AB, TSK'dan Ne İstiyor?

hazaryalı

-Otağ Hanı-
Katılım
26 May 2008
Mesajlar
131
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve Yardımcısı Mesut Yılmaz; Mart 1995 tarihinde AB Gümrük Birliği Antlaşması’nı (GBA) imzalayarak Türkiye’yi tek yanlı sorumluluğun altına soktular ve bu antlaşma 01 Ocak 1996’da yürürlüğe girdi.

AB yanlısı; politikacılar, medya, iş adamları ve akademik personel bu antlaşmanın imzalanmasının,1970 tarihli “Karma Protokol” a göre yapılan rutin bir işlem olduğunu söyleyerek Türk halkından gerçekleri gizlediler. Çünkü; söz konusu protokola göre; Gümrük Birliği ile diğer işlemlerin birlikte yürütülmesi gerekmektedir. Yani; gümrük birliği tam üye olan ülkelerle imzalanıyordu.

Bu antlaşma tam anlamı ile imam nikahı ile evlenmeye benziyordu.

GB’ne girince medya müjdeyi verdi:

“Artık Avrupalı olduk!”

“Yalandan kim ölmüş”

“Yalan söyleyin, nasıl olmasa inananlar olacaktır

GBA yürürlüğe girdikten sonra başta sanayi odaları, sendikalar ve bazı medya organları uygulamayı görmeye başlayınca “Türkiye’nin tam üye yapılmadan tek yanlı olarak AB’ye bağlandığını ifade etmeye başladılar.

Dönemin; Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı günümüzde Bakan olan Sn. Zafer Çağlayan; ilgili kurum, kuruluş ve kişilere gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

“AB ile Türkiye arasında imzalanan ve yürürlüğe giren GBA’sı, Türkiye’ye tam üyeliğin tüm sorumluluğunu yüklemiş fakat AB’nin mali imkanlarından çok sınırlı ölçüde yararlanma imkanı sağlamıştır.
……..
Bu durum haksız rekabet oluşturduğu gibi, Türklere ikinci sınıf insan muamelesi de yapılmış olmaktadır.
…….
ASO olarak, bu haksız uygulama ortadan kalkıncaya kadar ısrarla mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Mal geçişi, özellikle Türkiye’ye mal girişi, serbest ama Türkiye’den AB’ye gidecek iş adamlarımıza visa uygulaması var. Bu nedenle Türk iş adamları Avrupa’ya gidip mal satamıyorlar. (O günlerde yurtdışına gidip geliyordum ve gümrük kapılarında vatandaşlarımıza nasıl davranıldığını gözlerimle gördüm.)

AB ile tek taraflı bir antlaşma imzalandıktan sonra ipin ucu bir defa kaçmıştı bundan sonra da verildikçe verildi. Türkiye egemenlik hakkını tek yanlı devretmiş olduğundan bu tarihten sonra Türkiye - AB arasındaki görüşmeler, Türkiye’yi tek yanlı bağlayacak antlaşmalar, Kıbrıs, Ege, Ermeni tasarıları, Patrikhane ve Güneydoğu üzerinde yoğunlaşmaya başladı. GB’ne tek taraflı girdiğimiz için dış ticaret açığımız da yıldan yıla artarak büyümeye başladı.

Lozan’ı resmen imzalamamış olan ABD ile içlerindeki acıyı unutamamış olan AB Ülkeleri bu süreçte yapılan anlaşma ve görüşmelerle Türkiye’yi Lozan’dan Sevr’e doğru sürüklemeye başlamışlardır.

Ama unuttukları bir şey vardı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru olan ve cumhuriyeti koruyup kollamakla yükümlü olan ulusal kimlikli TSK.

Buradaki sorun ne idi?

Türkiye yaklaşık 50 yıllık NATO üyesi bir ülkedir ve AB kendi güvenliği için kurduğu “Avrupa Güvenlik ve Savunma Komitesi-AGSK” kapsamında NATO’nun, dolaylı olarak Türkiye’nin askeri gücünü ve alt yapısını kullanmayı planlıyordu. Bu amaçla, AGSK’ de GB gibi antlaşma yapmak istiyor fakat TSK yapısı ve görevleri nedeni ile, politikacılar gibi pasif davranmayıp söz konusu komitenin içerisinde tam yer almadıkları yani yetki ve sorumluluklarının açık olarak neler olduğunu görmedikleri sürece, imkanlarının kullandırılmayacağını bildirmişti. İşte sorun burada başlıyordu. Çünkü Türkiye AB’ye tam üye değildi. TSK’nın, AGSK’nın içerisinde yer alması demek Türkiye’nin tam üyeliği demekti. Bu nedenle TSK’nın devre dışı bırakılması gerekiyordu. Çünkü TSK, AB için bir potansiyel tehlike idi ve bu tehlikenin uzaklaştırılması için; bazı sermaye grupları, bazı medya unsurları, bazı politikacılar, bazı akademisyenler, bölücü terörün siyasal uzantıları vs. hemen devreye sokuldu ve Şemdinli örneğinde olduğu gibi bazı senaryolar uygulanmaya başladı.

Böylece; Atatürkçü düşünce ve felsefe yavaş yavaş gözden düşürülecek ve TSK ulusalcı ve Atatürkçü kimliğinden uzaklaştırılıp sivillerin denetimine alınarak tehlike savuşturulmuş olacaktı.

AB’ye göre; PKK, tarikatlar, Sivil Toplum Kuruluşları politika yapabilir ama TSK yapamaz. Bunun için Mili Güvenlik Kurulu kaldırıldı. Ardında başlatılan sahte darbe söylentileri ve diğer senaryolarla TSK’nın yıpratılmasına halen devam edilmektedir.

Yapılan mutabakat, antlaşma, zirve vs. dikkatli bir şekilde incelendiği zaman AB’nin TSK’yı neden istemediği ortaya çıkmaktadır.
 
Üst