90 larda Cocuk Olmak

Gökçen

Dost Üyeler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,079
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Web sitesi
www.kibris1974.com
90 larda Cocuk Olmak
doksanlarda çocuk olmak enteresanlıktır..
pazar akşamları bizimkiler izlemektir..
pazartesinin okul hazırlığı yapılır.
sanki pazar değil de pazartesi banyo yapsak olmuyormuş gibi illa pazar günleri banyo yapardık..
çocuk kalbimizle kapıcı Caferi sever, Sabri beye kıl olurduk..
Ali desen, bizimle büyüyordu onu gördükçe büyüdüğümüzü hissediyorduk.. geleceğe dönüş televizyon ekranında her görüldüğünde kalpte tuhaf bir çarpıntı hisseder, dokuz aylık oynarken topun beşikten geçmesi üzerine "off! gitti namus!" derdik..
patlayan şeker ile kolanın bir arada tüketilmesi ile midenin patlayacağına inanır, bayramlarda tanıdık evleri dolaşıp el öpmek, "english with me" lerle İngilizce öğrenmeye çalışırdık..
biraz da "Türkiş Kovboylar" şarkısını diline
dolamaktır doksanlarda çocuk olmak..




Micheal Jackson'ın eski halini görüp hayretlere düşmek,
elm sokağında kabus izleyip
akşam annenin seninle uyuması için yalvarmak,
kanal d'nin ilk açıldığı dönemlerde Tsubasa izlemek,
yerli malı haftasında okula çikita muz getirenleri kınamak "çikita yerli değil öğretmenim" diyip getireni ispiyonlamak,
gazetelerden kupon kesip 14 kupona kocaamaan oyuncak ayı almak, annenin gazetelerden gelen tabak çanak için aynı gazeteden on tane aldığına tanık olmak,
bir dönem tüm evlerdeki tabak çanağın "acropal" olması ve misafirliğe gelince tabaklara bakıp sırıtmak,
hey corç versene borç şarkısını ezbere bilmek anlam verememek ve tam teçhizatlı kameraman arkadaş cevat kelle'ye sempati beslemektir doksanlarda çocuk olmak..




yazları, sabah uyanıp susam sokağı seyredip,
öğlen, annenin elimize tutuşturduğu nevaleler ile
"anneeeeaaa ben mahalle maçına gidiyom" diyip,
"ezan okunmadan önce evde ol eşek sıpası" nidaları eşliğinde,
koltuk altında bilmem kaç katlı kames top ile ışık hızıyla evden kaçıp soluğu arkadaşlarla birlikte atari salonunda almak,
street fighter 'dan sıkılıp, en sıkı arkadaş ile haggar oynamaktı.




susam sokağı'ndaki Nihat amcayı, Zehra teyzeyi, Tahsin ustayı ve dev yaratık minik kuş'u herkesten iyi bilsen de aslında yıllar sonra fark edilir ki, zihinde kurulanla onların gördüğü çok farklıdır.
senin kurabiye canavarının kocaman dişleri vardır örneğin ve kırpık, ayakları görünmeden küfede yaşayan türden bi kahraman değildir. Edi ile Büdü 'nin hangisinin uzun ince, hangisinin kısa tombul olduğu arada gider gelir, zira ezber yanıltır seni kimi zaman, ve karıştırıverirsin uysal ve güler yüzlü olanla hırçın ve aksi olanı. şu hep konusu geçen "sev dünyayı açılır her kapı, işte susam sokağı" şarkısını acayip merak edersin ve hiç duymadığın için seslerini, altan erkekli'nin edi'yi seslendiriyor olması en az seni şaşırtır...



doksanlarda, pazar günleri evlerde genelde misafir olurdu
ya da biz misafirliğe giderdik.. bir süre evin içinde oturup da illallah dedirtecek kadar çok şey kırar, argo konuşarak anneyi sinirlendirmeyi başarır, nihayet annelerin başından savma amaçlı izinleriyle sokağa çıkardık..
güçlü olanın kazandığını, yaşı büyük olanın hiyerarşi estirdiğini misket oynarken öğrendik.. son rakamına göre, takımına göre, futbolcu kartlarıyla kapışmak, ütmek fiilini ilk bu oyunla öğrenmekti.
sen kazanmış olsan bile o dönemde hibiç; diye tarif ettiğimiz bir çocuğun futbolcu kartlarını kapıp kaçtığını gözlerimizle gördük,
play station bize uzaktı atarilerimizi canımız kadar sever ama önce arkadaş derdik.. parkta yeterince yorulup, 9 taşta kazanmadan, üstümüz yeterince kirlenmeden ya da annemiz bizi eve çağırmadan, ev denen şeyin varlığı aklımızda yoktu..




ayrıca doksanlarda çocuk olmak televizyondaki haber bültenlerinde Bosna Hersek'teki katliam görüntülerini büyük bir dehşetle izlemek, savaşın ne kadar berbat bir şey olduğunu anlamak ve niçin savaş olduğunu sorgulamaktır. katliam görüntülerini izlerken gözyaşlarını tutamamaktır. ayrıca her gün PKK yine şu kadar askerimizi şehit etti' , PKK bir otobüsü durdurdu ve içindekileri taradı' türünden haberleri duymak ve terörden nefret etmektir.

biz Tarkan'ı kendi ellerimizle büyütmüştük..
dişlerinin ayrık olduğu günleri bilirdik.
divalığının nerden geldiğini anlayamadığımız bir Ajda Pekkan vardı, bebeto Burak Kut vardı mesela bizim için bişey ifade etmese de ablamın odasındaki

posterini hala hatırlarım, şimdi zar zor hatırladığım ortada kuyu var yandan geç ozan, arabası olup da ruhu olmayan Mustafa Sandal çıktığında biz çocuktuk.. Yonca Evcimik aboneydi o zamanlar, nedendir bilinmez 9.15 vapurunu beklerdi.. Sezen hep Sezendi..

biz 90ların çocukları
ne 80ler gibi siyasi bir karmaşanın ortasındaydık,
ne de milenyum çocukları gibi teknolojinin içine doğmuştuk.
hem atari hem bilgisayar kullandık, hem rock hem arabesk dinledik, TRT nin tek kanal günlerini görmemiş olsak dahi az kanal nedir bilirizbiz hem Erkan Yolaç' a, hem Cem Yılmaz' a güldük, Cem Özer' in laf lafı açıyorla Türkiye'nin starı olduğu günleri de hatırlarız..



bir de süper mario vardı mesela,
ondan sonra hiçbir oyun kahramanını sevemedim, ondan sonra hiç kimse mantarını taştan çıkarmadı.. bir de hiçbir oyunu bitirmek için bu kadar çok uğraşmadım hiçbir oyunun sonuyla ilgili süper marionun son bölümüyle ilgili duyduğum kadar çok yalan duymadım;


-ya benim kuzenim bitirdi süper marioyu.. son bölümde ateşten atlayıp, suda yüzyomuşsun, havada ateş edip, karada kaçıyomuşun!
-yalan atma! yalancı, abim dedi ki sonunda mario ölüyomuş..



super marioyu bitirme hayalleri kurup her seferinde
"thank you mario but the princess is an another castle" yazısını görüp bir şey anlamayıp ingilizce bilen ablaya sorup "yok prensesi kurtaramamışsın başka bi kaledeymiş" diyince üzülmek,

gün geldi 8-4e gelip bitirdik marioyu..
zaten bizim eve de bilgisayar gelmişti..
mario'nun pabucu dama tabi.. sonra gömleklerimi pazar akşamları annem değil, pazartesi sabahı bizzat ben okula geç kalmamak için bir yandan diş fırçalayarak ütüler oldum..
pazar günleri ben arkadaşlarımla geziyor,
annemle babamsa haftanın yorgunluğunu atmak için evde kalıyorlardı.. velhasıl 90lar bitiyor, ben büyüyordum..


[alıntıdır]
 
Üst