20 Temmuz Mutlu Barış Harekatı Başlarken (1)...

Hüseyin LAPTALI

Onursal Üye
Katılım
13 Ağu 2008
Mesajlar
465
Tepkime puanı
0
Puanları
0
20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKATI BAŞLARKEN (1)...

16 Ağustos 1960 tarihinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye iki zıt karakter olan Türkler ve Rumların müşterek egemenliğinde oluşan bir devlet, Ada tarihinde ilk defa kurulmuştur. Ancak;
“Kıbrıs Cumhuriyeti, Ada’nın Rumlar tarafından Yunanistan’a ilhakı için bir atlama tahtası olarak görüldü.

Nitekim;
1960 Londra ve Zürich anlaşmaları olmuş ve fakat Kıbrıs Cumhuriyeti henüz ilan edilmemişti.

Ancak Rum Lider Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olması kesinleşmişti. Bu kazanımından cesaret alan Makarios, 1 Nisan 1960 EOKA kuruluş etkinliklerinde henüz Cumhuriyet ilan edilmeden;
“Artık ENOSİS’İ elde ettiğimiz bu muhkem kalelerden gerçekleştireceğiz,” diyecektir. Bu sözlerin tatbikatı olarak;
Afrodit’in Ada’sı 21 Aralık 1963’den 20 Temmuz 1974 tarihleri arasında var oluşunun en büyük katliamlarını yaşayacak, Kıbrıslı Türkler fiilen ve acımasızca soykırıma tabi tutulacaktı. Kıbrıs’ta Türklere uygulanan soykırım, yaratılan vahşet bakımından dünya tarihindeki soykırımlar listesinin en yukarılarında yer alacaktı.

1963 Aralık sonunda katliamlar öyle bir safhaya ulaşacak ki, Hazreti İsa’nın doğum günü olan Ada’daki “NOEL” kutlamaları isim değiştirecek ve tarihe “KANLI NOEL” olarak geçecektir.

Ben ve benim gibi Kıbrıslı Türk yaşıtlarım o katliam günlerinin acılarını hep yaşamış olacaklar ve olayların etkisinden ömürleri boyunca kurtulamayacaklar ve;
“Bir gün Anavatan gelip bizi kurtaracak” beklentisi içinde, Yavruvatan savunmasında direneceklerdir. Onlar 1963-1974 soykırım evresinde, yaşam iksirini, bu umudun moral gücünde bulacaklardı.

Makarios ise Türklerin bu umutlarını dahi kırmak, sindirmek için şöyle diyecekti.

“Türkiye Kıbrıslı Türkleri kurtarmaya gelirse kurtaracak tek Kıbrıslı Türk bulamayacaktır”.

Baş tetikçi Nikos Sampson ise, 26 Şubat 1981 Eleftherotipia gazetesine verdiği demeçte;
“Eğer Türkiye müdahale etmemiş olsaydı ENOSİS’İ gerçekleştirip, Kıbrıs’taki Türklerin hepsini yok edecektim” diyecekti.

Bu sözler üzerine haklı olarak en azından;
“1 Nisan 1955 EOKA gününden başlamak üzere 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasına kadar, başta Makarios, Grivas olmak üzere, tüm Rum Yunan yöneticilerinin soykırım mahkemelerinde yargılanmasını istemek, her Kıbrıs Türk’ü gibi benim de en tabii hakkımdır,” diyorum. Ama olmadı.

Soykırım Mahkemelerinden vazgeçtik. Türk Ordusu 20 Temmuz 1974’de “Kıbrıs’ta Bitmeyen Soykırımı” durdurmak için Ada’ya çıktığında, bizim sözde Rum dostlar, Türk ordusunun henüz ulaşamadığı bölgelerde, silahsız zavallı insanlarımızı katletmekle meşguldüler.

Nedeni ise; “Türkiye, kurtaracak tek Kıbrıslı Türk bulmamalıydı.”

İşte bu kinin neticesi, Mutlu Barış Harekatı başlamış ve sürerken Aleminyo, Muratağa, Atlılar (Aloda) Sandallar (Sandallaris), Taşkent (Tohni) Terazi (Ziği) gibi savunmasız köylerde Kıbrıslı Türk bırakmamak için insan onurunun asla kabul edemeyeceği şerefsizce katliamlar gerçekleştiriyorlardı.

Atlılar'da 37 kadın ve çocuk katledilerek köyün arkasında açılan toplu mezara gömüldüler. Muratağa ve Sandallar'da 89 kadın, çocuk ve yaşlı katledildi. Onları öldürmek için seçtikleri yer çöplüktü. İnfaz ettikten sonra onları yaktılar ve buldozerleriyle çöplerin arasına karıştırdılar. Cesetler parçalandı. Birleşmiş Milletler ceset sayısını kayda geçirebilmek için, topladıkları kafaları saymak zorunda kaldılar.

Muratağa, Atlılar ve Sandallar’da toplam 126 kişi katledilmiş, bunlardan 12 yaşından küçük çocuklar 49 kişi, 12 yaşından büyükler ise 77 kişiydi. Bir çocuk 16 günlük, diğer birisi ise ihtiyar pir 95 yaşında idi.


20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKATI BAŞLARKEN (2)...

Güney Kıbrıslı Rum Gazeteci Yazar Tony Angastınıotıs, “Kanın Sesi” belgeselinde şöyle diyor.
Vazgeçemediğim, unutamadığım ve unutamayacağım, Muratağa, Sandallar, Atlılar daha sonra da Tohni’de gerçekleştirilen toplu katliamlardı. Bu suçu korkunç kılan, kurbanların öldürülme şekli olduğu kadar yaşlarıydı. Çocuklardan, kadınlardan, yaşlılardan oluşuyorlardı. Savaşabilir nüfusa sahip değillerdi. Olsalardı bile, silahsız insanların katli, oyunun bir parçası değildir. Eğer yasal devletsen oyunu, dürüstçe oynaman gerekir.”

“Kıbrıs’ta sadece Türklerin suç işledikleri öğretilmişti bana...”

Tony, Kuzey’deki araştırmalarından sonra Güney Kıbrıs’a dönüşünde şunları düşünüyordu:
“Tespitlerimi konuşursam, bana vatan haini diyecekler, hayatımla tehdit edilecektim. Birçok arkadaşım bana sırtını dönecek, tamamen yalnız da kalabilecektim.

Yalnızlık artık beni ürkütmüyor. Uzun süredir geceleri yatağıma, Muratağa’lı bir sürü çocuk tırmanıyor. Birlikte masallar okuyoruz. Onların hikayelerini dünyaya anlattığım için mutlu şekilde gülümsüyorlar. Ben ise, minicik gövdelerinde açılan kurşun yaralarını sayamadan, gittikleri için hıçkırıklara boğuluyorum. Yaraları taze olmalı, çünkü uyandığım zaman bembeyaz çarşafımda kan lekeleri buluyorum. Yaraları elbette taze olmalı, çünkü kimse onlardan özür dilemedi.

“Keşke basit bir özür dileme yeterli olabilseydi…” diyor Tony…
Diline sağlık Tony,.. Sen güzel insansın…

Güzel insansın da benim ise unutamadığım “Sessiz Kalmış Acılarım” yerinde duruyor.

Majino Hattı (Fransa) yıkıldı.

Berlin Duvarı da yıkıldı.

Çin Seddi ise, Dünya’ya açıldı, saçıldı, artık müzelik oldu.

Bırak da senin dediğin gibi olsun;
“KANIN SESİ” koruyucu melek gibi “Yeşil Hatta Sıkışıp Kalsın.”

1967’de Kıbrıs'ta 20 bin Yunan askeri vardı. Rum MİLLİ Muhafız Ordusu (RMMO) ve EOKA da cabası. Kısaca Ada’daki tüm Rum halkı ile birlikte 20 bin Yunan askeri Türklerin imhası için tetikte, görev başında idi.

Üstelik;
“EOKA”, ENOSİS yanlısı olmayan Rumları sorgusuz sualsiz öldürüyordu. Türk’ten fazla Rum öldürüyorlardı. Tüm Rum halkı Türklerin öldürülerek pes ettirilmesi ve Ada’nın Yunanistan’a ilhakı için istekli veya isteksiz şartlandırılmıştı.

Türkler ise esaret altında, yokluk açlık, vahşet ve dehşet içinde hapis yaşamını sürdürüyordu.

Bir yerlerde birileri öldürülüyor, kaçırılıyor, onlardan bir daha haber alınamıyordu.

Kıbrıs’a girmesi yasaklı olan DENKTAŞ, 31 Ekim 1967 de Lefkoşa Türk kesimine gitmek için, küçücük bir sandalla ve iki arkadaşı ile denize açılmışlardı. Karpaz burnu Gazi Mağusa tarafındaki ormanda, Rumlar tarafından tutuklanıp hapse atıldılar. Birleşmiş Milletlerin araya girmesi ile 12 Kasım günü Türkiye’ye dönmelerine izin verildi. Halbuki Makarios DENKTAŞ’I, Devlet’e karşı suç işemekten yargılayacaktı.

Denktaş’ın serbest bırakılması, EOKA Lideri Grivas’ı bir kere daha gücünü göstermeye itti.

Larnaka yakınlarında, Rumlar ve Türklerin birlikte yaşadıkları iki köy vardı. Bu köylerden Boğaziçi’nde (Aytoro) daha önceki çarpışmalar nedeniyle Rumlar ve Türkler ayrı yaşıyorlardı.

Kasım ayında, Grivas, önceki dört yılda hiç yapılmayan bir şekilde, Rum devriyeleri köyün Türk bölgesi içlerine gönderdi. Türkler bu duruma itiraz ettiler ve BM Barış gücü araya girmeye çağrıldı.

Hâlbuki birkaç ay önce, 5 Türk bubi tuzaklarına yakalanarak şehit olmuştu. Türkler, silahlı devriyelerin köydeki tansiyonun yükselmesine neden olacağını izah ettiler.

BM, Rumları tatmin etmek amacıyla, devriyelere izin vermeleri için Türklerle görüşmelere başladı.

Görüşmeler devam ederken, Grivas, 2000 kişilik bir kuvvetle köyü kuşattı ve BM’in tavsiyesine rağmen, 14 Kasım’da tekrar devriye başlattı.

Aynı gün Grivas, Boğaziçi Türk kesimini teftiş etti ve ahaliyi, eğer Milli Muhafız devriyelerine mukavemet etmeye kalkışırlarsa, köyü yerle bir etmekle tehdit etti.

20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKATI BAŞLARKEN (3)…

15 Kasım sabahı, polis devriyeleri tekrar köyden geçtiler. Türkler Grivas’ın köye saldırmak için kurduğu tuzağı görerek, bu hareketi görmezlikten geldiler.

Daha sonra Rumlar BM’i, benzer devriyelerin öğleden sonra da köyden geçeceği konusunda bilgilendirdi. BM bunu olumlu karşılamadığını söyledi. Lefkoşa’da Türk liderler, durumu BM karargahı nezdinde protesto ettiler. Öğleden sonraki devriye, bir askeri müfrezenin zırhlı araçlı Milli Muhafızlardan oluşuyordu.

Eceli gelen köpek, Cami duvarına işermiş…
Ne yazık ki; Güçsüzüm, güçsüzüm, güçsüz…
Ne gelir elden?

Konvoy köyün Türk kesimine geldiğinde zırhlı araçlar 2 librelik toplarla ateş açtılar.
Bölgede, önceden mevzi almış olan 2000 Milli Muhafız ileriye doğru hamle yaptı ve havan topları ile ağır toplar Türklere karşı kullanılmaya başlandı.

Aynı sıralarda, zırhlı araçlar ve piyade askerleri, Boğaziçi’ndeki Rum polis devriyeleri, ihtilafıyla hiçbir ilgisi bulunmayan ve yaklaşık 2 km mesafedeki, nüfusunun tamamen Türklerden oluşan Geçitkale (Köfünye) köyüne ateş açmaya başladı.

Boğaziçi ve Geçitkale’de meydana gelen olaylar Kıbrıs Türklerine uygulanan soykırımın, Kıbrıs’taki Yunan askeri liderlerinin onayı ile yapıldığının kanıtını oluşturuyordu.

90’lık ihtiyar kör ve yatalak hasta Hüseyin Batsali, ne onu delik deşik eden makineli tüfeği ve nede Rumların tutuşturduğu yatağındaki alevleri görebilmişti.

34 yaşındaki Mehmet Emin Sait, Rumlar hücuma geçtiğinde evinin hemen dışındaydı. Vurularak öldürüldü, üzerine gaz döküldü ve ateşe verildi.

80 yaşındaki Hüseyin Ramazan ve 70’lik eşi, Milli Muhafızlar kapılarını kırıp içeriye girdiklerinde, hasta yataklarında yatıyorlardı. Hüseyin, makineli tüfek namlusundan çıkan mermilerle öldü, karısı ciddi şekilde yaralandı.

Hasan Veledin ve Hasan Kanizi adlı iki Türk açık arazide yakalandılar, ellerini havaya kaldırarak ileriye doğru yürüdüler ve teslim oldular. Teslim olmalarını kabul eden Rumlar, onları bir kenara çekip götürdüler ve hemen öldürdüler.

Evler yağmalanmaya ve ateşe verilmeye başlandı. Kadın ve çocuklar tekmelendiler ve evlerinden sürüklenerek çıkarıldılar. Rumların “emniyetli” olarak adlandırdıkları bir yere götürüldüler.

6 ev ve bir okul, çıkarılan yangınla tamamen yakıldı. 40’ın üzerinde ev, top atışlarıyla ve kundaklama sonucu tahrip edildi.

Türklerin sahip olduğu bütün para ve mücevher yağma edildi.

Katliam sürerken Türkiye sert bir ihtar yayımladı. (Kıbrıs’ta Soykırım, Gibbons K.S.283)

16 Kasım’da daha güneş doğmadan, Grivas’ın Kıbrıslı Rumları, panik içerisinde geri çekilmeye başlamıştı. BM, daha önce Rumlar tarafından rehin alınan Türklerin serbest bırakılmasını talep etti. Ve onları teslim aldı.

BM köye girdiğinde, içlerinde iki kadını da bulunduğu 24 Türk’ü ölü buldular. Ciddi bir şekilde yaralı olan 7 erkek ve 5 kadın tahliye edildi.

BM, köyleri bubi tuzaklarıyla dolu buldu. Cansız vücutların altındaki ve telefon cihazlarındaki tuzakların temizlenmesi için BM bomba uzmanlarının görevlendirilmesi zorunlu oldu.

15 Kasım 1967’de Nazi Almanya’sının ölü efendilerinin hortlakları, Grivas’a ve onun sözde disiplinli, istilacı sürüsüne gülümsemiş olmalıydı.( Kıbrıs’ta Soykırım, Gibbons K.S..284)
Türkler tarafından yapılan bir tahmine göre, Milli Muhafızlar, Kıbrıslı bir işçinin, o zamanlar yaklaşık 16 yıllık gelirine karşılık gelen, 6 bin İngiliz sterlin çıvarında bir ganimet elde etmişti.

Türk köylerinin, ne kadar perişanlık, fakirlik çektiği bu rakamdan da belli oluyordu.

Ulan kafir, Ulan canavar, değer mi?
Ne yazık ki; Güçsüzüm, güçsüzüm, güçsüz…
Ne gelir elden?


20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKATI BAŞLARKEN (4)…
1967 Boğaziçi-Geçitkale saldırılarından sonra Türkiye çok sert bir tutum belirledi.

Ankara'daydım. Halk sokaklara döküldü. Kızılay kaynıyordu. Diğer arkadaşlarla birlikte işi terk ettik. Kızılay'a döküldük.

Ordu Kıbrıs'a! Ordu Kıbrıs'a!

Ya Taksim, Ya Ölüm!

Kızılay hop kalkıp hop oturuyordu. Gökdelen (Emek İş Hanı), saçaktan eteklerine kadar Türk Bayrağı ile örtünmüştü.

17 Kasım 1967 Meclis'te, 435 milletvekilinin katılımı ile yapılan toplantıda 432 oyla Kıbrıs'a müdahale kararı alındı. Ordular, Trakya, Ege ve Mersin Bölgelerine kaymaya başladı. Kış günüydü ve Toroslar'da birkaç askerimiz de yollarda şehit düşmüştü. Bu bizi kahrediyordu.

Gelgelelim;
Demirel askerlere soruyor.
Kaç paraşütünüz var?
-150 Tane...

Kaç tane helikopter var?
-6 tane...

Kaç tane kargo uçağı var?

-6 tane C-130 var...
Kaç çıkarma gemisi var?

-2 tane

Türk ordusu için bunlar gülünç rakamlardı. Demirel;
Bunlarla bu çıkarmayı yapamayız, dedi.

25 Aralık 1963 saat 14.00'de ilk, 8 Ağustos 1964 saat 4.30'da ikinci ve 18 Kasım 1967’de ise Türk jetleri üçüncü defa ada üzerinden uçtu. Bu uçuştan 24 saat sonra beş maddelik son Türk ültimatomu şöyleydi. (RAUF DENKTAŞ, Yeniden Yaşasaydım, Nur Batur. K.S. 363-368)
-Kıbrıs Cumhuriyeti korunmalıdır.

-Ada'daki 12 bin Yunan askeri derhal geri çekilmelidir.

-Asker sayısı Zürich ve Londra anlaşmaları düzeyine inmelidir.

-Yakılan köylere tazminat ödenmelidir.

-Türk toplumunun güvenliği sağlanmalıdır.

Türk donanması ve onu destekleyen Türk uçakları Kıbrıs karasularına kadar ilerleyip gözdağı verdi. Ne yazık ki, TC çıkarma yapmak için güçsüzdü, güçsüz…

Türkiye’nin takındığı bu sert tavır, Yunanlıları ve bilhassa Makarios’u etkiledi ve ENOSİS'ten vazgeçmemekle birlikte bunun, uzak bir hedef olduğu anladı. 1970 yılı Ekim ayında Makarios,
"Ben daima Yunanistan ile birleşme taraftarı oldum. Böyle olmakla beraber, bunun bu gün gerçekleştirilmesinin fazlasıyla güç olduğunu idrak etmiş bulunmaktayım," demiştir.

Makarios’ta Gavur inadı vardı ve artık “Türkleri yumuşak kılıçlarla efendice öldürünüz” politikaları güdecekti. Bundan maksat Türkiye’nin öfkesini çekmemek, öfkeden dolayı Türkiye’nin harekete geçmesini önlemekti.

1967’den 1974 Mutlu Barış Harekâtına kadar Türklere karşı uygulanan bu politika, sürdü gitti.

Bu süre zarfında Kıbrıs Türk’ü kendi büyük çilesini yaşadı.

Esaret, açlık, yokluk biraz hafifleyecek ve fakat ara ara bir yerlerde birileri öldürülmeye devam edilerek, ortalığa dehşet saçılacaktı. Dehşetin gölgesinde yaşayan Türkler, Türkiye'den gelen erzakla 1974 Mutlu Barış Harekatına kadar tüfek omuzda bekleyecekti.

En basiti;
Sayın Denktaş'a ve Erenköy mücahitlerine Kıbrıs’a giriş hakkı tanındı. 8 Mayıs 1968 tarihinde Lefkoşa havalimanında dört saat tutuklu bekletildim. Geçişime TC büyükelçisinin müdahalesi ile ancak izin verilmişti. Erenköy Mücahitlerinin listesi Kıbrıs’a giriş kapılarında asılı duruyordu.
Makarios idaresi, Türk Halkını Kıbrıs'tan bezdirmek bıktırmak ve adayı terk ettirmek için akıl almayacak dolap, düzen ve dalavereye başvuruyordu. Adayı terk ettirmek için, kurulan düzen dalavere tuzak, zulüm ve bitmeyen eziyet, bitmeyen soykırım yolunda temel bir politikaydı.

Türkler bir şekilde efendice öldürülmeli veya ne şekilde olursa olsun Kıbrıs’tan gitmeliydi.

20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKATI BAŞLARKEN (5)…

2007 Yılında Göçeri (Bilelle) köyünden halamın oğlu Hüseyin'e rastladım. Kanada'dan dönmüş, köyüne iki oda bir ara ev yaptırmış, orada oturuyordu.

-Arkadaş, paran yoktu, pulun yoktu, kuru ekmeğe muhtaçtın, nasıl oldu da 1968 yılında ortalıktan kaybolup, Kanada'ya gidebildin,” dediğimde,
-Kahveci her gün bir Halkın Sesi gazetesi alırdı. Millet okusun diye. O günlerde gazetedeki bir ilan içimi gıdıklayıp duruyordu.

"Kanada için Rum ve Türk elemanlar aranıyordu."

İlanda Rum ve Türk yazınca memleket de Kanada olunca, aklıma kötü bir düşünce takılmadı. Kanada Konsolosluğuna müracaat ettim. Beklemiyordum, derhal kabul ettiler. Pasaportumu da Rum tarafından "Kıbrıs Cumhuriyeti Pasaportu" olarak verdiler, biletimi de kestiler. Kanada'ya uçurdular. Orada işim de hazırdı. Terzi idim biliyorsun. Terzilik yapacaktım.

-Oh ne ala memleket!

-Sonradan öğrendim ki bütün bunlar Makarios'un tezgahlarıymış. Hiç bilmiyordum. Kader...

-Demek ki adayı Türklerden temizlemek için ellerinden gelen her tezgahı kuruyorlarmış.

Benzeri tezgahlar 1974 Barış Harekatına kadar sürdü. 1963 sonunda 120 bin olarak tahmin edilen Kıbrıs Türk nüfusu, ben diyeyim 80 bin sen korkmadan deki 70 bin kalmıştı.

Makarios, çok değil 10 sene daha iktidarda kalsa, Kıbrıs'ta ilaç için Türk kalmayacaktı.

1974 yılına gelince işler değişti. Yunanistan’ın başındaki Albaylar Cuntasının despot idaresi 17 Kasım 1973 Politeknik ayaklanması ile Yunan halkından aldığı desteği yitirmişti. Bu defa biran evvel Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayarak ENOSİS’İ gerçekleştirip itibar kazanmak sevdasına düştüler. Bu sevda onların Makarios ile ters düşürdü. Makarios’a göre,
Türkler efendice öldürülmeli veya yavaş yavaş (siğa siğa) Ada’dan gitmeliydi.

İki farklı düşünce Makarios ile Albaylar Cuntasının arasını açtı. Makarios ile Albaylar Cuntası arasında çatışma vardı.

Makarios kendisine itaat eden, fedakar adamlarından oluşan, bir polis kuvveti oluşturmuştu. Bu kuvvet ile EOKA arasında şiddetli çatışmalar olmaya başladı.

Makarios, 10 Temmuz 1974'de Yunan Cuntasını, EOKA ile işbirliği yapmak, kendisini devirmek için komplo düzenlemek, EOKA’ya silah ve para desteği sağlamak ve Rum Milli Muhafız Ordusunda (RMMO) görevli subayları EOKA'yı yönetmek için görevlendirmekle suçlayarak, Kıbrıs'ta görevli 650 Yunan subayının geri çekilmesini istedi. Bunun üzerine; Albaylar Cuntası,
"Makarios'un öldürülmesi pahasına mutlaka darbe yapılması emrini verdi.”

Makarios durumu Trodos'daki yazlık evinde haber alır ve fakat umursamaz tavır takınır, Lefkoşa'daki sarayına döner.

15 Temmuz sabahı RMMO'na ait üç tank başkanlık sarayını çevreler. Makarios gizlice saraydan çıkarak Baf'a kaçar. BM Kıbrıs Barış Gücü komutanı ve BM özel temsilcisi, Makarios ile yaptıkları görüşme sonucu devrik başkanın Kıbrıs dışına kaçırılmasına karar verilir. Makarios helikopterle Akrotiri İngiliz üssüne götürülür. Oradan da yine helikopterle Malta adasına kaçırılır.

Makarios Ada'dan ayrılırken Rum halkına yaptığı konuşmada Ada'nın Yunanistan tarafından işgal edildiğini söyler. (Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963 Dçö. Dr. Abdulhaluk ÇAY)

RMMO ordusunun Lefkoşa havaalanı ve Telekomünikasyon Merkezi'nin işgal ettiği radyodan ilan edilir. Radyodan darbecilerin beyanatları okunmaya başlanır.

"Makarios'un öldüğü, mukavemete teşebbüs edenlerin derhal öldürüleceği" ilan edilir. (Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963 Dçö. Dr. Abdulhaluk ÇAY)

Yunanlı subayların komutasında harekete geçen RMMO ve EOKA Makarios'un sarayını topa tutarak ele geçirir. Polis karakolları, tankların desteğinde saldırılara uğrar. Cuntaya karşı çıkarak Makarios'u destekleyen AKEL ve EDEK partisi yanlıları katledip, iktidara el konur.

2000 civarında Rum iç savaş sırasında ölürken, birçok yaralı Rum'un da Cuntacılar tarafından diri diri toprağa gömüldüğü, bizzat onları gömen Papaz Papatsestos tarafından TA NEA gazetesinde açıklanmıştır.

Artık darbe başarıya ulaşmıştır. Türk kasabı olarak da bilinen Nikos Sampson Kıbrıs Cumhurbaşkanlığına getirilir ve EOKA yandaşlarından oluşan bir hükümet kurulur ( 150 soruda Kıbrıs Sorunu, Sabahattin İsmail)

20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKATI BAŞLARKEN (6)...

Nikos Sampson, Hitlerin Gestpolarını aratmayacak cinsten bir canavar idi. Lefkoşa'nın Ledra Caddesinde (uzun yol, Lokmacı Barikatının bulunduğu cadde) gezinip, caddede dolaşan İngilizleri vurup, elindeki tabancasını da ileride bekleyen kız arkadaşına teslim ediyordu. Kendisi kayıplara karışarak, kurnaz ve acımasız bir EOKA tetikçisi olduğunu kanıtlayıp ilk kahramanlık şöhretini yapmıştı. Dostuna düşmanına kanlı katil olan bu adam, sonradan Türk kasabı olarak ün yapmıştı. Cumhurbaşkanlığına getirildiğinde henüz 35 yaşında, gözünü kan bürümüş bir canavardan farksızdı.

Halbuki;
Nikos Sampson, daha ilk demecinde, darbenin Makarios'a karşı olduğunu, Kıbrıs Türklerine karşı düşmanca bir duygu beslemediklerini ilan ederek, Kıbrıs'taki bu Yunan oldu-bittisi'nin tanınmasına gayret göstermekte idi ((Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963 Dçö. Dr. Abdulhaluk ÇAY) Sampson bu ilk demeci ile katillerin yarım aklını kullanarak tutsağına teminat vermesi gibi, Türklere sözde sükunet mesajı vermekteydi. Ada'nın kısa zamanda Yunanistan'a ilhak edileceği ise apaçık belli idi.

EOKA'nın Ada'yı Yunanistan'a ilhak maksadıyla kurulduğunun ispatına gerek yoktu.

19 Temmuz 1974'de BM'lere ulaşan Makarios, burada yaptığı konuşmada dahi açıkça Ada'nın Yunanistan'a ilhak edileceğini söylemişti.

Nikos Sampson ise “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkıldığını yerine "Kıbrıs Elen Cumhuriyeti” kurulduğunu ilan etmişti. Bu ilan, ENOSİS'e giden yolun işaret levhası gibiydi.

Diğer taraftan Yunanistan'daki Albaylar Cuntası 100 senelik Kıbrıs uyuşmazlığını, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı ile oldubittiye getirilerek çözüleceğini sanıyordu. Böylece itibar kaybı geri kazanılacak, cuntanın geleceği garantileyecekti.

Bu düşünce ham hayal gibi görünse de, 15 Temmuz 1974 Sampson darbesinin en önemli sebeplerinden birincisi idi. Nitekim 20 Temmuz 1974 Kıbrıs'a gerçekleştirilen Mutlu Barış Harekatı akabinde, bu ham hayal çökmüş ve Yunanistan'daki Albaylar Cuntası da devrilmiştir.

Anavatan’ın Kıbrıs'a Mutlu Barış Harekâtı gerçekleştireceği akıllarında bile yoktu.

Hâlbuki "Bir gün Anavatan gelip bizi kurtaracaktı!" Bu umutla yaşıyorlardı.

Kıbrıs Türk’ünün bu umudu, artık “Karaoğlan” lakabı ile anılan barış adamı Bülent Ecevit tarafından gerçekleştirildi.

Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasını onaylayan, 1960 anlaşmalarının üç garantör devletinden biri idi. Türkiye bu anlaşmalar çerçevesinde Kıbrıs Cumhuriyetinin varlığını sürdürmesini kontrol etme, koruma ve sürdürülebilir tutmakla yükümlü idi.

Garanti ve ittifak antlaşmalarına göre bu hakkını Garantör Devletlerle birlikte kullanabileceği gibi tek başına da kullanabilirdi. Kıbrıs Türk Halkının, Rumların Bitmeyen Soykırımından korunması, bu yükümlülük sayesinde mümkün oluyordu.

ENOSİS'in gerçekleşmesi durumu, Türk tarafı için şu tehlikeleri beraberinde getiriyordu.

1. Doğu Akdeniz'de Türk Yunan dengesi Rumlar ve Yunanistan lehine bozulacaktı.

2. Güney sahillerimiz Yunanistan tarafından sarılmış, Türkiye denizlere kapalı bir ülke olacaktı.

3. Kıbrıs Türkleri ise ENOSİS'in ve onun sonucu Kıbrıs Türk'üne uygulanmakta olan, Bitmeyen Soykırımın belli ve bilinen ileri hedefinde, yok olmaya terk edilecekti. Katliamlar, aşağılanmalar ve göçler, Kıbrıs Türk’ünü bitirecekti.

Ortadoğu'nun ve Balkanların en güçlü devleti Türkiye Cumhuriyeti, asil ve kahraman Türk Milleti, Yunanistan karşısında bu yenilgiyi, kahreden bu aşağılayıcı durumu asla kabullenemezdi.

Türkiye, 16 Temmuzda İngiltere'ye nota vererek iki garantör devlet olarak Ada'daki yasal düzenin tekrar kurulması için beraber çalışılması teklifinde bulundu. Ancak Türkiye Başbakanı Ecevit'in bu konuda yaptığı şayanı dikkat temaslar hiçbir netice vermiyordu. Garantörler ve onların destekçisi Vahşi Batı, ipe un sererek müşterek müdahaleye yanaşmadılar.

Türk Hükümeti ayrıca BM ve NATO nezdinde de girişimlerde bulunarak, sorunun barışçı yollardan çözülmesini ümit etmekle beraber, Garanti Antlaşması hükümlerine uygun olarak harekete geçmekte kararlı olduğunu bildirmiştir. (Kıbrıs Tarihi ve Gelişimi ve KKTC K.S.49)
Ada'ya çıkarma yapmaktan başka çare de kalmamıştı.

Barış adamı Ecevit'in ismini koyduğu "Kıbrıs Barış Harekatı" böyle ve çok haklı başladı. Bu harekat belki de tarihin kaydettiği müktesep hak olmuş, ilk ve tek yasal savaş olacaktı.

20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKÂTI BAŞLARKEN (7)…

15 Temmuz Pazartesi Makarios'a darbe yapıldığı duyulunca, Ankara'da telaş ve endişe başladı.

Başbakan Ecevit, Vahşi Batı'nın haşhaş ekimine yasak getirme emirlerine karşı çıkış olan, Afyonkarahısar gezisini yarıda kesip, Ankara'ya döndü. Derhal Bakanlar Kurulunu toplayarak Ada'ya müdahale kararı aldırıp, gereğini Genel Kurmaya havale etti. Ecevit hazırlık devresini değerlendirmek, garantör devletlerden İngiltere ile görüşmelerde bulunmak için Londra'ya uçtu.

İngiltere Başbakanı Wilson ile Dışişleri Bakanı Callaghan 1960 anlaşmalarından doğan müşterek müdahale hakkını kullanmak istemezcesine savsaklayıp, Ecevit’in önerilerini reddettiler. Bu arada ABD özel temsilcisi Sisco devreye giriyor, kesin ve sert şekilde Ecevit'i müdahaleden vazgeçirmeye çalışıyordu.

Bir taraftan TC muhalefeti Ada'ya müdahaleyi şiddetle destekliyor, diğer taraftan Ordu hazırlıklarını tamamlıyordu. Türk halkı ayağa kalkmış, Kıbrıs’a yapılacak harekatı bekliyordu.

Türk Halkının coşkusu, olağanüstü yürüyüşleri ve yürüyüşlerin ayak darbeleri altında, Anadolu yarımadası Akdeniz, Karadeniz arasında dev bir bayrak gibi sanki dalgalanıyordu.

Başta Lefkoşa olmak üzere tüm yabancı başkentlerdeki Türk Büyükelçiliklerine, telsiz frekansları dalga dalga şu mesaj göndermeye başladı.

"Kıbrıs'taki darbe sonucunda anayasal düzen yıkılmıştır. Türkiye Garanti Anlaşmasının danışma mekanizmasını işletmiş, ancak bir sonuç alamadığından dolayı, bu sabah şafakla birlikte Kıbrıs'a tek taraflı bir şekilde müdahale edecektir. Stop.

Türkiye'yi durdurmak için, elindeki Amerikan Planı ile mekik diplomasisi yapan ABD temsilcisi Sisco'nun Atina'dan gelerek, Ecevit'le Ankara’da son görüşme yapması bekleniyordu.

Sisco geldi. Elindeki plan, Türklere daha geniş bir otonomi verse de, Rumların egemenliği ön plana çıkıyordu. Teklif Karaoğlan Ecevit tarafından reddedildi.

Bu defa Sisco;
ENOSİS’e karşı nasıl bir tedbir sizi tatmin eder, dedi. Ecevit’in cevabı ilginçti.

- Şimdiye kadar sizlere inandık, sizlerin söylediğini yaptık. Neticeyi görüyorsun. Şimdiden sonra dinlemeyeceğiz.

Sisco teklifi yenilemek ve müdahaleyi durdurmak için son 24 saat daha müsaade istedi.

Ecevit'in cevabı ise kesindi.

"Hayır Mr. Sisco. Artık çok geç."

Ecevit'in bu sözü üzerine Sisco ve salondakiler donup kaldılar.

Ecevit bir daha saatine bakınca Sisco dayanamadı.

-Yani ben burada boşuna mı konuşuyorum?

- Evet.

- Yoksa harekat başladı mı?

- Başlamak üzere, uçaklar neredeyse hareket edecekler.

- Sisco durumun tatsızlığını o zaman anladı.

- Aman öyleyse ben hemen uçağıma yetişeyim.

- İyi olur, zira alanlar kapanacak. ((Otuz Sıcak Gün, M. Ali Birant K.S.64-66).
Mutlu Barış Harekatı başlamış, Türk donanması harekattaki yerini almıştı. Türk komandoları çıkarma plajında mayın temizleme işlerini tamamlamış, karaya çıkmış, Girne'ye, Lapta'ya ve Beşparmak Dağları eteklerine doğru yol alıyordu. 70 helikopter 10'ar kişilik grupları Lefkoşa bölgesine indiriyordu. Türk uçakları Rumların direnç noktalarını bombalıyor, karadaki ilerleyişin kesin stratejisi ise, sivil halkı korumaya yönelik idi. Türk askerine Genel Kurmayın kesin emri,
"Karşıdan ateş gelmedikçe ateş etmeyiniz," şeklinde idi. Türk askerinin savaş terbiyesi bu idi. "Türkleri barbar," ilan eden “Vahşi Batı utansın.

Rauf Denktaş: "Türk Silahlı kuvvetlerimiz çıkarma ve indirme harekatına başlamış bulunmaktadır. Gazamız mübarek olsun.... Anavatanımızla kucaklaşmanın mutluluğu içindeyiz."

Başbakan Ecevit ise harekatın nedenlerini Türkiye radyolarında saat 06.10'da açıklarken zihinlere işlemiş son sözleri şöyle oluyordu.

Biz aslında savaş için değil; barış için yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada'ya gidiyoruz.

Ve Umutları olmuş, “Bu gün Anavatan gelip onları kurtarmıştı.”

Hoşça kalınız
18 Temmuz 2013
Hüseyin LAPTALI,

20 TEMMUZ MUTLU BARIŞ HAREKATI BAŞLARKEN…

16 Ağustos 1960 tarihinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” diye iki zıt karakter olan Türkler ve Rumların müşterek egemenliğinde oluşan bir devlet, Ada tarihinde ilk defa kurulmuştur. Ancak;
“Kıbrıs Cumhuriyeti, Ada’nın Rumlar tarafından Yunanistan’a ilhakı için bir atlama tahtası olarak görüldü.

Nitekim;
1960 Londra ve Zürich anlaşmaları olmuş ve fakat Kıbrıs Cumhuriyeti henüz ilan edilmemişti. Ancak Rum Lider Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olması kesinleşmişti. Bu kazanımından cesaret alan Makarios, 1 Nisan 1960 EOKA kuruluş etkinliklerinde henüz Cumhuriyet ilan edilmeden;
“Artık ENOSİS’İ elde ettiğimiz bu muhkem kalelerden gerçekleştireceğiz,” diyecektir.

Bu sözlerin tatbikatı olarak;
Afrodit’in Ada’sı 21 Aralık 1963’den 20 Temmuz 1974 tarihleri arasında var oluşunun en büyük katliamlarını yaşayacak, Kıbrıslı Türkler fiilen ve acımasızca soykırıma tabi tutulacaktı. Kıbrıs’ta Türklere uygulanan soykırım, yaratılan vahşet bakımından dünya tarihindeki soykırımlar listesinin en yukarılarında yer alacaktı.

1963 Aralık sonunda katliamlar öyle bir safhaya ulaşacak ki, Hazreti İsa’nın doğum günü olan Ada’daki “NOEL” kutlamaları isim değiştirecek ve tarihe “KANLI NOEL” olarak geçecektir.

Ben ve benim gibi Kıbrıslı Türk yaşıtlarım o katliam günlerinin acılarını hep yaşamış olacaklar ve olayların etkisinden ömürleri boyunca kurtulamayacaklar ve;
“Bir gün Anavatan gelip bizi kurtaracak” beklentisi içinde, Yavruvatan savunmasında direneceklerdir. Onlar 1963-1974 soykırım evresinde, yaşam iksirini, bu umudun moral gücünde bulacaklardı.

Makarios ise Türklerin bu umutlarını dahi kırmak, sindirmek için şöyle diyecekti.

“Türkiye Kıbrıslı Türkleri kurtarmaya gelirse kurtaracak tek Kıbrıslı Türk bulamayacaktır”.

Baş tetikçi Nikos Sampson ise, 26 Şubat 1981 Eleftherotipia gazetesine verdiği demeçte;
“Eğer Türkiye müdahale etmemiş olsaydı ENOSİS’İ gerçekleştirip, Kıbrıs’taki Türklerin hepsini yok edecektim” diyecekti.

Bu sözler üzerine haklı olarak en azından;
“1 Nisan 1955 EOKA gününden başlamak üzere 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasına kadar, başta Makarios, Grivas olmak üzere, tüm Rum Yunan yöneticilerinin soykırım mahkemelerinde yargılanmasını istemek, her Kıbrıs Türk’ü gibi benim de en tabii hakkımdır,” diyorum. Ama olmadı.

Soykırım Mahkemelerinden vazgeçtik. Türk Ordusu 20 Temmuz 1974’de “Kıbrıs’ta Bitmeyen Soykırımı” durdurmak için Ada’ya çıktığında, bizim sözde Rum dostlar, Türk ordusunun henüz ulaşamadığı bölgelerde, silahsız zavallı insanlarımızı katletmekle meşguldüler.

Nedeni ise;
“Türkiye, kurtaracak tek Kıbrıslı Türk bulmamalıydı.”

İşte bu kinin neticesi, Mutlu Barış Harekatı başlamış ve sürerken Aleminyo, Muratağa, Atlılar (Aloda) Sandallar (Sandallaris), Taşkent (Tohni) Terazi (Ziği) gibi savunmasız köylerde Kıbrıslı Türk bırakmamak için insan onurunun asla kabul edemeyeceği şerefsizce katliamlar gerçekleştiriyorlardı.

Atlılar'da 37 kadın ve çocuk katledilerek köyün arkasında açılan toplu mezara gömüldüler.

Muratağa ve Sandallar'da 89 kadın, çocuk ve yaşlı katledildi. Onları öldürmek için seçtikleri yer çöplüktü. İnfaz ettikten sonra onları yaktılar ve buldozerleriyle çöplerin arasına karıştırdılar.

Cesetler parçalandı. Birleşmiş Milletler ceset sayısını kayda geçirebilmek için, topladıkları kafaları saymak zorunda kaldılar.
Muratağa, Atlılar ve Sandallar’da toplam 126 kişi katledilmiş, bunlardan 12 yaşından küçük çocuklar 49 kişi, 12 yaşından büyükler ise 77 kişiydi. Bir çocuk 16 günlük, diğer birisi ise ihtiyar pir 95 yaşında idi.

Güney Kıbrıslı Rum Gazeteci Yazar Tony Angastınıotıs, “Kanın Sesi” belgeselinde şöyle diyor.
Vazgeçemediğim, unutamadığım ve unutamayacağım, Muratağa, Sandallar, Atlılar daha sonra da Tohni’de gerçekleştirilen toplu katliamlardı. Bu suçu korkunç kılan, kurbanların öldürülme şekli olduğu kadar yaşlarıydı. Çocuklardan, kadınlardan, yaşlılardan oluşuyorlardı. Savaşabilir nüfusa sahip değillerdi. Olsalardı bile, silahsız insanların katli, oyunun bir parçası değildir. Eğer yasal devletsen oyunu, dürüstçe oynaman gerekir.”

“Kıbrıs’ta sadece Türklerin suç işledikleri öğretilmişti bana…….

Tony, Kuzey’deki araştırmalarından sonra Güney Kıbrıs’a dönüşünde şunları düşünüyordu:
“Tespitlerimi konuşursam, bana vatan haini diyecekler, hayatımla tehdit edilecektim. Birçok arkadaşım bana sırtını dönecek, tamamen yalnız da kalabilecektim.

Yalnızlık artık beni ürkütmüyor. Uzun süredir geceleri yatağıma, Muratağa’lı bir sürü çocuk tırmanıyor. Birlikte masallar okuyoruz. Onların hikayelerini dünyaya anlattığım için mutlu şekilde gülümsüyorlar. Ben ise, minicik gövdelerinde açılan kurşun yaralarını sayamadan, gittikleri için hıçkırıklara boğuluyorum. Yaraları taze olmalı, çünkü uyandığım zaman bembeyaz çarşafımda kan lekeleri buluyorum. Yaraları elbette taze olmalı, çünkü kimse onlardan özür dilemedi.

“Keşke basit bir özür dileme yeterli olabilseydi…” diyor Tony...

Diline sağlık Tony,.. Sen güzel insansın…

Güzel insansın da benim ise unutamadığım “Sessiz Kalmış Acılarım” yerinde duruyor.
Majino Hattı (Fransa) yıkıldı.

Berlin Duvarı da yıkıldı.

Çin Seddi ise, Dünya’ya açıldı, saçıldı, artık müzelik oldu.

Bırak da senin dediğin gibi olsun;
“KANIN SESİ” koruyucu melek gibi “Yeşil Hatta Sıkışıp Kalsın.”

1967’de Kıbrıs'ta 20 bin Yunan askeri vardı. Rum MİLLİ Muhafız Ordusu (RMMO) ve EOKA da cabası. Kısaca Ada’daki tüm Rum halkı ile birlikte 20 bin Yunan askeri Türklerin imhası için tetikte, görev başında idi.

Üstelik;
“EOKA”, ENOSİS yanlısı olmayan Rumları sorgusuz sualsiz öldürüyordu. Türk’ten fazla Rum öldürüyorlardı. Tüm Rum halkı Türklerin öldürülerek pes ettirilmesi ve Ada’nın Yunanistan’a ilhakı için istekli veya isteksiz şartlandırılmıştı.

Türkler ise esaret altında, yokluk açlık, vahşet ve dehşet içinde hapis yaşamını sürdürüyordu. Bir yerlerde birileri öldürülüyor, kaçırılıyor, onlardan bir daha haber alınamıyordu.

Kıbrıs’a girmesi yasaklı olan DENKTAŞ, 31 Ekim 1967 de Lefkoşa Türk kesimine gitmek için, küçücük bir sandalla ve iki arkadaşı ile denize açılmışlardı. Karpaz burnu Gazi Mağusa tarafındaki ormanda, Rumlar tarafından tutuklanıp hapse atıldılar. Birleşmiş Milletlerin araya girmesi ile 12 Kasım günü Türkiye’ye dönmelerine izin verildi. Halbuki Makarios DENKTAŞ’I, Devlet’e karşı suç işemekten yargılayacaktı.

Denktaş’ın serbest bırakılması, EOKA Lideri Grivas’ı bir kere daha gücünü göstermeye itti.

Larnaka yakınlarında, Rumlar ve Türklerin birlikte yaşadıkları iki köy vardı. Bu köylerden Boğaziçi’nde (Aytoro) daha önceki çarpışmalar nedeniyle Rumlar ve Türkler ayrı yaşıyorlardı.

Kasım ayında, Grivas, önceki dört yılda hiç yapılmayan bir şekilde, Rum devriyeleri köyün Türk bölgesi içlerine gönderdi. Türkler bu duruma itiraz ettiler ve BM Barış gücü araya girmeye çağrıldı.

Halbuki birkaç ay önce, 5 Türk bubi tuzaklarına yakalanarak şehit olmuştu. Türkler, silahlı devriyelerin köydeki tansiyonun yükselmesine neden olacağını izah ettiler.

BM, Rumları tatmin etmek amacıyla, devriyelere izin vermeleri için Türklerle görüşmelere başladı.

Görüşmeler devam ederken, Grivas, 2000 kişilik bir kuvvetle köyü kuşattı ve BM’in tavsiyesine rağmen, 14 Kasım’da tekrar devriye başlattı.

Aynı gün Grivas, Boğaziçi Türk kesimini teftiş etti ve ahaliyi, eğer Milli Muhafız devriyelerine mukavemet etmeye kalkışırlarsa, köyü yerle bir etmekle tehdit etti.


15 Kasım sabahı, polis devriyeleri tekrar köyden geçtiler. Türkler Grivas’ın köye saldırmak için kurduğu tuzağı görerek, bu hareketi görmezlikten geldiler.

Daha sonra Rumlar BM’i, benzer devriyelerin öğleden sonra da köyden geçeceği konusunda bilgilendirdi. BM bunu olumlu karşılamadığını söyledi. Lefkoşa’da Türk liderler, durumu BM karargahı nezdinde protesto ettiler. Öğleden sonraki devriye, bir askeri müfrezenin zırhlı araçlı Milli Muhafızlardan oluşuyordu.

Eceli gelen köpek, Cami duvarına işermiş…
Ne yazık ki; Güçsüzüm, güçsüzüm, güçsüz…
Ne gelir elden?

Konvoy köyün Türk kesimine geldiğinde zırhlı araçlar 2 librelik toplarla ateş açtılar.

Bölgede, önceden mevzi almış olan 2000 Milli Muhafız ileriye doğru hamle yaptı ve havan topları ile ağır toplar Türklere karşı kullanılmaya başlandı.

Aynı sıralarda, zırhlı araçlar ve piyade askerleri, Boğaziçi’ndeki Rum polis devriyeleri, ihtilafıyla hiçbir ilgisi bulunmayan ve yaklaşık 2 km mesafedeki, nüfusunun tamamen Türklerden oluşan Geçitkale (Köfünye) köyüne ateş açmaya başladı.

Boğaziçi ve Geçitkale’de meydana gelen olaylar Kıbrıs Türklerine uygulanan soykırımın, Kıbrıs’taki Yunan askeri liderlerinin onayı ile yapıldığının kanıtını oluşturuyordu.

90’lık ihtiyar kör ve yatalak hasta Hüseyin Batsali, ne onu delik deşik eden makineli tüfeği ve nede Rumların tutuşturduğu yatağındaki alevleri görebilmişti.

34 yaşındaki Mehmet Emin Sait, Rumlar hücuma geçtiğinde evinin hemen dışındaydı. Vurularak öldürüldü, üzerine gaz döküldü ve ateşe verildi.

80 yaşındaki Hüseyin Ramazan ve 70’lik eşi, Milli Muhafızlar kapılarını kırıp içeriye girdiklerinde, hasta yataklarında yatıyorlardı. Hüseyin, makineli tüfek namlusundan çıkan mermilerle öldü, karısı ciddi şekilde yaralandı.

Hasan Veledin ve Hasan Kanizi adlı iki Türk açık arazide yakalandılar, ellerini havaya kaldırarak ileriye doğru yürüdüler ve teslim oldular. Teslim olmalarını kabul eden Rumlar, onları bir kenara çekip götürdüler ve hemen öldürdüler.

Evler yağmalanmaya ve ateşe verilmeye başlandı. Kadın ve çocuklar tekmelendiler ve evlerinden sürüklenerek çıkarıldılar. Rumların “emniyetli” olarak adlandırdıkları bir yere götürüldüler.

6 ev ve bir okul, çıkarılan yangınla tamamen yakıldı. 40’ın üzerinde ev, top atışlarıyla ve kundaklama sonucu tahrip edildi.

Türklerin sahip olduğu bütün para ve mücevher yağma edildi.

Katliam sürerken Türkiye sert bir ihtar yayımladı. (Kıbrıs’ta Soykırım, Gibbons K.S.283)

16 Kasım’da daha güneş doğmadan, Grivas’ın Kıbrıslı Rumları, panik içerisinde geri çekilmeye başlamıştı. BM, daha önce Rumlar tarafından rehin alınan Türklerin serbest bırakılmasını talep etti. Ve onları teslim aldı.

BM köye girdiğinde, içlerinde iki kadını da bulunduğu 24 Türk’ü ölü buldular. Ciddi bir şekilde yaralı olan 7 erkek ve 5 kadın tahliye edildi.

BM, köyleri bubi tuzaklarıyla dolu buldu. Cansız vücutların altındaki ve telefon cihazlarındaki tuzakların temizlenmesi için BM bomba uzmanlarının görevlendirilmesi zorunlu oldu.

15 Kasım 1967’de Nazi Almanya’sının ölü efendilerinin hortlakları, Grivas’a ve onun sözde disiplinli, istilacı sürüsüne gülümsemiş olmalıydı.( Kıbrıs’ta Soykırım, Gibbons K.S..284)
Türkler tarafından yapılan bir tahmine göre, Milli Muhafızlar, Kıbrıslı bir işçinin, o zamanlar yaklaşık 16 yıllık gelirine karşılık gelen, 6 bin İngiliz sterlin çıvarında bir ganimet elde etmişti.

Türk köylerinin, ne kadar perişanlık, fakirlik çektiği bu rakamdan da belli oluyordu.

Ulan kafir, Ulan canavar, değer mi?
Ne yazık ki; Güçsüzüm, güçsüzüm, güçsüz…
Ne gelir elden?

1967 Boğaziçi-Geçitkale saldırılarından sonra Türkiye çok sert bir tutum belirledi.

Ankara'daydım. Halk sokaklara döküldü. Kızılay kaynıyordu. Diğer arkadaşlarla birlikte işi terk ettik. Kızılay'a döküldük.

Ordu Kıbrıs'a! Ordu Kıbrıs'a!

Ya Taksim, Ya Ölüm!

Kızılay hop kalkıp hop oturuyordu. Gökdelen (Emek İş Hanı), saçaktan eteklerine kadar Türk Bayrağı ile örtünmüştü.

17 Kasım 1967 Meclis'te, 435 milletvekilinin katılımı ile yapılan toplantıda 432 oyla Kıbrıs'a müdahale kararı alındı. Ordular, Trakya, Ege ve Mersin Bölgelerine kaymaya başladı. Kış günüydü ve Toroslar'da birkaç askerimiz de yollarda şehit düşmüştü. Bu bizi kahrediyordu.

Gelgelelim;

Demirel askerlere soruyor.
Kaç paraşütünüz var?
-150 Tane...

Kaç tane helikopter var?
-6 tane...

Kaç tane kargo uçağı var?
-6 tane C-130 var...

Kaç çıkarma gemisi var?
-2 tane

Türk ordusu için bunlar gülünç rakamlardı. Demirel;
Bunlarla bu çıkarmayı yapamayız, dedi.

25 Aralık 1963 saat 14.00'de ilk, 8 Ağustos 1964 saat 4.30'da ikinci ve 18 Kasım 1967’de ise Türk jetleri üçüncü defa ada üzerinden uçtu. Bu uçuştan 24 saat sonra beş maddelik son Türk ültimatomu şöyleydi. (RAUF DENKTAŞ, Yeniden Yaşasaydım, Nur Batur. K.S. 363-368)
-Kıbrıs Cumhuriyeti korunmalıdır.

-Ada'daki 12 bin Yunan askeri derhal geri çekilmelidir.

-Asker sayısı Zürich ve Londra anlaşmaları düzeyine inmelidir.

-Yakılan köylere tazminat ödenmelidir.

-Türk toplumunun güvenliği sağlanmalıdır.

Türk donanması ve onu destekleyen Türk uçakları Kıbrıs karasularına kadar ilerleyip gözdağı verdi. Ne yazık ki, TC çıkarma yapmak için güçsüzdü, güçsüz…

Türkiye’nin takındığı bu sert tavır, Yunanlıları ve bilhassa Makarios’u etkiledi ve ENOSİS'ten vazgeçmemekle birlikte bunun, uzak bir hedef olduğu anladı. 1970 yılı Ekim ayında Makarios,
"Ben daima Yunanistan ile birleşme taraftarı oldum. Böyle olmakla beraber, bunun bu gün gerçekleştirilmesinin fazlasıyla güç olduğunu idrak etmiş bulunmaktayım," demiştir.

Makarios’ta Gavur inadı vardı ve artık “Türkleri yumuşak kılıçlarla efendice öldürünüz” politikaları güdecekti. Bundan maksat Türkiye’nin öfkesini çekmemek, öfkeden dolayı Türkiye’nin harekete geçmesini önlemekti.

1967’den 1974 Mutlu Barış Harekatına kadar Türklere karşı uygulanan bu politika, sürdü gitti. Bu süre zarfında Kıbrıs Türk’ü kendi büyük çilesini yaşadı.

Esaret, açlık, yokluk biraz hafifleyecek ve fakat ara ara bir yerlerde birileri öldürülmeye devam edilerek, ortalığa dehşet saçılacaktı. Dehşetin gölgesinde yaşayan Türkler, Türkiye'den gelen erzakla 1974 Mutlu Barış Harekatına kadar tüfek omuzda bekleyecekti.

En basiti;
Sayın Denktaş'a ve Erenköy mücahitlerine Kıbrıs’a giriş hakkı tanındı. 8 Mayıs 1968 tarihinde Lefkoşa havalimanında dört saat tutuklu bekletildim. Geçişime TC büyükelçisinin müdahalesi ile ancak izin verilmişti. Erenköy Mücahitlerinin listesi Kıbrıs’a giriş kapılarında asılı duruyordu.
Makarios idaresi, Türk Halkını Kıbrıs'tan bezdirmek bıktırmak ve adayı terk ettirmek için akıl almayacak dolap, düzen ve dalavereye başvuruyordu. Adayı terk ettirmek için, kurulan düzen dalavere tuzak, zulüm ve bitmeyen eziyet, bitmeyen soykırım yolunda temel bir politikaydı.

Türkler bir şekilde efendice öldürülmeli veya ne şekilde olursa olsun Kıbrıs’tan gitmeliydi.


2007 Yılında Göçeri (Bilelle) köyünden halamın oğlu Hüseyin'e rastladım. Kanada'dan dönmüş, köyüne iki oda bir ara ev yaptırmış, orada oturuyordu.

-Arkadaş, paran yoktu, pulun yoktu, kuru ekmeğe muhtaçtın, nasıl oldu da 1968 yılında ortalıktan kaybolup, Kanada'ya gidebildin,” dediğimde,

-Kahveci her gün bir Halkın Sesi gazetesi alırdı. Millet okusun diye. O günlerde gazetedeki bir ilan içimi gıdıklayıp duruyordu.

"Kanada için Rum ve Türk elemanlar aranıyordu."

İlanda Rum ve Türk yazınca memleket de Kanada olunca, aklıma kötü bir düşünce takılmadı. Kanada Konsolosluğuna müracaat ettim. Beklemiyordum, derhal kabul ettiler. Pasaportumu da Rum tarafından "Kıbrıs Cumhuriyeti Pasaportu" olarak verdiler, biletimi de kestiler. Kanada'ya uçurdular. Orada işim de hazırdı. Terzi idim biliyorsun. Terzilik yapacaktım.

-Oh ne ala memleket!

-Sonradan öğrendim ki bütün bunlar Makarios'un tezgahlarıymış. Hiç bilmiyordum. Kader...

-Demek ki adayı Türklerden temizlemek için ellerinden gelen her tezgahı kuruyorlarmış.

Benzeri tezgahlar 1974 Barış Harekatına kadar sürdü. 1963 sonunda 120 bin olarak tahmin edilen Kıbrıs Türk nüfusu, ben diyeyim 80 bin sen korkmadan deki 70 bin kalmıştı.

Makarios, çok değil 10 sene daha iktidarda kalsa, Kıbrıs'ta ilaç için Türk kalmayacaktı.

1974 yılına gelince işler değişti. Yunanistan’ın başındaki Albaylar Cuntasının despot idaresi 17 Kasım 1973 Politeknik ayaklanması ile Yunan halkından aldığı desteği yitirmişti. Bu defa biran evvel Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayarak ENOSİS’İ gerçekleştirip itibar kazanmak sevdasına düştüler. Bu sevda onların Makarios ile ters düşürdü. Makarios’a göre,
Türkler efendice öldürülmeli veya yavaş yavaş (siğa siğa) Ada’dan gitmeliydi.

İki farklı düşünce Makarios ile Albaylar Cuntasının arasını açtı. Makarios ile Albaylar Cuntası arasında çatışma vardı.

Makarios kendisine itaat eden, fedakar adamlarından oluşan, bir polis kuvveti oluşturmuştu. Bu kuvvet ile EOKA arasında şiddetli çatışmalar olmaya başladı.

Makarios, 10 Temmuz 1974'de Yunan Cuntasını, EOKA ile işbirliği yapmak, kendisini devirmek için komplo düzenlemek, EOKA’ya silah ve para desteği sağlamak ve Rum Milli Muhafız Ordusunda (RMMO) görevli subayları EOKA'yı yönetmek için görevlendirmekle suçlayarak, Kıbrıs'ta görevli 650 Yunan subayının geri çekilmesini istedi. Bunun üzerine; Albaylar Cuntası,
"Makarios'un öldürülmesi pahasına mutlaka darbe yapılması emrini verdi.”

Makarios durumu Trodos'daki yazlık evinde haber alır ve fakat umursamaz tavır takınır, Lefkoşa'daki sarayına döner.

15 Temmuz sabahı RMMO'na ait üç tank başkanlık sarayını çevreler. Makarios gizlice saraydan çıkarak Baf'a kaçar. BM Kıbrıs Barış Gücü komutanı ve BM özel temsilcisi, Makarios ile yaptıkları görüşme sonucu devrik başkanın Kıbrıs dışına kaçırılmasına karar verilir. Makarios helikopterle Akrotiri İngiliz üssüne götürülür. Oradan da yine helikopterle Malta adasına kaçırılır.

Makarios Ada'dan ayrılırken Rum halkına yaptığı konuşmada Ada'nın Yunanistan tarafından işgal edildiğini söyler. (Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963 Dçö. Dr. Abdulhaluk ÇAY)

RMMO ordusunun Lefkoşa havaalanı ve Telekomünikasyon Merkezi'nin işgal ettiği radyodan ilan edilir. Radyodan darbecilerin beyanatları okunmaya başlanır.

"Makarios'un öldüğü, mukavemete teşebbüs edenlerin derhal öldürüleceği" ilan edilir. (Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963 Dçö. Dr. Abdulhaluk ÇAY)

Yunanlı subayların komutasında harekete geçen RMMO ve EOKA Makarios'un sarayını topa tutarak ele geçirir. Polis karakolları, tankların desteğinde saldırılara uğrar. Cuntaya karşı çıkarak Makarios'u destekleyen AKEL ve EDEK partisi yanlıları katledip, iktidara el konur.

2000 civarında Rum iç savaş sırasında ölürken, birçok yaralı Rum'un da Cuntacılar tarafından diri diri toprağa gömüldüğü, bizzat onları gömen Papaz Papatsestos tarafından TA NEA gazetesinde açıklanmıştır.

Artık darbe başarıya ulaşmıştır. Türk kasabı olarak da bilinen Nikos Sampson Kıbrıs Cumhurbaşkanlığına getirilir ve EOKA yandaşlarından oluşan bir hükümet kurulur ( 150 soruda Kıbrıs Sorunu, Sabahattin İsmail)

Nikos Sampson, Hitlerin Gestpolarını aratmayacak cinsten bir canavar idi. Lefkoşa'nın Ledra Caddesinde (uzun yol, Lokmacı Barikatının bulunduğu cadde) gezinip, caddede dolaşan İngilizleri vurup, elindeki tabancasını da ileride bekleyen kız arkadaşına teslim ediyordu. Kendisi kayıplara karışarak, kurnaz ve acımasız bir EOKA tetikçisi olduğunu kanıtlayıp ilk kahramanlık şöhretini yapmıştı. Dostuna düşmanına kanlı katil olan bu adam, sonradan Türk kasabı olarak ün yapmıştı. Cumhurbaşkanlığına getirildiğinde henüz 35 yaşında, gözünü kan bürümüş bir canavardan farksızdı.

Halbuki;
Nikos Sampson, daha ilk demecinde, darbenin Makarios'a karşı olduğunu, Kıbrıs Türklerine karşı düşmanca bir duygu beslemediklerini ilan ederek, Kıbrıs'taki bu Yunan oldu-bittisi'nin tanınmasına gayret göstermekte idi ((Kıbrıs’ta Kanlı Noel-1963 Dçö. Dr. Abdulhaluk ÇAY) Sampson bu ilk demeci ile katillerin yarım aklını kullanarak tutsağına teminat vermesi gibi, Türklere sözde sükunet mesajı vermekteydi. Ada'nın kısa zamanda Yunanistan'a ilhak edileceği ise apaçık belli idi.

EOKA'nın Ada'yı Yunanistan'a ilhak maksadıyla kurulduğunun ispatına gerek yoktu.

19 Temmuz 1974'de BM'lere ulaşan Makarios, burada yaptığı konuşmada dahi açıkça Ada'nın Yunanistan'a ilhak edileceğini söylemişti.

Nikos Sampson ise “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkıldığını yerine "Kıbrıs Elen Cumhuriyeti” kurulduğunu ilan etmişti. Bu ilan, ENOSİS'e giden yolun işaret levhası gibiydi.

Diğer taraftan Yunanistan'daki Albaylar Cuntası 100 senelik Kıbrıs uyuşmazlığını, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı ile oldubittiye getirilerek çözüleceğini sanıyordu. Böylece itibar kaybı geri kazanılacak, cuntanın geleceği garantileyecekti.

Bu düşünce ham hayal gibi görünse de, 15 Temmuz 1974 Sampson darbesinin en önemli sebeplerinden birincisi idi. Nitekim 20 Temmuz 1974 Kıbrıs'a gerçekleştirilen Mutlu Barış Harekatı akabinde, bu ham hayal çökmüş ve Yunanistan'daki Albaylar Cuntası da devrilmiştir.

Anavatan’ın Kıbrıs'a Mutlu Barış Harekatı gerçekleştireceği akıllarında bile yoktu.

Hâlbuki "Bir gün Anavatan gelip bizi kurtaracaktı!" Bu umutla yaşıyorlardı.

Kıbrıs Türk’ünün bu umudu, artık “Karaoğlan” lakabı ile anılan barış adamı Bülent Ecevit tarafından gerçekleştirildi.

Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasını onaylayan, 1960 anlaşmalarının üç garantör devletinden biri idi. Türkiye bu anlaşmalar çerçevesinde Kıbrıs Cumhuriyetinin varlığını sürdürmesini kontrol etme, koruma ve sürdürülebilir tutmakla yükümlü idi.

Garanti ve ittifak antlaşmalarına göre bu hakkını Garantör Devletlerle birlikte kullanabileceği gibi tek başına da kullanabilirdi. Kıbrıs Türk Halkının, Rumların Bitmeyen Soykırımından korunması, bu yükümlülük sayesinde mümkün oluyordu.

ENOSİS'in gerçekleşmesi durumu, Türk tarafı için şu tehlikeleri beraberinde getiriyordu.


  • Doğu Akdeniz'de Türk Yunan dengesi Rumlar ve Yunanistan lehine bozulacaktı.


  • Güney sahillerimiz Yunanistan tarafından sarılmış, Türkiye denizlere kapalı bir ülke olacaktı.

3. Kıbrıs Türkleri ise ENOSİS'in ve onun sonucu Kıbrıs Türk'üne uygulanmakta olan, Bitmeyen Soykırımın belli ve bilinen ileri hedefinde, yok olmaya terk edilecekti. Katliamlar, aşağılanmalar ve göçler, Kıbrıs Türk’ünü bitirecekti.

Ortadoğu'nun ve Balkanların en güçlü devleti Türkiye Cumhuriyeti, asil ve kahraman Türk Milleti, Yunanistan karşısında bu yenilgiyi, kahreden bu aşağılayıcı durumu asla kabullenemezdi.

Türkiye, 16 Temmuzda İngiltere'ye nota vererek iki garantör devlet olarak Ada'daki yasal düzenin tekrar kurulması için beraber çalışılması teklifinde bulundu. Ancak Türkiye Başbakanı Ecevit'in bu konuda yaptığı şayanı dikkat temaslar hiçbir netice vermiyordu. Garantörler ve onların destekçisi Vahşi Batı, ipe un sererek müşterek müdahaleye yanaşmadılar.

Türk Hükümeti ayrıca BM ve NATO nezdinde de girişimlerde bulunarak, sorunun barışçı yollardan çözülmesini ümit etmekle beraber, Garanti Antlaşması hükümlerine uygun olarak harekete geçmekte kararlı olduğunu bildirmiştir. (Kıbrıs Tarihi ve Gelişimi ve KKTC K.S.49)
Ada'ya çıkarma yapmaktan başka çare de kalmamıştı.

Barış adamı Ecevit'in ismini koyduğu "Kıbrıs Barış Harekatı" böyle ve çok haklı başladı. Bu harekat belki de tarihin kaydettiği müktesep hak olmuş, ilk ve tek yasal savaş olacaktı.

15 Temmuz Pazartesi Makarios'a darbe yapıldığı duyulunca, Ankara'da telaş ve endişe başladı.

Başbakan Ecevit, Vahşi Batı'nın haşhaş ekimine yasak getirme emirlerine karşı çıkış olan, Afyonkarahısar gezisini yarıda kesip, Ankara'ya döndü. Derhal Bakanlar Kurulunu toplayarak Ada'ya müdahale kararı aldırıp, gereğini Genel Kurmaya havale etti. Ecevit hazırlık devresini değerlendirmek, garantör devletlerden İngiltere ile görüşmelerde bulunmak için Londra'ya uçtu.

İngiltere Başbakanı Wilson ile Dışişleri Bakanı Callaghan 1960 anlaşmalarından doğan müşterek müdahale hakkını kullanmak istemezcesine savsaklayıp, Ecevit’in önerilerini reddettiler. Bu arada ABD özel temsilcisi Sisco devreye giriyor, kesin ve sert şekilde Ecevit'i müdahaleden vazgeçirmeye çalışıyordu.

Bir taraftan TC muhalefeti Ada'ya müdahaleyi şiddetle destekliyor, diğer taraftan Ordu hazırlıklarını tamamlıyordu. Türk halkı ayağa kalkmış, Kıbrıs’a yapılacak harekatı bekliyordu.

Türk Halkının coşkusu, olağanüstü yürüyüşleri ve yürüyüşlerin ayak darbeleri altında, Anadolu yarımadası Akdeniz, Karadeniz arasında dev bir bayrak gibi sanki dalgalanıyordu.

Başta Lefkoşa olmak üzere tüm yabancı başkentlerdeki Türk Büyükelçiliklerine, telsiz frekansları dalga dalga şu mesaj göndermeye başladı.

"Kıbrıs'taki darbe sonucunda anayasal düzen yıkılmıştır. Türkiye Garanti Anlaşmasının danışma mekanizmasını işletmiş, ancak bir sonuç alamadığından dolayı, bu sabah şafakla birlikte Kıbrıs'a tek taraflı bir şekilde müdahale edecektir. Stop.

Türkiye'yi durdurmak için, elindeki Amerikan Planı ile mekik diplomasisi yapan ABD temsilcisi Sisco'nun Atina'dan gelerek, Ecevit'le Ankara’da son görüşme yapması bekleniyordu.

Sisco geldi. Elindeki plan, Türklere daha geniş bir otonomi verse de, Rumların egemenliği ön plana çıkıyordu. Teklif Karaoğlan Ecevit tarafından reddedildi. Bu defa Sisco;
ENOSİS’e karşı nasıl bir tedbir sizi tatmin eder, dedi. Ecevit’in cevabı ilginçti.

- Şimdiye kadar sizlere inandık, sizlerin söylediğini yaptık. Neticeyi görüyorsun. Şimdiden sonra dinlemeyeceğiz.

Sisco teklifi yenilemek ve müdahaleyi durdurmak için son 24 saat daha müsaade istedi.

Ecevit'in cevabı ise kesindi.

"Hayır Mr. Sisco. Artık çok geç."

Ecevit'in bu sözü üzerine Sisco ve salondakiler donup kaldılar.

Ecevit bir daha saatine bakınca Sisco dayanamadı.

-Yani ben burada boşuna mı konuşuyorum?

- Evet.

- Yoksa harekat başladı mı?

- Başlamak üzere, uçaklar neredeyse hareket edecekler.

Sisco durumun tatsızlığını o zaman anladı.

- Aman öyleyse ben hemen uçağıma yetişeyim.

- İyi olur, zira alanlar kapanacak. ((Otuz Sıcak Gün, M. Ali Birant K.S.64-66).

Mutlu Barış Harekatı başlamış, Türk donanması harekattaki yerini almıştı. Türk komandoları çıkarma plajında mayın temizleme işlerini tamamlamış, karaya çıkmış, Girne'ye, Lapta'ya ve Beşparmak Dağları eteklerine doğru yol alıyordu. 70 helikopter 10'ar kişilik grupları Lefkoşa bölgesine indiriyordu. Türk uçakları Rumların direnç noktalarını bombalıyor, karadaki ilerleyişin kesin stratejisi ise, sivil halkı korumaya yönelik idi. Türk askerine Genel Kurmayın kesin emri,
"Karşıdan ateş gelmedikçe ateş etmeyiniz," şeklinde idi. Türk askerinin savaş terbiyesi bu idi.

"Türkleri barbar," ilan eden “Vahşi Batı utansın.

Rauf Denktaş: "Türk Silahlı kuvvetlerimiz çıkarma ve indirme harekatına başlamış bulunmaktadır. Gazamız mübarek olsun.... Anavatanımızla kucaklaşmanın mutluluğu içindeyiz."

Başbakan Ecevit ise harekatın nedenlerini Türkiye radyolarında saat 06.10'da açıklarken zihinlere işlemiş son sözleri şöyle oluyordu.

Biz aslında savaş için değil; barış için yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada'ya gidiyoruz.

Ve Umutları olmuş, "Bu gün Anavatan gelip onları kurtarmıştı."


Hoşça kalınız.
18 Temmuz 2013
Hüseyin LAPTALI
 
Üst