TÜRK KURTULUŞ Savaşı

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
DIŞ POLİTİKA

OSMANLI Devletinin 19.yüzyıl boyunca izlediği dış politika, genellikle büyük devletler arasındaki çıkar çatışmalarından ve dengelerden yararlanmak esasına dayanıyordu. Büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çok sıkı kontrol etkileri vardı. Ekonomik ve mali yönden Batılıların kontrolunda olan imparatorluk, siyasi yönden de onların etkileri altında idi. Bir yabancı devletin, elçisinin Osmanlı Devlet adamlarını azarladığı, hatta Dışişleri gibi önemli bakanların atanması ve görevlerinden alınmasında söz sahibi oldukları sık sık görülen bir durumdu. Uzun bir süre İngiliz himayesinde varlığını sürdüren ve dış politikasını da buna göre ayarlayan Osmanlı Devleti, İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğü politikasından ayrılması üzerine, Alman himayesine ve etkisine girdi. Alman etkisi Osmanlı Devleti'nin dış politikasını da değiştirdi. Birinci Dünya Savaşı'na da bu etkiye girildi. Hatta Türk Orduları'nın önemli kısmının komutası Alman subaylara bırakıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan hristiyan azınlıklar ise ayrı bir konu idi. Büyük Avrupa devletleri bu konuda Osmanlı İmparatorluğu'nun sık sık içişlerine karışıyorlardı. Azınlıkların bu sebeple Türklerden ayrıcalıklı hakları bulunuyordu.



.
Osmanlı Devleti, devlet ideolojisi olarak, İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük (Turancılık) gibi programları uygulamış, sonunda her üçü de etkisiz olmuştu. Yalnız Türkçülük akımı Birinci Dünya Savaşı sonunda Turancılık etkisinden kurtulabilmişti. Birinci Dünya Savaşı'na, bağımsızlık isteği ile giren İmparatorluk savaşta yenilip Mondros Ateşkesi ile teslim oldu. Padişah ve Hükümet tam anlamıyla teslimiyetçi ve özellikle İngiliz isteklerine uygun bir politika izlemeye başladılar. Ulusal olmayan bu politika ümmi ve Hanedan çıkarlarına dönüktü. Oysa İtilâf Devletleri Ocak 1919'dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nu nasıl paylaşacaklarını görüşmeye başlamışlardı. Mayıs 1919'dan itibaren de paylaşma, yağmaya dönüştü. Buna karşılık Osmanlı Devlet adamları ve Padişah, her isteneni yerine getiren, kaderini İngiltere'nin eline terk eden bir politika içinde idi. Osmanlı Devleti'nin bu politikasının dışında, ülkenin kurtuluşu için başka politikalar da oluşmuştu. Amerikan mandası isteyenler ve yöresel kurtuluş çaresi arayanlar. Bunların izlediği politikanın esasını da yine Osmanlı İmparatorluğu ve Padişah kavramları oluşturuyordu.

Bu durum karşısında M. Kemal Paşa Anadolu'ya çıktığında bütün bu politikaların dışında, yeni inanç ve programa dayanan bir politikanın esaslarını ortaya koydu. M.Kemal bu politikanın esaslarını "Hakikat-ı halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu... Osmanlı Devleti onun bağımsızlığı, Padişahı, Halife, hükümet, bunlar hepsi kavramı kalmamış bir takım anlamsız sözlerden ibaretti... O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak." sözleriyle ortaya açıkça koydu. Görülüyor ki Atatürk'ün politikasının esasını tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak düşünce ve eylemi oluşturuyordu. Amasya Genelgesi ile ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik düşünceleri açıklanmış, Erzurum, Sivas Kongreleri ile ilan edilmiş ve B.M.M.'nin açılışı ile meşru bir temelde somutlaştı. Yeni Turk Devleti tam bağımsızlık ilkesini esas alırken, Misak-ı Milli ile de sınırlarını gerçekçi bir biçimde çizdi. Ulusal sınırlar içinde tam bağımsız bir devlet kurulması için, ulusal ilkelerden ödün vermeden savaşa başlandı ve dış ilişkiler kuruldu.

1921 yılı Türkiye'nin cephelerde ve dış politikada büyük başarılar elde ettiği bir yıl oldu. I. ve II. İnönü Savaşları ve Sakarya Savaşı'nın kazanılması dış politikada çok olumlu sonuçlar verdi. Sovyetler Türkiye ile Moskova Antlaşması'nı, Fransa da Ankara Antlaşması'nı imzalayarak Türkiye'yi resmen tanıdılar. Türkiye'nin dış ilişkilerinde izlediği politika tam ulusal bağımsızlık idi. Bu politikanın esaslarını Atatürk şu sözleri ile açıklıyordu: "Biz hayat ve bağımsızlık isteyen ulusuz ve yalnız bunun için canımızı veririz." "Ulusal sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı sürdürmek ulusun ve ülkenin gerçek mutluluğuna, kalkınmasına çalışmak... Gelişigüzel büyük hayaller peşinde ulusu uğraştırmamak, harcamamak... Uygarlık dünyasından insanca karşılık ve dostluk görmeyi beklemek..." Atatürk'ün İstiklal Savaşı'nda kurduğu bu ulusal politika bencil değildir. Bütün mazlum uluslar için idi. Atatürk'ün Erzurum Kongresi sırasındaki "Anadolu bu savunmasıyla yalnız kendi hayatına ait görevi yerine getirmiyor, belki bütün doğuya yönelik saldırılara set çekiyor..."sözleri bunu belirtmektedir.

Türkiye'nin dış ilişkileri de tam bağımsızlık, karşılıklı haklara saygı,iç işlerine karışmamak ve karıştırmamak, bu esaslar içinde komşularıyla ve bütün dünya ile iyi ilişkiler kurmak esasları ile belirlendi.

T.B.M.M-SOVYET RUSYA İLİŞKİLERİ

Sovyetler Birliği'nin Türkiye'ye ilgisi, T.B.M.M.'nin kurulmasından çok daha önce başlamıştı. Sovyetler gizli anlaşmaları ilan ederek Türkiye konusunda Çarlık Rusya'sının politikasını gütmediklerini belirtmek istemişlerdi. Anadolu'da M. Kemal Paşa önderliğinde başlayan Ulusal Mücadele Sovyetler tarafından iyi karşılanmıştı. Türkiye, emperyalizme karşı Ulusal Bağımsızlık Savaşı verirken, Sovyetler de İtilaf Devletleri'nce desteklenen karşı devrimci güçlerle ve Polonya ile savaşıyordu. Bu bakımdan her iki ülke de aynı düşmana karşı savaştıkları için birbirlerini doğal müttefiki olarak görüyorlardı. Türkiye'nin bağımsızlık savaşının Sovyetler Birliği'nin kendi çıkarları açısından çok büyük önemi vardı. Çünkü Mondros Ateşkesi'nden sonra İngiltere İstanbul'a, Boğazlara, Kafkasya'ya, Afganistan'a egemen olarak Sovyetleri güneyden kuşatmıştı. Ayrıca İngilre Batı Anadolu'yu Yunanistan'a vererek, Ege Denizi'ne egemen güçlü bir Yunanistan ve Doğu Anadolu'da da İngiltere'nin güdümünde bir Ermenistan ve Kürdistan kurmak, böylece Sovyetleri sıkıştırmak istiyordu. Aynca Kafkasya'da İngiltere'nin kurduğu bağımsız devletler (Ermenistan, Gürcistan, Azerbeycan) aracılığı ile Sovyetler Bakü petrollerinden de yoksun bırakılmıştı. İşte Sovyetler Boğazlar ve Anadolu'ya sahip dost veya hiç değilse kendisine düşman olmayan bir Türkiye'nin varlığını kendi çıkarları açısından yararlı görüyordu. Kafkasya'da kurulan baraj ancak Türkiye ile işbirliği yapılarak yıkılabilirdi. Ayrıca Sovyetler Birliği, Türkiye'nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı yapmasının, Türkiye'nin Sovyetleşebileceğini, böylece bütün islam dünyasının da kazanılabileceğini düşünerek umutlanıyorlar ve Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nı sevinçle karşılıyorlardı. Bakü de yapılan III. Enternasyonal'in kararları da Sovyetler'in bütün Müslüman uluslar üzerinde etkili olması için Türkiye'yi desteklemesine başka bir nedendi. Sovyetler Birliği, Türkiye'nin emperyalizme karşı bağımsızlık savaşını kazanmasının, bütün sömürgelere örnek olabileceğini ve sömürgelerin de ayaklanması sonucu, buraları sömüren Avrupa ülkelerinin fakirleşerek, kapitalizmin çökeceğini düşünüyorlardı. Görülüyor ki Sovyetler Birliği'nin Turkiye'yi desteklemesi için kendisi açısından büyük çıkarları bulunuyordu.

Türkiye, İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, A.B.D.) ile savaş durumunda idi. Toprakları İtilaf Devletleri'nin orduları ve Yunan Orduları tarafından işgal edilmişti.Bu bakımdan Türkiye'nin Avrupa'dan yardım alması söz konusu olmadığı gibi, onlarla savaş durumundaydı.

Dışişleri Bakanı Muhtar Bey Meclis'te yaptığı konuşmada, "Ankara Ulusal Hükümeti'nin, gereksinim duyduğu dış dayanağı, batıda bulmasının olanağı yoktur. Hariciye Vekili olmak sıfatı ile resmen ve alenen beyan ediyorum ki, şimdiye kadar batıda bize sağlam bir dayanak olacak ve ümit verecek hiçbir kesin değişiklik vaki değildir. Buna rağmen, Hükümetimiz mutlaka ve mutlaka bu büyük mücadelede kendisine yardımcı olarak büyük bir dış kuvvete dayanmak zorundadır.", sözleriyle Türkiye'nin doğal olarak Sovyetler Birliği ile anlaşması gereğini belirtiyordu. Ancak bir yardım söz konusu ise bunun ilkeleri de açıkça belirtilmeliydi. M. Kemal, Meclis'te Sovyet yardımı sözkonusu olduğunda, dış yardımın ulusal bağımsızlık ilkelerimize aykırı olmaması gerektiğini ortaya koymuştu. Ulusal geleneklerimizden ve bağımsızlığımızdan ödün vermemek koşuluyla dıştan gelen her yardımın kabul edileceğini belirten M. Kemal'in tezi hiç kuşkusuz Sovyetlerin niyetine ters düşüyordu. M. Kemal daha Amasya Genelgesi'nin ilan edildiği tarihte Sovyetlerle iyi ilişkiler kurulmasının önemini görmüş, fakat Sovyetler'in Türkiye'yi Bolşevikleştirmek isteklerini sezdiği için, ulusal bağımsızlık ilkesine ters düşen bu istekleri çok dikkatli bir şekilde engellemişti. Erzurum, Sivas, Kongreleri ve Misak-ı Milli kararları ile Türkiye'nin tezi açıkça belirince Sovyetler bundan hoşlanmadılar.

T.B.M.M.'nin kurulduğu tarihte Türkiye, büyük tehdike içinde idi. Özellikle dış yardım konusu ağırlık kazanmıştı. Yukarda belirttiğimiz gibi M. Kemal dış yardım konusunda ulusal bağımsızlık ilkesinin dışına kesinlikle çıkılmamasını ortaya koydu. Meclis'in açılmasından üç gün sonra 26 Nisan 1920'de M. Kemal, Lenin'e bir mektup yazarak, asker ve siyasi bir ittifak yapılarak batı emperyalizmine karşı, birlikte mücadele edilmesini, ayrıca "Bolşevikler" Gürcistan'a askeri harekat yaparak İngilizleri buradan çıkarmaya çalışırlarsa, Türkiye Hükümeti'nin de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat yapmayı kabul ettiğini, başlangıç olarak 5.000.000 altın ve askeri silah, cephane, malzemenin gönderilmesini istedi. 1920 yılı başında Sovyetler ile yardım antlaşması için "Türkiye Ulusal Kuvvetleri'nin Temsilcisi" olarak gönderilen Halil Paşa'ya Sovyetler Birliği, yardım karşılığında "Bitlis, Van, Muş vilayetlerinin Ermenistan'a verilmesini" şart koşmuşlardı. Bu arada, yazılan mektubun yanıtı beklenmeden Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet 11 Mayıs 1920'de Sovyetler Birliği'ne gitmek üzere hareket etti. Fakat Sovyetlerdeki iç savaS ve ulaşım güçlükleri yüzünden heyet Moskova'ya ancak 19 Temmuz'da varabildi. Bu heyetin 11 Mayıs'ta hareket ettiği gün B.M.M.'nde Lenin'in bir mektubu okundu. Lenin mektubunda Ermeni haklarından söz ediyordu. M. Kemal'in 26 Nisan tarihli mektutuna ise Sovyetler'in Çiçerin imzası ile (tarih 2 Haziran) yanıtl ancak 15 Haziran'da geldi. Çiçerin mektubunda Ermenilerin yerlerine dönmesi ve bundan sonra "Türk Ermanistan'ında, Kürdistan'da, Lazistan'da, Batum'da plebisit (halk oylaması) yapılmasını" istiyor ve yardımı bu şarta bağlıyordu. Garülüyor ki dostluk ilişkileri ve yardım isteği ile başvurulan Sovyetlerin, Türkiye'yi Sovyetleştirmek isteklerinden başka, Ermenilerin geri dönmesini sağlayıp, Doğu Anadolu'yu Ermenistan'a vermek, Türkiye'yi parçalamak ve bunları kolayca yutmak niyetleri vardı. Sovyetler bu görüşlerinde ısrar ettikleri için de Türk-Sovyet ilişkileri gecikti. Türk Heyeti Lenin ve Çiçerin ile Ağustos 1920'de görüştüklerinde Sovyetler isteklerinde ısrar ettiler. 24 Ağustos'ta'bir antlaşma tasarlsı hazırlandıysa da Sovyetlerin Ermeniler konusundaki ısrarları yüzünden etkili olmadı. Türk Heyeti, Türkiye batıda Yunanistan'a ve doğuda Ermenilere toprak vermemek için savaştığı yanıtını vererek bu istekleri red etti. Türkiye Sovyetler ile iyi ilişkiler kurulması için, Haziran ayında başlaması gereken Doğu Cephesi'ndeki Ermeni harekatını da bu yüzden ertelemişti. Fakat Sovyetlerin bu tutumu ve Kızılordu'nun Kafkasya'ya girmesi üzerine Türk Ordusu ileri harekata geçti. 1 Eylü! 1920'de Bakü'da toplanan "Şark Milletleri Kurultayı"nda Zinovyev açış konuşmasında Türkiye'ye değinerek "Başında M. Kemal bulunan hareketin komünist harekatı olmadığını bir dakika bile unutmuyoruz.", "Fakat İngiliz Hükümeti'nin aleyhine yüriyen her devrim mücadelesine yardım etmeye hazır olduklarını." söyledi. M. Kemal Paşa Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkilerinin, Türkiye'nin tezi çerçevesinde sağlanması için Ali Fuat Paşa'yı Moskova Elçiliği'ne atadı. 16 Ekim 1920'de Moskova'da bulunan Türk heyetine de Ruslar'ın, Misak-ı Milli'ye aykırı isteklerinin kesinlikle red edilmesini ve emperyalizme karşı birlikte mücadele etme konusunda da Ruslardan şüphelenildiğinn kendilerine bildirilmesi emrini verdi. Türk Ordusu'nun Ermenileri yenip barışa zorlaması Sovyetleri rahatsız etti. Ermenistan'ı Sovyetleştiren Sovyetler Birliği, Ermenilerle Türkiye arasındaki anlaşmayı beğenmediklerini belirtip değiştirilmesini istediler. Türkiye bu istekleri de red etti. Sovyetlerin Kafkasya'yı ve Doğu Anadolu'yu bu şekilde ele geçirmek istedikleri çok açıktı. Bir yandan da, Türkiye'yi oyalamışlardı. Azerbeycan ve Ermenistan'da birer Bolşevik Hükümeti kurmayı başaran Sovyetler, Gürcistan'ı ele geçirmeye çalışıyorlardı. Sovyetler Birliği bu sırada İngiltere ile ticaret antlaşması imzalamak üzere olduklarından Türkiye ile antlaşmayı, İngilizleri kızdırmamak için de geciktiriyorlardı. Fakat İngiltere'nin Sovyetlerden istediği, Türk İstiklal Savaşı'na yardım etmemeleri şartını red ettiler. Yine bu sırada Türkiye'nin Londra Konferansı'na (Şubat 1921) katılması Sovyetler'i, Türkiye'nin İngiltere ile anlaşmak üzere olduğu endişesine düşürdü. Bir yandan bu ilişkiler sürerken, diğer yandan Sovyetler Kafkasya'yı ele geçirmek için ilerliyorlardı. Gürcistan 1921 yılı başında Türkiye ile ilişki kurup, Ankara'ya bir elçi gönderdi. Elçi M. Kemal ile görüşerek, Gürcistan'ın Sovyet tehdidi altında bulunduğunu, Gürcistan'ı Sovyet işgalinden kurtarmak için Türk kuvvetlerinin Gürcistan'ın bazı bölgelerini geçici olarak işgal etmesini istedi. 20 Şubat 1921 tarihinde Sovyet Orduları Gürcistan'ı işgale başladılar. Türkiye de 22 Şubat'ta Gürcistan'a bir nota vererek, Brest-Litowsk Antlaşması gereğince Ardahan ve Artvin'in iadesini istedi. Gürcü Hükümeti bu isteği kabul edince, bu bölgeler Türkiye'ye devredildi. Kazım Karabekir Paşa da Sovyetler Batum'a yaklaşmadan 11 Mart'ta Batum'u kayıtsız şartsız işgal etti. Fakat aynı sırada Gürcü Hükümeti Sovyetlerle bir antlaşma imza ederek (17 Mart), Batum'un Sovyetler tarafından işşalini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Bu durumda Batum'da bulunan Türk kuvvetleri ile Kızılordu arasında çatışma tehlikesi belirmişti. Bu tehlikeli durum 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova AntlaŞması ile ortadan kalktı. Batum Gürcistan'a (dolayısıyle Sovyetlere) bırakıldı. Fakat bunun dışında, Sovyetler Birliği M. Kemal Paşa'nın bütün tezini kabul etti. Sovyetler Birliği Sakarya Savaşı sonuna kadar yeterli yardımda bulunmadılar. Bu tarihten sonra başlayan Sovyet yardımı konusunda ayrıca durulacaktır.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
T.B.M.M.-FRANSA İLİŞKİLERİ

Türk-Fransız ilişkilerinin tarihi oldukça eskidir. Kanuni Devri'ne kadar uzanır. Napolyon'un 1798'de Mısır'a seler yapması dışında genelde iyi bir gelişme göstermiştir. 19. y.y.da da bütün Avrupa Osmanlı İmparatorluğu'nun içişlerine karışmaya ve hasta adamın mirasına sahip çıkmaya çalışınca, Fransa uzun süre İngiltere'nin yanında yer alıp, Osmanlı İmparatorluğu'nun Rusya'ya karşı toprak bütünlüğünü korumaya çalıştı. Fakat bu arada Osmanlı İmparatorluğu'na ait birçok Kuzey Afrika toprağını da ele geçirdi. Diğer yandan da Osmanlı Devleti'ne borç vererek, onu ekonomik ve mali denetim altına almada İngiltere ile birlikte hareket etti. Almanya'nın güçlenmesi üzerine İngiltere'ye daha çok yanaşan Fransa, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'ndan büyük parçalar koparmak için gözünü Suriye, Lübnan, Adana, Mersin, İskenderun topraklarına dikti. Birinci Dünya Savaşı içinde de İngiltere ile bu konuda anlaştı. Rusya'nın doyurulması için Boğazlar'ın ve Doğu Anadolu'nun Rusya'ya verilmesine razı oldu. Birinci Dünya Savaşı sonunda Rusya savaş dışı kaldığından İngiltere ile Orta Doğu'yu istedikleri gibi paylaşma fırsatını buldu.

Fransa Birinci Dünya Savaşı'nda bütün gücünü Avrupa'da Almanya'ya karşı kullandı. Bu sebeple İngiltere'nin tek başına Orta Doğu'ya egemen olmaması için Türkiye konusundaki görüşme ve işlemleri geciktirmek istiyordu. Savaş sonunda Fransa'nın en büyük sorunu Almanya barışı idi. Fransa Almanya'nın iyice ezilmesini ve bir daha kendini toplayamayacağı ağır yükümlülükler altına sokulmasını ve Fransa'da yapılan yıkım için Almanya'nın Fransa'ya büyük bir tazminat ödemesini istiyordu. Bu sebeple de Clemancau, Lloyd George'un dümen suyunda bir politika izleyerek, Paris Barış Konferansı'nda, İngiltere'nin Orta Doğu ile ilgili hemen bütün isteklerini onayladı. Kendi çıkarlarına aykırı olmasına rağmen Yunanistan'ın Anadolu'ya çıkmasına ve büyümesine razı oldu. Orta Doğu'da İngiltere'nin en büyük güç olmasına yardımcı oldu. Fakat İngiltere Fransa'nın Almanya konusundaki isteklerine yardımcı olmadı. Almanya'nın bütünüyle çökmesinin, Fransa'nın güçlenmesine yarayacağı ve Avrupa'da üstün duruma gelip, Avrupa dengesini bozacağı için Fransa'ya karşı Almanya'yı korudu. Alman donanması imha edilip, ordusu dağıtılmış ve ekonomisi büyük borç altına sokulmuştu. Bu da İngiltere için yeterliydi. Bu sebepten dolayı Fransız kamuoyu İngiltere'ye karşı'çıkmaya başladı ve Fransa giderek İngiltere'den koptu.

Diğer yandan Türkiye'nin Güney Doğu topraklarını ele geçiren Fransa burada çok sert bir Türk direnişiyle karşılaştı. Ermenileri Türkler'e karşı destekledi ve Ermeni politikasına sahip çıktı. Bu cephedeki Türk direnişinin Fransızlara çok ağır kayıplar verdirtmesi ve Suriye mandasını tehlikeye sokması, Fransız kamuoyunda İngiltere'yi suçlu bulma eğilimini güçlendirdi. Fransız basını kendilerinden önce burayı elinde bulunduran İngiliz Ordusu'nu, Türkleri silahsızlandırmamakla suçluyor ve Türk direnişi konusunda İngiltere'yi suçluyordu. Fransa'da Clemenceau Başbakanlıktan ayrılıp Ocak 1920'de barış yanlısı bir insan olan Briand'ın Başbakan oluşu da Fransız politikası üzerinde etkili oldu. Kilikya, Antep-Urfa, Maraş, direnmeleri üzerine buraları kaybedeceğini anlayan Fransa, Batı Anadolu'da, İngiltere'nin desteğinde kuvvetli bir Yunanistan'ın bulunmasını da kendi çıkarlarina aykırı bulmaya ve Türkiye'nin varlığını sürdürmesinin kendisi için daha yararlı olduğunu görmeye başladı. Çünkü Türkiye'nin dış borçlarının % 60'ı ve Türkiye'deki yatırımların % 50'si Fransa'ya aitti. Ayrıca Türkiye Fransız ekonomisi için önemli bir hammadde kaynağı ve pazar idi. 1921 Şubat-Mart ayında Londra'da Bekir Sami Bey ile imzaladıkları ekonomik anlaşmada Fransa'nın isteklerini gösteriyordu. Bu antlaşma bilindiği gibi M. Kemal tarafından red edildi.

Türk Kurtuluş Savaşı'nın Fransa'yı en çok ilgilendiren yönü, Türkiye'nin Kapütilasyonları kaldıracaklarını söylemeleri ve tam bağımsızlık istekleri idi. Bu sebeple Fransa Türkiye konusunda, 1921 yılından itibaren bir yandan iyi niyetli bir politika izlerken, diger yandan endişe de duyuyordu. Yeni Fransız Hükümeti İskenderun Körfezi'ne büyük önem verdiğinden, oraya sahip olmanın Fransa için şart olduğunu belirtti. Öyle görülüyor ki Fransa İskenderun dışında Türkiye topraklarını boşaltmaya razı olacaktı.

Fransa'nın 1920 yılı ilk baharından itibaren Türkiye konusundaki politikası değişmeye başladı. Türk direnişinin gücü Fransa'yı yıpratmıştı. İngilte,re Almanya konusunda Fransa'ya oyun oynamıştı ve Fransa da doğuda İngiltere'ye Yunanistan'a karşı Türkiye lehine politika izlemekle oyununu oynayabilecekti. Türklerin İngilizlerin dostu Yunanlılara iyi bir ders vermesi isteği Fransız kamuoyunda bu sebeple yaygınlaşıyordu. Türk Orduları'nın Yunan Orduları'n I. ve II. İnönü Savaşları'nda yenmesi de Fransa üzerinde Türkiye lehine büyük etki yaptı. 1921 Haziran ayından itibaren İtalya'nın Güney Batı Anadolu'yu sessiz sedasız boşaltması da Türkler'e silahla isteklerinin kabul ettirilmesinin mümkün olmadığı konusunda Fransa'yı uyardı. Bütün bu gelişmeler sonunda, Mayıs 1921'de başlamış olan Türk-Fransız yakınlaşması, Haziran'da Ankara'da başlayan görüşmelerle gelişti. Fakat Yunan Ordusu'nun Eskişehir-Kütahya saldırısı yüzünden görüşmeler askıya alındı. Sakarya Savaşı'nda Yunan Ordusu'nun bozuluşu Fransa'nın Türkiye'ye yaklaşmasını çabuklaştırdı. Türkiye'nin komünist olmayacağına da kanaat getiren Fransa, Türkiye ile 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara Antlaşmasını imza etti. Böylece Türkiye karşısındaki İngiliz-Fransız bloku parçalanırken, Fransa İngiltere'den de intikam alıyordu. İngiltere bu yakınlaşmayı hiç hoş karşılamayıp, karşı çıktıysa da etkili olamadı.

Ermeni ve Rum propogandaları ve basının uzun bir süre bu propogandaların etkisi altında kalması sebebiyle Fransız kamuoyu başlangıçta Türk Kurtuluş Savaşı'na karşıydı. Fakat Kongreler ve B.M.M.'nin açılması etkisini yavaş yavaş gösterdi. Türk direnişinin ulusal bir savaş olduğu anlaşıldı. Başlangıçta M. Kemal hareketini eşkiya gibi yorumlayan Hükümet, basın ve muhalefet partilerinin "Hükümeti eleştirirken sizin eşkiya dediğiniz bu hareketi Fransız kamuoyu vatanseverlik olarak kabul etmektedir." diye karşı çıkmaya başladı. Milliyetçilik fikirlerinin beşiği olan Fransa'da kamuoyu giderek Türkler lehine döndü. Bunda kuşkusuz İngilİere'nin Fransa'yı kandırmış olmasının da büyük etkisi vardı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
T.B.M.M.-İTALYA İLİŞKİLERİ

19. y.y.ın ikinci yarısında siyasal birliğini kurabilen İtalya, sömürgecilik hareketlerine ancak 20. y.y.ın başlarında başlayabildi. İtalya uzak kıtalarda ve okyanuslarda sömürgecilik yarışına girebilecek kuvvette değildi. Bu sebeple yakın alanlara göz dikti. En elverişli topraklar ise Kuzey Afrika, yani Osmanlı İmparatorlugu toprakları idi. Fakat Cezayir ve Tunus'u Fransa, Mısır'ı da İngiltere ele geçirmişti. Bu sebeple İtalya'ya yalnızca Trablusgarp (Libya) kalmıştı. Üçlü İttifaka katılmış bulunan İtalya, diğer yandan Fransa ile gizli bir anlaşma yapmıştı. İngilere ve Almanya'nın arasındaki rekabetten yararlanan İtalya 1912'de Trablusgarb'a saldırdı ve ele geçirdi. İtalya daima ikili bir politika izliyor, rekabetlerden yararlanarak, kim kendisine daha fazla pay verirse onun yanında yer alıyordu. Birinci Dünya Savaşı'na da bu politika ile katıldı. Buna karşılık kendisine gizli anlaşmalarla İzmir, Antalya arasındaki bütün Güney Batı Anadolu vaad edildi. Birinci Dünya Savaşı'na bu vaadlerle katılan İtalya Paris Barış Konferansı'nda İngiltere, Fransa ve A.B.D.'ni karşısında buldu. Müttefikleri, İzmir'i kendisine vermeyip, Yunanistan'a veriyorlardı. Venizelos'un Paris Barış Konferansı'na sunduğu, Batı Anadolu ile ilgili nüfus ve tarihi iddiaları ise İtalyan delegesi çürüttü. Oysa hem İzmir'in elden gidişi hem de Batı Anadolu'yu ele geçirecek bir Yunanistan'ın büyümesi ve kuvvetlenmesi İtalyan çıkarlarına aykırı idi. Paris'teki görüşmelerde Müttefikleri ile çatışan İtalya, görüşmeleri terk etti ve 1919 Mayıs'ının başında, Kuşadası-Antalya arasına asker çıkararak işgal etti. Müttefikleri ise Yunan Ordusu'nu İzmir'e çıkarttılar. İtalya'nın bu yüzden müttefikleriyle arası iyice açıldı.

Güney Batı Anadolu'yu işgal eden İtalyanlar, yumuşak bir işgal politikası izlediler. Bu politikayı şöyle özetleyebiliriz:


Türkler'e, Yunan ve İngiliz düşmanlığı telkin etmek ve İtalya'nın Türkler'e dost olduğuna güven uyandırmak
Köylülere iyi davranmak
Alışveriş yaparken fazla para vermek
Dispanserler açıp, hastalara parasız bakmak ve ilaç vermek (özellikle, verem, sıtma uyuz gibi hastalıklarla mücadele edildi)
Çocuklara şefkat gösterip, hediye vermek
Yunan işgalinden kaçan göçmenlere yardım etmek
Posta teşkilatı kurmak
Okul açmak
Türk kuvvetlerine yardımcı olmak
Bozuk yolları onarmak vs.

İtalyanlar bunların hepsini tamamen yerine getirmemekle beraber Türkiye'ye karşı başından beri yardımcı oldular. İzmir'in işgalini, 20 gün önce haber verdiler. M. Kemal İstanbul'da iken İtalyan Yüksek Komiseri ile iyi ilişki kurmuş ve onun yardımı ile İngiliz baskısından kurtulmuştu. İtalyan temsilcileri, İzmir'in işgalini takiben Anadolu'da başlayan Ulusal Mücadele'nin M. Kemal Paşa gibi bir lider tarafından yürütülmesini sevinçle karşıladılar. Birçok önemli bilgiyi Anadolu'ya gönderdiler. Kendi işgalleri altında bulunan yerlerde T.B.M.M.'nin otoritesinin kurulmasına, buralara İstiklal Mahkemeleri'nin girip asker kaçaklarını ve suçluları yakalatmasına karışmadılar. Antalya Limanı'ndan her zaman yararlanılmasına izin verdiler. T.B.M.M. temsilcilerinin Londra Konferansı'na çağrılmasına ve onların Londra'ya götürülmesine yardımcı oldular. Özellikle Kont Sforza gibi ileri görüşlü birisinin Haziran 1920'de İtalyan Dışişleri Bakanı olması da Türkiye için çok yararlı oldu. Onun Bakan oluşu Llyd George'u endişelendirmişti. "Uluslar artık uyanmaktadır. Tahmin ediyorum ki, yirmi sene sonra Afrikalılar hepimizi kapı dışarı edecektir." diyen Kont Sforza 10 Ocak 1921'de Roma'da görüştüğü Yunanistan Başbakanı'na "Yunanistan'ın iddialarından büyük ölçüde vazgeçmesi gerekir. Çünkü, büyük devletlerden hiçbirisi Türkiye'ye barrışı kabul ettirecek bir iktidarda olmadıklarını." belirterek büyük bir gerçeği söyledi.

Kuşkusuz, İtalya'yı Türkiye yanlısı bir tutum izlemeye iten Türk sevgisi değildi. İtalya Paris'te, müttefiklerinin ihanetine uğramıştı, İngiltere'den intikam almak istiyordu. Türklerin Yunanlıları yenmesi ile hem Yunanistan zayıflayacak, hem de İtalya İngiltere'den intikamını almış olacaktı. Ayrıca Türk Ulusu'na iyi davranarak, İtalya'nın ekonomik çıkarlarını sürdürmeyi düşünüyordu. İtalya Türkiye'ye (Milliyetçilere) silahla isteklerini kabul ettirilemiyeceğini gören ilk ülke idi.

Diğer yandan İtalya'nın iç durumu da çok kötü idi. Savaş, ekonomiyi ve sosyal yapıyı sarsmıştı. A.B.D. Avrupa'dan gelen göçleri sınırladığı için İtalyanların göç yolları da tıkanmıştı. İtalya artan nüfusunu besliyemiyordu. İşsizlik ekonomik boyutları aşmış, sosyal patlamalara yol açmıştı. İşçi hareketleri, grevler yaygınlaşınca 1919'dan itibaren Faşist hareketler de güçlendiler. 1919-1921 yılları arasında İtalya'nın iç durumu karışıktı. Faşist hareket bundan yararlanarak her geçen gün kuvvetlendi. İtalya adeta bir iç savaş yaşıyordu. Bu sebeple Anadolu'da yeterli bir askeri kuvvet bulundurabilecek durumda değildi.

İşte bu sebeplerden dolayı İtalya 1921 Haziranı'nda Anadolu'yu sessiz sedazsız terk etti. Türkiye'den ekonomik ayrıcalıklar istedilerse de M. Kemal bu istekleri red etti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
T.B.M.M.-A.B.D. İLİŞKİLERİ

19.y.y.da ekonomik bakımdan ilerlemeye başlayan A.B.D.nin Türkiye ile ilişkisi 1819'dan itibaren Türkiye'ye gönderdiği misyonerler ile başladı. Protestanlık propogandası yapmak için başlayan bu ilişki ile 1830'da ticari ilişkilere dönüştü. 1834'de Türkiye'nin başta İzmir olmak üzere, Bursa, Trabzon'da şubelerini açan misyoner okulları kısa zamanda yayıldılar. 1866'da Robert Kolej, 1890'da Amerikan Kız Koleji açıldı. Bunu Anadolu'nun birçok şehrinde kolejler izledi. Bu misyoner okulları, Ermeni konusunda da Türkiye aleyhine büyük faaliyetlerde bulundular. Amerika'da Ermeniler lehine Kilise tarafından desteklenen kampanyalar büyük ilgi gördü. Birinci Dünya Savaşı içinde Türkiye'deki faaliyetler durdu, fakat Mondros Ateşkesin'den sonra tekrar canlandı. Ermenilere ve Rumlara destek oldukları için Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Amerikan Kolejlerine (örneğin Merzifon Amerikan Koleji Pontus merkezi idi) casus gözüyle bakıldı.

Amerika'nın Türkiye ile olan ilişkileri daha çok kültürel idi. 1917 yılında Birinci Dünya Savaşı'na giren A.B.D. Türkiye'ye savaş ilan etmeyip, yalnızca ilişkilerini kesti. Amerika'nın Türkiye ile siyasi konularda ilgilenmesi Wilson İlkeleri ile başladı. Wilson İlkeleri'nde Türkiye'ye ayrı bir yer verilmişti. Türklerin çoğunlukta bulunduğu yerlerde bir Türk Devleti kurulacağı belirtilmişti. Boğazların ise bütün ticaret gemilerine açık olması kabul edilecekti. Böylece Türkiye ve Boğazlar konusu birlikte ortaya çıkıyordu.

Fakat Başkan Wilson, Paris Barış Konferansı'nda ilkelerini unuttu ve Türkiye'nin yağmalanmasına yardımcı oldu. Orta Doğu'da Amerika için ekonomik bir kapı bırakılması karşılığında İngiltere'nin ve Fransa'nın peşinden gitti. "Cemiyet-i Akvam" (Milletler Cemiyeti) çalışmalarına da kapılan Wilson Avrupa diplomasisi karşısında çabuk yenildi. A.B.D. Dışişleri ise Trakya ve Sakarya'ya kadar Boğazları içine alan bir bölgede, uluslararası statüde bir devlet ve Doğu Anadolu'da, büyük bir devletin himayesinde bir Ermeni Devleti ve iç Anadolu'da bir Türk Devleti kurulmasını istiyordu. A.B.D. adına Amerikan'ın Yakın Doğu Yüksek Temsilcisi Charles R. Crane'nin de katıldığı King-Crane Komisyonu ise Boğazlar bölgesi, Ermenistan dahil bütün Turkiye'nin Amerikan Mandası altına alınmasını istedi. Amiral Bristol ise Ege bölgesinde yaptığı incelemede, burada çıkan bütün olayların sorumlusu olarak Yunanistan'ı görmüştü ve bunu raporla bildirmişti. Türkiye konusunda en ayrıntılı araştırmayı ise General Harbord yaptı. Ermeni ve Türkiye mandalarının çok pahalı olacağını, yüzbinlerce asker beslemek zorunda kalınacağını, bu kadar çok askerin masrafının Amerika ekonomisine çok pahalı geleceğini, yerli kaynakların ise bunu karşılayamayacağını belirlti. A.B.D.'nin Türkiye mandası ile ilgilenmesi Türkiye'deki Amerika yanlılarını umutlandırdı ve M. Kemal'e baskı yaparak, Amerikan mandasının (Bunu büyük bir lütuf ve tarihi fırsat sayıyorlardı) bir an önce kabul edilmesini istediler. Sivas Kongresi'nde konu gündeme getirildi ve A.B.D.'ne mektup yazıldı. Sivas'ta Harbord ile görüşen M. Kemal, Türkiye'nin tam bağımsızlık esasına dayanan ulusal politikasını ve bu konudaki inancını açıkladı. Amerikan Kongresi de bu sırada "Monreo Doktrini"ne dönerek Avrupa işlerinden çekildi. Amerika tekrar yalnızlık politikasına döndü.

Gerek Amerika'nın Orta Doğu ilişkilerine karıştığı tarihlerde, gerekse kendi kıtasına çekildikten sonra da Amerikan basını Türkiye konusunda önemle eğildi. Manda konusuna ayrıntılı yer veren basın, 1920 yılında, milliyetçilerin Anadolu'da bütün Türk Ulusu'nu temsil eden tek güç olduğunu, milliyetçilerin, islamiyete başvurmayı en son çare olarak düşündüklerini yazıyordu. Türkiye ile ticari ilişkilere de önemli yer veriliyordu. Fakat Avrupa'nın etkisinde kalan basın, Yunanlıların kazanacağını zannediyor, Yunan saldırılarına büyük yer ayrılarak, 1920 yılındaki Yunan başarılarına çok önem veriliyordu. Türkiye'nin düzenli ordu kurma ve I. İnönü Savaşı'nın kazanılmasından sonra Sovyetlerle Moskova Antlaşması'nın imzalanması, Ermenilerin etkisiyle Türkiye'nin Bolşevikleştiği ve Ermenistan'ın Komünistlerle Müslüman Türkler arasında paylaşıldığı şeklinde propogandalara yol açtı
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
T.B.M.M.-İNGİLTERE İLİŞKİLERİ

Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. y.y.'da yok hızlı bir çöküntü içinde olduğu sırada, İngiltere, onun toprak bütünlüğünü korumak için çalıştı. Birçok olaya doğrudan karışarak, özellikle,Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıp, mirasını ele geçirmesine karşı çıktı. Doğu Akdeniz ve İngiliz sömürge yollarının güvenliği için bu politikayı izleyen İngiltere, diğer yandan 1838 Ticaret Anlaşması, Tazminat ve Islahat Fermanları'nın hazırlanışlarındaki rolü ile giderek Osmanlı Devleti'ni mali, ekonomik ve siyasi etkisi altına aldı. Rusya'nın ortaya attığı "Avrupa'nın Hasta Adamı"nın mirasını paylaşma önerilerini de red etti. Fakat 1878'den sonra İngiliz politikası degişti. Hasta Adam'ın ölmek üzere olduğunu görerek, büyük hisseler koparmaya başladı. 1878'de Kıbrıs'ı ve 1882'de Mısır'ı ele geçirdi. Ermeniler konusunda Osmanlı Devleti'ne baskı yapmaya başladı. Osmanlı Devleti bu durum karşısında Almanya'ya yanaştı. Osmanlı-Alman yakınlaşması ve Almanya'nın 20.y.y. başında Orta Doğu'yu ele geçirme stratejisi İngiliz-Alman rekabetini kuvvetlendirdikçe İngiliz-Rus-Fransız yakınlaşmasına yol açtı. Bu ayrılmada Osmanlı İmparatorlugu'nun Almanya yanında yer alması, daha önce Birinci Dünya Savaşı'nda ayrıntlı olarak belirttiğimiz gibi, İngiltere'nin işine geldi. Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki tarihi ihtiraslarını tahrik edip, Almanya'ya karşı Rusya'yı kullandı. Birinci Dünya Savaşı içinde, Fransa, Rusya, İtalya ile yaptığı gizli antlaşmalarla Osmanlı İmparatorluğunu paylaştı. Yunanistan'a da büyük lokmalar vaad etti.

Rusya'nın mağlup olarak savaştan çekilmesinden sonra Rusya'ya vaad edilmiş olan Boğazlar ve Dogu Anadolu'nun durumu İngiltere'nin istediği biçimde değerlendirilebilecekti. Fransa'yı hemen her istediğine razı ederek, Doğu Sorunu'nu tek başına çözmek şansına sahip olan İngiltere, 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti ile müttefikleri adına tek başına ateşkes imzaladı. Bütün isteklerini dikte ettirdi. Osmanlı İmparatorluğu'nu bir sömürge gibi parçalamaya başladı. Doğu'da bir Ermenistan ve İngiltere güdümünde bir Kürdistan ve gerekirse bir Pontus Devleti kurmak, batıda da Trakya ve Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katarak Yunanistan'ı güçlendirmek ve Orta Doğu'da böylece egemenliğini sürdurme politikası izledi. Lloyd George bir Türk düşmanı olduğu kadar bir Yunan hayranı idi. Venizelos'u Perikles devrinden beri Yunanistan'ın yetiştirdiği en büyük devlet adamı olarak görüyordu. Bu sebeple Paris Barış Konferansı'nda Fransa ve A.B.D.'yi razı ederek Yunan Ordusu'nun İzmir'e asker çıkartmasını sağladı. Bundan sonra Yunanistan'ı l921 yılı sonuna değin ekonomik ve askeri yönden destekledi. Kabinede bazı bakanların (Churchill) ve Genelkurmay'ın Yunan Ordusu'nun Anadolu'ya çıkmasının Türk milliyetçiliğini tahrik ve silahlı direnişe yol açacağını bildirmelerine rağmen, Lloyd George politikasını bırakmadı. Yunanlılar Anadolu'ya çıkana kadar İngiliz subayları Anadolu'da isteklerini yaptırabiliyorlardı. Fakat İzmir'in işgalinden sonra İngilizlerle bazı yerlerde çatışmalar ve daha sonra İngilizler'in tutuklanmaları başladı.

M. Kemal'in başlattığı Ulusal Mücadeleyi boğmak için her yola başvuran İngiltere, İstanbul Hükümeti ve Padişah üzerinde mutlak bir denetim kurarak, Anadolu'da her türlü kışkırtıcılığı hazırladı. İngiliz entrikaları, Sivas Kongresi'ni, Ali Galip'e dağıttırmak, Amasya Görüşmeleri sırasında Sivas'da ayaklanma çıkartmak biçiminde çalıştı. Başarılı olamayınca Meclis-i Mebusan'ın toplanmasını kabul edip, Kuva-yı Milliye'yi ve Heyet-i Temsiliyeyi pasif duruma sokmak isteyen İngiltere, Misak-ı Milli'nin ilanı üzerine Meclis'i basıp, milliyetçi milletvekillerini tutukladı ve 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal etti. Oysa Amiral Robeck buna gerek olmadığını bildirdi. Amiral Robeck, daha Sivas Kongresi sırasında, Türkiye'de Cumhuriyet'e doğru bir gidiş olduğunu, yeni bir devlet kurulduğunu Londra'ya bildirmiş, Amiral Webb, müttefikler yeterince kuvvetle Türkiye'ye saldırmadıkça milliyetçilere istenilen şartların kabul eltirilemiyeceğini belirtmişti. Lloyd George bütün uyarılara ve Misak-ı Milli sınırları içinde kurulacak bir Türkiye'nin İngiltere için daha yararlı olacağının bildirilmesine rağmen Türkiye politikasını değiştirmedi. Lloyd George, Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere'yi çok yıprattığını, eşit koşullarda yendiğini, Türkler'i ancak çok üstün kuvvetlerle yenmeyi başarabileceklerini hatırlatıp, Türk başarısının başta bütün Müslüman halklar olmak üzere İngiliz sömürgelerinde kötu etki yapacağını ileri sürüyor ve Türkiye'nin mutlaka yenilmesini ve Halife'nin İngiliz denetiminde olmasını istiyordu. Fakat Birinci Dünya Savaşı'nda İngiltere de çok yıprandığı için, Türkiye'de İngiliz askerini Türklerle savaştırmaya cesaret edemiyordu. Kamuoyunun tepkisinden korktuğu için, Türkiye'ye Yunanistan'ı saldırtarak, ateşi maşa ile tutmaya çalışıyordu. Sakarya Savaşı sonuna kadar Yunanistan'ı destekleyen Lloyd George, Yunan bozgunundan sonra, gerek İngiliz Genelkurmayı'nın, gerekse kendi kamuoyunun baskısı ve Yunanistan'ı desteklemenin İngiliz ekonomisine verdiği zarar yüzünden Yunanistan'ı kaderine terk etti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
T.B.M.M.-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ

Türk-Yunan ilişkilerini ve Yunanistan'ı Anadolu'da bir maceraya iten sebepleri anlayahilmek için Yunanistan'ın geçmişine bakmak gerekir.

Fatih Sultan Mehmet zamanında Bizans'ın yıkılışı ve Mora'nın fethi ile bu bölgeler Türk yönetimine geçti. Fatih, Rumları Fener Patrikhanesi'ne tanıdığı haklarla cemaat işlerinde serbest bıraktı. Ticaretle uğraşan Rumlar Osmanlı İmparatorluğu'nun kuvvetli olduğu dönemlerde rahat bir hayat sürdüler. Fakat 18. y.y. Osmanlı İmparatorluğu'nun hızlı bir çöküntüye girmesiyle düzeni ve adil yönetimi de bozuldu. İmparatorluğun her yanında olduğu gibi Mora'da da olaylar patlak verdi. Balkan topraklarının devamlı savaş alanı olması ve devletin giderleri için yeni vergiler çıkarması (bu vergiler Müslümanlardan da alınıyordu). Balkan halkını sıkıntıya soktu. II. Katerina'nın "Grek Projesi" (Yunanistan'ı yeniden kurmak) ve hemen arkasından patlayan 1789 Fransız Devrimi'nin ortaya koyduğu ulusal bağımsızlık fikirleri de Osmanlı İmparatorluğu'nun özellikle Balkanlar'da yaşayan hristiyan azınlıklarını etkiledi. Bir yandan Ruslar diğer yandan Napolyon Yunan milliyetçiliğini kışkırttılar. 1806'da Sırp İsyanı'nın çıkması ve Sırbistan'a özerklik verilmesi de Rumları umutlandırdı. 1814 yılında "Etniki Eterya" adında bir dernek kuruldu. Zengin Yunanlıların Odesa'da kurdukları bu dernek Yunan Devleti kurmak için çalışmaya başladı. Yunanlıların korkulu rüyası Tepedelenli Ali Paşa'nın Osmanlı Devleti'ne isyanı ve ortadan kaldırılması da Yunanlılar'a rahat nefes aldırdı. Rus Çarı'nın desteğini alan Fenerli bir Rum olan Aleksandr İpsilanti 1821'de Eflak-Boğdan'da ayaklanma çıkardı. Ayaklanma çabuk bastırıldı. Fakat bu sırada Mora'da ayaklanma çıktı. Yunan nüfusu Mora'da çOk olduğu için ayaklanma çabuk yayıldı ve büyüdü Osmanlı Devleti ayaklanmayı bastıramayınca Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan yardım istedi. Mehmet Ali'nin oğlu İbrahim Paşa bir donanma ile Mora'ya gelerek 1825'de ayaklanmayı bastırdı. Yunanlıların ayaklanıp, Türkleri öldürmelerine hiç ses çıkarmayan Avrupa, Osmanlı Devleti'nin resmi kuvvetleri ayaklanmayı bastırınca "insanlık" adına bağırmaya başladılar· Avusturya (Katolik), Rusya (Ortodosks) Prusya (Protestan) arasında imzalanan "Kutsal İttifak" a rağmen Rusya Yunanlılar'ı destekledi. ingiltere ve Rusya Nisan 1927'de Yunanistan'a özerklik verilmesi için, 6 Temmuz 1827'de de İngiltere, Fransa, Rusya, Yunan sorununu çözmek için anlaştılar. 20 Ekim'de üç devletin donanması Osmanlı-Mısır donanmasını Navarin'de batırdılar. Ruslar 1828'de Osmanlı İmparatorluğu ile savaşa girdi ve 1829 yılında Osmanlı İmparatorluğu yenilerek Edirne Antlaşması ile bağımsız Yunanistan Krallığı'nın kuruluşunu kabul etti. Görülüyor ki Yunanistan bağımsızlığını, Hristiyan Avrupa'nın, Müslüman Türklerin yönetiminde yaşayan ve eski Yunan'ın devamı saydıkları Hristiyan Yunanlıları kurtarmak için olaya "Haçlı" düşüncesi ile karışmasıyla kazandı.

Yunanistan bundan sonra sistemli bir biçimde Osmanlı İmparatorluğu aleyhine genişlme pollikası izledi. Türklere karşı kurulan her birlikten yararlandı. 1853-1856 Kırım Savaşı sırasında Rusya yanında yer almak istedi ise de İngiltere ve Fransa'nın tehdidi ile tarafsız kaldı. 1865'de Yedi Adayı ele geçirdi. 1865 'den sonra Girit ve diğer Ege Adaları'nı ele geçirmek için çalıştı. 1897 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile tek başına savaşmak hatasını yaptı ve ağır bir yenilgi aldı. Fakat bu durumda kendisini (Avrupa'nın şımarık çocuğu) yine Avrupa devletleri kurtardılar. Girit'e özerklik verdirdiler. Balkan birliğine girerek 1912'de Osmanlı Devleti'ne karşı Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ ile birlikte saldırdı. Balkan Savaşı'nda en büyük kazancı Yunanistan elde etti. Girit başta olmak üzere hemen bütün Ege Adaları'nı (Oniki Ada ve İmroz, Bozcaada hariç) ele geçirdi Makedonya'nın büyük bölümü Meriç'e kadar Yunanistan'ın oldu.

Toprakları iki misli büyüyerek 125.000 km2 oldu. Bundan sonra Kıbrıs, Batı Anadolu, Trakya ve İstanbul'u ele geçirip "Büyük Yunanistan"ı gerçekleştirmek için daha da aktif bir duruma geldi. Birinci Dünya Savaşı çıktığında Yunanistan için büyük umut doğdu. Yunan davasını başından beri savunmuş olan Rusya, İngiltere ve Fransa ile anlaşarak, Batı Anadolu (İzmir dahil) toprakları karşılığında savaşa girdi. Lloyd George Yunanistan'a "Türkler çökmekte olan bir ırka mensuplar, Yunanlılar ise dostumuzdur..." sözleriyle gereken cesareti de verdi; Yunanistan küçük Asya topraklarından 125.000 km2 toprak elde ederek iki kat büyümeyi düşünüyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisi Yunanistan'a istediği fırsatı verdi. Paris Barış Konferansı'nda İngiltere'nin desteği ile Batı Anadolu'yu ele geçirme iznini alan Venizelos 15 Mayıs 1919'da Yunan Ordusu'nu İzmir'e çıkarttı. İstanbul'da Mavri Mira Derneği ve Pontus Derneği, Yunan davası için çalışıyorlardı.

Türk-Yunan ilişkileri Kurtuluş Savaşı boyunca Türk-Yunan Savaşı oldu. Yunanlılar Türkler'in bir daha kendilerini toplayamayacaklarını, tarihten silindiklerini zannettiler. Birinci Dünya Savaşı'nda dünyanın en büyük devletlerine karşı (İngiltere, Rusya, Fransa) dört yıl savaşan ve milyonlarca insan yitiren, bitkin, perişan Turk Ulusu'nu en zayıf anında yakalayarak, Türkiye'ye saldırdı. Bu saldırının Yunan felaketi olacağı uyarılarını bile dikkate almadı. Türkiye'nin daima karşısında olma politikası ile daima kazançlı, çıktığı için yine İngiltere'nin himayesinde başarılı olacağına inandı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İSTİKLAL MAHKEMELERİ

B.M.M.)'nin açıldığı tarihlerde Anadolu'nun iç ayaklanmaların etkisiyle nasıl olağanüstü bir tehlike içinde olduğunu görmüştük. Asayişsizlik, eşkiya, sefalet Anadolu'yu sarsıyordu. Yunan ordusunun ilerleyişi de moral çöküntü yaratmıştı. Asker kaçaklarının yarattığı tehlike büyük boyutlara ulaşmıştı. Silah altına çağrılanlar, İstanbul Fetvası'nın ve Padişah'ın askerliği kaldırıldığını bildiren ve B.M.M.'ni gayrı meşru ilan eden Ferman'ın etkisi altında kalarak ya askere gelmiyor veya şubelerden ve kıtalarından kaçıyorlardı. açarken kendisine verilmiş olan silah ve cephanesini de götürüyordu. Bunlar iç ayaklanmaların insan gücünü oluşturuyorlardı. Bu sebeple düşmanla savaşacak ordu bulamıyordu. Hatta cephanelikleri bile koruyacak nöbetçi bulmakta güçlük çekildiği durumlara rastlanıyordu. Ayrıca casus, bozguncu, aleyhte propaganda ajanları, düşman ve İstanbul Hükümeti ile işbirliği yapanlar, düzenli ordu kurulmasını engelleyenlerin yarattığı tehlike de Ankara'yı sarmıştı. Bütün bu sorunları çözmek, Ankara'nın B.M.M. irade ve otoritesini bütün Türkiye'de egemen kılması gerekiyordu. Yunan ordusu, önünde savaşacak düzenli bir askeri kuvvet olmadığı için kolayca ilerliyordu. Kuva-yı Milliye ise düşmanı oyalamaktan başka bir şey yapamıyordu. Meşru olmayan ve merkezi otoriteden yoksun, sorumsuz kuvvetlerle devletin gücünü kurmak olanaksızdı. Yunan cephesi, yalnızca Aydın, Manisa ve Bursa cepheleri değil, işgale uğramış, uğramamış bütün vatan topraklarının kurtuluşu için, ulusun tüm varını ortaya koyup savaşması gerektiği bir vatan cephesiydi. Bu sebeple bütün ulusun inanç birliği içinde ve bir otorite altında bütünleşmesi gerekiyordu. M. Kemal Paşa daha Kasım 1919'da ulusal güçlerin örgütlenmesini bildirmişti. Fakat Meclis'in açıldığı tarihte ulusal otorite bir türlü sağlanamıyordu. Padişah ve Hükümetin yarattıkları anarşi olağanüstü boyutlara ulaşmıştı. Ayaklanmalar, soygun ve askerden firar olayları karşısında, Müdafaa-i Hukuk Dernekleri, Kuva-yı Milliye ve askeri birliklerin komutanları kendi güçlerine ve M. Kemal'in 17 Mart 1920'de yayınladığı "Vatanın çıkarlarına aykırı, memleketin huzur ve asayişini bozanların din ve millet farkı gözetmeksizin kanunen şiddetle cezalandırılmalarını." ve 21 Nisan'da Feke Kaymakamı'na gönderdiği "Ulusal harekatı fırsat bilip çapulculuğa kalkışanlara karşı Kuva-yı Milliye komutanlarıyla irtibat kurarak en şiddetli cezaların verilmesi."ni bildiren emirlerine dayanarak, suçluları asmaya kadar varan cezalar uygulanıyor, askerden kaçanların mallarına el konuyor ve evleri yıkılıyordu. Ancak bu yöntem Meclis açıldıktan sonra M. Kemal Paşa tarafından istenmiyordu. Çünkü kanuni yöntemlerden ayrılanlar bulunuyordu. Oysa M. Kemal, mutlaka yasaların üstün olmasını istiyordu. Bazen casus, bozguncu, propagandacı ve kaçaklar için, 1914'de çıkarılmış bulunan "Esrar-ı Askeriyeyi İfşa ve Casusluk ve Hiyanet-i Harbiye Hakkında Kanun" uygulanıyordu. Ancak bu kanun Osmanlı kanunu olduğu için, Ferit Paşa ve Padişah aleyhine davrananların vatan haini olacağı anlamı çıkıyordu.

Ülkede iç güvenliği sağlamak, ulusal amaç çevresinde birleşmek ve T.B.M.M.'nin otoritesini egemen kılmak, huzur ve güvenliği sağlamak, kaçak olaylarının önüne geçip, düzenli orduyu kurmak için merkezi otoriteyi gerçekleştirecek bir yönteme ihtiyaç vardı. Özellikle Fransız Devrimi'nde devrim rejiminin, olağanüstü yöntemlerle ve yetkilerle donatılmış kuruluşlarca başarılı olduğu görülmüştü. 25 Nisan 1920'de Mehmet Şükrü Bey T.B.M.M.'nin otoritesine bütün "Osmanlı tebaasının" uyması için, Ulusal Meclis'in kararları aleyhinde bulunanlar veya uymayanlar ancak vatan haini olabilirler ve bu gibilerin de vatana ihanetle suçlandırılmaları gerekçesiyle bir önerge verdi. Osmanlı Kanunlarıyla işlerin yürütülmesini isteyenlerin karşı koymalarına rağmen Meclis
İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Atatürk ünlü 19 Mart 1920 tarihli bildiriyi yayımladı. Bildiride, "Olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilerin engeç onbeş gün içinde yapılması gereği, kesin ve kararlı ifadelerle yer alıyordu.
...
29 Nisan
29 Nisan Gregorian Takvimine göre yılın 119. günüdür. Sonraki sene için 246 (Artık yıllarda 247) gün var
..
1920'de "Hıyanet-i Vataniye Kanunu"nu kabul etti:

Madde 1- Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatı ve memalik-i mahrusa-i şahaeyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def-i maksadına m'atuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisi'nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur. Madde 2- Bil-fiil hiyanet-i vataniyye'de bulunanlar salben idam olunur.... Bunun anlamı şuydu: Yüce hilafet ve saltanat makamını ve Padişah'ın topraklarını düşman elinden kurtarmak için kurulmuş bulunan B.M.M. nin meşruiyyetine fiilen veya yazı veya sözle karşı koyanlar vatan hainidirler. Bunların cezası idamdır. Bu kanun, Meclis'in otoritesinin sağlanması ve birliğin kurulmasında çok önemli bir adımdı. Devrim kanunu idi. Hilafet ve saltanat makamının kurtuluşu sözleri ise, ulusun Padişah'a olan dinsel ve geleneksel bağlarının etkisi ve Meclisteki saltanatçıların isteği ile konmuştu. Ancak kanunun uygulaması için olağan mahkemeler görevlendirildi. Bu sebeple dört aylık uygulama sonucunda istenilen başarı elde edilemedi. Diğer yandan Kuva-yı Milliye'nin kendi uygulamaları sürüyordu. Kitle halinde idamlar halkı Meclise karşı tepkiye itiyordu. Af dileyerek, Ulusal Mücadele'ye katılmak isteyenlere fırsat verilmiyordu.

Diğer yandan asker kaçaklarına hapis cezası verilmesi sebebiyle, birçok kişi cephede çarpışmaktansa, hapis yatmayı göze alarak firarı yeğliyorlardı. Asker kaçağına yardım edenlere ise bu kanunda bir ceza getirilmemişti. Hiyanet-i Vataniye Kanunu'nu uygulayan mahkemeler Osmanlı döneminin yöntemleriyle çalışıyorlardı. Ulusal Mücadele'nin koşullarına cevap veremiyorlardı. Mahkeme kararına itiraz bir üst mahkemeye başvurma, temyiz, olağan dönemlerin uygulamaları, davaların hızını düşürüyor, cezanın ibret yönünü ortadan kaldırıyordu. Ulusal otoritenin sağlanabilmesi için devrim yöntemlerine başvurulması zorunlu duruma geldi.

18 Ağustos 1920'de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler Meclis'te, "Telkin ve Tedhiş Kanunu" için bir öneri verdiler. Bu önerinin 3,4,5 inci maddeleri "Madde 3- Seferberlik emrine icabet etmeyenlerin emvali müsadere, hanesi ihrak (yakılır), ailesi tehcir (göç) edilir ve tevrüd (karşı koyma) edenler de derdestlerinde (ele geçirildiklerinde idam olunur." çok ağır hükümler taşıyordu. Bu öneri tehlikenin olağanüstü boyutlarını ortaya koyması bakımından önemliydi. Cezalar ağır bulunduğu için red edildi. Fakat olağanüstü, devrim yöntemleri aranıyordu. Dr. Tevfik Rüştü Bey, çeteler ve kaçakların yarattığı tehlike karşısında, M. Kemal'e, "İhtilal Mahkemeleri" kurulması için bir öneri verdi. Fakat sonra isim "İstiklal Mahkemeleri" olarak değiştirildi.

2 Eylül 1920'de, Milli Savunma Bakanlığı'nca hazırlanan "Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı" Meclis tarafından Millî Savunma Encümenine gönderildi, 8 Eylül'de M. Kemal'in önerisiyle gündeme alındı. Milli Savunma Bakanı Fevzi (Çakmak) Paşa, olağanüstü ihtiyaca dayanarak, savaş zamanına ait olmak üzere "Firariler Hakkında Kanun"un kabulünü istedi. Asker kaçakları olaylarının çokluğunun vatanın kurtuluş ve bağımsızlığını tehlikeye düşürecek duruma geldiğini, bunun önüne ancak sert önlemlerle geçilebileceğini, eski kanunun etkili olmadığını belirten Milli Savunma önergesi ile konu tartışmaya açıldı. Bu önerge ile Meclis'te iki düşünce doğdu. Birincisi, "Kanunun bir zaruret olduğu ve cephe gerisinin tutulabileceği, asayişin bu sayede sağlanabileceği." ikincisi, "Memleketi ve halkı korkuya düşüreceği, Ulusal Mücadeleyi arkadan vuracak kuvvetleri çoğaltacağı ve halkı paniğe götüreceği." idi. Muhalif olanların bireysel haklardan söz etmeleri çok ilginçti. Ulusun ve vatanın varlığı için savaşıldığı, bütün ülke kaynaklarının seferber edilmesi gerektiği, ayaklanmalar, firari, casus, bozguncu, eşkıya tehlikesinin ülkeyi ve ulusu esir edecek boyutlara ulaştığı bir sırada bireyin özgürlüğünden söz etmek düşünülemezdi. Bu sebeple Meclis'te radikal grup ile tutucular arasında tartışmalar genişledi. 11 Eylül'de kanun oy çokluğu ile kabul edildi.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
FİRARİLER HAKKINDA KANUN

Kanun No :21, 11 Eylül 1924

Madde 1- Mavuzzaf ve gönlü ile hizmet-i askeriyeye dahil olup da firar edenler veya her ne suretle olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari derbest ve sevkinde tekasül (kayıtsızlık) gösterenler ve firarileri ihfa (saklayan) ilbas (giydiren) edenler hakkında mülki ve askeri kavaninde (kanunlar) mevcut ahkam (hükümler) ve indel-icap (gerektiğinde) diğer guna (benzer) mukarrerat-ı cezaiyeyi müstakilen hüküm ve tenfiz (hükmü uygulamak) etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından oluşan İstiklal Mahkemeleri teşkil olunmuştur.

Madde 2- Bu mahkemeler azasının (üye) adedi üç olup Büyük Millet Meclisi'nin ekseriyet-i arasile (oy çoktulu) intihap (seçilme) ve içlerinden birini kendileri tarafından reis addolunur.

Madde 3- İş bu mahkemelerin adedini ve mıntıkalarını (bölgelerini) Heyet-i Vekile'nin (Bakanlar Kuruıu) teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi tayin eder.

Madde 4- İstiklal Mahkemeleri'nin kararları kat'i olup infazına bilumum kuva-yı müsellaha ve gayr-i müsallaha-i devlet (devletin bütün silahlı ve silahsız kuvvetleri) memurdur.

Madde 5- İstiklal Mahkemeleri'nin evamir ve mukarreratını(emir ve kararlarını) infaz etmeyenler veya infazda taallül (yalan bahane ile işten kaçma) gösterenler işbu mahkemeler tarafından taht-ı mahkemeye alınır.

Madde 6- Her İstiklal Mahkemesi ketebe ve müatahdeminin maaşatı şehri yüz litayı geçmeyecektir.

Madde 7- Her İstiklal Mahkemesi vazifeye mübadereti (işe başlama) anında firari ve bakaya erfadının bir müddet-i muayyene zarfında (belli süre içinde) icapetini (kabul edilme) teminen her türlü vesait-i tebliğiyeye müracaat eder.

Madde 8- İşbu kanun tarih-i neşrinden muteberdir.

Madde 9- İşbu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi memurdur.

Ulusal Mücadele'nin kazanılmasında iç güvenliğin sağlanması, Meclis otoritesinin kurulması ve asker kaçaklarının önünün alınmasında büyük hizmetleri görülen İstiklal Mahkemeleri ulusal inanç ve ihtiyaçtan doğan inkılap ve ihtilal mahkemeleriydiler. Kanunun incelenmesinden de açıkça anlaşılacağı gibi, İstiklal Mahkemelerinin verecekleri kararlar, idam dahil, kesindi ve derhal uygulanacaktı. Karar verirlerken vicdan kanaatları yeterliydi. Kararlara itiraz ve temyiz yoktu. Kararlarını ve emirlerini bütün asker ve sivil memurlar uygulamak zorundaydılar. Böylece mahkemeler sınırsız bir güce sahiptiler.

Mahkeme üyelerinin Meclis'ten seçilmesi, bölgelerin Meclis tarafından saptanması ve kanunu yürütme yetkisinin doğrudan doğnruya Meclis'e ait olmasıyla, Meclis İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla olağanüstü yargıya da sahip oldu. Kuvvetler birliği esasını ortaya koymasıyla, bu konuda meclis otoritesine örnek olan Fransız Devrimi Mahkemeleri üyelerinin, meclis dışından seçilmesinin doğurduğu sakıncalar göz önüne alındı ve aynı yanılgıya düşülmemesi için mahkeme üyeleri mebuslardan seçilip, Meclis'in üstünlüğü sağlandı. Askeri ve sivil memurlar mahkemelerin emirlerini yürütmek zorunda idiler.

Yeni bir mahkeme kurulması düşünülürken en büyük sorun, bağımsız ve süratli çalışıp, ulusal devrimin gereklerini uygulayacak özellikte olması idi. Normal mahkemelerin ve harp divanlarının bu görevi yapmadıkları dört aylık uygulamada anlaşılmıştı. Kanunu önerenlerin (M. Kemal'de dahil) düşüncesi devrim yöntemine dayanıyor ve Fransız Devrimi içinde (Mart 1793) olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulan "Devrim Mahkemeleri"ni örnek alıyordu. 29 Ekim 1793'te resmen bu adı alan Fransız Devrim Mahkemeleri, Danton'un Mart 1792'de yaptığı teklifin Convention farafından kabul edilmesi sonucu kurulmuşlardı. Bu mahkemeler devrim düşmanı her girişimi, hürriyet, eşitlik, birlik, cumhuriyetin bölünmezliği ilkesine (Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra çalışan İstiklal Mahkemeleri de aynı gerekçeyi benimsediler) devletin iç ve dış güvenliği aleyhindeki her suikastı ve krallığı tekrar kurmak hedefini güden (Türkiye Cumhuriyeti'nde ise Saltanat'ı geri getirmek isteyenler için), ulus egemenliğine karşı koyan bütün komploları yargılamak ve cezalandırmak yetkisi ile kurulmuşlardı Convention, mahkeme üyelerini kendisi tayin ediyordu. Bu mahkemelerin kararları kesin olup, bir üst mahkemeye başvurmak ve temyiz hakkı yoktu. Gerek kuruluş amacı ve şekli, gerekse yetkileri ve çalışma yöntemi bakımından İstiklal Mahkemeleri'ne örnek olduğu bu açık benzerlikle kolayca görülmektedir. Her iki ülkedeki bu mahkemeler, vatanın ve özellikle devrimin olağanüstü bir tehlike karşısında olduğu ve kurulan yeni rejimin (Ulusal ve laik temellere dayanan) savunulmasını yapmak gerektiğinde, birbirlerine çok benzeyen suçlara bakmak üzere, olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulmuşlardır.

Kanunun kabulünden sonra Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa 14 İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulundu. Fakat sayı çok görüldüğü için 7 mahkeme bölgesi saptandı, bir ay sonra Diyarbakır'a da bir mahkeme kurulması kabul edilince sayı 8'e yükseldi. Üyelerin ve bölgelerin seçimi 26 Eylül'de gerçekleşti.

1- Ankara 2- Eskişehir 3- Konya 4- Isparta 5- Sivas 6- Kastamonu 7- Pozantı 8- Diyarbakır İstiklal Mahkemeleri kuruldular.

Bölge ve üye seçiminin devam ettiği bir sırada, İstiklal Mahkemeleri kuruluşunu sağlayan "Firariler Hakkında Kanun"un birinci maddesine bir ek madde kabul edildi. "Komutanların askeri rütbeler arasında itaat ve inzibat sağlanmasına dayanan hukuk ve yetkileri saklı kalmak üzere vatanın ve hilafetin kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadele eden Büyük Millet Meclisi'nin çalışmasına ve amacına aykırı olarak düşman amaç ve çıkarlarını güçlendirme yollu teşkilat ve tahrikat ve kargaşalık yaratanlar ve memleketin maddi ve manevi kuvvetlerini her ne surette olursa olsun bozup, yıkmaya çalışanlar ve düşman hesabına askeri ve siyasi casusluk edenlerle, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nun kapsadığı hükümlerden dolayı tutuklu bulunanların mahkemelerinin yapılacağı ve hükümlerin infaz etme yetkisi İstiklal Mahkemeleri'nin kurulduğu bölgelerde adı geçen mahkemelere verilmiştir..." Bu kanunla İstiklal Mahkemeleri'nin yalnız asker kaçaklarına ait olan yetkileri, vatan hainliği, ülkenin maddi ve manevi gücünü kırmaya çalışmak, casusluk, bozgunculuk suçlarını da içine alarak çok genişledi.

Görev yerlerine hareket etmeden önce toplanan İstiklal Mahkemeleri üyeleri müşterek bir bildiri hazırladılar. Mahkemelerin devrimci karakterini gösteren bu bildiride, Mahkemeler, niçin ve ne amaçla kurulduklarını, hangi suçları yargılayacaklarını ve yöntemlerini halka duyurdular. Firarilere teslim olmaları için fırsat tanıdılar.

İstiklal Mahkemeleri bölgelerinin önemlerine göre çalıştılar. Ankara İstiklal Mahkemesi, çalışmaya başlayınca ilk iş olarak, Sadrazam Damat Ferit Paşa'yı gıyabında vatana ihanet suçuyla yargıladı. Haziran ayında, Meclis kararıyla vatandaşlıktan çıkartılmış bulunan Ferit Paşa ve Hadi; Rıza Tevfik, Reşat Halis Beyler, Ankara İstiklal Mahkemesi'nin bir numaralı kararı ile Sevr Anlaşması'nı imzaladıkları, ulusu bölmeye çalıştıkları, cinayetlere sebep oldukları için vatana ihanet suçuyla gıyaben idama mahkum oldular. İhanetin en büyük kaynağı Vahdettin idi. Fakat M. Kemal ve bazı arkadaşları dışında, halk, Meclis ve hatta komuta heyeti, Padişah'a dinsel ve geleneksel bağlarla bağlı olduklarından, Padişah İngilizlerin esiri kabul edilmekte, ihaneti bilindiği halde açıklanamamaktaydı. Ulusal Mücadele'nin amacı belirtilirken, hatta Hiyanet-i Vataniye Kanunu'nda bile, yapılan savaşın amacı Halife-Padişahı kurtarmak olarak belirtilmişti. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda, padişahın durumuna özel yer verilmişti. Bu yüzden İstiklal Mahkemeleri de Padişah için işlemde bulunmadılar.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İstiklal Mahkemeleri bu dönemde 17 Şubat 1921'e kadar yaklaşık 5 ay kadar çalıştılar. 17 Şubat'ta görevlerine son verildi. Yalnız Ankara İstiklal Mahkemesi'nin görevi sürdü. Casus, bozguncu, eşkıya, hain, asker ailelerine tecavüz edenleri en ağır şekilde cezalandırdılar. Firariler konusunda ise, eğer doğru yola gelme olasılığı varsa ve kaçarken silah ve cephanesini götürmemiş, soygun, öldürme ve tecavüz gibi suçlar işlëmemişse, dayak cezası verilerek kıtasına gönderiliyordu. 1-2 kez kaçmış ve belirtilen suçları işlememiş olanlar ceza verilmeden, (3-4-5-6-7 8-9-10) kez kaçmış olanlar, sayılan suçları işlememişlerse, kaçtıkları sayı onla çarpılıp, değnek vurularak cezalandırılıyor ve kıtalarına gönderiliyorlardı. Bazılarına idam cezası verilse bile, bir daha kaçtığı takdirde uygulanmak üzere (müeccelen idam) cepheye gönderiliyorlardı.

Mahkemelerin amacı insana kıymak değil, cephe gerisinde güvenliği sağlamak, kaçaklara aman vermemek idi. Bu sebeple idam cezası ancak, adam öldüren, soygun ve asker ailesine tecavüz edenlere uygulanıyordu. Özellikle cephede savaşan asker ailesinin can, mal ve namus güvenliğine çok büyük önem veriliyordu. Firarilere teslim olmak için on-on beş, eğer İstanbul gibi uzakta ise kırk günlük teslim olmak için gün tanıyorlardı. Ancak yukarıda belirttiğimiz suçları işlemiş olanlar af hükümlerinin dışında bırakılıyordu. En sert çalışan mahkeme Kastamonu İstiklal Mahkemesi oldu. Asker kaçakları suçlarının önünü almak için başvurduğu yöntem çok sert idi. On gün içinde teslim olmayan asker kaçağının yerine sırayla babası, biraderleri, amcası, dayısı, amcaoğlu, eniştesi ve eniştesinin oğlu alınacaktı. Kaçak teslim olursa, yerine askere alınan yakını bırakılacaktı. Ayrıca köyünden 200 lira ceza alınacak, kaçakların evi yakılıp yıkılacaktı. Bu yöntem Meclis'te çok sert tartışmalara yol açtı ve İstiklal Mahkemeleri'nin görevlerine 17 Şubat'ta son verilmesinde önemli bir etken oldu.

Düzenli ordunun kurulduğu, I. İnönü Zaferi'nin kazanıldığı ve Ethem kuvvetlerinin ihanetinin olduğu bir sırada çalışan İstiklal Mahkemeleri büyük başarılar sağladılar. Olağanüstü yetkilerini yalnızca vatanın ve ulusun bağımsızlığı için kullandılar. On binlerce kişiyi cepheye göndererek İnönü Savaşı için büyük katkıları oldu. Diğer suçlarda da büyük azalma görüldü. Meclis otoritesinin sağlanmasında moral bir güç oluşturdular. Bu başarılardan dolayı M. Kemal Paşa, Meclis Başkanı olarak 8.1.1921'de (Birinci İnönü Savaşı sırasında) mahkeme sayısının 10'a çıkarılması için bir önerge verdi.

İstiklal Mahkemeleri'nin bölgeleri saptanırken, düşman işgali altında olan yerler ve Kazım Karabekir Paşa'nın güvenliği sağlandığı Doğu Anadolu'da İstiklal Mahkemesi kurulmadı. Bu bölgeleri birleştirdiğimizde Misak-ı Milli sınırlarının oluştuğunu görürüz.

I. İnönü Savaşı'nın kazanılması ve İstiklal Mahkemeleri'nin çalışmaları ile:

1- T.B.M.M. Hükümeti içte ve dışta tanındı. 2- Ayaklanma olayları bastırıldı ve kanun egemen oldu. 3- Devlet organı işledi, vergi ve asker alınması işleri büyük ölçüde düzeldi. 4- Ulusun orduya inancı arttı, ordu kurulması mümkün oldu. 5- B.M.M. Hükümeti, Osmanlı Hükümeti'ne karşı kesin üstünlük kazandı.

Böylece İstiklal Mahkemeleri'nin kuruluşunu hazırlayan olağanüstü tehlikenin bittiği düşünülerek, aleyhtarların baskısı ile, Hükümet mahkemelerin çalışmasında ısrarlı olmasına rağmen, 17 Şubat 1921'de Ankara İstiklal Mahkemesi dışında diğerlerinin görevlerine son verildi. Meclis'e dönen üyeler çalışmalarının açıklamalarını yaptılar.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
AZINLIK DERNEKLERİ

Azınlıkların, özellikle Rumlar'ın İstanbul'a İtilaf kuvvetlerinin gelişinden sonra taşkın davranışlarından söz etmiştik. Osmanlı İmparatorluğu çöktüğüne göre "Büyük Yunanistan"ı gerçekleştirmek olanağı doğmuştu. 1814 yılında kurulmuş bulunan "Etniki Eterya" Derneği "Megalo İdea" için çalışmış ve 1829'da Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Rusva sayesinde bağımsızlığını kazanmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde her fırsattan yararlanarak topraklarını genişletmişti. Girit başta olmak üzere Ege Adaları'nı Batı Anadolu Adaları'nı ve Balkan Savaşı'nda da Selanik dahil Makedonya'nın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Girit Adası'nı Yunanistan'a kazandıran Yunan Başbakanı Venizelos Paris Barış Konferansı'nda İzmir başta olmak üzere bütün Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katmak için uğraşırken, Trakya ve "Bizans'ın eski başkenti İstanbul" üzerindeki emellerini de saklamıyordu. İstanbul Rumlar'ın taşkınlıklarının yanı sıra, gizli Rum dernekleri kurularak "Büyük Ideal" için çalışmaya başladılar. Bunların en önemlisi "Mavri Mira" (Kara Gün) idi.Doğrudan Yunan Hükümeti'nin maddi ve manevi desteği ile bu dernek Fener Patrikhanesi aracılığı ile büyük destek bulmuştu. Rum okullarının izci örgütlerini de emrine alan dernek, Rumlar'ı silahlandırıp tedhiş hareketleri yapıyordu. Yunan Kızıl Haç'ı ve Göçmenler Komisyonu da bu dernekle çalışmakta idiler. İstanbul ve Trakya'da birçok cinayet ve ırza geçme olayları yaparak tedhiş yaratan dernek, Ege ve özellikle Anadolu'da Pontusçuluğu destekliyordu. Patrikhane de İstanbul'un Yunanistan'a verilmesi veya uluslararası bir yönetime konmasını Lloyd George'den istemişlerdi.

Bu derneğin yanı sıra, onun desteğini gören diğer bir dernek "Pontus Derneği" idi. Rize'den İstanbul'a kadar uzanan kıyı şeridinde (özellikle merkez Samsun-Trabzon) olan yörede bir Pontus Devleti kurmak istiyordu. Samsun yöresindeki Rumlar'ın bir bölümü daha I.Dünya Savaşı içinde askere gitmeyip silahlanarak eşkiyalığa başlamışlardı. Ateşkes'ten sonra ise örgüt daha da güçlendi. Rusya'dan getirilen göçmenlerle de sayıları arttı. İtilaf Devletleri de bunları koruduğu için olaylar büyüdü.(İleride bu konudan iç ayaklanmalar bölümünde ayrıca söz edilecektir).

Azınlıkların yıkıcı çalışmaları içinde önemli bir yeri de Ermeniler alıyordu. Mondros Ateşkesi'nin "Altı Ermeni Vilayeti" sözü, Ermenistan kurulması için önemli bir adımdı. Birinci Dünya Savaşı içindeki "Tehcir" olayı yüzünden İtilaf Devletleri'nin ilgisini ve şimdi de koruyuculuğunu kazandılar. Rumlarla da işbirliği yaparak güçlenmeye çalıştılar. Yalnız Ermeniler de Trabzon üzerinde hak iddia ediyorlardı. Padişah'ın Ermenilerin haksızlığa uğramış oldukları biçimindeki beyanatı da, onlara güç verdi. Mavri Mira ile sıkı ilişki kurdular. Tehcir suçlusu ilan edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in İstanbul Sıkı Yönetim Mahkemesi'nce mahkum edilip, 10 Nisan 1919'da idam edilmesi Ermeni'lere umut verdi. Haklarını ileri sürerek,30 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri'ne başvurarak tam bağımsız bir Ermenistan kurulmasını ve İtilaf Devletleri ve Cemiyet-i Akvam'ın himayesini istediler. Patrik Zaven Efendi de Paris ve Londra'ya giderek Ermeni sorununu görüştü. 26 Şubat 1919'da da "Onlar Konseyi"nde Ermeni isteklerini savunarak Maraş, Kilikya, İskenderun ve "Altı Ermeni Vilayeti" ile Trabzon ilinin bir kısmını da içine alan büyük Ermenistan isteklerini ileri sürdüler. İtilaf Devletleri silahlı kuvvetleri aracılığı ile de tehcir edildikleri topraklara dönmek istediler. Hiçbiri bu kuvveti vermeye yanaşmadı. Suriye'den Doğu Anadolu'ya böyle bir yolculuğun sıkıntılarını ve Türk Ulusu'nun direnmesini göze almak gerekiyordu. Fakat Başkan Wilson Ermeniler'in savunucusu oldu. Fransız basını ise Kilikya, İskenderun ve Maraş yöresinin Suriye'ye ait olduğunu ileri sürdü. Fransız Hükümeti Kilikya ve İskenderun üzerindeki isteklerini kabul etmemekle beraber, Anadolu'da nüfus üstünlüğüne sahip olduklarını ileri sürerek Barış Konferansı'na asılsız nüfus listeleri verdiler. Oysa Amerikan İstihbarat Şubesi Başkan Wilson'a 21 Ocak 1919'da verdikleri raporda, Ermeniler'in en çok bulundukları yerlerde bile ancak nüfusun % 30-35'ni oluşturduklarını bildirdi. En son ve en gerçek Amerikan araştırması General Harbord tarafından 1919 yılı sonunda hazırlanmıştı. Hemen tüm Doğu Anadolu'yu inceleyen Harbord, Ermenilerin hiç bir zaman çoğunluk olmadığını bildirdi. İngiltere Başbakanı Lloyd George bile Ermeni isteklerini aşırı buluyordu. Buna rağmen 14 Mayıs'ta Dörtler Konseyi'nin toplantısında A.B.D.,İngiltere, Fransa ve İtalya arasında kararlaştırılacak sınırlar içinde ve manda idaresi altında, Ermeniler'in azınlıkta olduklarını bildiği Akdeniz'den Karadeniz'e uzanan ve Ermeni isteklerini kapsayan topraklar üzerinde Ermenistan kurulmasını önerdi. Ermeniler'in isteklerinin bu derece ileri gitmesinde İstanbul Hükümeti'nin sorumsuz ve aciz politikasının da etkisi vardı. İstanbul Hükümeti Şubat 1919'da Osmanlı Devleti sınırları içinde Ermeniler'e özerklik, hatta bazı yerlerde nüfus mübadelesi yapmayı önermişti. Fakat Ermeniler bağımsızlık istedikleri için bunu kabul etmemişlerdi. Çünkü Osmanlı Devleti'nin çaresizliğini görüyor ve isteklerini büyük devletlere kabul ettirmeye çalışıyorlardı.

Azınlıklar içinde Yahudiler de yüzyıllar önce İspanya'dan katliamdan kaçıp, kendilerine kapılarını açan Türklere karşı Rumlarla işbirliğine girdiler. Bütün Yahudiler olmamakla birlikte Hahamhane, Patrikhane ile birlikte çalışıyordu. "Alyans İsrailit" adlı İstanbullu Yahudilere ait gençlik örgütü faaliyette idi.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
ZARARLI DERNEKLER

Azınlıkların, özellikle Rumlar'ın İstanbul'a İtilaf kuvvetlerinin gelişinden sonra taşkın davranışlarından söz etmiştik. Osmanlı İmparatorluğu çöktüğüne göre "Büyük Yunanistan"ı gerçekleştirmek olanağı doğmuştu. 1814 yılında kurulmuş bulunan "Etniki Eterya" Derneği "Megalo İdea" için çalışmış ve 1829'da Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Rusva sayesinde bağımsızlığını kazanmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde her fırsattan yararlanarak topraklarını genişletmişti. Girit başta olmak üzere Ege Adaları'nı Batı Anadolu Adaları'nı ve Balkan Savaşı'nda da Selanik dahil Makedonya'nın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Girit Adası'nı Yunanistan'a kazandıran Yunan Başbakanı Venizelos Paris Barış Konferansı'nda İzmir başta olmak üzere bütün Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katmak için uğraşırken, Trakya ve "Bizans'ın eski başkenti İstanbul" üzerindeki emellerini de saklamıyordu. İstanbul Rumlar'ın taşkınlıklarının yanı sıra, gizli Rum dernekleri kurularak "Büyük Ideal" için çalışmaya başladılar. Bunların en önemlisi "Mavri Mira" (Kara Gün) idi.Doğrudan Yunan Hükümeti'nin maddi ve manevi desteği ile bu dernek Fener Patrikhanesi aracılığı ile büyük destek bulmuştu. Rum okullarının izci örgütlerini de emrine alan dernek, Rumlar'ı silahlandırıp tedhiş hareketleri yapıyordu. Yunan Kızıl Haç'ı ve Göçmenler Komisyonu da bu dernekle çalışmakta idiler. İstanbul ve Trakya'da birçok cinayet ve ırza geçme olayları yaparak tedhiş yaratan dernek, Ege ve özellikle Anadolu'da Pontusçuluğu destekliyordu. Patrikhane de İstanbul'un Yunanistan'a verilmesi veya uluslararası bir yönetime konmasını Lloyd George'den istemişlerdi.

Bu derneğin yanı sıra, onun desteğini gören diğer bir dernek "Pontus Derneği" idi. Rize'den İstanbul'a kadar uzanan kıyı şeridinde (özellikle merkez Samsun-Trabzon) olan yörede bir Pontus Devleti kurmak istiyordu. Samsun yöresindeki Rumlar'ın bir bölümü daha I.Dünya Savaşı içinde askere gitmeyip silahlanarak eşkiyalığa başlamışlardı. Ateşkes'ten sonra ise örgüt daha da güçlendi. Rusya'dan getirilen göçmenlerle de sayıları arttı. İtilaf Devletleri de bunları koruduğu için olaylar büyüdü.(İleride bu konudan iç ayaklanmalar bölümünde ayrıca söz edilecektir).

Azınlıkların yıkıcı çalışmaları içinde önemli bir yeri de Ermeniler alıyordu. Mondros Ateşkesi'nin "Altı Ermeni Vilayeti" sözü, Ermenistan kurulması için önemli bir adımdı. Birinci Dünya Savaşı içindeki "Tehcir" olayı yüzünden İtilaf Devletleri'nin ilgisini ve şimdi de koruyuculuğunu kazandılar. Rumlarla da işbirliği yaparak güçlenmeye çalıştılar. Yalnız Ermeniler de Trabzon üzerinde hak iddia ediyorlardı. Padişah'ın Ermenilerin haksızlığa uğramış oldukları biçimindeki beyanatı da, onlara güç verdi. Mavri Mira ile sıkı ilişki kurdular. Tehcir suçlusu ilan edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in İstanbul Sıkı Yönetim Mahkemesi'nce mahkum edilip, 10 Nisan 1919'da idam edilmesi Ermeni'lere umut verdi. Haklarını ileri sürerek,30 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri'ne başvurarak tam bağımsız bir Ermenistan kurulmasını ve İtilaf Devletleri ve Cemiyet-i Akvam'ın himayesini istediler. Patrik Zaven Efendi de Paris ve Londra'ya giderek Ermeni sorununu görüştü. 26 Şubat 1919'da da "Onlar Konseyi"nde Ermeni isteklerini savunarak Maraş, Kilikya, İskenderun ve "Altı Ermeni Vilayeti" ile Trabzon ilinin bir kısmını da içine alan büyük Ermenistan isteklerini ileri sürdüler. İtilaf Devletleri silahlı kuvvetleri aracılığı ile de tehcir edildikleri topraklara dönmek istediler. Hiçbiri bu kuvveti vermeye yanaşmadı. Suriye'den Doğu Anadolu'ya böyle bir yolculuğun sıkıntılarını ve Türk Ulusu'nun direnmesini göze almak gerekiyordu. Fakat Başkan Wilson Ermeniler'in savunucusu oldu. Fransız basını ise Kilikya, İskenderun ve Maraş yöresinin Suriye'ye ait olduğunu ileri sürdü. Fransız Hükümeti Kilikya ve İskenderun üzerindeki isteklerini kabul etmemekle beraber, Anadolu'da nüfus üstünlüğüne sahip olduklarını ileri sürerek Barış Konferansı'na asılsız nüfus listeleri verdiler. Oysa Amerikan İstihbarat Şubesi Başkan Wilson'a 21 Ocak 1919'da verdikleri raporda, Ermeniler'in en çok bulundukları yerlerde bile ancak nüfusun % 30-35'ni oluşturduklarını bildirdi. En son ve en gerçek Amerikan araştırması General Harbord tarafından 1919 yılı sonunda hazırlanmıştı. Hemen tüm Doğu Anadolu'yu inceleyen Harbord, Ermenilerin hiç bir zaman çoğunluk olmadığını bildirdi. İngiltere Başbakanı Lloyd George bile Ermeni isteklerini aşırı buluyordu. Buna rağmen 14 Mayıs'ta Dörtler Konseyi'nin toplantısında A.B.D.,İngiltere, Fransa ve İtalya arasında kararlaştırılacak sınırlar içinde ve manda idaresi altında, Ermeniler'in azınlıkta olduklarını bildiği Akdeniz'den Karadeniz'e uzanan ve Ermeni isteklerini kapsayan topraklar üzerinde Ermenistan kurulmasını önerdi. Ermeniler'in isteklerinin bu derece ileri gitmesinde İstanbul Hükümeti'nin sorumsuz ve aciz politikasının da etkisi vardı. İstanbul Hükümeti Şubat 1919'da Osmanlı Devleti sınırları içinde Ermeniler'e özerklik, hatta bazı yerlerde nüfus mübadelesi yapmayı önermişti. Fakat Ermeniler bağımsızlık istedikleri için bunu kabul etmemişlerdi. Çünkü Osmanlı Devleti'nin çaresizliğini görüyor ve isteklerini büyük devletlere kabul ettirmeye çalışıyorlardı.

Azınlıklar içinde Yahudiler de yüzyıllar önce İspanya'dan katliamdan kaçıp, kendilerine kapılarını açan Türklere karşı Rumlarla işbirliğine girdiler. Bütün Yahudiler olmamakla birlikte Hahamhane, Patrikhane ile birlikte çalışıyordu. "Alyans İsrailit" adlı İstanbullu Yahudilere ait gençlik örgütü faaliyette idi. Azınlıkların, özellikle Rumlar'ın İstanbul'a İtilaf kuvvetlerinin gelişinden sonra taşkın davranışlarından söz etmiştik. Osmanlı İmparatorluğu çöktüğüne göre "Büyük Yunanistan"ı gerçekleştirmek olanağı doğmuştu. 1814 yılında kurulmuş bulunan "Etniki Eterya" Derneği "Megalo İdea" için çalışmış ve 1829'da Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Rusva sayesinde bağımsızlığını kazanmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde her fırsattan yararlanarak topraklarını genişletmişti. Girit başta olmak üzere Ege Adaları'nı Batı Anadolu Adaları'nı ve Balkan Savaşı'nda da Selanik dahil Makedonya'nın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Girit Adası'nı Yunanistan'a kazandıran Yunan Başbakanı Venizelos Paris Barış Konferansı'nda İzmir başta olmak üzere bütün Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katmak için uğraşırken, Trakya ve "Bizans'ın eski başkenti İstanbul" üzerindeki emellerini de saklamıyordu. İstanbul Rumlar'ın taşkınlıklarının yanı sıra, gizli Rum dernekleri kurularak "Büyük İdeal" için çalışmaya başladılar. Bunların en önemlisi "Mavri Mira" (Kara Gün) idi.Doğrudan Yunan Hükümeti'nin maddi ve manevi desteği ile bu dernek Fener Patrikhanesi aracılığı ile büyük destek bulmuştu. Rum okullarının izci örgütlerini de emrine alan dernek, Rumlar'ı silahlandırıp tedhiş hareketleri yapıyordu. Yunan Kızıl Haç'ı ve Göçmenler Komisyonu da bu dernekle çalışmakta idiler. İstanbul ve Trakya'da birçok cinayet ve ırza geçme olayları yaparak tedhiş yaratan dernek, Ege ve özellikle Anadolu'da Pontusçuluğu destekliyordu. Patrikhane de İstanbul'un Yunanistan'a verilmesi veya uluslararası bir yönetime konmasını Lloyd George'den istemişlerdi.

Bu derneğin yanı sıra, onun desteğini gören diğer bir dernek "Pontus Derneği" idi. Rize'den İstanbul'a kadar uzanan kıyı şeridinde (özellikle merkez Samsun-Trabzon) olan yörede bir Pontus Devleti kurmak istiyordu. Samsun yöresindeki Rumlar'ın bir bölümü daha I.Dünya Savaşı içinde askere gitmeyip silahlanarak eşkiyalığa başlamışlardı. Ateşkes'ten sonra ise örgüt daha da güçlendi. Rusya'dan getirilen göçmenlerle de sayıları arttı. İtilaf Devletleri de bunları koruduğu için olaylar büyüdü. (İleride bu konudan iç ayaklanmalar bölümünde ayrıca söz edilecektir).

Azınlıkların yıkıcı çalışmaları içinde önemli bir yeri de Ermeniler alıyordu. Mondros Ateşkesi'nin "Altı Ermeni Vilayeti" sözu, Ermenistan kurulması için önemli bir adımdı. Birinci Dünya Savaşı içindeki "Tehcir" olayı yüzünden İtilaf Devletleri'nin ilgisini ve şimdi de koruyuculuğunu kazandılar. Rumlarla da işbirliği yaparak güçlenmeye çalıştılar. Yalnız Ermeniler de Trabzon üzerinde hak iddia ediyorlardı. Padişah'ın Ermeni'lerin haksızlığa uğramış oldukları biçimindeki beyanatı da, onlara güç verdi. Mavri Mira ile sıkı ilişki kurdular. Tehcir suçlusu ilan edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in İstanbul Sıkı Yönetim Mahkemesi'nce mahkum edilip, 10 Nisan 1919'da idam edilmesi Ermeni'lere umut verdi. Haklarını ileri sürerek,30 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri'ne başvurarak tam bağımsız bir Ermenistan kurulmasını ve İtilaf Devletleri ve Cemiyet-i Akvam'ın himayesini istediler. Patrik Zaven Efendi de Paris ve Londra'ya giderek Ermeni sorununu görüştü. 26 Şubat 1919'da da "Onlar Konseyi"nde Ermeni isteklerini savunarak Maraş, Kilikya, İskenderun ve "Altı Ermeni Vilayeti" ile Trabzon ilinin bir kısmını da içine alan büyük Ermenistan isteklerini ileri sürdüler. İtilaf Devletleri silahlı kuvvetleri aracılığı ile de tehcir edildikleri topraklara dönmek istediler. Hiçbiri bu kuvveti vermeye yanaşdı. Suriye'den Doğu Anadolu'ya böyle bir yolculuğun sıkıntılarını Türk Ulusu'nun direnmesini göze almak gerekiyordu. Fakat Başkan Wilson Ermeniler'in savunucusu oldu. Fransız basını ise Kilikya, İskenderun ve Maraş yöresinin Suriye'ye ait oldıığunu ileri sürdü. Fransız Hükümeti Kilikya ve İskenderun üzerindeki isteklerini kabul etmemekle beraber, Anadolu'da nüfus üstünlüğüne sahip olduklarını ileri sürerek Barış Konferansı'na asılsız nüfus listeleri verdiler. Oysa Amerikan İstihbarat Şubesi Başkan Wilson'a 21 Ocak 1919'da verdikleri raporda, Ermeniler'in en çok bulundukları yerlerde bile ancak nüfusun % 30-35'ni oluşturduklarını bildirdi. En son ve en gerçek Amerikan araştırması General Harbord tarafından 1919 yılı sonunda hazırlanmıştı. Hemen tüm Doğu Anadolu'yu inceleyen Harbord, Ermenilerin hiç bir zaman çoğunluk olmadığını bildirdi. İngiltere Başbakanı Lloyd George bile Ermeni isteklerini aşırı buluyordu. Buna rağmen 14 Mayıs'ta Dörtler Konseyi'nin toplantısında A.B.D. İngiltere, Fransa ve İtalya arasında kararlaştırılacak sınırlar içinde ve manda idaresi altında, Ermeniler'in azınlıkta olduklarını bildiği Akdeniz'den Karadeniz'e uzanan ve Ermeni isteklerini kapsayan topraklar üzerinde Ermenistan kurulmasını önerdi. Ermeniler'in isteklerinin bu derece ileri gitmesinde İstanbul Hükümeti'nin sorumsuz ve aciz politikasının da etkisi vardı. İstanbul Hükümeti Şubat 1919'da Osmanlı Devleti sınırları içinde Ermeniler'e özerklik, hatta bazı yerlerde nüfus mübadelesi yapmayı önermişti. Fakat Ermeniler bağımsızlık istedikleri için bunu kabul etmemişlerdi. Çünkü Osmanlı Devleti'nin çaresizliğini görüyor ve isteklerini büyük devletlere kabul ettirmeye çalışıyorlardı.

Azınlıklar içinde Yahudiler de yüzyıllar önce İspanya'dan katliamdan kaçıp, kendilerine kapılarını açan Türklere karşı Rumlarla işbirliğine girdiler. Bütün Yahudiler olmamakla birlikte Hahamhane, Patrikhane ile birlikte çalışıyordu. "Alyans İsrailit" adlı İstanbullu Yahudilere ait gençlik örgütü faaliyette idi.

TÜRKLÜĞE ZARARLI DERNEKLER

Ateşkes'in yarattığı ortam, İmparatorluğun dağıldığı ve Devletin ne olacağı düşüncesi, yalnızca siyasi partilerin değil, "Heyet", "Cemiyet" adı altında çeşitli kuruluşların da ortaya çıkmasını hazırladı. Bunlar; da siyasi partiler gibi siyasi ve hukuki işlere karıştılar. Hatta bunların içinden İngiliz Muhipleri Derneği ile Kürdistan Teali Cemiyeti'nin 1919 seçimine katılmama kararı almış olmaları pek önemli yeri olmayan Mühendisler Cemiyeti'nin ise aday göstermek istemesi bu durumu açıkça belirler. İttihatçı düşmanlığı ve İ.T. mensuplarının tutuklanması Hürriyet ve İtilaf Partisi'ni İstanbul'da güçlendirmiş ve iktidarı ele geçirmelerini sağlamıştı. Fakat bu parti bu fırsatı değerlendirememiş İngiliz güdümüne girmişti. Diğer küçük cemiyetler de amaç ve yöntemleri bakımından zararlı ve yararlı olmak üzere iki guruba ayrılıyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı içinde İtilaf Devletleri Osmanlı İmparatorluğu'nu içten yıkmak amacıyla, yaptıkları propagandalardan birisi de Kürt Devleti kurulması kıskırtmaları oldu. Kürtler tarafından bir dernek kurulması olayı 1908 yılında İkinci Meşrutiyetle başladı. 1908'de "Kürt Teavün Derneği" kuruldu. Kanun-u Esasi ve Osmanlıcılık ideali için çalışmıştır. Fakat savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalandığını gören başta Seyyit Abdülkadir olmak üzere birkaç kişi, Mayıs 1919 da merkezi İstanbul'da olan "Kürdistan Teali Derneği" ni kurdular. Bu dernek Kürtleri ayrı bir kavim sayarak, bu dağılma döneminde Wilson prensiplerinden yararlanarak ayrı bir devlet kurmayı amaçlamakta idi. İstanbul dışında Diyarbakır, Bitlis, Elazığ illerinde de şubeleri açılmıştı. Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Derneği ile birleşmeyi kabul etmiyerek, işgal kuvvetlerine dayanmak ve bu yolla Kürt göçmenlerin yerlerine dönmesini sağlamak, Kürdistan'a (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput bölgesi olup 207.000 km2 dir) Kürt memurlar atanmasını sağlamak istiyordu. Bu amaçla İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthrope'a 2Ocak 1919'da baş vurarak, Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Diyarbakır ve Musul illerinin nüfusunun ezici çoğunluğunun Kürt olduğunu ve Ankara, Konyra, Sivas, Adana, Halep illerinde de çok sayıda Kürt yaşadığını ileri sürerek İngiliz mandası altına özerklik istediler. Aslen Türk olan ve İngilizler tarafindan kışkırtılan Kürtler'in istedikleri iller, Ermeni istekleri ile çatışıyordu. Binbaşı Noel İngiltere adına Barış Konferans'ında Kürtlerin istekteklerinin ihmal edilmediğine dair Kürtler'e güvence vermekle görevlendirildi. Kürtler de Ermeniler gibi İngiliz çıkarları için İngiliz entrikalarına alet ediliyorlardı. ÖzellikleTürk-Kürt arasında tarihsel bağlar ve din bağlarının bulunuşu ve Doğu Anadolu'da bir Ermeni devleti'nin kurulmasının kendileri için de büyiik tehlike olması ayrılıkçı Kürtleri etkisiz bıraktı. Buna karşılık birçok aşiret Mustafa Kemal hareketini desteklediler ve T.B.M.M.'ne temsilci gönderdiler.

Zararlı bir başka dernek de, merkezi İstanbul'da bulunan "Teali İslam Derneği" idi. 19 Şubat 1919'da İskipli Mehmet Atıf Efendi'nin başkanlığında İstanbul Medreseleri'nde görevli bazı müderrisler tarafından kuruldu. Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu çaresizlikten din esaslarına dayanılarak, ilmi, sosyal ve ahlaki araçlarla Saltanat ve Hilafet makamının nüfusunu kuvvetlendirmek, siyasi hayata etki yapmak istiyordu. Bu amaçla çalıştığı için Hürriyet ve İtilaf Partisi'ni destekledi ve Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ne cephe aldı. Bunun için çeşitli bildirilerle Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ne saldırdı. Özellikle Konya yöresindeki ayaklanmalarda büyük etkisi oldu.

Yine İstanbul merkez olmak üzere kurulan zararlı ve düşmanla işbirliğinin en açık örneklerinden birini oluşturan bir dernek te "İngiliz Muhipler Derneği" idi. Ağustos 1919'da kurulmuş olan bu dernek üyeleri arasında Osmanlı Padişahı ve "Halife-yi Ruyi Zemin" ünvanını taşıyan Padişah Vahdettin, Damat Ferit Paşa bir çok politikacı da bulunmakta idi. Derneğin başkanı Rahip Fru idi. Bu derneğe göre idaresi altında milyonlarca Miislüman barındıran İngiltere "Kavm-i Necip" (Seçkin Kavim) idi. İngiltere ile Osmanlı Hilâfet ve Saltanatı arasında mevcut samimiyetin devamı ve kuvvetlendirilmesini bir beyanname ile ilan eden bu dernek, İstanbul'da yirmi ve İstanbul dışında da Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin desteği ile çeşitli şubeler açmayı başardı. Ulusal Mücadele'ye karşı olan bu dernek, Kavm-i Necip olan İngiltere ile ilişkilerini yeniden düzeltmek ve himayesini kazanmak amacıyla kurulmuştu. 1919 seçimlerinde ise Hürriyet ve İtilaf Partisini destekledi. Dernek ileri gelenlerinden ikinci reis Said Molla grubu ile muhalif grubun anlaşamaması üzerine 1921 sonunda da ulusal kuvvetlerin üstünlük elde etmesi sonunda silindi.

Ateşkes döneminin en önemli kuruluşlarından birisi de, kuşkusuz Hürriyet ve İtilaf Partisi idi. 21 Kasım 1911'de i.T. ye karşı kurulmuş bulunan bu parti. İ.T.' nin diğer rakipleri ile birleşmiş veya isteklerini sağlamış ve bu sayede seçimlerde etkinlik kazanmıştı. Osmanlılık ve Adem-i Merkeziyet prensibini programına alan parti çalışmasını İ.T.'yi yıkmaya yöneltmişti. Fakat Balkan Savaşı sırasında iktidarı ele geçiren İ.T.'nin baskısı karşısında ve birçok üyesinin sürgün edilmesi üzerine Ateşkes dönemine kadar hareketsiz kaldı. Ocak 1919' da Ateşkes ortamından yararlanarak yeniden çalışmaya başladı. "Mesuliyet", "Peyam Sabah" ve "Alemdar" gazeteleri tarafından desteklendi. Damat Ferit Paşa'nın Sadrazamlığı sırasında kendisini iktidar partisi durumunda görüp, ateşkes döneminin diğer zararlı dernekleriyle işbirliği yapıp seçimlerde onların desteğini sağlamak istediyse de kendi deyişiyle "İttihat ve Terakki Hortlağı" Müdafaa-i Hukuk karşısında yenildi. Damat Ferit Paşa'nın son Sadrazamlığı ve Tevfik Paşa'nın yeniden Sadrazam oluşu ile tarihe karıştı.

Bütün bunların yanısıra ateşkes ve işgal döneminin İstanbul şehrinde kurulan birçok dernek daha bulunmaktadır. Osmanlı İlâyı Vatan, Tarik-i Salâh, Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Dernekleri buna örnektir. Bütün bu dernekler, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenligini ve varlığını sürdüremeyeceğine inanan ve başka bir devletin, özellikle İngiltere'nin koruyuculuğu altında yaşama şansı arayan insanlarca kurulmuşlardır. Fakat hepsinin birleştiği tek nokta ise Milli Mücadele'yi boğmak idi.

Bazı aydınlar yukarıdaki dernekler gibi olmamakla beraber ülkenin kurtuluşunu Amerikan Mandası'na (Himayesi) girmekle sağlanabileceğini umarak "Wilson Prensipleri Derneği" ni kurdular. Ocak 1919' da Halide Edip Hanım, Celaleddin Muhtar, Refik Halid , Celal Nuri, Necmeddin Sadık, Ahmet Emin gibi önemli kişilerin yer aldığı bu dernek, İngiltere'nin artık yardımı söz konusu olmayacağı için parası çok ve aramızda ciddi bir sürtüşme geçmemiş, uygar dünyanın büyük devleti A.B.D.'nin mandasını istiyorlardı. Filipinler'i bile kısa zamanda uygarlaştırmış olan A.B.D. Osmanlı Devleti'ni himayesi altına alırsa, hızla ilerleyeceğinini düşünüyorlardı. Bu da diğerleri gibi erimiş ve adı geçen kimseler Ulusal Mücadele'ye katılmışlardır.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
YARARLI DERNEKLER

Azınlıkların, özellikle Rumlar'ın İstanbul'a İtilaf kuvvetlerinin gelişinden sonra taşkın davranışlarından söz etmiştik. Osmanlı İmparatorluğu çöktüğüne göre "Büyük Yunanistan"ı gerçekleştirmek olanağı doğmuştu. 1814 yılında kurulmuş bulunan "Etniki Eterya" Derneği "Megalo İdea" için çalışmış ve 1829'da Yunanistan, İngiltere, Fransa ve Rusva sayesinde bağımsızlığını kazanmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş döneminde her fırsattan yararlanarak topraklarını genişletmişti. Girit başta olmak üzere Ege Adaları'nı Batı Anadolu Adaları'nı ve Balkan Savaşı'nda da Selanik dahil Makedonya'nın büyük bir kısmını ele geçirmişti. Girit Adası'nı Yunanistan'a kazandıran Yunan Başbakanı Venizelos Paris Barış Konferansı'nda İzmir başta olmak üzere bütün Batı Anadolu'yu Yunanistan'a katmak için uğraşırken, Trakya ve "Bizans'ın eski başkenti İstanbul" üzerindeki emellerini de saklamıyordu. İstanbul Rumlar'ın taşkınlıklarının yanı sıra, gizli Rum dernekleri kurularak "Büyük Ideal" için çalışmaya başladılar. Bunların en önemlisi "Mavri Mira" (Kara Gün) idi.Doğrudan Yunan Hükümeti'nin maddi ve manevi desteği ile bu dernek Fener Patrikhanesi aracılığı ile büyük destek bulmuştu. Rum okullarının izci örgütlerini de emrine alan dernek, Rumlar'ı silahlandırıp tedhiş hareketleri yapıyordu. Yunan Kızıl Haç'ı ve Göçmenler Komisyonu da bu dernekle çalışmakta idiler. İstanbul ve Trakya'da birçok cinayet ve ırza geçme olayları yaparak tedhiş yaratan dernek, Ege ve özellikle Anadolu'da Pontusçuluğu destekliyordu. Patrikhane de İstanbul'un Yunanistan'a verilmesi veya uluslararası bir yönetime konmasını Lloyd George'den istemişlerdi.

Bu derneğin yanı sıra, onun desteğini gören diğer bir dernek "Pontus Derneği" idi. Rize'den İstanbul'a kadar uzanan kıyı şeridinde (özellikle merkez Samsun-Trabzon) olan yörede bir Pontus Devleti kurmak istiyordu. Samsun yöresindeki Rumlar'ın bir bölümü daha I.Dünya Savaşı içinde askere gitmeyip silahlanarak eşkiyalığa başlamışlardı. Ateşkes'ten sonra ise örgüt daha da güçlendi. Rusya'dan getirilen göçmenlerle de sayıları arttı. İtilaf Devletleri de bunları koruduğu için olaylar büyüdü.(İleride bu konudan iç ayaklanmalar bölümünde ayrıca söz edilecektir).

Azınlıkların yıkıcı çalışmaları içinde önemli bir yeri de Ermeniler alıyordu. Mondros Ateşkesi'nin "Altı Ermeni Vilayeti" sözü, Ermenistan kurulması için önemli bir adımdı. Birinci Dünya Savaşı içindeki "Tehcir" olayı yüzünden İtilaf Devletleri'nin ilgisini ve şimdi de koruyuculuğunu kazandılar. Rumlarla da işbirliği yaparak güçlenmeye çalıştılar. Yalnız Ermeniler de Trabzon üzerinde hak iddia ediyorlardı. Padişah'ın Ermenilerin haksızlığa uğramış oldukları biçimindeki beyanatı da, onlara güç verdi. Mavri Mira ile sıkı ilişki kurdular. Tehcir suçlusu ilan edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in İstanbul Sıkı Yönetim Mahkemesi'nce mahkum edilip, 10 Nisan 1919'da idam edilmesi Ermeni'lere umut verdi. Haklarını ileri sürerek,30 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri'ne başvurarak tam bağımsız bir Ermenistan kurulmasını ve İtilaf Devletleri ve Cemiyet-i Akvam'ın himayesini istediler. Patrik Zaven Efendi de Paris ve Londra'ya giderek Ermeni sorununu görüştü. 26 Şubat 1919'da da "Onlar Konseyi"nde Ermeni isteklerini savunarak Maraş, Kilikya, İskenderun ve "Altı Ermeni Vilayeti" ile Trabzon ilinin bir kısmını da içine alan büyük Ermenistan isteklerini ileri sürdüler. İtilaf Devletleri silahlı kuvvetleri aracılığı ile de tehcir edildikleri topraklara dönmek istediler. Hiçbiri bu kuvveti vermeye yanaşmadı. Suriye'den Doğu Anadolu'ya böyle bir yolculuğun sıkıntılarını ve Türk Ulusu'nun direnmesini göze almak gerekiyordu. Fakat Başkan Wilson Ermeniler'in savunucusu oldu. Fransız basını ise Kilikya, İskenderun ve Maraş yöresinin Suriye'ye ait olduğunu ileri sürdü. Fransız Hükümeti Kilikya ve İskenderun üzerindeki isteklerini kabul etmemekle beraber, Anadolu'da nüfus üstünlüğüne sahip olduklarını ileri sürerek Barış Konferansı'na asılsız nüfus listeleri verdiler. Oysa Amerikan İstihbarat Şubesi Başkan Wilson'a 21 Ocak 1919'da verdikleri raporda, Ermeniler'in en çok bulundukları yerlerde bile ancak nüfusun % 30-35'ni oluşturduklarını bildirdi. En son ve en gerçek Amerikan araştırması General Harbord tarafından 1919 yılı sonunda hazırlanmıştı. Hemen tüm Doğu Anadolu'yu inceleyen Harbord, Ermenilerin hiç bir zaman çoğunluk olmadığını bildirdi. İngiltere Başbakanı Lloyd George bile Ermeni isteklerini aşırı buluyordu. Buna rağmen 14 Mayıs'ta Dörtler Konseyi'nin toplantısında A.B.D.,İngiltere, Fransa ve İtalya arasında kararlaştırılacak sınırlar içinde ve manda idaresi altında, Ermeniler'in azınlıkta olduklarını bildiği Akdeniz'den Karadeniz'e uzanan ve Ermeni isteklerini kapsayan topraklar üzerinde Ermenistan kurulmasını önerdi. Ermeniler'in isteklerinin bu derece ileri gitmesinde İstanbul Hükümeti'nin sorumsuz ve aciz politikasının da etkisi vardı. İstanbul Hükümeti Şubat 1919'da Osmanlı Devleti sınırları içinde Ermeniler'e özerklik, hatta bazı yerlerde nüfus mübadelesi yapmayı önermişti. Fakat Ermeniler bağımsızlık istedikleri için bunu kabul etmemişlerdi. Çünkü Osmanlı Devleti'nin çaresizliğini görüyor ve isteklerini büyük devletlere kabul ettirmeye çalışıyorlardı.

Azınlıklar içinde Yahudiler de yüzyıllar önce İspanya'dan katliamdan kaçıp, kendilerine kapılarını açan Türklere karşı Rumlarla işbirliğine girdiler. Bütün Yahudiler olmamakla birlikte Hahamhane, Patrikhane ile birlikte çalışıyordu. "Alyans İsrailit" adlı İstanbullu Yahudilere ait gençlik örgütü faaliyette idi. Türkiye'nin parçalanmak istendiği, Batı Anadolu'nun İtalya ve Yunanistan'a özellikle "Güzel İzmir"in Yunanistan'a verileceği, Doğu Anadolu'da Ermenistan Devleti kurulmak istendiği, Mondros Ateşkesi'nden sonra sezilmeye başlamıştı. Paris Barış Konferansı'nın sürdüğü sıralarda bu gibi haberlerin Avrupa gazetelerinde yer alması ile bunların gerçekleşmek üzere olduğu anlaşıldı. Bu gelişmeler karşısında Padişah ve Osmanlı Hükümeti, acizlik içinde, sadece nasihat heyetleri göndererek halkı işgaller karşısında sükunete ve işgallere direnmemeye çağırıyorlardı. Türk Ulusu tarihinde ilk kez bu kadar perişan, çaresiz umutsuz hir durumdaydı. Tüm dünya, Türkler'in bu durumundan memnundu. Avrupa'dan çıkarılıp atılan Türkler'in Asya içlerine sürülmesini bekliyorlardı. Yüzelli yıllık bir kin ve yağma hırsı içinde bulunan "Uygar Dünya"nın politikacısı, düşünürleri, ilim adamları, şairleri ve sanatkarlarının amaçları, en büyük arzuları gerçekleşiyordu. "Yer yüzünde her ulusun hakları, hakikatleri, yurdu ve tanrısı vardır. Yalnız Türk Ulusu haksız, hakikatsiz, yurtsuz ve Tanrısızdı. Tıpkı, büyük Perseküsyon devirlerindeki Beni-İsrail gibiydik. Gökten inecek mesihi bekliyorduk ve iki asır hasreti ile yandığımız ulusal kahraman, hala bir türlü görünmüyordu." diye yazan Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu çaresizliği dile getiriyordu. Çanakkale'de dünyanın en güçlü donanmasını ve ordularını dize getirmiş olan, yüzyıllardır efendi yaşamış Türk Ulusu özgürlüğünden vazgeçip, boynuna vurulmak istenen kölelik zincirini kabul edecekmiydi?

Yunanistan'a ve Ermenistan'a Türk topraklarının verileceği haberi Türk Ulusu'nun aydınlarını harekete geçirdi. Öncelikle Yunanistan ve Ermenistan'a verilecek toprakların savunmasını sağlamak için yurdun çeşitli yerlerinde Müdafaa-i Hukuk Dernekleri kuruldu. "Müdafaa-i Hukuk" dar anlamında kurulan yerel dernekleri tanımlar. Geniş anlamda ise M. Kemal'in önderliğini yaptığı hareketin tümüdür. Bu anlamıyla "Müdafaa-i Hukuk", Osmanlı Devleti'nin asırlık hatalarından sorumlu tutulan, Mondros Ateşkekesi'nin haksız uygulanmasıyla zulüm ve adaletsizlik baskısı altında ezilmek, sömürge halinde yaşatılmak suretiyle cezalandırılmak istenen Türklerin; ulus olarak ve bu topluluğun siyasi ifadesi olan ulusal bağımsız bir devlet kurarak yaşamak hakkını, Osmanlı Hükümeti'ne, İmparatorluğun diğer unsurlarına ve bu hakkı tanımayan Birinci Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı fiili bir mücadele sonunda elde etmesidir. Fakat bu duruma gelinmesi için M. Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçmesi gerekecektir.

Başlangıçta kurulan Müdafaa-i Hukuk Dernekleri, tarih, nüfus üstünlüğü haklarına dayanarak, propaganda yöntemiyle bölgelerinin kurtarılmasını amaçlıyorlardı. Bütün bir yurdu, bağımsız bir devlet ve ulus olarak kurtarmayı ve bunun silahlı bir savaşla gerçekleştirilebileceğine hemen hiç kimse inanmıyordu. 1. Dünya Savaşı'nda müttefiklerimizle birlikte yenemediğimiz İtilaf Devletleri'ni şimdi tek başımıza yenmemiz olanaksız görülüyordu. Boşyere hayale kapılmadan İngiltere'nin himayesinin sağlanması İstanbul Hükümeti'nin ve basınının genel görüşü idi. Tek kişi, düşman donanmasını gördüğü gün "Geldikleri gibi giderler." diyen M. Kemal (Atatürk) bağımsız bir Türk Devleti'nin, ancak topyekün ulusal bir savaşla gerçekleşeceğine ve emperyalistlerin yenileceğine inanıyordu.

Sivil dernekler Anadolu ve Trakya topraklarının kurtuluşu için dağınık ve merkezi otoriteden yoksun olarak, yalnızca kendi bölgelerinin kurtuluşunu sağlamak için örgütlenmeye başladılar. Derneklerin kurulmasındaki temel duygu Türklük duygusuydu. Temsil ettikleri bölgelerin tarih, coğrafya ve nüfusça Türklere ait olduğunu ispat etmek ve ve böylece Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmamayı sağlamak amacıyla kurulmuş olan dernekler, programlarında silahlı mücadeleyi benimsememişlerdi. Bilimsel araştırma, istatistik bilgi ile büyük devletlere haklı olduklarını kabul ettirmek için propaganda yolunu yeterli görüyorlardı. Programları vatanın bütünlüğü ve Türk Ulusu'nun bütünü düşünülerek hazırlanmamıştı. Taşıdıkları adlar da bunu açıkça göstermektedir. Müdafaa-i Hukuk Dernekleri'nin hemen hepsinin merkezi İstanbul idi. Dernekler bölge esaslarına göre kurulduklarını ve siyasetle ilgili olmadıklarını ilan ettikleri için siyasal görünümleri yoktu. Dernekler İ.T veya Hürriyet ve İtilaf Partileri'ne resmen bağlantıları bulunmadıklarını da belirttiler. Yalnızca kurtuluş amacıyla kurulmuş olan bu dernekler, siyasi partiler mücadelesine karışmak istemiyorlardı. Fakat şurası da bir gerçekti ki, hemen bütün Müdafaa-i Hukuk Dernekleri'nin tabanını eski İttihat Terakki mensupları oluşturuyordu. Birinci Dünya Savaşı süresince milliyetçilik temelleri atılmıştı. Enver Paşa'nın "Turan" hülyaları sona erdiğine göre, milliyeçilik akımının yeni bir temele oturtulması gerekiyordu. Bunu da M. Kemal Paşa başaracaktır. Bu dernekler içinde bazıları İ.T.'yi yeniden yaşatmak ve Enver Paşa'yı yeniden başa geçirmek isteyeceklerdir. Müdafaa-i Hukuk Dernekleri'nin kurulmasının yakın sebebi, Trakya'nın Batı Anadolu'nun Yunanistan'a, Doğu Anadolu'nun Ermenistan'a verileceği ve Kilikya'nın Osmanlı Devleti'nden alınacağı, Karadeniz kıyılarında Samsun-Trabzon yöresinde Pontus Rum Devleti kurulacağı endişeleri oldu. Bu sebeple bu derneklerin önemlilerini şöyle sayabiliriz:

1-Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Heyeti Osmaniyesi 2-İzmir Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Derneği Hareket-i Milliye Reddi İlhak İlhak-ı Red Heyeti Milliyesi 3-Kilikyalılar Derneği


4-Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Derneği 5-Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Derneği
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
1. Trakya Paşaeli Müdafaa-i Heyet-i Osmaniyesi

2 Aralık 1918 tarihinde merkezi Edirne'de kurulan bu dernek, Mondros Ateşkesi'nin azınlıklara tanıdığı taşkınlık ve haksızlıklar karşısında Trakya'da yaşayan Türkler'in direnişini sağlamak, gerekirse silahla karşı koymak amacıyla çalışmışır. Venizelos tarafından önerilen, Yunan idaresinde Trakya muhtariyeti önerisini red ederek, Sivas Kongresi kararıyla Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği'ne ve sonra T.B.M.M. Hükümeti'ne bağlandı. Sivas Kongresi kararlarının 9. maddesine uyularak adı, "Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Derneği"ne çevrildi. Bu derneğin kurulması için ilk öneriler Sadrazam Talat Paşa tarafından yapılmıştı. Balkan Savaşı'nda Batı Trakya'nın nasıl elden gittiği henüz tüm canlılığı ile yaşanıyordu. Ateşkes döneminde ise Ahmet İzzet Paşa gibi devlet adamları, Trakya heyetine "Türkiye'de kalmıyacağı anlaşılınca Trakya'nın bağımsızlığını ilan ediniz." öğüdünde bulunmuşlardı.

Merkez Edirne olmak üzere, Kırklareli, Çatalca, Tekirdağ ve Gelibolu'da kuvvetli teşkilat kurmuş olan dernek daha ilk günden itibaren Avrupa merkezlerine Osmanlı Hükümeti'nden ayrı olarak heyetler göndererek notalar vermişlerdi. 31 Mart 1920'de Lüleburgaz ve 9-13 Mayıs 1920'de Edirne kongrelerini yaptı. Bu son kongrede, Trakya'nın silahlı savunmasını sağlamak için, derneğin, halktan asker toplamak yetkisi kabul edildi ve tamamen T.B.M.M.'ne bağlanıldı.

Dernek, 1919 Meclis-i Mebusan seçimlerine ve onun kapatılmasından sonra da Heyet-i Temsiliye'nin ilanı üzerine T.B.M.M. seçimlerine katılarak , buralara mebus gönderdi. "Yeni Edirne", "Ahali" Gazeteleri derneğin yayın organı kabul edildi, fakat "Teminat" Gazetesi muhalif olarak kaldı.
2. İzmir Müdafaa-i Hukuku Osmaniye Derneği

2 Aralık 1918 tarihinde, tüccar Moralızade Halit ve Nail Beyler tarafından kuruldu. Derneğin kuruluş girişimleri, Mondros Ateşkesi'nden bir hafta sonra başlamış, fakat Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin, bu girişimleri İttihatçı ve Bolşevik çabalar olarak suçlaması yüzünden gecikmişti. İzmir'in Yunanlılara verilmesini engellemek için, İzmir'in Türklüğü hakkından dünya kamuoyunu propaganda yoluyla inandırmak, Paris Barış Konferansı'na başvurarak haklarını korumak istiyorlardı. 2-19 Mart 1919 tarihinde İzmir'de büyük bir "Müdafaa-i Hukuk Kongresi" toplamayı sağladı. İtilaf Devletleri'ne sunduğu bir bildiri ile İzmir üzerindeki muhtemel tehlikeleri ilan ve gerekirse silahlı direnmeyi kabul etti. Vali Nurettin Paşa zamanında, onun geniş desteğini gören dernek, Nurettin Paşa'nın alınıp, yerine İstanbul Hükümeti'nin sadık ajanı İzzet Bey'in atanmasından sonra çalışmaları baskı altında tutuldu. İzzet Bey'in de derneği İttihatçı ve Bolşevik olmakla suçlaması nedeniyle kuvvetli bir örgüt oluşturamadı.
3. Müdafaa-i Vatan (İlhak-ı Red Heyet-i Milliyesi)

Yine aynı tarihlerde İzmir Türk Ocağı'nda kurulan Müdafaa-i Vatan, İzmir'in işgalinden bir gün önce adını "Reddi-i İlhak" olarak değiştirdi. İzmir'deki diğer "Müdafaa-i Hukuk" kuruluşlarıyla ilişki kurdu ve İzmir'in işgaline karsı İzmir'in Türk halkını yayınladığı bildirilerle uyardı. İzmir'in işgalini bütün illere telgrafla duyurarak, Türk kamuoyunun galeyana gelmesini sağladı. Olağanüstü kongreler ve protesto mitingleri tertipleyerek işgal kuvvetleri üzerinde baskı yaptı. Çabaları sonucu, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri'nin toplanmasının hazırlamış oldu. İzmir'in işgalinden bir gün önce bir beyanname yayınlavarak, eski "Maşatlık" denen bugünkü Bahri Baba Parkı'nda İzmir halkını İzmir'in savunması için toplantıya çağırdı Bu beyanname aynen şöyledir:

"EY BEDBAHT TÜRK"

Wilson prensipleri ünvanı insaniyetkaranesi altında senin hakkın gasp ve namusun hetkediliyor (saldırılıyor). Buralarda Rum'un çok olduğu ve Türkler'in Yunan halkını memnuniyetle kabul edeceği söylendi. Ve bunun neticesi olarak güzel memleketin Yunan'a verildi.

ŞİMDİ SANA SORUYORUZ?.. RUM SENDEN DAHA MI ÇOKTUR?..

YUNAN HAKİMİYETİNİ KABULE TARAFTAR MISIN?..

Artık kendini göster... Tekmil kardeşlerin maşatlıktadır. Oraya yüz binlerle toplan. Ve kahir ekseriyetini orada bütün dünyaya göster. İlan et ve ispat et... Bu sana düşen en büyük vazifedir. Geri kalma Hüsran ve nikbet faide vermez. Binlerle, yüzbinlerle maşatlığa koş. Ve Heyet-i Millye'nin emrine itaat et.

"İlhak-ı Red Heyet-i Milliyesi"

Vali İzzet Bey'in düşmana teslimiyetçi ve işbirlikçi politikası yüzünden İzmir'in işgali kolayca sağlanınca derneğin çalışmaları etkili olamadı.
4. Kilikyalılar Derneği

21 aralık 1918'de İstanbul'da kuruldu. Mondros Atreşkesi sonrası, Yıldırım Orduları'nın dağıtılması üzerine, Ordu komutanlığında kalan Ali Fuat Paşa'nın girişimi ile Dernekler Kanunu'na uygun olarak kuruldu. Nizamnamesi'nin birinci maddesinde "Madde-l Kilikya namı kadimi altına bulunan Adana ve mülhakatı (bağlı yerler) ile İçel ve Maraş Sancakları'nda ve buralara komşu olan Ayıntap Sancağı ile Antakya, İskenderun, Beylan ve Reyhaniye kazalarında nüfusu umumiyenin yüzde doksanı aşan bir ekseriyet teşkil eden Türkleri temsil etmek ve bu mahallerin efkar ve amali ekseriyete uygun olarak kemekan Devleti Osmaniye'ye bağlılıklarını kuvvetlendirmek için iç ve dış lazım gelen teşebbüsat ve neşriyat ve mesaide bulunmak üzere Dersaadette (İstanbul) "Kilikyalılar Cemiyeti namıyla bir cemiyet teşkil ediimişti." şeklinde geniş bir amaç belirtmesine rağmen etkili olamadı.
5- Vilayet-i Şarkiye (Doğu Anadolu) Müdafaa-i Hukuk Derneği

Doğu Anadolu'da bir Ermenistan Devleti kurulmak istendiği Mondros Ateşkesi hükümlerinden ve özellikle Paris Barış Konferansı ile Batılı ülkelerin basınlarında yayınlanan haberlerinden anlaşılıyordu. Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın bu haberler karşısında teslimiyetçi bir politika izleyerek, Saltanat-Hilafet'in Mekke ve Medine'de manevi varlığını sürdürmesi pahasına, öz Türk olan Erzurum ve çevresini feda etmek politikasına karşı, illerinin bütün Müslüman halkının haklarını savunmak için, merkezi İstanbul'da kurulan bu derneğin başında Süleyman Nafiz Bey vardı. Savaşın sona ermesi üzerine terhis olan Cevad (Dursunoğlu) Bey, memleketi Erzurum'da öğretmenlik yapmak için Maarif Vekaleti'ne (Milli Eğitim Bakanlığı) başvurduğunda "Erzurum'un mukadderatı, yani hudutlarımızın içinde kalıp kalmayacağı henüz belli olmadığından, orada bir Dar'ül-muallimin açmaya lüzum kalmamıştır." yanıtını almıştı. Dernek merkezinden, Erzurum'da Şube açma yetkisi alan Cevat Bey Erzurum'a gelerek, bir şube açtı. 10 Mart 1919'da kurulan "Erzurum Müdafaa-i Hukuk Şubesi"hızla örgütlenmeye, çevre illerle özellikle Trabzon ile ilişki kurarak Doğu Anadolu'nun Ermenistan'a verilmesini engellemek için çalışmaya başladı. Bir süre sonra İstanbul merkezine bağlılıktan kurtulan Dernek, Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Rauf Bey gibi Ulusal Mücadele liderlerini de bünyesine almak ve Erzurum Kongresi'ni toplamakla en önemli dernek oldu. Ermenilere karşı mücadeleyi amaç edinen dernek,

1. Asla göç etmemek

2. Derhal bilim, iktisat ve din alanında teşkilat yapmak

3. Doğu_illerinin saldırıya uğrayacak herhengi bir bucağının savunmasında birleşmek kararlarını alarak uygulamaya koydu.

Doğu illerinde Türkler'in Ermenilere sayıca üstün olduğu kadar tarih, kültür ve uygarlık eserleriyle de üstün olduğunu göstermek için propagandaya girişti. "Albayrak" Gazetesi derneğin yayın organı haline geldi. Sivas Kongresi kararıyla da "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Derneği" nin bir şubesi oldu.
6. Trabzon Muhafaza-i Hukuk Milliye Derneği

Trabzon ve Samsun'u içine alan Karadeniz kıyılarında bir Rum Pontus Devleti kurmak için çalışan Rumların, çabalarının İtilaf Devletleri tarafından desteklenmesi ve yöredeki Amerikan Kolejleri'nin de bu çalışmalara araç haline gelmesi üzerine Trabzon ve çevresinin hukukunu korumak üzere 12 Şubat 1919 tarihinde kurulan dernek içinde çoğunluk ve etkinlik İttihat ve Terakki'nin eski üyelerinin elindeydi. Yerel bir amaçla kurulmasına rağmen, etkili oldu. Pontus çeterinin çevrede silahlı saldırılarına karşı Türkler de silah kullanarak karşı koyunca olaylar genişledi. Dernek 22 Şubat ve 22 Mayıs 1919 tarihlerinde iki kongre topladı. İstanbul Hükümeti'ne bağlılığını bildiren dernek, 7 Haziran 1919'da Padişah'a çektiği telgrafla, Fatihlere ve Kanunilere yakışır hareket etmesini istedi. Örgütünü çevre kazalara da yaydı. Erzurum Kongresi'nin toplanmasında çok etkili rol oynamış olan dernek, daha sonra Kongre sırasında Ömer Fevzi isimli üyesinin, kongrenin Padişahın izni olmaksızın toplandığı yolundaki iddiaları ve Servet ve İzzet Beyler'in zorluk çıkarması nedeniyle Mustafa Kemal Paşa'ya karşı sorun yarattı. Özellikle derneğe egemen olan eski İttihatçılar'ın M. Kemal Paşa'nın yerine, Rusya'da bulunan Enver Paşa'yı getirmek için çalışmaları Sakarya Savaşı sonuna kadar endişe kaynağı oldu. Kayıkçılar kahyası Yahya tarafından Mustafa Suphi'nin öldürülüşü ayrı bir sorun oldu. Diğer yandan derneğin Trabzon Limanı'na giren ve çıkan mallardan kendi başına vergi alması ve bu paraların yolsuzluk konusu olduğu suçlamaları üzerine T.B.M.M. dernek hakkında soruşturma açtırdı. Soruşturma ile ilgili olaylar ve derneğin savunucusu Trabzon Mebusu olan Ali Şükrü Bey'in Topal Osman tarafından öldürülüşü ve Topal Osman'ın da Hükümet kuvvetlerince öldürülmesi olayların sürmesine sebep olduğu için Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti (Madüfaa-i Hukuk) nin sorunları Cumhuriyet'in İlanı'ndan sonra da bir süre daha devam etti.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
7. Milli Kongre

Bu açıkladığımız cemiyetler yanında birçok dernek daha kurulmuş, fakat etkin olamamışlardır. Bunların içinde söz edilebilecek bir kuruluş da "Milli Kongre" dir. Birçok yüksek okul ve ulusal kuruluşun katıldığı "Milli Kongre" kuruluşunu yayınladığı bildiriyle şöyle açıkladı: "Devlet ve milletin geçirdiği bu en müşkül ve tarihi anlarda vatanın yüksek menfaatlerini ve hukukunu müdafaa etmek üzere faaliyete geçen Kuva-i Milliye'nin müşterek gayeye doğru sevk ve idaresini sağlamak için bütün müessese, cemiyet ve fırkaları biraraya getirmektir." Kuva-i Milliye deyimini kullanan ilk siyasi kuruluş olan "Milli Kongre" İstanbul'da toplantılar düzenledi ve üyelerinin büyük bir bölümü ileride Ulusal Mücadele'ye katıldılar. Yaklaşık 51 adet kuruluştan oluşan bir federasyon olan bu örgüt Ulusal Mücadele güçlenince kayboldu.
8. Cenubi Garbi Kafkas Hükümet Muvakkat-ı Milliyesi

Elviye-i selase (üç sancak) denilen Batum, Ardahan, Kars'ta nüfus sayımı yaptırılarak Hristiyanların çok az olduğu anlaşılmıştı. 14 Temmuz 1918'de yapılan plebisitte 87.084 kişiden 84.124'ü Osmanlı Devleti lehine oy kullanmıştı. Bunun üzerine Vahdettin bir Hatt-ı Hümayun yayınlayarak, üç yüz yıl Osmanlı yönetiminde kaldıktan sonra "93 Harbi" sonunda kaybedilen bu yerlerin yeniden Osmanlı toprağı kabul olunduğunu bildirdi. Fakat Mondros Ateşkesi'ni izleyen günlerde 1914 sınırlarına çekilmek zorunda kalındı. Burada siyasi örgütler kuruldu. Milli Şura adını alan bu örgütlerin en önemlisi Kars İslam Şurası idi. 17 Ocak 1919'da Kars'ta toplanan bir kongre, bir Anayasa hazırlayarak, "Cenubi Garbî Kafkas Hükümeti Muvakkat-i Milliyesi" (Güneybatı Geçici Milli Kafkas Hükümeti) ni seçti. Kendisini savunmak için bir ordu da kuran, Kafkas Hükümeti, Osmanlı Hükümeti'ne başvurarak bu ordunun donanımı için 77 milyon lira borç ve malzeme doktor ve subay istedi. 13 Ocak 1919'da Kars'a giren İngilizler, bir süre sonra Ermeniler lehine bir politika izlemek amacıyla, Ermeni göçmenlerin geri dönmesini ve Garganof adındaki Ermeni'nin Kars Valiliği'ne getirilmesini istediler. Bu istekleri red edince, General Milne'nin emriyle, General Thomson, asayiş sağlanamadığı bahanesiyle 12 Nisan 1919'da Cihangiroğlu İbrahim Bey Hükümeti'ni dağıtıp, üyelerini Malta'ya sürdüler ve 30 Nisan 'da da Kars'ın yönetimini Ermeniler'e teslim ettiler. Ulusal Şuralar dağıtıldı.
Ulusal Derneklerin Önemi

Belirli bir merkezi otorite ve birlik bulunmamasına, her dernek kendi yöresinin kurtuluşu ile ilgili olmasına ve genel olarak silahlı bağımsızlık mücadelesi değil, propaganda ve yayın yoluyla haklarını dünya kamuoyuna anlatmak, Avrupa Devletleri'nin parlemento ve hükümetlerine haklı seslerini duyurmak yöntemini seçmiş olmalarına rağmen M. Kemal Paşa Anadolu'ya çıktığı zaman, ulusal bir amaçla oluşan dağınık bir taban buldu ve bu dağınık meşaleyi biraraye toplayıp büyük bir bağımsızlık ateşi haline getirdi. Bu derneklerin kuruluşunda egemen olan duygu Türklük duygusu idi. Birinci Dünya Savaşı içinde iyice güçlenen ulusalcılık duygusunu M. Kemal Paşa "ulusal sınırlar" içinde başaracaktır. Hemen tüm derneklerin kurucu ve üyeleri hatta Erzurum ve Sivas Kongresi'ne katılanların önemli kısmı, eski İttihat ve Terakki üyeleri idiler. Fakat M. Kemal Paşa'nın liderliğinde "İttihatçılıktan" ayrılarak "Müdafaa-i Hukuk"un ulusalcılık ideolojisi çevresinde bütünleştiler.Öyle ki İttihatçı ulusalcılığı olan "Turancılık" yerini, Müdafaa-i Hukuk'un "Misak-ı Milli" sınırları ile çizilen ve ileride açık bir şekilde oluşan "Atatürk Ulusalcılığı"na bıraktı.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
MİSAK-I MİLLİ

MİSAK-I MİLLÎ (ULUSAL AND)

Sivas Kongresi sonuçları ülke çapında büyük coşkuyla karşılanmış, millî hareketin her yerde egemen olduğu düşüncesi giderek güç kazanmıştı.


Atatürk,
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, 1881 - 1938 yılları arasında yaşamış ulusal önder. 1881 yılında Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi 14-15. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleşti.

27 Aralık 1919'da Ankara'ya geldi. Türk Kurtuluş Savaşının ve yeni kurulacak millî Devletin merkezi yönetim yeri de belli olmuştu.

Sivas Kongresi kararına uygun olarak son Osmanlı Meclis-i Mebusan12 Ocak 1920'de toplandı. Bu toplantıda anayasal nitelikte önemli bir karar alınadı. 28 Ocak 1920 tarihli bu karar, "ulusal and" anlamına gelen "Misak-ı Millî" idi. Misak-ı Millî , daha Erzurum Kongresi sırasında biçimlenmeye başlanmış, Sivas Kongresi'nde olgunlaşmış ve sonuçta esasları doğrudan doğruya Atatürk tarafından yazılmıştı. Temel ilke olarak, "vatanın ve milletin bõlünmezliği" vurgulanıyordu.

Millet adına bu yeminin edilmesi için, millî güçler yanlısı her Meclis-i Mebusan üyesi büyük çaba göstermiş ve sonunda bu kararın alınması gerçekleştirilmiştir,
Millî And, özetle şöyledir :

Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyeleri barışa kavuşmak için şu vazgeçilmez şartları ileri sürerler :

Dünya Savaşının bitiminde imzalanan Mütareke Andlaşmasının çizdiği sınırlar içinde, din, ırk ve asılca birlik oluşturan vatandaşların oturduğu yerler hiçbir biçimde yurttan kopartılamaz.

Osmanlı Saltanatının ve Halifeliğin merkezi Istanbul'un güvenlik içinde bulunması şartı ile Boğazlar açılabilir. Daha önce bizden ayrılan Batı Trakya'da, Mütareke sınırları dışında tutulmak istenen Kars, Ardahan ve Batum'da halk oyuna başvurulması gerektir.

Osmanlı Devletindeki Arapların çoğunlukta olduğu yerlerde de halk oyuna gidilmelidir.

Bağımsızlığımızı sınırlayacak siyasî, ekonomik hiç bir andlaşma kabul edilemez.

Bu şartlar kabul edilmezse barış yapmak imkânsızdır.

Meclis-i Mebusan'da alınan ve ilan edilen Misak-ı Millî kararı, Ayan Meclisinde görüşülmedi. Dolayısıyla onaylanmak üzere padişahın önüne de gelmedi.

İtilaf Devletleri bu karar karşısında, İstanbul Hükümetini millî güçlere karşı harekete geçmeye zorladılar. 16 Mart 1920'de İstanbul resmen işgal edildi. (Bkz. İstanbul'un işgali) Meclis-i Mebusan basıldı. Anadolu hareketi yandaşları ve bir kısım aydınlar tutuklandı. Resmi dairelere el kondu.16 Mart günü Osmanlı Devleti fiilen sona ermişti. İki gün sonra toplanan Meclis, çalışmalarırıa ara vermek zorunda kaldı. 11 Nisan 1920'de kapandı. Böylece Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı tarihe karışmıştı.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında yer alan "Türk vatanı ve milletin bölünmezliği" ilkesinin millî ve hukukî dayanağı, hâlâ yaşayan "Misak-ı Millî" ruhudur.
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
İSTANBUL HÜKÜMETİNİN MUSTAFA KEMAL'E KARŞI MÜCADELE KARARI

İçişleri Bakanı Ali Kemal, valilere çektiği telgrafta Mustafa Kemal'in görevden alındığını, emirlerinin dinlenilmemesini bildirmişti. Fakat bundan bir sonuç çıkmadı.


Sivas Kongresi'nin toplanacağını duyan İstanbul Hükümeti, Kongreyi dağıtmak için çareler düşündü ve derhal harekete geçti. O sırada Harput Valiliğine tayin edilmiş olan Ali Galip'e, Sivas'ı basmak ve kongreyi dağıtmak emrini verdi. Ali Galip Malatya'da kuvvet toplayarak baskına hazırlandı. Fakat durumdan haberdar olan Mustafa Kemal tedbir alarak Ali Galip'i İstanbul'a kaçmağa mecbur etti.

Sivas Kongresi sona erince Mustafa Kemal, Türk Milletine karşı ihanetleri açıkça görülen Damat Ferit Hükümetine, halkın duyduğu nefreti bildirerek; milli emellere hizmet eden bir hükümetin kurulmasını istedi. Kabul edilmeyince, Sadrazama telgraf çekerek meşru bir hükümet iş başına geçinceye kadar merkezle ilişkisini kestiğini bildirdi. Ayrıca Anadolu illerine İstanbul ile haberleşmeyi kesmeleri emredildi. Bunun üzerine Fetit Paşa Kabinesi düştü, yerine Ali Rıza Kabinesi geçti.

İstanbul ile haberleşmenin kesildiği sırada, Sivas'a gelen Amerika Heyeti'nin Başkanı Harbird (Harbörd) Mustafa Kemal'e, başarı kazanamadığı takdirde ne yapacağını sormuş ve şu cevabı almıştı:

"Bir millet mevcudiyet ve istiklalini temin için teşebbüsat ve fedakarlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olmazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Binaenaleyh millet, hayatta oldukça ve fedakarlıkta devam eyledikçe başarısızlık bahis mevzuu olamaz."
 
Üst