Yitirilen Erdemler

Hatice İntaç

Onursal Üye
Katılım
24 Mar 2008
Mesajlar
23
Tepkime puanı
0
Puanları
0
YİTİRİLEN ERDEMLER

“Bir sessizliğe fısılda suçunu

Korkma kimse duymaz
Bilirsin ki gülün bile
Açarken sesi duyulmaz
Ve Tanrılar arabalarıyla
Çoktan geçtiler bu diyardan
Günahların kaydı tutulmaz
İşlediğin cinayeti kimse görmedi
Ama gözlerinde saplı duran
Bu hançer de neyin nesi?”.

(H.İntaç)



İnsana dair olguların her gün biraz daha geriye itildiği, kültürel değerlerin asgariye indiği, “biz” değil, “ben” in öne çıkarıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bireyciliğin doruklara ulaştığı böyle bir zamanda iyilik, vefa, sadakat vb. soyut kavramların acaba hayatımızda ne kadar yeri vardır? Bütün bunlar aslında göreceli kavramlar. Örneğin, iyilik diye düşündüğümüz ve uyguladığımız bir eylem kötü sonuçlar verebilir bazen. İyilik niçin yapılır? Karşılığını görmek için mi? kendimizi rahatlatmak için mi? Tanrı bilsin diye mi? Yaptığımız iyiliğin derecesini ölçüp biçen kim? Vicdanımız mı? Toplum mu? Tanrı mı? Kim için ne kadar iyiyiz? Acaba iyilik yapıp da bu dünyada veya –varsa-ötekinde hiçbir karşılık almayacağımızı bilseydik tavrımız ne olurdu? Bunların hepsi iyilik bulmak için iyilik yaptığımız sonucuna çıkarmıyor mu bizi? Peki, bunun daha da ileris; iyilik yapıp karşılığında kötülük bulmak olursa tavrımız ne olur? Ama karşılığını beklesek beklemesek, karşılığında kötülük görsek görmesek, yine de iyilik ruhumuza pozitif enerji yükleyen , rahatlatan, huzur veren bir duygu ve davranış.

İyilik ve kötülük!
Biri olmadan diğerinin değeri anlaşılmayan iki kavram!. Çünkü her şey ancak zıddı ile gelişir. Tıpkı gece ile gündüz gibi, ölüm ile yaşam gibi. Her insanın iyilik ve kötülük kavramları hakkında kendilerine göre birtakım doğruları vardır. Kendi inançları, düşünceleri ve toplumsal eğitimleri doğrultusunda belirlerler bu iki kavramı. İyilik ve kötülük her insanın doğasında vardır. İkisi de insan iradesinin bir sonucudur ve kişinin tercihi sonucu ortaya çıkarlar. Diğer bir deyişle bu iki duygu da insanın içindedir ve hangisi daha çok beslenirse o galip gelir. Bununla ilgili bir Kızılderili hikayesi geldi aklıma şu anda.

“ Yaşlı Kızılderili reisi kulubesinin önünde torunu ile oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerin biri beyaz,diğeri siyahtı.Çocuk, kulubeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünüyor,öteki köpeğe neden ihtiyaç duyulduğunu ve renklerinin neden ille de siyah beyaz olduğunu anlamak istiyordu.Dedesine merakla sordu. Yaşlı reis bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı ve “onlar benim için iki simgedir evlat” dedi. “neyin simgesi” diye sordu çocuk. “ iyiliğin ve kötülüğün simgesi. İyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda onlar” demiş. Çocuk “ mücadele varsa kazanan da olmalı” diye düşündü ve sordu. “Peki, hangisi kazanır bu mücadeleyi?” Yaşlı reis derin bir gülümsemeyle baktı torununa. “Ben hangisini daha iyi beslersem evlat
!

* * * * *

Toplumsal bir varlık olan insan, elbette ki diğer insanlarla hep iletişim halinde ve iç içe olacaktır. Sosyal hayatın en temel gereği de zaten bu değil midir? Arkadaşlık ve dostluk da bu temel gereklerdendir. Ancak herkesle dost olmak, dostluk kurmak ve bu dostluğu sürdürmek mümkün değildir. Arkadaşlıkla dostluk arasında fark vardır. Arkadaşlık gelip geçici ve sürelidir, gerçek dostluklarsa ölümsüzdür. Gerçek dostluk bencillikten uzaktır, dürüstlüktür, saygıdır, sözünde durmaktır, güvenilirliktir, karşılıksız yardımdır, iyi ve kötü günleri paylaşmaktır. Fakat ne acıdır ki bu nitelikteki dostluklar artık rafa kaldırılmıştır. Günümüz dünyasında dostluklar, ne yazık ki menfaat ilişkisinden başka bir şey değildir. Küçücük bir çıkar uğruna dostluklar bir pula satılabilmektedir.

Asıl üzücü olan, dostların birbirine ihanetidir. Arkadan hançerlenmek ne kadar acı vericiyse dostun ihaneti de o kadar acı vericidir. Bu yüzden dost seçerken çok dikkatli olmak gerekir. “Dostuna bir gün düşman olacakmış gibi davran” demiş ünlü düşünür Cyrus. O, hiç kimseye tam anlamıyla güvenmemeyi, kendimize ait özellerimizi kimseyle paylaşmamayı savunuyor. Peki de dostlarımızla aramıza savunma duvarları öreceksek, dostluğun ne anlamı kalacak diye düşünsem de, bir yerde Cyrus’un bu görüşüne de hak vermek gerektiğini düşünüyorum. Bazen yanılırız dost seçerken. Sahte dostları gerçek dost sanırız. Onların, ileride bazı zaaflarımızla bizi vuracaklarını düşünmeden, olduğumuz gibi görünmekte bir sakınca görmeyiz. Gün gelir bu sahte dostlar bizi tam da onoktadan vurmaya çalışırlar. Bu yüzden dostluk kurarken seçici olmalı ve her şeyin insanın kişiliğinde gizli olduğununbilincinde olarak dost edineceğimiz kişinin kişiliğini tanımaya çalışmalıyız. Yine de varoluşumuz, iyi kötü herşeyi deneyimlemek ve öylece olgunlaşmak esasına dayandığına göre yanılgılarımızla da kendimizi kabul etmemiz gerekiyor. Mühim olan ayni hataları tekrarlamamaktır.

* * * * *

Hepimizin çoğu zaman yapmayı unuttuğu, önemsiz sandığımız, ama aslında çok önemli olan bir detay, bir ayrıntı vardır.
Kendimizi sorgulamak!..


Her gece, gün içinde yaşadıklarımızın bir bilançosunu yaparak, kendimizi tarafsızca sorgulamayı başarabiliyorsak, hatalarımızdan dolayı vicdanımızı rahatlatacak kulplar bulmak yerine onları düzeltme yolunu seçebiliyorsak ve sabahleyin aynada kendi yüzümüze utanmadan bakabiliyorsak, onurlu yaşamaya azmetmişiz demektir. Fakat maalesef günümüzde onurlu ve erdemli yaşamak suç oldu, kusur oldu. “Erdem”in kelime anlamı “enayi” oldu. İnsana verilen değer maddiyat ve mevki ile ölçülür oldu. Güven denen kelimenin içi boşaltıldı, dostluk sadece lafta kalır oldu.

Öyle insanlar tanıdık ki, gerek sözleri gerekse yazdıkları ile laf ebeliğinde ne kadar mahir olduklarını gösterirlerken iş, o söylediklerini veya yazdıklarını uygulamaya gelince bunun tam aksi davranışlarla karşımıza çıktılar ve bizi hayretler içinde bıraktılar. Başkalarına dürüst olmayan bu insanlar, aslında kendilerine dürüst olmadıklarını keşke bilseler.

* * * * *

Her insan kendine olan yoculuğunda, tevazu, sevgi, saygı ve empati ile ilerlediği takdirde, kendine olan saygısı ortaya çıkar. Kendine saygısı olmayandan sevgi ve saygı beklemek zaten mümkün değildir. Böyle
İnsanların davranışlarından etkilenmek ancak kısa süreli olabilir. Bazıları, silik, özgüvensiz kişiliklerini kapatmak için adeta bir savaş verirler. Kendileriyle olan savaşları bazen öyle büyür ki, onları gereksiz ve zararlı ideolojilere kadar götürebilir. Gitgide yok olan duyguları yeniden kazanabilmek için bir inanca ve felsefeye sahip olmak gerekir. Dünyadaki canlıların en değerlisi insansa, insanın en değerli olanı da, iradesi ve aklı ile iyiyi, doğruyu, güzeli seçebilen, fikirleriyle barışık olan, doğruluktan şaşmayanıdır.

“Merhamet”
de bir erdemdir. Bütün ahlak felsefeleri, toplum kuramları, toplum yaşamında bireylerin birbirlerine olan sorumluluklarını amaçlar. Bütünü yok sayarak parçanın varoluşu nasıl imkansız ise birey de toplumun bir parçası olarak tek başına var olamaz. Bu yüzden merhamet ve acıma duyguları insana has ulvi duygulardır.

Ayni yolda, ama farklı hayatları yaşayarak geçiyor ömrümüz. Tanrının tüm yarattıklarına nasıl merhamet ettiğini, nasıl sabırlı olduğunu düşününce; kul olarak her canlıya şefkat ve sevgiyle yaklaşmak hiç de zor olmamalıdır diye düşünüyorum. Ancak ne yazık ki bu iyi duygularımızı istismar edenler, kötüye kullananlar da var. İşte tam da bu noktada Nietzsce’nin “merhameti öldürün” sözleri çınlıyor kulaklarımda. “Merhametten maraz doğar, kimseye acıma, acınacak hale gelirsin” diyor bir başkaları.

Merhameti öldürmek mümkün mü? Hele içimiz inanç ve sevgiyle doluysa!. Yardıma ihtiyacı olan, zor durumdaki insanlara arkamızı mı döneceğiz? Bunu yaptığımız takdirde vicdanımız bizi sorgulamayacak mı? Rahat uyuyabilecek miyiz yatağımızda? Elbette ki insana has duygular taşıyorsak, gerek maddi gerekse manevi desteğe ihtiyacı olanlara kayıtsız kalmayacağız. Ama bunu yaparken aşırıya kaçmamak, merhametle gereksiz duygusallığı birbirine karıştırmamak ve karşımızdakini tanımaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar yapılan iyiliğin karşılığı beklenmese de; merhametten ileride maraz doğmaması için bunu yapmak zorundayız. Esasen kıymet bilmeyen, aksine iyiliğimize karşılık gıyabımızda yalan söyleyen, iftira eden, hatta başımıza gelen üzücü olaylardan zevk alacak kadar alçalabilen insanlara yardım etmek, onlara kötülük yapmakla eş anlamlıdır. Çünkü hayatta sadece almasını bilen bu tip insanlar bu davranışımıza devam ettiğimiz takdirde vermek fiilini asla öğrenemeyecekler; hatta kendilerini çok akıllı, karşılarındakini enayi sanacak kadar ileri gideceklerdir arsızlıklarında. Bu yüzden bazen Nietzsce’yi tasvip etmek geliyor içimden. Onu tasvip etmek, merhamet duygusunu içimizden atmak, duygularımızı öldürmek, zorda olana sırtımızı dönmek anlamına gelmemelidir. Bu zalimlik ve gaddarlık olur. İyilik etmek, zorda olanı esirgemek ve korumak güzel şeyler, ulvi şeyler ama hak edene, kıymetini bilene…

5dkz.jpg

 
Son düzenleme:
Üst