Türklerde Birlik Olgusunun Kökeni Ve Önemi

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında




Birlik birkaç anlama gelen bir kelimedir. Ama esasında birlik ve onun eylem halini belirten birleşmek bir millet için çok önemli bir anlam içerir. Bireylerin, toplum, toplumların millet – ulus olması için gereken yegane eylem birleşmektir. Birleşmek, birleşilmeyi zorunlu kılan zorluklar karşısında gösterilen bir eylemdir. Bu eylemi zorunlu kılan etmenler nelerdir? Şöyle ifade edebiliriz;



Barınma, savunma, beslenme ve kısacası bunların hepsi olan yaşama kaygısı. Birleşmelerin bazıları kısa süreli olup, zorunluluğun önemine bağlı olan bu sürecin sonlanmasından sonra çözülen birlikteliklerdir. Bazıları ise görünmez bağlar ile sıkı sıkıya birbirine iliştirilmiş kökü çok eskiye dayanır. Bunların çoğunun geçmişi tarihin karanlık dönemlerine kadar gider ve bu çözülemez bir birliktir. Kendine has bir dil konuşur, değer yargıları, kültürü, yemekleri ve hatta dini algıları bile ona özgüdür. Zaten bu tür değerleri taşıyan milletler bir kez dağıldığında yeniden organize olma yetisine sahip değilse tarihin mezarlığına gömülür. Bunlar hakkındaki bilgileri sadece tarihin tozlu sayfaları arasında bulabilirsiniz. Tarih birçok milletin, devlet demiyorum, milletin yok olduğunu, onlardan geriye bir şey kalmadığının örnekleri ile doludur.



Kısacası var olmak, güçlü olmak ve gelecekte de olmak isteniyorsa birleşmeli, mevcut birliği kuvvetlendirmeli, korumalıdır. Bunu atalarımız; Bir elin nesi var iki elin sesi var. Sözüyle en güzel şekilde ifade etmişlerdir. Dünya üzerinde bugüne kadar gelmiş birçok milletin tarihine dikkatli bir şekilde bakıldığında, geçirdikleri süreç içinde birçok kez çözülüp, bozuldukları ama sonunda yeniden bir araya gelerek birleştikleri görülecektir. Yine bunu kendi tarihimizde de birçok kez görebilmekteyiz. Özellikle en önemli Türk yazıtlarından biri olan İ.S 7. yüzyıldan kalma Orhun kitabeleri okunduğunda birçok kez bozuldukları, dağılma konumuna geldikleri ama teşkilatlanma özelliklerinin sayesinde yeniden bir araya gelerek içinde bulundukları kötü durumdan çıktıkları ve kendilerinden daha kuvvetli olan düşmanlarını yendikleri görülecektir. Bu tür zor şartlar her milleti olduğu kadar biz Türkleri de belli dönemlerde sarsmış ve etkilemiştir. Ama bu durumlardan her zaman sahip olduğumuz değerlere daha çok sarılarak, içinde bulunduğumuz buhranlardan kurtulmanın olunu bulmuşuzdur.



Peki, yukarıda da açıklamaya çalıştığım diğer milletlerin ve milletimizin sahip olduğu değerler nelerdir? Mutlaka buna değişik cevaplar verilebilir ama en önemli olanı tarih içinde aynı dili konuşan, aynı yaşam tarzını ve ortamda ki kabul görmüş değer yargılarını paylaşanların tarih içinde geçirmiş oldukları zorluk, tasa ve kıvanç anlarının onlar üzerinde oluşturduğu ortak paydadır. Milletler karşılaştıkları her zorluğa, her güçlüğe kendi milletlerinin geçmişindeki yaşanmışlıkları ile mukayese ederek göğüsler ve aşmaya çalışır. Bu süreçte onları birleştiren öğe atalarının da aynı veya benzer sorunlarla karşılaşmış olması ve onların bunu aşmış olmasıdır.



Onun için milletler tarihlerinin binlerce yıl geçmişe gitmesinden ve onu yaşatmak için hiçbir fedakârlıktan çekinmemiş olan atalarıyla övünürler. Bu gayet mantıklı ve doğal bir şeydir. Çünkü bu sayede kültürlerinin ne kadar eskiye dayandığı vurgusu yapılırken, özgürlükleri, bağımsızlıkları için canlarını seve seve verecek nesillere sahip olduklarını ve o nesillerin içlerinden çıkmasını sağlayan sosyal yapılarının yani aile bağlarının da kuvvetliliğine vurgu yaparlar. Çünkü aile yapısı kuvvetli olmayan bir toplum dağılmaya, yok olmaya mahkumdur. Okullarda devletin en küçük yapı taşının aile olduğu hususundaki öğreti doğrudur. Türk kültüründe Orta Asya’da ev olarak kullanılan ve içinde ailenin barındığı yurt denilen çadırın aynı zamanda üzerinde yaşanılan toprak parçasına verilen ad olması boşuna değildir. Buna benzer başka bir benzetme dünya dilleri içinde bulunmamaktadır.



Tarih içinde kesintisiz bir şekil arka arkaya devletler kurarak devamlılığını kesin olarak kanıtlamış yegane millet olan Türkler, soylarını devam ettirirlerken binlerce yıllık dillerini, kültürlerini ve toplumsal algılarını da günümüze taşıyabilmiştir. Peki bu millet örgütlenme açısından nasıl bir izlenim gösteriyor?



Türkler tarihin bilinen evresi içinde 16 tane büyük devlet (İmparatorluk), 50 küsur devlet ve 300 küsurda bağımsız beylik kurmuştur. Bu da göstermektedir ki Türkler olağan üstü bir organize olma dehasına sahip millettir. Abbasi dönemine atfedilen Arapça bir atasözünde üç Türk bir araya gelse devlet kurar der. Bu kanının oluşmasının tek sebebi sahip olduğumuz aile yapımızdan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yukarıdaki atasözünde de belirtildiği gibi üç Türk bir araya gelse, en azından yaş durumuna göre bir hiyerarşi kendiliğinden oluşur. Bu amca ve ağabey, bayanlar için ise teyze ve abla sıralamasıdır. Ama çabuk organize olabilme yetisi, biz Türkler gibi bozkır ortamının belirsizliği ile sürekli ve aniden gerçekleşen saldırılara karşı çabuk, kitlesel harekete geçmeyi amaç edinmiş bir toplum için adeta reflekstir. Doğal olan ve olmayan şartlar buna zorunlu bırakmıştır.



Kötü yan örgütlenme uzmanı diyebileceğimiz milletimizin, kendi içinde de sürekli olarak organizasyonlara gitmesidir. Zamanla bu teşkilatlanma becerisi meraka dönüşüp zararı da görülmeye başlamıştır. Ülke içinden örnek vermek gerekirse hemşeri dernekleri gösterilebilir. Bugün Türkiye’nin özellikle göç alan kentlerinde binlerce hemşeri derneği kurulmuştur. Bunların bir kısmı faal bir kısmı ise M.Akif ERSOY’un dediği gibi şarkın erkek haremi konumunda, içinde dedikodu - kulis yapılan, iskambil oynanan kahvehaneler konumundadır. Bu bölge dernekleri işi o kadar aşırıya götürmüşlerdir ki bunların içinde mensubu oldukları köyün yukarı mahallesi - aşağı mahallesinin adına kurulmuş kültür ve yardımlaşma derneklerinin açıldığı görülmektedir. Bu tür bölgeci derneklerin dışında birde özellikle son 20 yılda gözle görülen bir artış sergilemiş olan dini maksatlı çalışmalar yapan, yardımlaşma ve dayanışma dernekleri yoğun olarak görülmektedir. Bunlarında büyük kısmı cemaat denilen ve tarikatlara bağlı faaliyet gösteren organizasyonlardır. Bunlar dini esaslı olduğundan dolayı insanlarımızın manevi duygularına hitap ettiğinden gerek zaman içinde büyüyen, artan ekonomik güçleri gerek ise siyasi anlamda hitap ettikleri kitleyi siyasi bir rant unsuruna dönüştürdüklerinden dolayı ülkemiz siyasetine ciddi anlamda nüfus ederek, etkin konuma gelmişlerdir.



Bundan başka siyasi maksatla kurulmuş olan ve bölge dernekleri, lokallerinden daha da organize olan siyasi partiler bulunmaktadır. Bugün 72 milyonluk bir nüfusa sahip olan ülkemizde 7’si mecliste 25’i dışarıda 32 adet siyasi parti bulunmaktadır. Oysa yurt dışına bakılarak gelişmiş ülkeler ile mukayese edildiğinde ülkemizdeki siyasi partilerin fazlalığı hemen dikkat çekecektir. Öyle ki;



350 Milyonluk bir nüfusa sahip ABD’de siyasi parti sayısı 10’dur. 50 Milyonluk İngiltere’de 11 , 63.5 milyonluk Fransa’da 4 ve 83 milyonluk Almanya’da 15 adet siyasi parti vardır. Yukarıda saydıklarım kendilerini demokratik ülkeler olarak ifade edenlerin sahip oldukları siyasi parti sayısıdır. Peki, bizimle az çok aynı demokratik süreçten geçmiş olup kültürel değerleri az çok benzeyen Yunanistan’ın sahip olduğu siyasi parti sayısı kaç? 4 tanedir. Ayrıca Yunanistan’da da iç göç yaşanmasına rağmen hiçbir kentinde ülke dışından gelen Rumların kurduğu ve yayılmacılık siyasetinin üssü olarak kullanılan derneklerin (Pontus, Anadolu göçmenlerince kurulan ve devletçe desteklenen) dışında bir oluşuma denk gelemezsiniz. Yani ne Atina’da Yanya’lılar kültür ve dayanışma derneği nede Selanik’te bir Serez’liler eğitim ve kalkınma derneği gibi bir oluşuma rast gelebilirsiniz.





Ülkemizde görülen bu tür organizasyonlar, partileşme gayretleri Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımızda da fazlasıyla görülmektedir. Sözgelimi Makedonya’nın %5’ni oluşturan soydaşlarımız 3 tane siyasi parti sahibidir. Yine 25 milyonluk Irak nüfusunun %15’lik kesimini oluşturan Türkler Irak Türkmen Cephesi (ITC) altında 7, birlik dışında 10 ve Barzani ile Talabani kontrolünde kurulmuş olan 10 adet tabela partisi ile temsil edilmektedir. Yine bağımsız bir ülke olan ve 265 bin nüfusa sahip Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde 13 adet siyasi parti varken nüfusu nerede ise üç kat fazla olan Kıbrıs Rum kesimindeki siyasi parti sayısı 9’dur.



Türkiye’nin dışında başka örneği ne Avrupa ülkelerinde ne de coğrafyamızdaki ülkelerde görülen bu kadar farklı siyasi görüş olmamasına rağmen bu kadar çok siyasi parti ve kendi ülkelerinin sınırları içinde bulunduğu halde, başka şehirde yaşamak için taşındıkları köyleri, kasabaları, şehirleri hatta mahalleleri için dernek, lokal kurmanın mantığı altında yatan esas etmen nedir? Bunun tek sebebi az gelişmiş bir sosyo kültürel algı seviyesinin darlığı ve eğitim ile ekonomik seviyenin düşüklüğüdür. Tabii ki buna Türk teşkilatlanmacılık ruhunu da eklemeliyiz.



Demekki örgütlenmede ki başarı bizim gibi bazı milletler için olumsuzluğa dönüşmekte, zarar vermektedir. Bu kadar çok siyasi görüş olmadığına göre siyasi parti ve bunun gibi dernek sayısının fazlalığını neye bağlamak gerekir. Bunun kanımca iki sebebi vardır. Bunlar;



1 - Tabi ki ilk başta iyi niyetle kurulmuş olduklarına ama dengeli bir yönetimi olanlar istisna diğerlerinin çok kısa bir zamanda kişilerin ve grupların psikolojik tatmin vasıtası haline dönüştüğü gerçeğini yadsımamak gereklidir.



2 - Siyasi hayattan gelir beklentisi, çıkar kaygısı.



Bu iki etmeninde siyasi hayatta ve bizim dernek anlayışımızda etkin olduğu düşüncesindeyim. Burada Türk siyaseti ile demokrasinin ülkemize göre nispeten daha iyi uygulandığı batı Avrupa ülkeleri ile mukayesesini yapmayacağım. Sadece bu anlayışın milletimize ve onun bekası ile mevcut konumunu nasıl etkilediği hususunu değerlendireceğim. Vatandaşlarımızın siyasi parti ve derneklere olan bakış açısını aşağıdaki paragrafta daha detaylı değinmeye çalışacağım ama burada belirtmeliyim ki Türkiye’de bulunan siyasi parti sayısının çokluğu vatandaşlarımızın siyasi görüşlerini netleştirememesine ve bu yüzdende ülke için ideal bir yönetimin iktidara gelmesine engel olmaktadır.



Şunu burada tespit etmeliyiz ki derneklerin çok olması sosyal ilişkilerin yoğunluğuna, dayanışmanın canlılığına, siyasi partilerin çokluğu ise demokrasinin iyi uygulandığına ve dürüst bir siyaset yapıldığına kanıt değildir. Aksine çokluğun getirdiği kaos ve verilen tavizler bu organizasyonlardan vatandaşların arzu edilen faydayı görememesine, randıman alamamasına sebep olmaktadır. Aksine vatandaşların çoğu için dernekler siyasi alt çalışmaların, kulis faaliyetlerinin yapıldığı, belli ortamlarda işlerin yürütülebildiği, seçim zamanında ( Akrabalara iş ayarlanan, cemaatçilik dayanışmasının görüldüğü ve iş takibi yapılan) belli tavizlerin koparıldığı bir ortam izlenimi oluşturmuştur. Siyasi partiler ise ülke sorunlarına samimi çözümler bulmak ve bu gaye ile bir araya gelerek ülkenin geleceğinden endişe duyan halkın genelinin oyunun alınacağı yeni bir oluşuma gitmektense, ben merkezli egolarla kendi konumlarını korumaya çalışan, medyada sık görülmeyi amaç edinmiş, yerine göre her tür siyasi görüş ile temasa geçerek iş takibi yaptıkları, eşe – dosta imkânlar sağlanan ve mevcut billurdan şatolarını, konumlarını korumak için siyasi partiler kanununca kendilerine verilmesi ön görülmüş bütçeden pay almaya devam eden bir sürü çıkarcı insanın bir araya gelerek gerçekleştirdikleri oluşumlar olarak görülmektedir. Bu durum insanları ülkenin geleceği hususunda umutsuzluğa sürüklenmesine, bocalamasına yol açarken, mevcut yapı içinde işleri bu oluşumlardan birinden geçmek zorunda kalan vatandaşların riyakârlık yaparak, kişiliklerinden taviz vermek zorunda bırakması açısından endişe verici bir hal almıştır.



Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyeti gibi ülkeler için bir iç sorun olan bu oluşumlar, özelliklede siyasi partilerin çokluğu ve dağılmışlığı, yine demokratik bir şekilde bu ülke vatandaşlarının siyasi partileri ile liderlerini ülkenin içinde bulunduğu kaotik durumu daha net görerek, mevcut ortamdan çıkılması için onları birleşmeye zorlaması, onlarında bunu fark ederek birleşmeleri ile aşılacak bir mevzudur. Fakat bugün Türklerin azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde partiler kurarak atıldıkları siyasi hayattaki tutum ve tavır gerek azınlık olarak mevcut konumlarını gerek ise Türkiye’nin onların bir azınlık millet olarak haklarını bulundukları ülkede savunması açısından çok önemlidir.



Yani bir ülkede azınlık olarak yaşanıyorsa oradaki variyetini devam ettirebilmen için o ülke içinde bir olmak, diri olmak, iri olmak mecburiyettir. Başka ülkelerde yaşayan soydaşlarımızdan siyasi hayatın içinde bulunanlar her türlü egolardan kurtulmuş, korkularını – endişelerini – hırslarını dizginleyen, milli çıkarlarını tehdit edecek bölünmesine sebep olacak siyasi görüş ve dini algılarını ön plana çıkarmaktan kaçınarak mensubu olduğu milletin hepsini kucaklayabilmelidir. Unutmalıdırlar ki belli konuma yükselmiş olanlar içinden çıktıkları millete karşı borçludurlar. Bu sebeple bu sorumluluklarının farkına varmalı, görevlerini en iyi şekilde yapmalıdırlar.



Bu çerçevede mensubu bulundukları milletin içinde sebep olacakları her ayrışma, bölünme, millete yabancı siyasi tavır takınma o ülkede yaşayan Türkleri asimile etmek, sindirmek, etkisizleştirmek veya göç ettirmek isteyen ülkenin işine geleceği bilinmelidir. Türkiye dışında yaşayan soydaşlarımız fark etsinler veya fark etmesinler kurmuş oldukları her siyasi yapılanma ve dernekleşme çatısı altına bulundukları ülkenin istihbarat elemanlarınca sızılmış olup, gizlice takip edilmektedir. Bu ülkeler Türklerin daha da bölünmesi, parçalanması hususunda çalışmalar yapmaktadır. Sözgelimi özellikle batı Avrupa (Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya vbg.) ülkelerine iş gücü talebi ile giderek orada yerleşen soydaşlarımıza yönelik yapılan istihbarat çalışmaları buna örnektir. Günümüzde o ülkelerde insanlarımızca kurulmuş yüzlerce, binlerce gerek bölgesel gerek ise dini maksatlı dernek mevcuttur. Ama ne yazık ki aralarındaki bölünmüşlük o kadar fazladır ki 3,5 – 4 milyon Türkün yaşadığı Almanya’da Türkiye’yi ilgilendiren bir konuda bile yapılacak miting için 100 bin kişi toplanamamaktadır. Türk toplumu kendilerine yönelik çalışmalar ve onlarında bu çalışmalara taviz vermelerinden, kanmalarından dolayı, bulundukları ülke içinde arzu edilen bir yaptırım gücüne ulaşamamakta - kullanamamaktadır. Bir örnek daha vermek gerekirse Avusturya’da devletçe muhatap alınacak İslam cemaati temsilcisi seçiminde yaşanmıştır. Avusturya’da en büyük Müslüman cemaat Türk kökenli iken cemaat temsilcisi olarak bir Arap ülkesi kökenli birinin seçilmesi çok manidardır.



Eğer soydaşlarımız yaşadıkları ülkelerde saygın bir vatandaş olarak sayılmak, inançlarını ve milli adet – göreneklerini hakkıyla uygulayabilmek, taleplerini daha rahat ifade edebilmek istiyorlarsa gerek dernekler bazında (İster federasyon ister konfederasyon çatısı altında olsun.), gerek ise siyasi partiler olarak derhal birleşmelidir. Bu sayede bütün Türkler aynı karar verme ve bu sayede ortak harekete geçerek, demokratik tepkilerini gösterme imkanı olacak aynı zamanda devlete karşı tek ama çok ciddi, güçlü bir siyasal parti ile temsil edileceklerdir. Böylelikle kendi içlerindeki çekememezlikler sonlanacak, birbirlerine yönelik muhalefet yaparak ülke içindeki temsil oranlarını düşürmelerinin önüne geçilecektir.



Bu süreçte yukarıda bahsetmiş olduğum hususlar milli menfaat gözetilerek derhal gerçekleştirilmeli, bölünmelere, ayrışmalara, kopmalara ve dargınlıklara izin verilmemeli ve mevcut olanlar var ise bunlara da son verilmeli, uzlaşılmalıdır. Birleşme, birlik olma fikrine karşı çıkanlar, muhalefet edenlerin Türklüğünden ve sahip olduğu inancın samimiyetinden şüphe edilmeli, onların bulundukları ülkenin temsilcisi olduğu ve onun adına çalıştığı düşünülerek tedbirli davranılmalı, temas kesilerek yalnız bırakılmalıdırlar. Güçlü olmak tek olmak, bir olmak demektir. Denizlerde yaşayan küçük balıklar bile bir araya gelerek kendilerinden kat ve kat büyük avcılarından daha büyük bir kütle izlenimi doğurarak kendilerine saldırmaktan avcılarını caydırırlar. Dünya genelinde incelendiğinde çeşitli ülkelerde yaşayan azınlık milletlerin demokrasi ortamında bulundukları sistemde güçlü olabilmek için tek parti ile temsil edildiği görülecektir. Bunun istisnası yani siyasal bölünmüşlük Irak ve Makedonya örneklerinde de izah etmeye çalıştığım gibi biz Türklerde görülmektedir.



Birleşmenin zorunluluğu hususu üzerinde dururken önemle bir konuyu burada vurgulamak isterim. O da bugün dünya üzerinde azınlık olarak yaşayan Türklerin yaşadıkları ülkede Müslüman olduklarından dolayı değil Türk olduklarından dolayı eziyete ve haksızlığa uğramış olduklarıdır. Bu Suriye, Irak ve Balkanlar örneğinde de gayet rahat bir şekilde görülecektir. Bu sebeple gerçekleştirilecek birlik – birlikteliklerde düşmanlarımızın çoğu kez içindeki algı, ibadet biçimlerini ve mezhep gibi hususları abartarak bizi parçalamak, bölmek için kullandığı aziz dinimiz öne çıkarmak yerine milli değerlerimizi, sembollerimizi, tarihimizi ve dilimizi öne çıkarmalı, bunların etrafında toplanmalıyız.



Gerek batı Avrupa’nın çeşitli kentlerinde olsun ( Almanya, Fransa, Hollanda v.g) gerekse Türklerin azınlık olarak yaşadığı Balkanlar ve ön Asya ülkelerinde olsun soydaş aydınlara, eğitimli kimselere çok büyük görev düşüyor. Kabul edilmeli ki insanlarımızın çoğu eğitim seviyesi düşük ve gayet içe dönük bir toplum yapısına sahiptir. Fakat artık buna son verilmeli, bütün kesimlere ulaşılarak toplum milli menfaatleri hususunda aydınlatılamalıdır. Millete iyice belletilmelidir ki ayrışma - bölünme Türklüğe en büyük zarar ve geleceğini tehlikeye atmaktır. Bunu aşmanın yegane yolu ise birlik olmak yani birleşmektir.



Yazımın sonuna geldiğim son paragrafta bu kadar birliktelikten bahsetmişken halihazırda yeryüzünde bulunan ve her biri birbirinden zengin yer altı ve üstü kaynaklara sahip dili bir, kültürü bir, tarihi bir, dini bir 7 bağımsız Türk devletinin de en kısa zamanda birleşmesi hususunda daha da fazla çaba sarf edilmelidir. Unutulmamalıdır ki kaosun yaşandığı bu asırda yegane huzur, istikrar ancak kurulacak eşitlik temeline bağlı bir Türk Devletler Birliği temeli ile sağlanabilir. Bu sayede hukuka, adalete saygılı bir süper gücün ortaya çıkması günümüzde çağdaş sömürgeciliğin yaşandığı dünyamız için büyük bir şans ve fırsat olacaktır. İnanıyorum ki gerek milli, gerek ekonomik, gerek ise askeri birliktelik esasına dayalı böyle bir oluşuma dünya üzerinde halen itilip kakılmakta, istismar edilmekte, sömürülmekte olan birçok bölge ülkeside katılmak için can atacaktır. Tabi ki bundan önce yazım içinde de belirtmiş olduğum gibi ilk olarak kendi birlikteliğimizi ve nerede Türk var ise hepsinin birlikteliklerinin gerçekleşmesi çok önemlidir. Bu demokratik ve hukuku birliktelikler sayesinde belki toprak anlamında değil ama gönülden bir Turan birliğinin tesis edilmiş olacağına şüphe yoktur. O zaman milletimizin önünde hiçbir güç duramayacaktır. Yazımı İ. GASPIRALI’nın bize çalışmalarımızda kılavuz olacak bir sözüyle bitirmek istiyorum. Dilde, Fikirde, İşte birlik.

H. Okan Balcıoğlu
 
Üst