bune hayal ve ne gaflettir? Hayır Paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var..." Bu sözleriyle başarı inancını bir kez daha dile getirirken manda konusundaki düşünce ve duygularını da açıklamıştı.

Sivas Kongresi'nin toplanması için lise binası, okul müdüründen adeta zorla alınmıştı ve toplantıya hazırlanabilmişti. Sivas'a gelmeye başlayan üyeler, Şekeroğlu İsmail Bey tarafından misafir ediliyordu.

Kongre 4 Eylül 1919'da toplandı. Kongre'nin açılış saati olan 14:00'e beş kala M. Kemal Paşa geldi. Binaya girerlerken Rauf Bey'in sözlerine M. Kemal Paşa şu kısa ve sert yanıtı veriyordu. "Bekir Sami Bey'in evinde verdiğiniz kararı bana tebliğ ediyorsunuz öyle mi?" Konu daha sonra anlaşıldı. Bekir Sami Bey'in kaldığı evde Rauf, Kara Vasıf, İsmail Hami Beyler ve bazı kimseler toplanarak M. Kemal Paşa'nın kongrede başkan olmaması için karar almışlar ve Rauf Bey bu kararı kendi düşüncesi imiş gibi M. Kemal Paşa'ya açıklamıştı. Fakat bu toplantıdan haberi olan M.Kemal Paşa Rauf Bey'e o sert yanıtı vermişti. İşin ilginç yanı Bekir Sami Bey'in'evinde toplanan bu kimseler manda yanlısı idiler ve M. Kemal Paşa başkan seçilmezse, manda için istedikleri bir kararı kolay ettirebilirlerdi.

Kongre, M. Kemal Paşa'nın açış konuşmasıyla başladı. İsmail Fazıl Paşa, başkanlığın, bir gün veya bir hafta süreyle ve alfabe sırasına göre herkes tarafından sırayla yapılmasını önerdi. Kendisinin adının baş harfleri de alfabenin başında yer alıyordu. Önerisi oylama da red edildi. Kongre başkanlığı basit bir yöneticilik değildi. Bir liderlik makamıydı. M. Kemal Paşa büyük çogunlukla başkanlığa seçildi. Kongrenin ilk üç günü, üyelerin ittihatçı olmadıklarını açıkça belirtmek için ant içmek gerektiğini tartışmak ve İsmail Fazıl Paşa'nın hazırladığı yemin taslağını düzeltmek, Padişah'a yollanacak bağlılık yazısını hazırlamak ve gelen telgraflara yanıt vermekle geçti. Oysa Kongre'nin çözeceği çok önemli memleket sorunları vardı. Bu konuları M. Kemal saptamıştı. Erzurum Kongresi kararları onaylanmalı, dernekler birleştirilmeli, Temsil Heyeti bütün vatanı kapsayacak şekilde şekilde yetkili kılınarak, ulusal merkezi bir güç oluşturulmalıydı. Ancak dördüncü gün gündeme geçilebildi. Erzurum Kongresi kararları aynen kabul edildi ve bu kararlar bütün Anadolu ve Rumeli'yi kapsayacak biçimde genişledi. Bütün dernekler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği" adı altında birleştirildiler. "Heyet-i Temsiliye vatanın bütününü temsil eder." kararıyla Temsil Heyeti'nin yetkileri bütün ülke için geçerli kabul edildi.

8 Eylül günü, İsmail Hami (Danişment) tarafından hazırlanmış ve 25 delegenin imzasını taşıyan "Amerikan Mandası" nı isteyen önerge gündeme alındı.Ulusal Savaşı kendi içinden çökertebilecek, başka bir ülkenin güdümüne girmek gibi aşağılayıcı bir durum olan "Manda" sorununa bakmakta yarar var. Birinci Dünya Savaşı galiplerinden İngiltere ve Fransa, Rusya'nın bulunmamasından yararlanarak Orta Doğu'yu aralarında paylaşıyorlardı. Buna kılıf bulmak üzere Paris Barış Konferansı'nda, Orta Doğu ülkelerinin kendilerini yönetemeyeceğin için İngiltere ve Fransa'nın bu görevi yerine getirmesine karar verildi. 14 maddelik ilkelerini yayınlamış bulunan Amerika Başkanı da Amerika'nın çıkarlarına ters düşmemek koşuluyla bunu kabul ediyordu. Suriye ve Lübnan Fransız, Irak ve Filistin İngiliz Mandasına yani güdümüne bırakıldı. Ermenistan için Amerikan Mandası düşünülüyordu. İşte bu sırada Türkiye'de bazı kimseler Türkiye için de bir Amerikan Mandası sağlanması için çaba harcamaya başladılar. 1919 yılı Temmuz ve Ağustos ayında Kara Vasıf ve daha sonra Halide Edip ve Bekir Sami'nin bu konuda önerilerini bildiren telgrafları M. Kemal tarafından red edilmişti. Bu kişiler, Amerika'nın dünya üzerindeki insani değerleri sürdüren en büyük demokrasi olduğunu, Amerika sayesinde Türkiye'nin de kurtulabileceğini ve uygarlaşacağını ve kendi kendini yönetmeyi öğrenebileceğini ileri sürüyorlardı. Halide Edip (Adıvar) Hanım 10 Ağustos tarihli mektubunda, Sivas Kongresi toplanana kadar Amerika'nın Türkiye'deki komisyonunu alıkoyabileceklerini hatta Sivas'a Amerikalı bir gazeteci gönderebileceklerini yazıyor, savaş ile çözüm bulunamayacağını ileri sürüyordu.

Manda konusu şimdi, hem de büyük bir taraftar bularak, Sivas Kongresi'nin gündemine giriyordu. Bu kadar geniş taraftar bulması M. Kemal Paşa'yı üzdü. Rauf Bey ve Refet Bey gibi, Amasya Genelgesi'ni imzalamış kimseler bile şimdi bu önergeyi destekliyorlardı. İstanbu'dan gelen Kara vasıf Bey bu konuda oldukça etkili idi ve Sivas'a bir Amerikalı gazeteci getirmişlerdi. Brawn adındaki bu gazeteciye Manda yanlıları çok büyük ilgi ve saygı gösteriyorlardı. Mandacılar diye bilinen kişilerin bu görüşlerini mektuplarından ve kongre tutanaklarından yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: "Yirminci yüzyılda 50 milyon lira borcu, harap bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak 10-15 milyon lira geliri olan bir kavim için bir dış koruma olmaksızın yaşamak olanağı olamaz. Bağımsız yaşamaya mali durumumuz elverişli değildir. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçak ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz.... Bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar. Eğer İzmir Yunanistan'da kalsa ve aramızda bir savaş açılsa, düşmanımız Yunanistan'dan gemi ile asker getireceği halde, acaba biz Erzurum'dan hangi trenle taşımacılığımızı yapabiliriz? Bir de diyelim ki, biz dış ve iç tam bir bağımsızlık isteriz. Fakat, acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Yapamıyacakmıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklarmı?" Sonunda Amerikan Kongresi'ne bir mektup yazılarak "Manda" istenmesini öneren Rauf Bey'in bulduğu çözüm kabul edildi ve bir mektup yazıldı. Çok ilginçtir ki mandacı grupla M. Kemal Paşa'nın ilişkileri Cumhuriyet'in İlanı, Saltanat ve Hilafet'in Kaldırılması sırasında da aynı biçimde oluştu. Mandacıların bu fikirlerine kaşı M. Kemal tam bağımsızlık için "Ya bağımsızlık ya ölüm" parolasıyla yanıt verdi. Para bulunsun veya bulunmasın ordu mutlaka olacaktır, düşman gemi ile, kamyon ile asker ve cephane taşırken, Türk Ulusu kağnısıyla, sırtında cephane taşıyacak, asker yürüyerek ve çoğu kez yarı çıplak ve yarı aç cepheye gidecektir, yaralılar için, hastalar için ilaç bulunmayacaktır ama Türk Ulusu bütün bu güçlüklere rağmen M. Kemal'in önderliğinde bu savaşı kazanacaktır.

Bu arada Trabzon'dan gelen bir telgrafla, Sivas Kongresi'nin genel kongre olmasına ve bir Temsil Heyeti seçmesine karşı olduklarını bildirdiler. Erzurum'dan da buna benzer haberler geliyordu. Hatta Kazım Karabekir Paşa da Trabzon delegelerinin görüşlerini paylaşmaktadır.Diğer yandan Elazığ Valisi Ali Galip'in İngilizlerin de yardımı sağlayıp Kongreyi basacağı duyuldu. Bütün bunlar hiç kuşkusuz büyük sorunlardı. Bir yanda dış baskı ve tehlike, diğer yanda "Mandacılar"ın yozlaştırıcı çalışmaları ve Trabzon delegelerinin, Kongreyi çok ileri gitmekle suçlayan ithamları vardı. Mandacıların isteği ve ısrarı üzerine A.B.D. Kongresi'ne bir mektup yazıldı. Aynı tarihlerde A.B.D. Monreo Dokrini'ne dönerek Avrupa sorunlarından uzaklaştı. Versay'ı tanımadığı gibi "Manda" konusu ile de ilgilenmedi. Bütün bu engellere rağmen Kongre 11 Eylül'de çalışmalarını başarıyla tamamladı. Bu çalışmaları sonunda bir beyanname yayınladı.Yurt içine ve Yurt dışına gönderilen bu beyanname çok etkili oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonuna doğru A.B.D. Orta Dogu'da söz sahibi olmayı düşünüyordu. Amerikalı uzmanlar tarafından hazırlanan rapora göre A.B.D.'nin Türkiye politikası, Türkiye'nin Avrupalı devletler tarafından paylaşılmaması, Ermeniler'e azınlıkta olmalarına rağmen devlet kurma hakkı tanınmasının Amerika'nın demokrasi anlayışına uymayacağı ve Türkiye kendi demokratik yönetimini kuruncaya kadar, bir süre A.B.D vesayetine verilmesi esaslarını kapsıyordu. Fakat Başkan Wïlson Paris Barış Konferansı'nda bunları dikkate almamıştı. İngiltere ve Fransa Orta Doğu'yu yağmalayınca, A.B.D. de Ermeni sorunu ve Türkiye Mandası ile ìlgilendi. Bu sebeple Wilson, General James G. Harbord'u bu konuları incelemekle görevlendirdi. Geniş bir kadro ile Türkiye'ye gelen Harbrod uzun çalışmalardan sonra bir rapor hazırladı. Ermeni konusunda ileri sürülenlerin asılsız olduğunu belirtti, Türkiye Mandası konusunda da, milliyetçilerin kanının son damlasına kadar bağımsızlık için savaşmaya kararlı olduklarını bu nedenle bu ülkeye egemen olmak için mutlaka milliyetçilerle savaşmak gerektiğini, bunun için de 400-450 bin kişilik bir orduya gereksinme bulunduğunu, bu ordunun masraflarının A.B.D. için ağır olacağını, yerli kaynakların ise buna yetmeyeceğini, Türkiye'nin çok fakir olduğunu, mandanın kabulü halinde bunun A.B,D. için ekonomik bir yük olacağını belirtiyordu. Bu gerçekler karşısında A.B.D. Kongresi manda konusunu red etti.

Dıştan ve içten gelen bütün zorluklara karşın Sivas Kongresi Türk tarihinde başlı başına bir dönüm noktası oldu. Ulusal ihtilal, savaş, kurtuluş, devrim, cumhuriyet devrini getiren hamlenin vatan bütünlüğü adına temelini Sivas Kongresi attı. İhtilalin ilk gazetesi "İrade-i Milliye" Sivas'ta çıktı. Yabancı bir devletin güdümünde yaşama önerisi olan Manda konusu bir daha gündeme gelmedi. Atatürk'ün "Ya bağımsızlık ya ölüm" parolası bundan sonra temel ilke olarak yaygınlaştı ve benimsendi. "Türk Ulusu'nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşaması ve bunun ancak tam bağımsızlıkla sağlanabileceği burada kesinleşti. Ulusal sınırlarımızın esasları burada saptandı. Ya başaramassanız?" diye soran Amerikalı gazeteciye M. Kemal şu yanıtı verdi. "Bir ulus varlığını ve bağımsızlığını sağlamak için, düşünce sınırlarını aşan girişimler ve fedakarlıklarda bulunduktan sonra başarılı olur. Ya başarılı olmazsa demek, o ulusun ölmüş olacağına karar vermek demektir."

Sivas Kongresi kararlarıyla, Erzurum'da alınan kararlar onaylandı. Bütün Müdafaa-i Hukuk dernekleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk adı altında birleştirildi ve Temsil Heyeti bütün ülke için geçerli oldu. Bütün sivil ve askeri güçler bir otorite altına alınmaya başlandı ve İstanbul Hükümeti'nin otoritesine üstünlük sağlandı. Batı Anadolu da bu otoriteye bağlandı. Ali Fuat Paşa bütün Kuva-yı Milliye'yi kapsamak üzere "Umum Kuva-yı Milliye Komutanlığı"na atandı. Sivas Kongresiyle M. Kemal'in, bütün ulus bireylerini ve düşüncesini ulusal idareye ortak etmek ve bağlamak konusunda gösterdiği başarı sayesinde Padişah iradesi yıkılıyor ve ulusal egemenlik ilkesi geliyordu. Böylece ulusal bağımsızlık yanında ulusal egemenlik de aşama aşama kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu tarihten itibaren M. Kemal Paşa'yı kurulmakta olan yeni Türk Devleti'nin hukuki ve fiili iktidarını temsil ettiği için de, ulusal hükümetin başkanı olarak kabul etmek gerekir.

Sivas Kongresi'nin toplanması ve tüm ülkeyi ilgilendiren kararlar alması içte ve dışta büyük yankılar yapmakta gacikmedi. Kuva-yı Milliye ruhu tüm ülkede hızla yayılmaya başladı. Batılı devletler bu olayı, devlete başkaldırma olarak nitelendirmelerine rağmen, kendi kamuoylarında, bu hareketin ulusal bir dava olduğu anlaşılmaya başlandı. Fakat İstanbul Hükümeti, bu kongreyi meşru olmayan bir isyan olarak değerlendirdi. Damat Ferit "Anadolu hareketleri, Birinci Dünya Savaşı'nda terfi etmiş bir kaç subayın işidir. Bu hareketler, alevi sönmüş bir saman ateşinden başka bir şey değildir." diyordu. Anadolu'da İttihatçılık ve Bolşeviklik yapıldığı ileri sürülüyordu. İstanbul basınında çıkan aleyhtar yazılar, Ulusal Mücadeleyi yapanları, hayalci olarak nitelerken, ülkenin başına gelen bütün felaketlerin de sorumlusu gösteriyordu. Ülkenin gerçek kurtuluşunun ancak siyaset ile başarılabileceğini ileri sürüyordu.

DAMAT FERİT PAŞA HÜKÜMETİ'NİN DÜŞÜRÜLMESİ

Paris Barış Konferansı'na davet edilmiş ve orada hezimete uğrayarak, İtilaf Devletleri'nin Türkiye'yi paylaşmak ve Türk Ulusu'nun bağımsızlığını yok etmek konusundaki tutumlarını görmüş bulunan Damat Ferit Paşa, hala Ulusal Mücadele düşmanlığını sürdürüyordu. Ali Galip aracılığı ile Sivas Kongresi'ni dağıtmayı bile denemişti. Elazığ Valisi Ali Galip, Padişah, Damat Ferit ve İngilizler'in hazırladıkları bir plana uygun olarak, etrafına topladığı silahlı adamlarla kongreyi basacak, hatta M. Kemal Paşa'yı tutuklayacaktı. Bu girişim için Malatya'ya gelmiş bulunan Ali Galip, M. Kemal Paşa'nın yolladığı kuvvetlerden korkarak kaçmış ve girişim etkisiz bırakılmıştı. Bu olaydan sonra Damat Ferit Paşa yayınladığı bildiri ile halkı M. Kemal ve arkadaşlarını İttihatçı ve Bolşevik olmakla suçlamıştı. Bütün bu hareketlerin arkasında Padişah'ın olduğu bilinmekle beraber Kuva-yı Milliyeciler, sanki olaylardan Padişah'ın haberi yokmuş gibi bir tutumla, hücumlarını Damat Ferit Paşa'ya yöneltip, Padişah gerçeği öğrenirse kendisini aldatanları cezalandıracağını bekledikleri izlenimini yarattılar. Bu düşünce ile Padişah'a doğrudan bir yazı hazırlandı. Bu mektupta, Hükümetin Kongre'yi basmak yoluna gittiği, Müslümanlar arasında kan dökmek istediği, Kürtleri ayaklandırarak yurdu parçalamaya çalıştığı, bu sebeple suçlular yakalanırsa cezalandırılacakları belirtiliyor, "Bu cinayetleri düzenleyerek Dahiliye ve Harciye Nazırları'na emir verdirip uygulattıran İstanbul Hükütmeti'ne ulusun inanç ve güveni kalmadığı" bildirildikten sonra, namuslu kişilerden yeni bir hükümet kurulması isteniyor, adaletli bir hükümet kurulmadıkça İstanbul Hükümeti ile ilişki kurulmayacağı açıklanıyordu. Padişah ile doğrudan görüşmek isteyen Kongre Heyeti İstanbul ile uzun bir mücadeleden sonra 12 Eylül günü, Padişah ile görüşmesini engelleyen ve ulusun güvenini yitirmiş bulunan Damat Ferit Paşa Hükümeti görevden çekilene kadar İstanbul Hükümeti ile yönetim yönünden ilişkinin ve İstanbul ile her türlü telgraf ve posta haberleşme ve ulaştırmasını kesmeye karar verdi. Bu durum bütün vilayetlere ve yabancı devlet temsilcilerine de bildirildi. Bu karar bazı istisnalar dışında genel olarak uygulandı. Bu durum karşısında bile Ferit Paşa davranışından vazgeçmedi. 13 Eylül'de İngiliz yüksek komiseri Amiral de Robeck'i ziyaret ederek, milliyetçilere karşı, "Onları ezecek bir Osmanlı kuvvetinin gönderilmesini veya önemli bazı noktaları işgal için küçük bir müttefik kuvvetinin" gönderilmesini istedi. De Robeck, Müttefiklerin savaş yorgunu olduğu için böyle bir çarpışmayı göze alamayacaklarını belirterek bu istekleri red etti. Mustafa Kemal Paşa bir yandan İstanbul Hükümeti üzerindeki baskısını arttırırken, diğer yandan, 13 Eylül tarihinde milletvekili seçimlerinin çabuklaştırılması için Kolordulara ve illere bir yönerge gönderdi. İstanbul Hükümeti ile ilişti kesilmesinden doğacak otorite boşluğunu doldurmak amacıyla 14 Eylül'de bir genelge yayınladı. Birinci maddesinde: "1- Devlet işleri, Padişah Hazretleri adına ve yürürlükteki yasalara göre eskisi gibi yürütülecektir. Soy ve din ayrılığı gözetmeksizin halkın canı, malı, ırzı ve her türlü hakları güven altında bulundurulacaktır" der. Bu bildiride, görevlerini yapmayan devlet memurlarının ve ulusal kararlara aykırı davrananların cezalandırılacağı bildiriliyor, güvenlik ve asayiş için kolordu komutanları, valiler ve mutasarrıflar görevlendiriliyorlardı.

İstanbul Hükümeti ile her türlü ilişkinin kesilmesi ile ortaya çıkan otorite boşluğunu, M. Kemal Paşa çok akıllı bir yöntemle doldurmaya, Anmadolu'da sivil ve askeri yönetimi ele geçirmek için bütün bu makamları Heyet-i Temsiliye'ye bağlamaya başladı. Heyet-i Temsiliye'yi Anadolu'daki tek merci kabul eden M. Kemal Paşa, Anadolu'da fiilen yönetimi ele geçirmek için Eylül ayı içinde yoğun bir mücadeleye girişti. Elaziz Valisi Ali Galip, Dersim ve Malatya mutasarrıfları zaten kaçmışlardı. Ankara Valisi Muhittin Paşa, Çorum Ankara yolunda tutuklanarak Sivas'a getirildi. Koyu İstanbul taraftarı olan Muhittin Paşa ulusal hareketi sürekli olarak baltalamış olduğu için İstanbul'a gönderildi.Ankara halkı Defterdar Yahya Galip Bey'i Vali seçti. İstanbul yanlısı memurlar ayıklandı. Çorum Mutasarrıfı, Ankara Valisi Munittin Paşa ile işbirliği içindeydi. Sivas'ı ziyaret eden Mutasarrıf Semih Fethi Bey, İstanbul ile ilgisini kesti ve Çorum da kazanıldı. Kastamonu'da yönetim İstanbul yanlısı memurların elinde idi. Ali Fuat Paşa Albay Osman Bey'i Kastamonu ya gönderdi. İstanbul yanlısı memurlar Albay Osman Bey'i hapsettilerse de, milliyetçi genç subaylar bir baskınla Osman Bey'i kurtardı, diğerleri tutuklandılar. Defterdar Ferit Bey Vali Vekili oldu ve Kastamonu ulusal otoriteye katıldı. Niğde'deki İstanbul yanlıları da M. Kemal'in emriyle buradaki Tümen Komutanı tarafından tutuklandılar. Trabzon Valisi Galip Bey İstanbul yanlısı olduğu için M. Kemal Paşa'nın emriyle Albay Halit Bey tarafından tutuklanarak Erzurum'a gönderildi. Konya Valisi Cemal Bey, İstanbul yanlısı olan en tehlikeli Vali idi. Konya'da milliyetçilere karşı amansız bir baskı yapıyordu. Konyalı milliyetçiler örgütlendiler. Refet Bey Sivas'tan Heyet-i Temsiliye adına Konya'ya gönderildi. Onun geldiği duyulunca Konyalı milliyetçiler harekete geçtiler ve Vali İstanbul'a kaçtı. Böylece M. Kemal Paşa Anadolu'da ulusal iradeyi fiilen egemen kılacak büyük bir başarı elde etti.

İstanbul ile ilişkinin kesilmesinden sonra Padişah'ın da milliyetçilere karşı çıkacağını düşünen M. Kemal Paşa l4 Eylül'de Padişah'a bir mektup göndererek, Ferit Paşa Hükümeti'nin izlediği yanlış politikayı anlattı. Ferit Paşa Paris Barış Konferansı'nda ulusal duyguları incitecek bir duruma düşmek, Aydın'ın işgalini önleyememek, milliyetçileri İttihatçı gibi gösterip, Anadolu'ya yabancı işgalini davet etmek, Ulusal Meclis için seçim yaptırmamak, ülkeyi yabancılara teslim etmek gibi çeşitli yönlerden suçlanıyordu. Yine aynı tarihlerde "Genel Kongre Heyeti" adına, yabancı devletlere bir yazı yazılarak, yapılan mücadelenin gerekçesi ve önemi anlatıldı.

Padişah ise ulusa bir bildiri yayınlayarak Anadolu'da başlayan ulusal hareketin Batı Anadolu'daki işgalleri genişlettiğini, ulusal hareket yüzünden ulusun harcanmakta olduğunu, bu sebeple Barış Konferansı'nda zayıf kalınacağınıı ileri sürüyor ve yakında onurlu bir barış yapılacağına inandığını belirtiyordu. Padişah'ın bu bildirisi Anadolu'da yayılamadığı için etkisi de olmadı.

Osmanlı maliyesi aynı sırada büyük bir sıkıntı içinde idi. Devlet gelirleri giderlerden çok düşüktü. Kabine içinde Ferit Paşa'ya karşı baskı oluşuyordu. Ali Rıza Paşa ve arkadaşları Ferit Paşa'nın istifasını istiyorlardı. Padişah da Ferit Paşa ile çalışamayacağını anladı ve milliyetçilerle uzlaşma yollarını aramaya başladı. M. Kemal'in eski bir arkadaşı olan Abdülkerim Paşa aracılığı ile bu ilişki kuruldu. Teklif İstanbul'dan gelmek şartıyla İstanbul Hükümeti ile görüşme önerisi M. Kemal tarafından kabul edildi. Baskıların karşısında dayanamayan Ferit Paşa 30 Eylül'de istifa etti. Bu, millivetcilerin İstanbul karşısında kazandıkları ilk büyük başarı idi. Kendisini tutuklatmak, kongreleri dağıtmak ve ulusal iradeyi boğmak isteyen İstanbul Hükümeti, M. Kemal Paşa'nın karşısında üç ay içinde yenilmişti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
AMASYA PROTOKOLÜ

Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin istifası üzerine Padişah yeni hükümeti Tevfik Paşa'ya kurdurmak istedi. Tevfik Paşa kabul etmeyince 2 Ekim'de Ali Rıza Paşa Sadrazam olarak atandı. Ali Rıza Paşa, milliyetçilerin baskısının önemini biliyordu. Mustafa Kemal Paşa Ali Rıza Paşa'ya Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin kararlarına saygılı olmak koşuluyla yardımcı olacağını vaadetti. Buna rağmen Ali Rıza Paşa, İstanbul'da iyi niyetli bir Hükümet bulunduğunu ileri sürerek, Heyet-i Temsiliye'nin çalışmalarına gerek kalmadığını üstü kapalı bir şekilde belirtmeye çalıştı. M. Kemal Paşa ile İstanbul Hükümeti arasında 3 Ekim'den itibaren başlayan yazışmalarda M. Kemal İstanbul Hükümeti'nin, Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına bağlı olmasını, Ulusal Meclis toplanana kadar hükümetin önemli kararlar almamasını, Barış Konferansı'na Temsil Heyeti'nin güvenini kazanmış kimselerin gönderilmesini, Hükümet'in yayımlayacağı bildirilerin kendisi tarafından görülmesini, atama işlemlerinin Temsil Heyeti'nce uygun bulunması, Genelkurmay Başkanlığı'na Cevat yada Fevzi Paşa'nın getirilmesi isteniyordu. İstanbul Hükümeti de bu isteklere karşı, bu isteklerin bazılarını kabul etmekle beraber, Temsil Heyeti'nin kendileriyle işbirliği yapmasını, İttihatçılıkla ilişkileri olmadıklarını, seçimlerin serbest yapılacağını ve hükümet işlerine karışmayacaklarını açıklamalarını istiyordu. Ancak bütün bu yazışmalar bir sonuç vermediği için İstanbul Hükümeti Anadolu'ya bir temsilci göndermeye karar verdi. Bu öneriyi yapan Salih Paşa temsilci olarak görevlendirildi. Ali Rıza Paşa'nın isteği üzerine, Amasya'da bir görüşme yapılması M. Kemal Paşa tarafından kabul edildi.

M. Kemal Paşa Amasya'ya gitmeden önce, komutanlara iç ve dış politika konusu ile ordunun durumu hakkında fikirlerini sordu. Aldığı yanıtlar onların bu konularda yetersizliğini ve bütün işlerde kendisinin karar vermesi gerektiğini ortaya koyuyordu.

M. Kemal Paşa, yanında Rauf ve Bekir Sami Beylerle birlikte 18 Ekim'de Amasya'ya geldi. Salih Paşa'nın gelmesinden sonra 20 Ekim'de görüşmeler başladı. Ve Sivas Kongresi'nce kabul edilmiş bulunan esaslar üzerinde görüşmeler başladı. Ve Sivas Kongresi'nce kabul edilmiş bulunan esaslar üzerinde görüşmeler 22 Ekim'e kadar sürdü. Taraflar şu esaslar üzerinde anlaştılar:

1- Türk illerinin düşmana şu veya bu suretle terk olunmaması, hiç bir himaye ve manda kabul edilmemesi, Türk vatanının bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunması 2- Müslüman olmayan topluluklara Türk memleketlerinin siyasi egemenlik ve sosyal dengesini bozacak biçimde ayrıcalıklar verilmemesi 3- Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği'nin hukuki bir kurul olmak üzere İstanbul Hükümeti tarafından tanınması 4- İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında barışın kurulması için toplanacak konferansa Heyet-i Temsiliye tarafından da uygun görülen kimselerin gönderilmesi 5- Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın İstanbul'da toplanmasının güvenlik bakımından uygun olmadığı Son madde, yani meclisin İstanbul dışında toplanacağı hükmü, anayasaya aykırı olacağı gerekçesiyle İstanbul Hükümeti tarafından doğrudan kabul edilmedi. M. Kemal Paşa da ısrar etmedi.

Amasya'da varılan anlaşma ile İstanbul Hükümeti Temsil Heyeti'ni resmen tanımış oluyordu. İstanbul Hükümeti'nin temsilcisi, Amasya Genelgesi'nin yayımlandığı şehre getirildi ve genelgenin imzalanmasından tam üç ay sonra ulusal iradeyi kabul etti. M. Kemal Paşa böylece "ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır" ilkesini ilan ettiği şehirde, bütün ülkeye ve dünyaya gücünü gösteriyordu.

ŞEYH RECEP VE ADAPAZARI OLAYI

M. Kemal Paşa Amasya'ya gelgiği sırada Sivas'ta Şeyh Recep adında birisi 18 Ekim akşamı adamları ile Sivas Postanesi'ni basıp, silah tehditi ile Salih Paşa'ya ve 19 Ekim'de de M. Kemal Paşa'ya birer telgraf çekti. Salih Paşa'ya bağlılık dile getirilirken, M. Kemal Paşa tehdit edilerek, halkın ancak Padişah'a bağlı olacağı belirtiliyordu. İstanbul'a çektiği telgraflarla da Padişah'a bağlılıkları belirtilerek Salih Paşa'nın Sivas'a gelmesi isteniyordu. M. Kemal Paşa bu olaya çok önem vererek suçluların tutuklanması için Sivas Valiliği'ne emir verdi. Suçlular tutuklandıysa da Vali bu olayı fazla önemsemedi. Oysa hareket İstanbul'da M. Kemal Paşa'nın otoritesinin sarsıldığı biçiminde yorumlanıyordu. Sonradan anlaşıldı ki, bu olayın arkasında İngiliz Muhipler Derneği ve Sait Molla vardı.

Ulusal Mücadele'ye karşı M. Kemal Paşa'yı geri getirmek, görevinden azletmek ve son olarak tutuklatmak gibi yollarda başarılı olamayan Padişah ve İngilizler, milliyetçilere karşı yeni bir yol olarak, iç ayaklanmalar yöntemine başvurdular. Yunanlılar Batı Anadolu'yu ele geçirmişlerdi. M. Kemal Paşa Anadolu'da bağımsızlık bayrağını açmış, ulusu örgütlüyordu. İtilaf Devletleri'nin ise M. Kemal üzerine gönderecek yeterli askeri yoktu. Çünkü kendi kamuoyları savaştan bıkmış ve Orta Doğu'da ülkelerinin yeni bir savaşa girmesini istemiyorlardı. Bu durumda İngilizler Padişah ve İstanbul Hükümeti aracılığı ile iç karışıklık yoluyla M. Kemal'in otoritesini ve doğmakta olan ulusal iradeyi daha başlangıçta yok etmek istiyorlardı. Bu amaçla Adapazarı yöresinde birkaç kişi paralı askerler tutarak "M. Kemal Paşa'nın Padişah olmasını kabul etmiyeceğiz" şeklinde bir sloganla Kuva-yı Milliye'ye karşı çıktılar. M. Kemal Paşa'nın İstanbul Hükümeti'ni uyarması ve İzmit'ten gönderilen ulusal birliklerle bu olay bastırıldı.

İstanbul'da Hürriyet ve İtilaf Partisi, Askeri Nigehban Cemiyeti ve İngiliz Muhipler Derneği bir birlik kurarlarken, Ali Kemal ve Sait Molla da müslüman halkı Ulusal Mücadele'ye karşı kışkırtıyordu. Bütün bu kışkırtmaları yapanlar henüz yeterince örgütlü değildi. Fakat kısa bir süre sonra, planlı bir şekle dönüşen bu hareketler, Ulusal Mücadele'yi içten çökertebilecek kadar tehlikeli boyutlara ulaşarak iç ayaklanmalar haline geldiler. Bu konudan daha sonra ayrıca söz edileceği için şimdilik bu kısa açıklama ile yetineceğiz.

KOMUTANLAR TOPLANTISI

Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı Padişah tarafından dağıtıldıktan sonra seçime gidilmemişti. Hükümet seçim konusunda vaadde bulunmasına rağmen hiç bir çalışması yoktu. M. Kemal Paşa İstanbul Hükümeti ile ilişkileri koparır koparmaz, 13 Eylül 1919 tarihinde seçim konusunda vali ve komutanlara bir bildiri yayımlamıştı. Ferit Paşa Hükümeti'nin düşürülmesi, Ali Rıza Paşa Hükümeti'nin M. Kemal Paşa ile yumuşak ilişkiye girmesi Salih Paşa ile Amasya'daki görüşmelerde Meclis'in toplanması kararlaştırılmıştı. Salih Paşa, Hükümet ile Heyet-i Temsiliye arasında tam bir antlaşma sağlamayı vaad etmiş, olmazsa istifa edeceğini belirtmişti. Fakat ne bu antlaşmayı ne de sözünü yerine getirmedi. Toplanacak Ulusal Meclis'in mutlaka İstanbul dışında Eskişehir veya Ankara'da toplanmasını isteyen M. Kemal Paşa'nın aksine, Hükümet İstanbul'da toplanmasında ısrar ediyordu. İşin garibi Ali Fuat Paşa dışında Anadolu'daki bütün komutanlar da aynı görüşte idiler. M. Kemal Paşa bu durum karşısında Sivas'ta yüksek düzeyde bir toplantı yapmaya karar verdi. 16 Kasım'da Sivas'ta komutanlar Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşalar ve diğerleri, Heyet-i Temsiliye ve önemli kişiler, 1- Millet Meclisi'nin toplantı yeri 2- Toplantıdan sonra Temsil Heyeti'nin ve ulusal örgütün alacağı şekil ve çalışma yöntemi 3- Paris Barış Konferansı'nın bizim için olumlu ya da olumsuz bir karar vermesi üzerine nasıl davranılacağı şeklindeki üç maddelik gündemi görüşmek üzere toplandı. Çeşitli görüşlerin tartışıldığı bu toplantıda, M. Kemal Paşa düşman toplarının tehdidi altında toplanan bir meclisin hür iradesini belirtemeyeceği için Anadolu'da güvenli bir yerde toplanmasını istiyordu. Fakat kurul, Meclis'in İstanbul'da toplanmasının bütün sakıncalarına rağmen İstanbul dışında toplanmasını Hükümet uygun bulmadığı için yurdu sarsıntıya düşürmemek amacıyla İstanbul'da toplanmasını kabul etti. Önlem olarak, bütün milletvekilleri tek tek aydınlatılacak, İstanbul'a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir, Edirne gibi yerlerde toplanacaklar, Millet Meclisi tam güvenlik içinde olduğunu açıklayana kadar, Temsil Heyeti çalışmasını sürdürecek Meclis güvenlik içinde olunca Temsil Heyeti Genel Kongre'yi toplayarak Cemiyetin ileride alacağı durumu belirliyecekti. Paris Barış Konferansı olumsuz bir karar alır ve Meclis bunu onaylarsa, ulusal iradeye başvurmak için en uygun yola gidilecekti. Meclis'in İstanbul'da toplanması kararından sonra M. Kemal Paşa milletvekillerine verilmek üzere bir yönerge hazırladı. Bu yönergede Kuva-yı Milliye ilkelerine bağlı olanların bir grup oluşturması ve alınacak önlemler belirtildikten sonra "Mebusan Heyeti'nin dağıtılması ve azasının (üyelerinin) tevkif edilmesi veya İstanbul'dan sürülmesi uzak değildir" denerek muhtemel tehlike dile getiriliyordu.

GELİŞEN OLAYLAR

Sivaslı kadınlar Kongre sırasında etkilenmişlerdi. 18 Kasım 'da bir toplantı yaparak ülkenin düştüğü kötü durumu ve Türklere karşı yapılan haksızlıkları görüştüler. İtilaf Devletleri temsilcilerine çektikleri telgrafla da, Yunanlılar'ın gösterdigi vahşet, Türk topraklarının haksız yere işgal edildiği ve Avrupa ile Amerika'nın bu haksızlıklara göz yumduğu belirtiliyor, kendilerinden adalet istendikten sonra da, Türk kadınının da erkeğinin yanında bağımsızlık din ve namus için savaşacakları belirtiliyordu. Aralık ayında "Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti"ni kuran Sivas'lı kadınlar, İstanbul ve diğer şehirlerde de şubeler açtılar. Gazetelerde yazılar yayınlayarak çalışmalarını sürdürdüler.

Bu arada İstanbul Hükümeti Anadolu'ya "Nasihat Heyetleri" göndererek, halkı ve yöneticileri; hükümet politikası dışına çıkmamaya, silahlı mücadeleye girmemeye çağırıyordu.

Aynı tarihlerde Doğu Anadolu'da Ermeniler saldırılarda bulunuyorlardı. Güney Anadolu'da ise İngilizler ve Fransızlar Adana'yı işgal etmişlerdi. Antep, Urfa Ocak 1919'dan beri İngiliz işgali altındaydı.

Bu işgallerle birlikte buralara önemli Ermeni göçleri başladı ve bu sebeple buradaki Türklerin can, namus ve mal güvenlikleri kalmadı. Diğer yörelerin aksine, Mondros Ateşkesi'nden sonra burada "Müdafaa-i Hukuk" ve "Redd-i İlhak" gibi dernekler kurulmamıştır. Kilikyalılar Derneği ise varlık gösterememişti. Sivas Kongresi'ne ise bu yöreden hiç temsilci katılmamıştı. M. Kemal Paşa'nın askerlikten ayrıldığını ancak iki ay sonra öğrenebilen bu yörenin, ulusal örgütlenme çalışmalarının dışında kalması, yörenin her türlü ulaşım ve haberleşmenin dışında olması ve buraları işgal eden İngilizler'in işgalinin geçici olduğu inancı idi. Fakat İngiltere ile Fransa arasında 15 Eylü1 1919'da yapılan anlaşma ile Suriye ve Güney Anadolu, Fransız Mandasına verilince bu bölgeye Fransız yönetimi ve Fransızlar'ın yanı sıra Ermeniler yerleşmeye başladı. Bu yeni gelişme Temsil Heyeti'nin de dikkatini çekti. Bu tarihe kadar sorun yokken, bu yörede de yeni bir cephenin kurulması gerekiyordu. Oysa Temsil Heyeti'nin elinde düzenli yeterli askeri birlik yoktu. Temsil Heyeti yayınladığı bir bildiri ile bölgeyi üçe ayırdı. Ulusal birlik için birleşilmesini, alışverişin mutlaka Müslümanlar arasında yapılmasını, güvenlik kuvvetlerinin mümkün olduğunca Müslümanlardan oluşmasını ve yönetimin elde bulundurulmasını önlem olarak aldı. Buradaki Kuva-yı Milliye'nin örgütlenmesi için üç subay görevlendirildi ve bunlar bölgenin örgütlenmesi için çalıştılar. Hepsi birer kahramanlık destanı olan Antep, Maraş, Urfa savunmalarını ileride ayrıca ele alacağız.

Yine aynı tarihlerde İtilaf Devletleri Eskişehir-Ankara demiryolunun işletmesini engelliyor, Fransızlar, Bandırma-Soma demiryolunun kontrolu bahanesiyle Bandırma'ya asker çıkartıyor, işgal altında bulunan yerlerde yayınlanan bazı gazeteler Ulusal Kuvvetlere karşı yayın yapıyorlardı. Diğer yandan seçimler yapılıyor ve Meclis'in toplanması yaklaşıyordu.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
KUVAY-I MİLLİYE

çift madde|Kuva-i Milliye </B>Kuvayımilliye </B>(veya Kuvva-i Milliye , Türk Kurtuluş Savaşı'nda Türk direniş örgütlenmelerine ve güçlerine verilen addır. Günümüz
Kurtuluş Savaşı (İstiklal Harbi), 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşı kazanan devletlerce paylaşılmasına karşı Türk ulusunun verdiği mücadeledir.

Türkçe'sindeki anlamı Ulusal Güçler'dir.
Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecedir. Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup olmadığı konusu tartışılmaktadır.

Osmanlı'nın bu son ordusu ile Kurtuluş Savaşı milis ve gönüllülerinden oluşan Kuvayımilliye KKK'nın temelidir. Kuvayımilliye, ülkenin Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan birliklerince işgal edildiği ve Mondros Mütarekesi ile ağır koşulların dayatıldığı, Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı, günlerde doğan bir halk direnişidir. Yerel sivil örgütlenmeler, çeteler olarak ortaya çıkan Kuvayımilliye, düzenli ordulardan oluşan işgalci güçlere karşı, bugünkü deyimiyle bir gerilla savaşı uygulamıştır. İlk direniş olayları Güneydoğu Bölgesi'nde Fransızlara karşı görülmüşse de, örgütlü direniş İzmir'in düşmanca ele geçirilmesinden sonra Ege Bölgesi'nde Kuvayımilliye olarak başlamış ve bağımsız yerel örgütlenmeler olarak yayılmıştır. Bölgesel kuruluşlar, daha sonra TBMM'nin kurulması ile birleştirilmiş ve I. İnönü Savaşı sırasında da düzenli orduya dönüşmüştür. Mustafa Kemal Paşa Kuvayımilliye'nin kuruluşunu şöyle açıklar: Cquote| ''Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askerî bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. Bu biçimde yapılan emirlerle, devlet ve ulusun araçları temel görevlerini yapamıyorlardı. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın birincisi olan ordu da, 'ordu' adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki yurdu savunmak ve korumak olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya, ulusun kendisine kalıyor. Buna kuva-yi milliye diyoruz...'' tarih-taslak Kurtuluş Savaşı
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
MUSTAFA KEMAL VE TEMSİL HEYETİ ANKARA'DA

Ulusal Mücadele'nin Amasya Genelgesi ile ortaya konan ilkeleri Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde somut bir biçim almıştı. Bütün bu olaylar,gelişirken Batı Anadolu'da da Yunan İşgali genişliyordu. Doğu, Güney ve Batı Anadolu'da yapılacak mücadelenin ağırlığını Batı Anadolu, yani Yunan cephesi oluşturuyordu. Bu bakımdan asıl savaş bu cephede geçecekti. Diğer yandan Meclis'in İstan.bul'da toplanması sebebiyle Sivas çok uzak kalıyordu. Sivas haberleşme ve ulaşım olanakları yönünden uygun değildi. İstanbul'dan gönderilen telgraflar ve mektuplar Ankara'da özetlenerek Sivas'a bildiriliyordu. Demiryolu Ankara'ya kadar uzanıyordu. Sivas'tan ülkeyi yönetebilmek çok güçtü. En uygun yer olarak M. Kemal Paşa Komutanlar toplantısında bu konu tartışılmış ve M. Kemal Paşa'nın önerisi üzerine doğu-batı, kuzey-güney kavşak noktasında bulunan Ankara en uygun yer olarak seçilmişti. Ayrıca Ankara'da ulusal örgütler güçlü idi. Fakat bütün bu üstünlüklerine rağme Temsil Heyeti'nin Ankara'ya gitmesini istemeyenler de vardı. Bunların başında Kazım Karabekir geliyordu. Kazım Karabekir Paşa Temsil Heyeti'nin Kızılırmağın batısına geçmesini, Doğu Anadolu'nun geleceğinin tehlikeye düşeceği endişesiyle istemiyordu. M. Kemal Paşa Ankara'ya gitme konusunda kendisini güçlükle razı edebildi.

18 Aralık 1919'da Sivas'tan ayrılan M. Kemal Paşa, Ulusal Bağımsızlık ve Egemenlik Savaşı'nın tarihi yolculuğuna devam ederek önce Kayseri'ye geldi. Mucur, Kırşehir üzerinden yoluna devam etti. Bütün bu yerlerde halkın coşkun sevgi gösterileriyle karşılandı. Halktan gördüğü bu bağlılık ve sevgi, O'ndaki bağımsızlık inancını daha da güçlendirdi. Mucur halkı kendi olanakları ile silah ve cephanesini sağlayarak "Milli Süvari Müfrezesi" kurmuşlardı. M. Kemal Paşa 27 Aralık 1919 cumartesi günü Ankara'ya vardı. Dikmen sırtlarında halk ve Seymenler tarafından karşılandı. Şerefine törenler yapıldı. Kendisine ayrılan Ziraat Mektebi binasına yerleşti. Artık Ankara, ulusal iradenin merkezi ve kalbi idi. 1920 Yılı Başında M. Kemal Paşa'nın Siyasi ve Askeri Durum Değerlendirmesi

Meclis-i Mebusan'ın toplanması çalışmaları sürerken M. Kemal Paşa, komutanlara ve İstanbul'da bulunan arkadaşlarına yolladığı telgraflarla genel bir değerlendirmede bulundu. 9 Ocak ve 5 Şubat 1920 tarihli bu telgraflar 1920 yılı başlarında ülkenin durumu,yabancı devletler ve izlenecek politika yönünden M. Kemal Paşa'nnı görüşlerini belirtmektedir. İtilâf Devletleri'nin savaş içinde yapmış olduğu anlaşmalar aralarındaki çıkar çatışmalan yüzünden bozulmuş, özellikle Boğazlar ve Türkiye'de İngiliz'lerin üstünlük sağlaması Fransız ve İtalyanları rahatsız etmiştir. Türkiye'nin Fransız ve Yunanlılar karşısında kazanacakları başarı üzerine İtalyanlar kendiliklerinden Anadolu'yu terk edebilecektir. Trakya'da da mücadele edilmeli, Bulgarların yansızhğı sağlanmalıdır. Bolşeviklerin zaferi Türkiye açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü Bolşeviklerle temas eden bir ülke, ya onlarla sosyal ve politik işbirliğine girmekte veya çatışmaktadır. Türkiye'nin Bolşeviklere karşı silahlı çatışmaya girmesi için İtilaf Devletleri'nin büyük fedakarlıklar yapması, işgal edilmiş Türk topraklarının terkini gerektirir ki, bunu yapmazlar. Bu sebeple Türkiye barışı ertelenmiştir. Türkiye'yi her yöndcn kuşatmış bulunan İtilaf Devletleri Türk-Rus ilişkisini engellemek için Kafkasya'da bir sed oluşturma çabasındadırlar. Bu amaçla Ermenistan, Gürcistan, Azerbeycan Devletleri'ni tanıyarak bu setti gerçekleştirmek istemektedirler. İtilaf Devletleri diğer yandan Türkiye içinde ayrılık ve iç çatışmalar çıkartarak Kuva-yı Milliye'yi dağıtmaya çalışıyorlar. Kendi arzularını yerine getirecek zayıf hükümetler istiyorlar. Durum değerlendirmesinin sonunda ise alınması gereken önlemleri belirtiyor: "Kafkasya'da kurulmak istenen seddi engellemek için burada kurulmakta olan hükümetlerle temasa geçmek, Doğu cephesinde seferberlik yapmak. Eğer Kafkas Ulusları İtilaf Devletleri ile işbirliğine giderlerse, Bolşeviklerle anlaşıp bu seddi yıkmak. İstanbul Hükümeti bıı kararları desteklemezse, Temsil Heyeti İstanbul ile ilişkisini keserek gerekli önlemleri kendisi yapmalıdır." Durum değerlendirmesi, genelde olumlu karşılanmakla beraber, M. Kemal Paşa'nın gerçekçi politikasını anlayan çok az kimse çıktı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİNİN AÇILMASI

SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ'NİN AÇILMASI (12 Ocak 1920)

Sivas Kongresi'nde alınan kararlardan biri de Meclisi Mebusanın toplanması idi. Temsil Heyeti'nin ısrarı üzerine Padişah ve İstanbul Hükümeti, Osmanlı Mebuslar Meclisi'ni toplamağa karar verdi. Mustafa Kemal düşman tehdidi altında bulunan, her an işgal edilmesi mümkün olan İstanbul'da Meclisin serbestçe çalışamayacağını biliyordu. Bu sebeple Meclisin Anadolu'nun herhangi güvenilir bir ilinde toplanmasını istedi. İstanbul bu fikri kabul etmediği gibi, bazı arkadaşları da Meclisin İstanbul'da toplanması fikrini savundular. O da Mebuslar Meclisinin İstanbul'da toplanmaması için fazla ısrar etmedi.

Son Mebuslar Meclisi 12 Ocak 1920'de açıldı. Padişah hastalığını ileri sürerek açılış töreninde bulunmadı. Onun yerine açış nutku Sadrazam Ali Rıza Paşa tarafından okundu. Mecliste Mustafa Kemal'e ve Milli davaya bağlı bulunan milletvekilleri Felah-ı Vatan Grubu adıyla bir grup yaptılar. Bu grup Erzurum ve Sivas Kongreleri esaslarını taşıyan "Misakı Milli" denilen beyannameyi hazırladı. Bu belge Mebuslar Meclisi'nin 28 Ocak 1920 tarihli oturumunda kabul ve ilan edildi.
 
Üst