Türkçülük Düşmanlarini Taniyalim

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
TÜRKÇÜLÜK DÜŞMANLARINI TANIYALIM​




Türk milletinin dış düşmanlarının çokluğu öteden beri bilinen bir gerçektir. Fakat milletimizin düşmanları sadece sınırlarımız dışında değildir. Bir de iç düşmanlarımız vardır. Türk milletinin, içerideki düşmanları yeterli ölçüde tanıdığı söylenemez. Onun içindir ki, iç düşman çok kere kuvvetinin üstünlüğü muhakkak bulunan dış düşmandan bile tehlikeli olmaktadır. Atsız Beğ’in mükemmel tespitini buraya eklemeliyiz, yılanın bile en tehlikelisi bulunduğu yerle aynı renkte olanıdır.

İç düşmanlarımızın büyük kısmı son imparatorluğumuzdan bugünkü devletimize kalmış olan kötü yadigarlar, bir kısmı da sonradan içimize girmiş tufeylilerdir. Bu tipteki düşmanların, Türk milletine ve Türk milletinin sinir sisteminin merkezi durumundaki Türkçülük fikrine düşman olmaları tek bir gerekçe ile açıklanabilir o da bastırılmış aşağılık duygusudur. Çağlar boyu Türk hakimiyetinde huzur içerisinde hayat sürmelerine rağmen “hakimiyet” kelimesinin kendisi bu döküntü takımını kamçılamaya yetmektedir. Bu cins düşmanlardaki ortak özellik, içten içe yayılan bir azınlık ırkçılığı güdülemesinin zihindeki farklı noktaları kışkırtmasıdır.

Zamana ve mekana, yaşa ve tecrübeye, sosyal ve iktisadi duruma göre kişi, bu güdülemenin etkisi ile Türk milletine ve Türkçülüğe karşı saldırganlaşır. Zihindeki farklı noktaların kışkırtılması ile iç düşman saldırganlaşır fakat buna rağmen bu kişilerden pek azı cephe savaşına cesaret edebilir. Şuur altlarındaki aşağılık duygusu onları tahrik ettiği kadar beynin korku hissini barındıran bölgesini de tetiklediği için içerideki düşman Türklerle göğüs göğse mücadeleye girmez. Dıştaki düşman da içteki de iyi bilir ki 1. sınıf asker olan Türkleri ne silahlı mücadelede ne de sosyal sahada yapılan göğüs
göğse savaşta yenmek öyle her aklına esenin becereceği iş değildir.

Burada makaleye ara vererek küçük bir bilgi verelim. Çinli’nin biri evindeki kitaplığın genişliği ile övünüp dururmuş. Dinleyenlerden biri merak edip eve gidince hakikati görmüş. Çinli’nin kitaplığının ebat olarak genişliği doğruymuş ama raflarda sadece iki kitabı var, biri miskinlik diğeri kahpelik hakkında…

M.Ö 500 yılında yazılan ve – teessüfle – adı Savaş Sanatı olan kitaptan da anlaşılacağı gibi Türkler ancak kahpelikle, namert dövüşü ile ve en mühimi içeriden vurulan darbe ile yenilgi yüzü görürler. Dış düşman bu işi daha çok satın alma ile hallederken, iç düşman içeride olmanın avantajı ile darbeyi içerden vurmayı dener.

Makalemizin ikinci paragrafı şu kelimelerle başlamış: “İç düşmanlarımızın büyük kısmı”… Peki küçük kısım kimlerdir? Küçük kısım; dış düşmanın satın aldığı, iç düşmanın ise çeşitli yalanlarla sezdirmeden kullandığı, gaflet uykusundaki ve şeklen Türk – ruhen yabancılaşmış olduğu için Türkçüler tarafından “maalesef Türk” namı ile anılan güruhtur.

İç düşman cephe savaşına giremediği için askeri yazında “gayrı-nizami harp” olarak adlandırılan gerilla vur-kaçları ile sonuca ulaşmaya çalışır. İç düşmanlarla yaptığımız mücadele henüz silahlı mücadele olmayıp sosyal bir mücadeledir. Güçlü olanın hayatta kalacağı bu mücadelenin safhalarını ve şartlarını iyi bilmek gerekiyor. “Silahlı” gerillacılık kır ve şehir olarak ikiye ayrılırken, “Sosyal” gerilla faaliyeti siyasi ve psikolojik olarak ikiye ayrılır.

İç düşmanın siyasi faaliyetleri, zihinlerdeki farklı noktaların kışkırtılmasının bir tezahürü olarak farklılık gösterir. Bugüne kadar tespit edilen belli başlı ideolojik faaliyet alanlarını şöyle sıralayabiliriz: Komünizm, İnönizm, Anadoluculuk, İslamcılık ve bunların çeşitli çap ve ebattaki fraksiyonları iç düşmanın Türklüğe ve Türkçülüğe karşı kullandığı başlıca siyasal araçlardır.

Komünizm:
Komünizm denen illet bugün için çöp kutusuna atılmış bir pislik kaynağı olmakla birlikte yakın tarihimizde hem dış düşmanların hem de iç düşmanların en çok kullandıkları silahtı.

Dış düşmanlardan bu silahı bize karşı en çok kullanmış olanlar; Rusya, Bulgaristan, Suriye ve Yunanistan olmuştur. …

Komünizmi Türklere karşı kullanan düşmanların en tehlikelisi şüphesiz ki Rusya’ydı. Türkiye’yi bir Sovyet uydusu yapabilmek için var gücü ile çalışan Moskof’un azatsız köleleri siyasi partilerde, derneklerde, gençlik örgütlerinde, eğitim fakültelerinde, hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerinde çoğalabilmek ve zehirlerini akıtabilmek için uğraş verdiler.

Bu azatsız kölelerin en başarılıları (?) Türkiye’den kaçarak Moskova’daki Doğu Halkları Üniversitesinde ideolojik eğitim gördüler. İdeolojik eğitimi tamamlayanlar ya Ermenistan Sosyalist Cumhuriyetine ya da Suriye kontrolündeki Lübnan’ın Bekaa vadisine giderek silahlı eğitim aldılar.

Moskof’un kızıl köleleri içinde lider kadrosu olarak adlandırılanların neredeyse tamamı gayrı-Türk unsurlardan oluşuyordu.

Bunlar çokça yazılıp çizildiği için burada bir kez daha inceleyip zaman kaybetmeyi gereksiz görüyorum.

Bu yazıda bize gereken, iç düşmanın her türlü kılığa girerek Türk milleti ve Türkçülük aleyhinde nasıl çalıştığının bir portresinin zihinlerimizde şekillendirilmesidir.

İç düşmanlar için komünizm bir kaç sebepten önemlidir.

Komünizmin teorisini yazan haham çocuğu Marx’a göre millet ve milliyet kavramları işçi sınıfının sömürülmesi için uydurulmuş birer burjuva yalanıdır.

İç düşman için en büyük engellerden biri, Atatürk’ün hem eylemde hem söylemde Türkçülük yaparak kalıcı hale getirdiği
“Türk Milleti” kavramıdır. Türklüğün yükselişe geçmesi, milliyetçiliğin toplumun her kesiminde kabul görmesi pek tabii ki soy özürlüleri rahatsız etmiştir. Komünizm denen virüsü yayanlara baktığınızda onların deyişi ile “burjuva” olan kişileri görüyorsunuz. Komünizmin yayıldığı alanlara baktığınızda ise yine onların deyişi ile “küçük burjuva” veya “proleter” kesimden kişileri görüyoruz. Nazım Hikmetof’un ailesi pamuk ırgatı değildi, Şefik Hüsnü ömründe amelelik yapmadı, Behice Boran fabrikada hiç çalışmadı, Hikmet Kıvılcımlı’nın karasabanla tarla sürdüğünü kimse görmedi, Sabahattin Ali hiç hamallık yapmadı, Komünizmi Amerika’da öğrenen Mihri Belli’yi ise anlatmaya bile gerek yok. Hepsi zengin ve hepsi gayrı-Türk ailelerin mensubuydular. 1951’deki Komünist Tevkifatında tutuklananların tamamı değilse de büyük çoğu da yine gayrı-Türk unsurlardan oluşuyordu… Milliyetçiliğin burjuva yalanı olduğunu iddia edenlerin gerçek yüzü işte buydu. Aslında Komünizm gayrı-Türk burjuvaların milli devletin gönüllü koruyucusu olan milli burjuvaya karşı Türk işçisini-Türk köylüsünü ve Türk memurunu kışkırtarak Cumhuriyetin kuruluşu ile Türkiye’de şahlanan Türk milliyetçiliğine karşı uyguladığı sosyal bir gayrı-nizami harp uygulamasıdır. Kendileri sırça köşklerinde Remington marka daktilolarıyla Türk milletini sınıflara bölerken sahipsiz kalmış Türk emekçileri sıkıntı çekmeye devam ediyorlardı. Devrim nutukları atanların ve daha vahimi ellerinde silahları ile askere-polise-ülkücüye kızıl kurşun yağdıranların, mısır patlatır gibi bomba patlatanların ihtilalden sonra nasıl bir gecede Atatürkçü olduklarını birlikte gördük. Bugün ise aynı tiplerin basın-yayın kuruluşlarının baş köşelerinde “saygıdeğer gazeteci” pozları takındıklarını görüyoruz. TİİKP terör örgütünün en ateşli militanı olarak eylemlere katılan, Bekaa’da Araplardan silahlı eğitim alan ve devrimin serdengeçtisi iken şimdilerin bir numaralı Amerikancısı olan Yahudi Dönmesi Cengiz Çandar ve türevleri kanal kanal dolaşıp dolarla maaş alırken, Karen Fogg’la al takke ver külah olurken, simitle çaya talim eden ve hala insanca yaşayacağı bir dünyanın hayali ile kendini avutanlar ise temiz duyguları gayrı-Türklerce istismar edilen Türk emekçileri olmuştur.

İnönizm: Bozkurt Atatürk’ün ani ve zamansız vefatının sonrasında Cumhuriyet dönemimizin ilk darbesi gerçekleştirildi. Darbeyi silahlı kuvvetler yapar diye bir kaide yoktur, halk darbesi olabileceği gibi sivil bürokrat darbesi de yapılabilmektedir. İnönizm; işte böyle bir sivil bürokrat darbesinin eseri olarak karşımıza çıktı. Atatürk’ün başbakanlıktan alarak emekliye sevk ettiği İnönü, genç cumhuriyetin tahsilli bürokrat ihtiyacının getirdiği mecburiyetin neticesi olarak halk partisi içerisinde yuvalanmış gayrı-Türk unsurların desteği ile cumhurbaşkanlığına yükseldi.
İnönizm ideolojisinin fikri temelini atanlar ise sözünü ettiğimiz gayrı-Türk unsurlardır. “Abaza İmam” namlı birinin oğlu olan Falih Rıfkı bu ideolojinin yer etmesinde en büyük emeği verenlerdir. Yahudi Dönmesi Mevhibe’nin akrabalarını ve diğer etnik süprüntüleri de unutmamak lazım… İnönizm, Türk’e ve Türkçülüğe karşı sistemli ama gizli bir planla saldırmaya başladı. İlk saldırı da hali ile Atatürk’e karşı başlatıldı. Paralardan, pullardan, tüm resmi dairelerden Atatürk’ün resimleri kaldırılarak yerine Şef’in resimleri yerleştirildi. İnönizmin ikinci büyük saldırısı, sosyal gerilla faaliyetlerinin önemli parçası olan psikolojik harp oldu. Türklüğün en canlı yaşandığı köylerimiz ve Türklüğü yaşatan köylülerimiz psikolojik harp yoluyla aşağılanmaya çalışıldı. Şef’in ve yamaklarının göz zevkini bozdukları gerekçesiyle şalvarlı Türk köylülerinin Ankara caddelerinde dolaşmaları Arnavut Nevzat’ın emriyle yasaklandı. Türk köylüsünün çelik pençeleri ile kurtardığı ülkenin başkentine sokulmaması, Türk köylüsü ile Türk devletinin arasının açılmasını sağlayacak ve bu sayede kurucu ideoloji olan milliyetçiliğin hem devletin alt kademelerinden hem de köylünün bilinçaltından kazınması sağlanacaktı. Cahil Türk köyünde hiç görmemiş ki, ne bilir Yahudi Dönmesini, Arnavut’u, Çerkes’i, Boşnağı… O, maruz kaldığı kötü muamelenin sebebini soyu bozuk idarecilerde değil doğrudan cumhuriyetin kendisinde arayacak hatta devlete düşman kesilecek, bu anı bekleyen iç düşmanlar da zor kullanarak Türkleri ezecek. Büyük Harp sırasında ise Türk milleti karne ile ekmek alıp aç b’ilaç ezilirken, Şef ve takımı Gülcemal vapurunda keyif çatıyor, Beyaz Trenle Anadolu’yu dolaşıp fors yapıyor ve tüm bu yapılanlar Türkleri rencide ediyordu.
İnönizmin Türk köylüsü üzerindeki en büyük psikolojik harp uygulaması ise Köy Enstitüleri yolu ile olmuştur. Köy Enstitülerinin kuruluşu Atatürk’ün son yıllarına tekabül etmektedir. Atatürk, Milli Eğitim Bakanı Saffet Bey'e ordunun zeki çavuşlarının kısa süreli kurslardan geçirildikten sonra köylere "eğitmen" olarak atanmalarını teklif etmiştir. O zaman her köyden bir gencin eğitmen olarak, bir genç kızın da sağlık hizmetleri için, seçilip yetiştirilmesi düşünülüyordu. Bunun uygulanmasına da 1936 yılında başlandı. Ankara Mürtet ovası köylerinden askerliklerini yapan 80 genç, o sırada yedek subay olarak askerliğini yapan Emin Soysal'ın idaresinde Çifteler Harasında sekiz aylık bir Eğitmenler Kursuna alındı. Aradan on yıl geçtikten sonra 1946 yılında ise Maraş milletvekili Emin Soysal TBMM' de Köy Enstitüleri ve Tonguç' u ağır şekilde eleştiren konuşmasını yapıyordu. Burada açıkça görüyoruz ki halisane ve temiz duygularla kurulan köy enstitüleri Kürd İsmet’in devrinde sistemli bir şekilde savaşçı karakterli Türklerin hümanizmle ve komünizmle beyinlerinin yıkandığı merkezler halini almıştır.

Boşnak Ali Efendi’nin torunu olan Hasan Ali 10 yılda yapacağını yapmış, Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ülküsünü tarumar etmiştir. Yunan-Fransız-Rus edebiyatlarının, Frenk adetlerinin Türk köylerine sokulmaya çalışılması bizden önceki Türkçüler tarafından bir nevi “devrim yobazlığı” olarak algılanmıştı. Aradan geçen yıllar ve ortaya çıkan gerçekler bize bunun, iç düşmanların kullandığı bir psikolojik harp silahı olduğunu göstermiştir.
İç düşmanların tarih boyunca kolay-kolay cesaret edemedikleri şeyin Türklerle göğüs göğse savaşmak olduğunu yazının baş tarafında belirtmiştik. Kürd İsmet ve yardakçıları devlet erkini ellerinde tutmanın verdiği cesaretle 1944’te son darbeyi indirmek amacıyla Türkçülüğe karşı Haçlı Seferini başlattılar. Kürd İsmet’in emriyle hareket eden Abaza Falih Rıfkı ve Boşnak Hasan Ali’nin telkinleri ile kiriya Sabahattinaki Atsız’ı mahkemeye veriyor, İnönizmin ve Komünizmin yıkıcı etkilerine baş kaldıran Türkçü gençler Ankara’da yürüyor, Arnavut Nevzat atlı polisleri gençlerin üzerine sürüyor, sütü bozuk Kazım’la suç ortakları Çerkes Ahmet Demir ve Gürcü oğlanı Kamuran Çuhruk da Türkçülere işkence ediyordu.

Anadoluculuk: İç düşmanların Türklüğe ve Türkçülüğe karşı yürüttükleri sosyal gerilla faaliyetinin hem siyasi hem de psikolojik ayağında karşımıza en çok çıkan ve esasında çok kof bir ideoloji olmasına rağmen Türklük bünyesinde en çok yara açan zihniyet Anadoluculuk olmuştur. Türklük bünyesine en çok yarayı açmıştır çünkü sinsi iç düşmanların amaçlarını sezemeyen sapı bizden baltalar bu zihniyete gaflet neticesinde kapılarak bizi yaralamışlardır. Anadoluculuk görüşü ilk ortaya çıktığında aslında oldukça müspet ve Türklüğe yararlı bir görüşken zamanla iç düşmanların telkin ve yönlendirmeleri ile bozularak Türklüğe zararlı bir fikir haline gelmiştir. Anadoluculuğun müspet olduğu devir, Remzi Oğuz Arık ve Mükrimin Halil gibi aydınların sağlam temellere oturtmaya çalıştıkları “Anadolu Türkleri Irkçılığı” devridir. Remzi Oğuz Beğ’in uçak kazası neticesindeki zamansız ölümü ve Mükrimin Halil’in yaş itibariyle tesir gücünü yitirmesi sonucu bu müspet devir kapanmış, bu safhada devreye giren iç düşmanlar iki farklı yoldan zararlı fikirleri telkine başlamışlardır. Her ikisi de mozaikçi olan Sağcı Anadoluculuk ve Solcu Anadoluculuk…
Sağcı Anadoluculukta esas olan din konusudur. Yeni-Osmanlıcılık olarak adlandırılabilecek bu zihniyete göre 400 çadır halkı olarak 1071’de Anadolu’ya gelen Türkler önce buranın yerli halkı ile kaynaşarak yerli halka İslamiyet’i yaymış, Osmanlı döneminde de Balkanlardan ve Kafkaslardan gelen halklarla karışarak apayrı bir Anadolu Milleti oluşmuş. Türklerin bu Anadolu Milleti’ne katkıları da çorbaya katılan tuz misali İslam’ı buraya getirmekten ibaretmiş. Devletin kanunlarına göre Türkiye’deki herkese “Türk” denmiş fakat bugün ki Türklerin tarihteki Türklerle bir alakası yokmuş. Çorbadaki tuz nasıl ki damıtmayla çıkarılamazsa Anadolu milletler çorbasından da eski Türklerin olası torunları çıkarılamazmış. Sünni olmadıkları için Alevilerin ve Azerilerin “Anadolu Çorbasının” içinde yeri yokmuş. Soyu bozukların dillerinde televizyon yayınlarının yapıldığı bugünlerde artık bu saçma fikrin hiçbir anlamının kalmadığını takdir edersiniz fakat çok yakın bir geçmişe kadar bu her tarafı çürük zihniyet gazetelerle-kitaplarla-konferanslarla yayılıyor ve maalesef pek çok kişiyi de ağlarına düşürüyordu.
Solcu Anadolucuk ise başta “Kürd Hocalar” namı ile anılan bir ailenin çocuğu olan Bülent Ecevit olmak üzere entel-dantel takımı olarak adlandırılan Urumperest sözde ulusalcıların geliştirdiği bir fikirdir. Sağcı Anadoluculukta esas olan din konusu iken Solcu Anadoluculukta dinin de bir önemi yoktur. Helenistik çağ denilen ve aslında ilkel kavimler çağı olan zamandan kalma medeni yerli halk ile göçebe ve medeniyetsiz Türklerin kaynaşması ile bu Anadolu Milleti meydana gelmiş. “Şanlı Atalarımız Hititler”, “Aslan İyonyalılar”, “Yiğit Truvalılar”, “İlk parayı atalarımız Lidyalılar buldu” ve sair saçmalıklar edebiyat sahasında işlenerek kitaplar-mecmualar yoluyla evlere girdi. Bir psikolojik harp silahı olarak Solcu Anadoluculuğu kullanan iç düşmanın amacı Türk milletini ata toprakları olan kadim Türkistan’dan kopararak ona Anadolu İnsanı (Homo Sapiens Anatolius) adlı Akdenizli basit bir toplum olduğu yalanını kabul ettirmektir. Aslen Giritli Rum Dönmelerinden olup Halikarnassoslu bir balıkçı olduğunu sanan Cevat Şakir, Türk-Yunan kardeşliği (?) üzerine komünist vezniyle şiirler döktüren Bülent Ecevit, Melih Cevdet, Orhan Veli, Oktay Rifat ve diğer şair bozuntuları Solcu Anadoluculukla beyin yıkamak yerine doğrudan Yunan istihbaratına çalışsalardı Türk milletine ancak bu kadar zarar verebilirlerdi. Hazır yeri gelmişken Türkçülük açısından şu sağcılık-solculuk meselesi nedir bir göz atalım. Türkçülük sağdan da soldan da münezzeh bir ülküdür. Sağ ve Sol ayrımcılığı Türkiye’ye dışarıdan gelmiş bir yapı olduğu için milleti rakip kamplara bölmek maksadı ile gayrı-Türkler tarafından kullanılmıştır. Sol, yakın tarihimiz boyunca ısrarlı şekilde Moskof emperyalizminin aracı olan komünizmle özdeş bir tavır içerisinde olduğu için Türkçüler ilk vakitler onun zıddı olan Sağ ile ifade edilmiştir. Komünistler de kendilerince bir sağ-sol tarifi yaparak komünist olmayan her fikri Sağ olarak tanımlamıştır. İşte bizim açımızdan asıl sorun da burada başlamıştır. Nurcuların, Süleymancıların, Erbakan’ın, Morrison Süleyman’ın, Amerikancı Necip Fazıl’ın, “kahpe Timur” demeden konferans veremeyen Anadolucu Nurettin Topçu’nun, kozmopolit serseri Ali Fuat Başgil’in Sağcı olduğu yerde Türkçüler elbetteki yer alamazdı. Denilebilir ki, Komünistlerin en büyük başarısı Türkçüleri iç düşmanın maşası olan Amerikancı işbirlikçilerle ve din sömürücüleri ile aynı sağa hapsetmektir.
Atsız Beğ, ömrünün son yıllarında bu meseleye ağırlık vererek iç düşmanların siyasi ve psikolojik açıdan kontrolü altındaki “Sağ” ile Türkçülerin aynı safta yer alamayacaklarını anlatmaya çalışmıştır.

Ne yazık ki onun vefatından sonra komünizme karşı ortak cephe kurulması gibi strateji hataları yapılmış ve Milliyetçi Hareket de sağı kontrol eden iç düşmanların siyasi açıdan olmasa da psikolojik açıdan kontrolü altına girmiştir.

[Taktik hata ile Stratejik hata arasındaki farkı iki örnekle açıklayalım; “Türk-Kürd Kardeştir” sloganlarını parti mitinglerinde kullanmak popülizmdir-takıyyedir-taktik bir hatadır fakat bunlar politikanın bir gereği sayılabilirken partiyi Kürdlerle-Çerkeslerle doldurmak Stratejik hatadır ve hoş görülemez.]

Komünizme karşı ortak cephe hatası taktik hata değil alenen strateji hatasıdır. Aynı odada bile yarım saatten fazla bir arada kalamayacak olan teorik açıdan birbirinin zıddı iki görüş, Siyasal Türkçülük ve Siyasal İslamcılık aynı koalisyon hükümetlerinde yer almış, 1991’de ise aynı listeden milletvekilliği seçimine girmiştir.

Bunun tabii neticesi olarak da Türk Milliyetçiliği tam da komünistlerin arzu ettiği “Sağ” haline dönüşmüştür ve buna strateji hatası denir.

Biz ne işbirlikçi yobazlığın kirlettiği sağcılık, ne de vatansız komünistlerin kirlettiği solculuk tanımlamasının içine girmeyiz.

Biz Türkçüyüz, sağ veya sol değil dışarıdan gelen hiçbir fikre tenezzül etmeyecek kadar şuurlu olduğuna inandığımız Türk milletinin tek gerçek merkeziyiz.

İç düşmanların siyasi ve psikolojik açıdan kullandıkları İslamcılık, Türkçülüğün siyasal kanadına hızla nüfuz ederek uzman propagandacıları aracılığı ile siyasete bulaşmış grubun %90’ının sarıp sarmalamıştır.

Bir adam hem ülkücü hem de nurcu-yobaz olamaz, eğer olursa ona ülkücü değil Sünni-Faşisti denir.
İç düşmanın Türklük ve Türkçülük karşısındaki psikolojik harekatını hassasiyetle incelememiz ve surda delikler açmalarına asla fırsat vermememiz gerekiyor. Bu uzun yazının yazılış gayesi işte budur.
İç düşmanın Sağcı propagandacıları, Türkçülük kaynağından beslenen ülkücü gençlerin beyinlerine yavaş ve düşük dozlarla İslamcılık fikrini zerk ederek iç düşmanın yönlendirmelerine açık, savunmasız hale gelmesini arzu etmektedir. Propagandacı sorar: “Önce Türk müsün yoksa önce Müslüman mı?”.. Kafası karıştırılan gence bu sefer “İslam’a göre Irkçılık” üzerine uzun nutuklar çekilir. Propagandacının hazır cevap karakter yapısının sonucunda genç, Türk ırkçılığı yapan kişinin dinden çıkacağına bile inandırılır. Akıl yürütme melekesini propagandacının telkinleri neticesinde yitiren genç, ırkçılık günah dahi olsa bunun adam öldürmekten ya da zina etmekten büyük olamayacağına akıl erdiremez. Akıl erdirebilse, propagandayı yapan uzmanın bağlaşığı olduğu hoca efendinin Türk olmadığını da anlayabilir. Nurcular elbette ki Türkçülüğe düşman olacak çünkü zamanın harikası dedikleri üstadları Kürd’tü. FBI korumasındaki haham dostu-papaz dostu diyalogperver Fetullah da Şıhbızınlı bir Kürd’tür.

İç düşmanın solcu propagandacısı ise mikrofonu ele geçirdiği-televizyon kamerasını karşısında gördüğü ilk anda Türk’ün can damarı olan Türkçülüğe karşı kinini kusar. “Maalesef Türk”lerden biri olan eski tüfek marxistlerden Attila İlhan Ceviz Kabuğuna çıkar, milli meselelerin konuşulduğu programda fırsatı ilk yakaladığı anda “Türkçüler 44’te Almanlardan para aldı” yalanını söyler. Pontusçu Nihat Genç, Gök Türk kanalına çıkar A partisine B partisine değil açıkça Türkçülüğe söver. 8 Haziran tarihinde Denktaş Beğ’in Marmara Otelinde verdiği konferansın açılış konuşmasını yapan Yekta Güngör Özden, Kıbrıs gibi önemli bir milli meselenin konuşulacağı salonda eline mikrofon verilmesini suiistimal edip herkesin içinde Türkçülere saldırır. Çünkü onun damarlarında Türk kanı değil Çerkes kanı akmaktadır. Rauf Denktaş’ın salonda olması sebebiyle saygısızlık etmek istemeyen Türkçüler, Denktaş Beğ’in salondan ayrılması ile İç Düşmana hak ettiği yanıtı verdiler. Düşman şunu iyi bilsin ki: Türklüğe ve Türkçülüğe karşı yapılan saldırılar asla yanıtsız kalmayacak!
 
Üst