Türk TURAN Tarihi

DEMİR

Beğ Yönetici
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
374
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Türk TURAN Tarihi
Tarihin başlangıcından itibaren ismi konmuş, coğrafyası tanımlanmış ve bütün iç dinamikleri tamamlanmış olarak günümüze kesintisiz bir nehir gibi akıp gelen çok az toplum vardır. Bunlardan biride Türk toplumu (cemiyeti) yada Türk milletidir.

Bir toplumun (cemiyetin) yada milletin bu evrenden bir tek talebi vardır o da kayıtsız şartsız yaşama hakkı dır. Daha düz bir deyişle varolma talebidir.

Devlet, sistem, rejim ve her türlü organize yapı, milletin asıl varlığından sonra gelir. Milletin varolma olgusu yanında, Başkaca önem atfedilen ne varsa değersiz kalır. Milletin birinci asli görevi varlığını sürdürmektir.

Milletler varlıklarını sürdürmek için idealleri ile beslenir kuvvet bulurlar. Millete hayatiyet veren, tarihi seyir içerisinde geleceğe intikalini sağlayan, temel unsur elbette ki ülküleridir, Ülküler ve gerçekçi davranışlar tarihi akışı sağlar.

Türk Milletinin ideali Kızılelma gerçeği ise Turan dır. Geçmişte Türk milletinin yapılanmasında emeği geçen Bilge Kişiler İdeali veya Türkçe ifade edildiğinde Ülkü yü gittikçe uzaklaşan bir hedef diye anlatmakta haklıdırlar. Ülkü (İdeal), yaklaştıkça uzaklaşan ve serabın susuzlar üzerindeki tesirini hatırlatan, cazip bir ışık gibidir. Büyük milletlerin büyüklükleri işte böyle Işığa doğru yapılan hamlelerin nicelik ve nitelikleriyle (sayısı ve kalitesi ile) ölçülürler.

Eski Türkler, Büyük Türk Devletlerini (Hun İmparatorluğu, Göktürk İmparatorluğu Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu) üç kıtanın birleştiği çevrede kurmadan evvel milli vicdanlarında kurmuşlar ve bütün siyasi ve askeri hamlelerinde işte o büyük ülkünün gidildikçe uzaklaşan hududuna doğru atılmışlardır.Turan soyunun yüreğinde yer alan bu yurt görüntüleri nesilden nesile devretmiş yüreklere çizilmiş harita gibidir: Gönüllere giren bu vicdanî haritanın muhtelif istikametlerdeki işaret taşlarına hep (Kızılelma - Kızılalma) ismi verilmiştir.

Kızılelma, Türklerin yaşadıkları bölgeye göre, Yani Turan İline göre batı- doğu- kuzey- güney, ve her yönde ulaşılması gereken bazen bir belde, bazen de bir ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan ve ona ulaşmanın dayanılmaz hasretini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli altın bir yuvarlak yakut top olarak hayal edilmektedir. Bu altın top zaferin işareti olabileceği gibi hâkimiyetin sembolü, fethedilmek üzere hedef seçilen yerin durak noktası olarak ta ifade olunmuştur.

011.jpg


Sanırım önce Turanı, tarihi gerçekçilik içerisinde ele almalıyız. Sonrada Turanın iç dinamiklerinden olan Kızılelma’nın. Bize intikalini tarihi kronoloji içinde izlemeliyiz:

Turan
Başlangıçta İranlıların, kendi bulundukları coğrafyanın (yani İran’ın) kuzey doğusundaki ülkeye verdikleri isimdir Turan. Bu kelimenin varlığı ise Miladi 4. asırdan itibaren bilinmektedir.

Tura, Turan kelimesinin aslî unsuru olup, İran ülkesinde Avesta (Eski İran-Sasanilerin dini, zerdüşt dininin kitabı) da belli bir konu çerçevesinde zikredilmektedir.
Burada şahıs ismi ve göçebe bir kavim isim olarak kullanılmıştır;
Tura-Turan ve Tûralılar, diye geçen bu isimdeki topluluk İranlıların ve zerdüştlüğün düşmanları olarak gösterilmiş. Tura Akıncıları arasında bulunan Franrasyan (=Afrasiyab) iranlılara göre Çok korkulacak bir Düşmandır.(Efrasiyap ın Mete Han, Oğuz Han ve ya Alp-er –Tunga olma ihtimali vardır.)

Diğer taraftan Blochet de, Le nom des Turks dans I’Avesta adlı yazısında herkesçe bilinen Tura = Türk özdeşliğini açıkca vurgulamıştır.

Türk adı veya hiç olmazsa Türk adını teşkil eden kök, nerede ise miladi ilk asırlardan beri mevcut bulunuyordu. Burada Türk adının özdeşliğinin daima ifade ettiği manayı hatırda tutmak gerekir. Tûra ismi, İran dilinde olağanüstü , cesur, yiğit manasını ifade eder.

Tûra hakkında en doğru faraziye, Marquart’a aittir. Bu alime göre, İranlıların meşhur vatanları Airyanem waejo, Harizm’de bulunmakta idi. İran ile Tûran arasındaki efsanevî savaşlar dünya tarihinin geleceğini belirliyordu.

Amu-Derya ile Aral gölünün doğusunda Savaşçı göçebeler kendilerine Tura adını verirlerdi. Bu Döneme ait en önemli kaynak durumunda olan Ptolemaeus (Ermeni Mütercimi Şıraklı Anania’nin tercümesi) Harizm’de gösterdiği Tûr idarî bölgesi, Tûra kavmine ait mühim bir hatırayı aksettirmiş olmalıdır.

Sonradan Meydana gelen kavimler göçü, Asya’nın ırklar haritasını tamamıyla değiştirmiştir. Tûra adı, giderek İran halkının yeni düşmanları, sırasıyla Yüe-çiler, Kuşanlar, Hioniler, Eftalitler ve Türkler için kullanılmıştır. Burdanda anlaşılıyor ki Turan terminoloji olarak tarihin başlangıcından itibaren biliniyordu.Turan düşüncesi, Hunlar ve Göktürklerde de görülmektedir.

Göktürk hakanlarının, “Türk budunu” (Türk soyu, Türk kavmi) ile övünmeleri, onun iyilik, cesaret ve diğer meziyetlerinden bahsetmeleri, kusurları düzeltmeğe çalışmaları ve benzeri düşünceler Turan düşünce zemini gibidir.

Daha sonraki dönemlerde bu fikirler Kaşgarlı Mahmud’da zirvesine çıkar. Türklük sevgisi ile dolu olan bu Türk bilgini, Türk kavminin Allah indindeki değerlerini ve tarihi misyonunu, bir “hadisi kudsi” naklederek anlatır. Ali Şir Nevaî, Türk kültürünün hayranıdır ve Türk dilinin Farsça’dan hiç geri kalır yeri olmadığını gösterir.

Coğrafî tabir olarak Tûran: Tûra halkının adından teşkil ve bilahare Tuc/Tur adından türetilmiştir. Türk ülkelerine verilmiş bulunan Tûran tabiri, Arap tarihçileri ile Fidravsî’nin kaynak olarak kullandıkları Pehlevî dilindeki Hvatay-namak’te mevcuttur. Mamafih Bundahiş yalnız Türkistan kelimesini kullanmakta olup, Tûran kelimesi ise Denkart’ta ve Turfan’da bulunan metin parçalarında vardır.

Firdevsî’ye göre, Tûran Türklerin ve Çinlilerin memleketidir. İran’dan Amu-Derya nehriyle ayrılmıştır. Diğer taraftan Afrasiyab’ın mağlubiyeti hakkındaki malumatta, kendi arazisinin başlangıcının Kibcak’a kadar uzanmış olduğu görülmektedir. Marquart, yazmalara bakarark bu ismi Koçkar (Başi) olarak tashih etmekte, Taraz’ın ötesinde 5 fersah mesafedeki Karluk ordugahı ile birlikte göstermektedir.

Firdavsî’ye göre, Afrasiyab’ın payitahtı olan Kang-diz Çin hududunda bir yerdedir; ancak Buhara’daki Kang memleketi ile hiçbir alakası yoktur. Bu tafsilata göre Türklerin bundan önceye ait, batıya doğru olan konak yerleri görülebilmektedir. Çok enteresandır ki Kızılelma ya ulaşmak bu durumda ancak Turana hakim olmaktan geçmektedir. Tûran hükümdarlarının tabileri olan Çinlilere gelince: Firdavsî bunların adlarını önce Bundahiş’de Çinlilerin içinde eriyen Avesta’daki eski Saynav halkı yerine koymuş olmalıdır.

İslam Aydınları (Arap, Fars ve Türk), Tûran mefhumunu çok tabii olarak kullanmışlardır. Arap coğrafyacıları, Türklerin memleketlerini ancak Sır-Derya’nın şarkından başlattıkları için, Maveraünnehir’i içine almamışlardır. Buna göre coğrafyacılar, bu tetkiklerinde Tûran’ı, Amu-Derya ile Sır-Derya arasındaki arazinin aynı gibi görmek eyilimindedirler. Harizmî’ye göre İranlılar Amu-Derya sahillerindeki araziye Marz-i Turan derler. Yakut’a göre Tûran, Maveraünnehir memleketidir; dünyanın Afridun tarafından üçe taksim edilmesi üzerine Türkler kendi memleketlerine, hükümdarları Tuc’a izafetle Tûran adını vermişlerdir.

Dımaşkî’nin (1320 civarı) görüşü, özel bir durum tesbit eder. Dimaşkî’ye göre, Seyhun (Sır-Derya) Maveraünnehir cevresine Turan = tulan denilmektedir. Fergana denilen Türkistan memleketi bu çerçeveye dahildir.

giris0002.jpg


Masalik al-abşar (XIV. Asır)’da tabirin kullanılış şekli çok daha farklıdır. Burada Volga’ya Nehr-i Tûran adı verilmiş ve Tûran’ın eski hükümdarlarının yazlık ordugahları, Quatremere ile Marquart’ın Ural dağları ile bir kabul ettikleri Ark-Tag (?) olarak gösterilmiştir.

Tûran, XV. Asırda yazılan Zafer-name’de yalnız edebî mukayeseler için kullanılmıştır.

XVII. asır müelliflerinden Ebu’l-Gazi bu kelimeyi bazen esatirî bir tabir olarak, bazen batı Sibirya için kullanmakta, bazen de tamamıyla Muhammed Harizmşah ülkesinin İran ile Tûran arasında bulunduğunu kapalı bir şekilde kaydetmektedir.

Turan kelimesini, Avrupa d’Herbelot’un Bibliotheque oriental’i ile tanımıştır. Burada, doğuştan Türk olup, Tûr’un neslinden gelen ve Faridun’un oğlu olan Afrasiyab, Amu-Derya’nın ötesinde doğuya ve batıya doğru uzanan bütün ülkelerin hükümdarı olarak gösterilmiştir. İşte Tûran denilen bu ülkedir; ancak Türkistan adı, daha Ortelius ile Mercator’un haritalarında XVI. Asırda mevcuttu. Turan tabirinin Avrupa’da ilmi gündeme yerleşmesi ise, XIX. Asırda olmuştur.

Bize göre Turan Kavramı ile zihinlerde parelel yer tutan Kızılelma kavramı bir gerçek nesne ile onun içindeki tat, lezzet gibidir. soyut kavramları maddileştirerek izah etmekte hiçte zorlanmayan Osmanlı müellifleri (Altın Top), (Altın Alem), (Altın hokka) ve (Küre-i lal= yakut top) gibi elma şeklinde bir takım kızıl kürelerden bahsetmişler ve eski Türklerin adını taktıkları şehirlerin hepsinde ya bir saray damının veyahut bir kilise kubbesinin işte böyle bir parlak topla göz kamaştırdığına ait bir takım tafsilata bile girmişlerdir.

Mesela Ali Çelebi Künhü’l-Ahbarda Roma şehrine (Kızılelma) denilmesini izah için vaktiyle Nuşirevan’ın hazinesinde bulunan bir yakut kadeh içindeki (Küre-i la’l)’in bir papaz tarafından aşırılıp Vatikan’daki saint-Pierre kilisesinin tavanına asılmış olduğuna ait bir hikaye anlatır.

Evliya Çelebi de Budin sarayından bahsederken: Her kasrın kubbelerinde birer altın top asılı olduğundan adına (Kızıl-Alma-sarayı dirler diye Macaristan’ın payitahtına Türklerin Kızıl-Elma demelerini Ali Çelebi’nin (yakut top)’una mukabil (altın top) nazariyesiyle izah etmiştir.

Dağıstan Şamhal’larında Kızılelma hakimiyet timsalidir. Özü müslüman Kazaklarından bir beyzadenin 18. asırda telif ettiği (Risale-i Dağıştan)’ın Nuruosmaniye kütüphanesinde 3905 numaradaki nüshasında Şamhal’ların hükümdarlık merasiminde Kızılelma nın bir hakimiyet unsuru olduğunu açıkça yazar.

Osmanlı müelliflerinin Kızılelma denilen şehirlerde birer altın yahut yakut top bulunduğundan bahsetmeleri işte bu Dağıştan misalinde gördüğümüz hakimiyet mefhumu ile ilgili olmalıdır. O taktirde Kızılelma Türk hakimiyetinin timsali olduğu için fethedilecek yerlere (sembol-nişan) olmuş demektir. Bir taraftan halk masallarında (Kaf dağının arkası) denilen Kuzey Kafkasya’nın bir taraftan da Bizans’ın Kızılelma sayılmış olduğunu gösteren kayıtlardan başka, Evliya-Çelebi Avrupa’da başlıca altı Osmanlı Kızılelma sından bahsetmekteyse de, bunların yalnız beşini zikredip altıncısını ihmal etmiştir.


alıntı
 
Üst