Zehİr Ve Panzehİr...

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
ZEHİR VE PANZEHİR...
Panzehir bilir misiniz siz?
İşte bu ülkeye lazım olan şey odur artık... Başka türlü kurtuluşumuz yoktur bizim. Alınan bunca zehire karşı başka çaresi olan, başka bir yol bilen varsa söylesin...!

Üstelik zehirlenme "ANİ BİR YILAN YA DA AKREP SOKMASI" şeklinde tezahür etmedi. Dozajı bazen "GIDIM GIDIM" ayarlandı. Bazen de "ŞOK" edici bir etkiyle "BOCA EDİLDİ" vatanın bağrına...
Bu işte uzmanlaşmış kişiler görevlerini şimdiye kadar büyük bir beceriyle yerine getirdiler. Bu zehirlenme hadisesi o kadar yeni de değil. Neredeyse iki asırlık bir geçmişi var. O sıralar zehrin etken maddeleri bu kadar etkili değildi ve verenleri bu günlerdeki kadar bilgi ve beceriye de sahip değildi...? Yöntemleri biraz zora, güç kullanmaya dayanıyordu. İnsanlar vatanlarını kaybetme endişesini bizzat gördükleri için "PANZEHİRİ" çabuk buldular ve kurtarıcılarının peşine çabuk düştüler.

Yeni bir dönem açıldığında, zehirden iyice etkilenen ve bağışıklık sistemleri bu zehire alışanları öncelikle temizlediler. Sağlıklı ve zehire direnç kazanmış yeni bünyeler yaratmak için var gücüyle çalışan liderlerine uydular. Titreyip, kendilerine geldiler. Her yaştan milyonlarca yeni ve sağlam genç yetiştirdiler. Türklük bilinci ilim ve irfanla şekillendi. Alt yapıyı sağlam tutmak için çok çalıştılar. Özgüvenleri inanılmaz işleri başarmalarını sağladı. Kendilerini zehirlemeye çalışanlar hayretler içindeydiler. Birer birer bu yeni bünyenin ülkesine geldiler. Liderlerine övgüler düzdüler. İşbirliği için yeniden kapılarda beklediler. Artık ellerinde, dillerinde, kafalarında "O ZEHRİ" getiremediler, getirmelerine müsaade edilmedi.
Ne var ki bu dönem istenildiği, tamamen iyileşmeyi sağlayacak kadar uzun sürmedi. Liderleri, Başbuğları hastalandı. Belki de yağılar gizliden, "öldürücü zehiri" ona yedirip içirdiler...? Bütün gayretler, beklemeler boşunaydı. Başbuğları öldü...! Daha topyekün 17,5 milyon kadar nüfusları olmuştu. Yeteri kadar ne çoğalabildiler ne de çoğalanları eğitebildiler. Sadece temeli ve yetişenleri sağlam tuttular...

Başbuğlarının ölümünün hemen ertesinde başladı ikinci "ZEHİRLENME DÖNEMİ"... Öncelikle "BEYİNLERE YABANCI İDEOLOJİK ZEHİR" verilmeye başlandı. Ardından "BATI HAYRANLIĞI HASTALIĞI" belirtileri görüldü. Kültürümüz yozlaşmaya, sanatımız "TAKLİTÇİLİĞE" özenir oldu. Alt yapı yatırımları, teknolojik atılımlar bir bir terkedildi.2. Dünya Savaşı işin tuzu biberiydi. ABD ile yapılan anlaşmalar ilk bu dönemde başladı ve "BAĞIMSIZLIĞINA DÜŞKÜNLÜK" kazanan bünye ilk kez zaafiyete uğratıldı...! Demokrasiye geçiş adı altında batının istekleri kabul görünce, henüz "SEÇME-SEÇİLME-DEMOKRATİK HAKLARI KULLANMA" kabiliyeti kazanamamış bünyede, "KOMPLİKASYONLAR" baş gösterdi...!
Arada kesintiye uğrasa, "ÖZE, BAŞBUĞ DÖNEMİNE DÖNÜŞ" istekleri gündeme gelse de hep art niyetli yerli işbirlikçilerle, dış güçlerin ortak engellemeleriyle karşılaşıldı. Milliyetçi Hareket'in Başbuğu Alparslan Türkeş'in bu anlamda 1960 hareketine katılması da yeterli olamadı, O da çile çeken milliyetçilerin akıbetini paylaştı.
Cumhuriyetin sağlam atılan temelleri sayesinde "DÜŞE-KALKA" son yıllara kadar geldik. Batının, emperyalist güçlerin içimize yerleştirdiği "ZEHİRLENMİŞ BEYİNLER, BÖLÜCÜLÜK ZEHRİNİN ETKİSİNE İYİCE GİRENLER" artık birlikte hareket eder hale geldiler. "ŞEYTAN ÜÇGENİ" tam bir güç ve ivme kazandı. Dış güçler, dincilik adı altında siyaset yapanlar, bölücüler kolkola oldu. Şu anda bünye uyuşmuş, "YUTULMAYA" hazır hale gelmiş durumda.

Bundan sonra fazla tercih imkanı kalmamıştır. Bağımsız olduğu iddia (!) edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı, Brüksel'de "SUÇÜSTÜ" vaziyetinde yakalanmıştır. Bir tarafta AB Dışişleri Komisyonu üyeleri , diğer yanda enişte Lagendjik'in koluna girmiş "KIRMIZI BÜLTENLE ARANAN PKK'LI" Gülabi Dere aynı salonu paylaşmışlardır. Aynı karede yer almışlardır...! Dinciler, bölücüler, dış güçler aynı yerde buluşmuşlardır...! Dışişleri Bakanı "Türkiye Cumhuriyeti'ni", dini özgürlüklerini kullanamadıkları uydurmasıyla AB Dış İlişkiler Komisyonu'na şikayet ederken, bölücü pkk'lı da "BÖLÜCÜLÜĞÜ MEŞRULAŞTIRMAK" için komisyon üyelerinin kolunda ona muhatap edilmiştir...! Bundan ötesi var mıdır...!?
Bundan ötesi artık teslimiyettir. Bölünmeyi kabullenmektir. Egemenliği yabancılara, dış güçlere devretmektir. Bağımsızlıktan vazgeçmektir. AB; ABD ne isterse onu yerine getirmektir. Bize biçilen rolü itiraz etmeden oynamaktır.

Bütün bunları yerine getirmek için savaş mı kaybettik biz? Görünen o ki bir savaşı kaybettik. Bize verilen zehirin etkisiyle "ZİHİNLERDE, ZİHNİYETTE" gerçekleşen bir savaşı kaybettik. Tek bir kurşun atmadan, adam gibi kendimizi savunmadan...

Peki kurtuluş? Yok mu bunun çaresi? Var... Elbette var...! Bunun "PANZEHİRİ" var... Daha önce kullandığımız ve sonuç aldığımız panzehiri tekrar denemek şartıyla. Ama bu sefer hem dozu, hem de etken maddeleri biraz daha değiştirilmiş, takviye edilmiş olmak şartıyla. Bazı olumsuzlukları, yan etkileri baştan kabullenmek şartıyla...?

Bu kadar uzayınca kurtuluşu okumak ta, yazmak ta zor... Kısmet olursa onu da bir başka yazıda.....
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Panzehİr -2

PANZEHİR -2


Osmanlı İmparatorluğunun içtimai yapısı kuruluş ve yükselme dönemlerinde “Türk-İslam İtikadı ve onun Orta Asya’da şekillenmiş toplumsal değerlerine, kültürel dokusuna” dayanıyordu.

Matüridilik İtikadı Hoca Ahmet Yesevi gibi âlim ve bilginler tarafından Türk Kültürü ve gelenekleri ile Orta Asya içinde harmanlanarak kabul görmüş, kısa sürede yayılmıştı. Öyle ki, Orta Asya’nın neredeyse tamamına yayılan Yesevilik, Anadolu’nun hatta Balkanlar’ın Türkleştirilmesini sağlamıştı.
Öncü Alperenlerle Ön Asya’ya, Anadolu’ya yayılan Türk-İslam anlayışı dergâhlar, medreseler, mektepler kurup birer ilim, irfan yuvası olarak hizmet gördüler. Hacı Bektaş-ı Veli, Hz. Mevlana, Yunus Emre gibi din ve tasavvuf önderleri, âlimler; gönülleri, gözleri açıyor, içinde yaşadıkları toplumu etkiliyor, Selçuklu, Osmanlı hükümdarlarına feyiz veriyorlardı.
Nasıl Horasan ve civarı zamanının en büyük ilim merkezi olmuş ise, Anadolu’da bu âlimlerin ışığı ile aydınlanmıştı. Osmanlı’nın kuruluşuna, Ahilik teşkilatının yayılmasına önderlik eden âlimlerin etkisiyle kısa zamanda imparatorluğa giden yol açılmış, yetişen kadrolar Osmanlı’nın işgal ettiği bölgelere gönderilerek oraların da Türkleşmesine, Türk-İslam güneşi ile tanışmasına vesile olmuşlardı...
Bu dönem Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi ile etkisini kaybetmeye başlayacaktı. Öngörülen bir gelişme olmamasına rağmen, Mısır’ın fethi halifelik makamının Osmanlı’ya geçmesine neden olacak, Mısır, Basra, Arap Yarımadasındaki Eşar’i İtikadının din bilginlerinin Osmanlı’ya ilgi duymasına, İstanbul’a akın etmelerine neden olacaktı. Yavaş ama etkili bir şekilde Osmanlı’ya hâkim olmaya başlayan Arap anlayışının din önderleri karar mekanizmalarını etkileyecek, saray etrafında bir kuşatma başlayacaktı.
Uzun süre bu etki zaten yükselme aşamasındaki İmparatorlukta hissedilmeyecek ama duraklama ve gerileme ile birlikte Türk-İslam anlayışı yavaş yavaş etkisini kaybederek sadece Türk Halkı içinde yaşamaya devam edebilecekti. Artık Arap âlemine musallat olan batı kaynaklı her yozlaşma Osmanlı’ya da sirayet ederek yıkılışın kilometre taşlarını döşeyecekti...
Din, toplumsal yapının üst kurumu olarak kabul edilir. Sosyoloji bilimi dini bir ihtiyaç olarak görür ve insanların davranışlarına, toplumsal düzene, hukuk kurallarına, devletin yapısına ve örgütlenmesine etkisi olduğunu kabul eder. Bu anlamıyla din önemlidir ve bir gerçekliktir. Bir inanç ve manevi dünyanın yaşanması anlamında din, toplumun kültürüyle zaman içinde etkileşime girer. Dinin kuralları ile toplumun uzun yıllar içinde edindiği kültürel doku birbirleriyle iç içe geçerler, uzlaşırlar. Birbirlerinden alışveriş yaparlar. Kültürle çatışmaya giren dinin kabul görmesi hem zordur hem de sancılıdır hatta imkânsızdır. Türk adet, gelenek, görenek, binlerce yıllık devlet yapısı, kültürel miras ile Orta Asya’da başlayan tanışıklık İslam Dini ile Türklük bilinci arasında bu anlamda derin bir mutabakat sağlamıştır. İslam inancını kendi kültürü ve anlayışı ile kabul eden ve bir itikat yolu çizen Arapların genel kabulü ile aynı çizgide buluşmak, Türk-İslam Kültürü’nce kabul görmemiştir. Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde halifelik, şeyhülislamlık makamları ile temsil edilen İslamiyet; Arap itikadının etkisinde kaldığı ölçüde Türk İnsanından kopmuş, yozlaşmış, çatışmıştır... Anadolu isyanlarının bir kısmına bu gözle bakmakta yarar vardır... Kuşatmanın dozu arttıkça içine kapanan halkımız üzerinde baskı ve dayatmalar artmış, kültürümüzde yozlaşma başlamıştır.
Osmanlı’nın son zamanları inanılmaz çelişkilerin yaşandığı yıllar olarak çok iyi irdelenmelidir. Türklüğün dışlandığı, geleneklerin- kültürün göz ardı edildiği, bir taraftan batının, diğer yandan Arap tahakkümünün baskısında sıkışan, ezilen, horlanan kaybolan bir Türk Yurdu... İşgal edilen beyinler... Aydını batıya özenen, halkı doğuya (Arap geleneğine) itilen ve itildikçe küçülen koskoca imparatorluk... Batının bütün şifrelerini çözdüğü ve değerlerinden koparmak için alabildiğine kullandığı kavramlar, dini yozlaşma... Kıskaçtan kurtulmak için Osmanlı Padişahı’nın, Halifesinin cihad çağrısına kulağını tıkayan, duymazlığa gelen hatta ihanet eden Arap yobazlığına dayana İslam İtikadı... Nihayet ihanetin Osmanlı Hilafetine kadar uzanarak işgalciye “HİLAFETİN ASKERİ” dedirten çelişkiler yumağı...
Daha önce belirttiğimiz gibi Atatürk içimize giren, bünyeyi zehirleyen bütün bu gelişmeleri görmüş, tedbirlerini de almıştı. Batıdan gelenlere panzehir olarak “ÖZE DÖNME, KENDİNE GÜVENME, TÜRKLÜĞÜ YENİDEN KEŞFETME, KENDİ KÜLTÜRÜMÜZÜ HÂKİM KILMA” yolunu açmış ve uygulamaya koymuştu. Doğudan gelen ve bünyevi özellikler taşıyan zehir içinse dinimizi dünya ile barışık, akla ve bilime önem veren, iman ve ibadet özelliklerini tamamen koruyan, kendi kültürel mirasımızla kabullendiğimiz çizgiye çekmeye çalıştı. Dar imkânlara rağmen yeni camiler inşa ettirdi, yeni kadrolar ihdas etti. En önemlisi Elmalılı Hamdi’ye Kura’nı Kerim’in yeni mealini yazdırttı. Meal, İtikat yolu olarak Matüridilik, mezhep olarak ta Hanefilik esaslarına göre yazıldı. On binlerce basılarak bütün camilere dağıtıldı, köylere kadar gönderildi.
Atatürk Döneminin sona ermesinden hemen sonra yeniden başlayan yozlaşma, eski hastalıkların bünyede yeniden arazlara yol açmasına sebep oldu. Hastalıkların nedeni, zehire karşı yeteri kadar direnç gösterecek kitlenin yetiştirilememesi, Kurtuluş Savaşı öncesi var olan yobaz zihniyetin tamamen ortadan kaldırılamamış olmasıydı. Zaten birkaç isyan denemesi Atatürk zamanında bile yapılmış ve sert şekilde bastırılmıştı.
Sinsi bir şekilde geri çekilen irticacı-Arap zihniyeti çok partili hayatın başlamasıyla siyasete taşındı. Demokrat Partinin siyasi söylemleri onlara cesaret verdi. Aradaki kesintilerde sesini kesen, uygun ortam bulduğunda tekrar ortaya çıkan bu anlayış vatandaşın arasında cemaatleşmeye, örgütlenmeye devam ederek 1970’li yıllarda siyasi parti olarak ortaya çıktı. Artık oyun daha aleni, daha cüretkâr oynanmaya başlamıştı. 1980 12 Eylül Darbesi onlar için koruma kalkanı vazifesi görmüş, darbenin lideri denge sağlamak için açıkça dini duyguları kullanır olmuştu. İlginçtir, o dönemde Suudi’ler Türkiye’deki cemaat ve yandaş kuruluşlarına açıkça maddi destek sağlamaya başlamış, halkın içinde ev toplantıları, hemen her il- ilçede temsilcileri tarafından cemaatlerine adam kazandırma faaliyetleri hız kazanmıştı.
Artık cemaatleşme faaliyetleri okullara, yurtlara, dershanelere el atarak taban bulmaya, yayılmaya başlamıştı. Yasal gerekçelerle kapatılan dinci partilerin yerine ertesi gün başkası kurulmakta, hiçbir şekilde meselenin köküne inilmemekteydi. 1974 yılında koalisyonla iktidara ortak olan MSP, ikinci ve önemli çıkışı 1995 Genel Seçimlerinde yakalamış, tehlike sinyalleri çalmaya başlamıştı. Refah-Yol iktidarı bazı gerçeklerin gözle görülür hale gelmesine vesile olmuş, 28 Şubat Süreci adı verilen, aslında”KÜRESEL”güçlerin bir oyunu olduğu şimdilerde daha net görülen post modern bir hareketle iktidardan indirilmişti. Daha sonra kurulan diğer partilerle yoluna devam eden irticacı-Arap zihniyeti, kendi arasında bölünerek milli çizgiye yakın olanları dışlamış, “KÜRESEL GÜÇLERİN BÜTÜN DAYATMALARINI KABUL EDEN” yeni bir parti oluşumu ile 2002 3 Kasım Seçimlerinde tek başına iktidar olmuştur.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
PANZEHİR- 3 YENİDEN ERGENEKONDAN ÇIKIŞ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti “TAM BİR KUŞATMA ALTINDADIR. DIŞ VE İŞ GÜÇLER SAKLANMASI MÜMKÜN OLMAYAN ALENİ BİR İŞBİRLİĞİ İÇİNDEDİRLER.” Şu anda sorun budur, gerisi teferruattır... !
Kuşatmanın şekli ve uygulanışı taktik anlayışlar ve kullanılan yöntemlerde farklılıklar olsa bile aynen “OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN SON YILLARINDAKİ” gibidir. Tek fark; “ORDUMUZ DAĞITILAMAMIŞ, HENÜZ ETKİSİZLEŞTİRİLEMEMİŞTİR... !” Ordumuz ve askerimiz üzerinde son günlerde yoğunlaşan saldırıları, yıpratma gayretlerini bu anlamda değerlendirmek gerekmektedir. Şu andaki durumu özetleyelim...
1- Yasama yetkisi AB’nin denetimine sokulmuştur. Uluslar arası şirketlerin, AB’nin ve ABD’nin istediği yasal düzenlemeler AB uyum süreci adı altında hükümete dayatılmakta, 2003 yılından itibaren de sayısal çoğunluğu elinde bulunduran hükümet tarafından parlamentomuzdan aynen geçirmektedir.
2-Yapılan yasal düzenlemeler “DEMOKRASİ- İNSAN HAKLARI- İFADE VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ” perdesi altında “BÖLÜCÜLÜĞÜ” cesaretlendirmekte, terörle mücadeleyi güçleştirmektedir. Ülkemiz adeta “SUÇ VE SUÇLU” arenası gibidir. Hiç kimsenin güvenliği yoktur. Devletin kendi birimleri içinde bile “TAKİP- DİNLENME” olayları sıradanlaşmaktadır. Adalet ve güvenliğin olmadığı ülkede vatandaş ile devletinin arası açılmaktadır.
3-Çıkarılan “İKİZ YASALAR, TÜRK CEZA YASASI, KAMU YÖNETİMİ REFORM YASASI, GELİR İDARESİ YASASI, VAKIFLAR YASASI, PETROL YASASI, 301. MADDE İLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİK, SOSYAL GÜVENLİK YASASI” gibi düzenlemeler ülkemizin tamamen yabancıların, AB’nin denetimi altına girmesine neden olmuştur. Egemenliğimiz bir anlamda girmediğimiz, giremeyeceğimiz bir birliğe devredilmiştir.
4- Özelleştirme adı altında ne kadar stratejik kurumumuz varsa yabancıya satılmıştır. Bankalarımızın neredeyse %40’ı yabancıların eline geçmiştir. Toprak ve gayrimenkul satışları denetim dışında ve tehlikeli boyutlara ulaşmış durumdadır.
5- İç ve dış borç 500 milyar dolara çıkmak üzeredir. Toplumun her kesimi “borçla” yaşar haldedir. Üretim durmuş, ithalat patlamış, cari açık her yıl yeni bir rekora koşar olmuştur. Çiftçimiz üretimi bırakmış, “haciz” kıskacına alınmıştır.
6- Ekonomik bağımsızlığın kaybedilmesi toplumun fakirleşmesine, sadaka kültürünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ümitsizlik, yarınından emin olamama “gemisini kurtaran kaptan” anlayışı ile ülke sorunlarına tamamen duyarsız bir kitle yaratmıştır.
7- Sosyal dengeler tamamen kaybolmuştur. Vatandaşımız kendi içinde bölünme temayülü içine girmiştir. Uygulanan politikaların örtbas edilmesi için dini argümanlar acımasızca kullanılmaktadır. İktidarın ve dış güçlerin birlikte ikame etmeye çalıştığı “ILIMLI İSLAM PROFESİ” hem dinsel ayrışmaya, hem yeni çatışma alanı yaratmaya hem de Orta doğuda ABD-İsrail projelerine işlerlik kazandırmaya yönelik hizmet etmektedir.

Dünyamız bölgemizden başla***** yeni bir “BÖLÜŞÜM, SINIRLARIN DEĞİŞMESİ” sancısı içindedir. Bütün ağırlık “TÜRKLÜĞÜN VE İSLAMIN” yaşadığı coğrafya üzerindedir. Hıristiyan dünyası ve Musevilik bu konuda mutabakat halindedir.. Durum çok ciddidir... Ülkemiz tam bir “KISKAÇ” içindedir.

Türkiye Cumhuriyeti bu kıskaçtan kurtulmak zorundadır. Bunun için:
1- Kesinlikle bu iktidar uzaklaştırılmalıdır. Bütün “DEMOKRATİK YOLLAR” denenerek, toplumsal beraberlik sağlanarak ülkenin kaderine “EL KONULMALIDIR.”
2- Ordumuza sahip çıkılmalı, anayasal kuruluşların iktidar üzerindeki denetimine destek verilmelidir.
3- İktidarın uzaklaşması gerçekleştikten sonra “ partiler üstü” bir hükümet görev almalı, yargının geçmiş dönemin bütün uygulamalarını “SORGULAMASI” sağlanmalıdır.
4- Geçiş döneminde MHP ya da “milli nitelikli siyasi hareketler” organize bir şekilde hazırlanmalı, yeni bir programla halkımızın karşısına çıkmalıdır. Programda şu esaslar yer almalıdır;
A- AB ile ilişkiler derhal durdurulacak. Egemenliğimize, bağımsızlığımıza ters düşen, terörle mücadeleyi sekteye uğratan, ülke güvenliğini ve toplumdaki adalet duygusunu zayıflatan bütün yasalar değiştirilecek. Vatana ihanet ve bölücülük suçlarında “İDAM CEZASI” yeniden yürürlüğe girecek.
B- Yeni bir Anayasa hayata geçirilecek. İnsanımızla devletimizin arasına giren “BAŞÖRTÜSÜ, SOSYAL GÜVENLİK YASASI, KAMU YÖNETİMİ YASASI, TÜRK CEZA YASASI,” başta olmak üzere yeniden ele alınacak ve çözüme kavuşturulacak. Yasalarda güvenlik ve huzur öncelikli kıstas olacak. Yasaların dili Türkçe olacak, uzatılıp çekilemeyen somut ve anlaşılır ifadeler kullanılacak.
C- Dış Politika yeniden şekillendirilecek. AB, ABD karşısına “BÖLGESEL VE AVRASYA ÜLKELERİ İŞBİRLİĞİ” kozu gündeme taşınacak. Bu anlamda “TÜRK BİRLİĞİ İÇİN GİRİŞİMLER BAŞLATILACAK.” Öncelikle ekonomik, kültürel ve siyasi birliktelik için adımlar atılacak. Ortak dil, tarih ve kültür çalışmaları için “KOMİSYONLAR” oluşturulacak. Bölge ülkelerinin tepkilerine uygun bir strateji uygulanacak. Etkili ve Asya- Avrupa hattını birleştirmeyi hedefleyen, barışı ve istikrarı ön plana çıkaran dış politika izlenecek.
D- Ekonomik Seferberlik ilan edilecek. Üretim Ekonomisine geçilecek. Eğitim sistemiyle organize hedefler konacak. Dış borcun yapılandırılması için alacaklı finans kuruluşlarıyla anlaşmaya, gerekirse “BELLİ BİR SÜRE ÖDEMEMEYE” gidilecek. İç borcun yapılandırılması için alacaklı kişi ve kurumlarla “MİLLET SEKTÖRÜ” oluşturulması, alacaklarının buralarda “PAY SAHİBİ” şeklinde değerlendirilmesi için çalışılacak. Satılan Kamu Kuruluşlarının yeniden geri alınması için stratejik önceliklerine uygun şekilde takvim açıklanacak ve halkımıza duyurulacak.
E- İç Politikada yeniden “HUZUR VE GÜVEN ORTAMI” sağlanacak. Vatandaşın can ve mal güvenliği her şeyin üzerinde tutulacak. Adaletin tecellisi, suçlunun cezasız kalmaması esas alınacak. Her türlü bölücülük “KESİN ÇİZGİLERLE TANIMLANACAK” ve üzerine gidilecek. Hak ve özgürlüklerin kamu düzenini, iç barışı ve devletin bekasını tehlikeye düşüremeyecek şekilde kullanılabileceği bir ortam oluşturulacak. Güvenlik güçleri ve devlet kadroları içindeki “ZARARLI- YOZLAŞMIŞ VE ÖRGÜTSEL FAALİYETLERİN İÇİNDE YER ALMIŞ” olanları kesinlikle temizlenecek. Vatandaşının hizmetinde olma esasıyla yansız, liyakatli, ehliyetli kadrolar yetki ve sorumluluk anlamında görevlendirilecek.
Bütün zararlı akımlar, cemaat ve tarikatlar, dini “SÖMÜRÜ AMAÇLI KULLANAN ÖRGÜTLER” yasaklanacak. Vatandaşımızın din ve vicdan hürriyeti önündeki tüm engeller kaldırılacak. Başörtüsü kullanımı yasal güvenceye alınacak. “KAMU HİZMETİ VERİLEN YERLERDEN YARARLANANLARIN BAŞÖRTÜSÜ TAKMASI SERBEST BIRAKILACAK, KAMU HİZMETİ VEREN YERLERDE ÇALIŞANLARIN KILIK- KIYAFET YÖNETMELİĞİNE VE LAİK DEVLET İLKELERİNE TERS GİYİMLERİ MUTLAKA ÖNLENECEK.”
İslam inancı “YOZLAŞMIŞ- BATIL ARAP ANLAYIŞINDAN UZAKLAŞTIRILACAK.” Tek otorite Diyanet İşleri Başkanlığı olacak. Bu anlamda Atatürk Döneminde yayımlanan “KURAN’I KERİM MEALİ” yeniden basılıp çoğaltılacak, camilerimize, insanlarımıza dağıtılacak. Tarihimiz ve kültürümüzle “DERİN BİR MUTABAKAT” içinde olan “TÜRK- İSLAM” anlayışı hem eğitim hem de ibadet kurumlarımızda hâkim kılınacak. Dinimiz tartışma ve ayrışma ortamından çıkarılarak “HOŞGÖRÜ” içinde iman ve ibadet alanına çekilecek.
F- Eğitim ve kültürel alanda yeni bir atılım başlatılacak. Tüm Eğitim Kurumları dökümü çıkarılarak planlamaya gidilecek. Orta ve uzun vadeli planlamadan önce eldekilerin verimli kullanılması sağlanacak. Kadrolar “liyakat- ehliyet ve güvenlik anlamında” denetlenecek, gerekli değişimler yapılacak.
“Ekonomik ve teknolojik hedefler çizilerek orta ve uzun vadeli planlamaya gidilecek. HANGİ ALANLARDA NE KADAR, HANGİ BİLGİ VE BECERİYE SAHİP KİŞİ YETİŞTİRİLECEĞİ MUTLAKA PLANLANIP EN KISA SÜREDE UYGULAMAYA GEÇİLECEK. DERSANELER TEDRİCEN KAPATILACAK, EZBERCİ, İŞARETLEMECİ EĞİTİMDEN ÜRETİCİ, KATILIMCI, SORGULAYAN, SORUMLULUK ALAN KİŞİLER YETİŞTİRMEYE DÖNÜK PROJELER ÜZERİNDE DURULACAK.
Eğitim Politikası “MİLLİLEŞECEK, DEVLET POLİTİKASI”NA dönüşecek. Hangi eğitim kurumundan, hangi süreçten çıkarsa çıksın, yetiştirdiğimiz kişi “MİLLİ TARİHE, KÜLTÜRE, İNANCA” sahip olacak. “KİMLİK VE KİŞİLİK OLARAK TÜRK KİMLİĞİNE, ORTAK DEĞERLERE, ORTAK İDAELE, ÖRF VE ANANEYE SAYGILI” yetişecek. Demokratik hayata katılımcı ama hiçbir zaman özgürlüğü, demokrasiyi “yozlaşma, ülke güvenliği için tehdit oluşturacak eylem ve davranışlara” dönüştürme amaçlı kullanmayacağının bilincinde yetişecek.
Okuma-araştırma, deney ve gözlem yapma alışkanlıkları kazandırılacak. Bu anlamda “TÜRK TARİHİ, TÜRK KÜLTÜRÜ” esas alınacak. Kahramanlarımız, sembollerimiz, folklorumuz, geçmişimizle aidiyet duygusu kazandıracak her türlü kitap, resim, film, çizgi film, teknolojik ürün eğitim sürecinde ve günlük hayatta kullanılacak. Türkçemize gereken önem verilecek, her eğitim kurumunda “EĞİTİM DİLİ TÜRKÇE” olacak. Yabancı dil öğrenimi laboratuar ortamında ve ilişkide bulunacağımız ülkeler, bilim ve teknoloji transferi, ekonomik faaliyetlerimiz göz önünde tutularak ve gerçekçi sayılar tespit edilerek verilecek.
Kültürel faaliyetlere ağırlık verilecek. Geçmişimizle bağımızın güçlenmesi, ortak kültürel değerleri benimseme amacına yönelik her türlü etkinliğe destek verilecek. Folklorumuz canlı ve diri tutulacak. Binlerce yıllık kültürel mirasımız ve günümüz arasında köprüler oluşturacak giyim, kuşam, eğlence, toplantı, gösteri, panayır vs. tertiplenecek, bölgesel ve yerel etkinlikler düzenlenecek. Film yapımcıları, TV, bilişim ortamı, basın ve yayın kuruluşları “Türk Kültürünü” yaygınlaştırmak ve “ORTAK KÜLTÜR YAPISI” oluşturmak amacına uygun yapılandırma içinde olacaklardır.

Bu kadar uzun bir yazının okunması ve anlaşılması elbette zordur. İşin kötüsü ülkemizin sorunları kâğıt üstünde çözülemeyecek kadar ağırdır, zordur. Umuyorum ki fırsat kaçmamış, böyle tedbirlerle yeniden toparlanmamız mümkün olabilecektir. Aksi halde hem ülkemiz hem bölgemiz hem de bütün dünyanın karışacağı bir savaş ortamı kaçınılmazdır. Yeniden Kurtuluş Savaşı, “YENİDEN ERGENEKONDAN ÇIKIŞ” her ne pahasına olursa olsun gerçekleşecektir. Allah yardımcımız olsun...”TANRI TÜRK’Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN... !”
 
Üst