Ahmet Yesevİ Hazretlerİ

AŞİNA

Dost Üyeler
Katılım
20 Şub 2008
Mesajlar
2,406
Tepkime puanı
0
Puanları
0
1. Anlatım

hoca%20ahmet%20yesevi.jpg
Hz. Ali soyundan Şeyh İsmail'- in oğlu olan Ahmet Yesevi, Türkistan'ın Seyram kentinde doğdu. Ahmet, gençliğinde amcası Arslan Bab'dan manevi terbiye ve tasavvufi eğitim gördü. Babasının da menkıbeleriyle tanınan bir şeyh olması, onun çevresinde benimsenmesini kolaylaştırdı.



Arslan Bab'ın vefatından sonra Hoca Yusuf Hamadani'ye katıldı. Ahmed Yesevi, YusufHamadani'nin sohbetinde yetişip kemale erdikten sonra onun dört halifesinden biri oldu. Yusuf Hamadani'nin ölümünden sonra bir süre şeyhlik yapan Ahmet Yesevi, daha sonra manevi bir işaretle müritlerini Abdülhalik Gücdivani'ye bırakarak Yesi'ye döndü.



İslam'ı basit bir şekilde ve tasavvufi motiflerle halka sunan Ahmed Yesevi, Orta Asya Türkleri'nin Müslüman oluşunda önemli bir rol oynadı. Yesevi, ilmini halkına aktarmada 'Hikmet söyleme'yi bir yöntem olarak kullandı. Yesevi hikmetlerini eski Türk edebiyatında yaygın olan ve yine çoğu zaman halkın eğitimi amacıyla kullanılan hece veznindeki dörtlük şiirler şeklinde Türkçe olarak söyledi. Yesevi'nin yazdığı dörtlükler daha sonra "Divan-ı Hikmet" adıyla kitap haline getirildi.



63 yaşında halvet



Yesevi'nin eğitim anlayışında nefsi terbiye edip gerçek aşka yönelmek önemli bir yer tuttu. O, kendi hayatını aktardığı hikmetlerinde, kendi nefsiyle ne kadar büyük bir mücadele verdiğini de anlattı. Ahmed Yesevi, Hz. Muhammed'in öldüğü yaş olan 63'e geldiğinde halvete girdi. Yaptırdığımezar şeklindeki halvethanede ölünceye kadar ibadet etti. Öğrencilerine eğitim vermeye halvethaneden devam etti. Yesevi'nin tekkesinde zaman zaman mürit sayısının 99 bine ulaştığı söyleniyor. Ahmed Yesevi zamanını üçe ayırır, günün büyük bölümünü ibadet ve zikirle geçirirdi. İkinci bölümde talebelerine eğitim verir, üçüncü bölümde ise geçimini sağlamak üzere tahta kaşık ve kepçe yaparak bunları satardı.



Âşk küpü



2. Anlatım


Hazret-i Türkistan ve Pir-i Türkistan gibi lakaplarla anılan Ahmed Yesevi içinde bir çok rivayet dilden dile dolaşmakta. Bu rivayetlerden birisi şöyle: Ahmed Yesevi'nin halvethanesinde birçok mürid biraraya geldi. Ancak burası dar bir yer olduğu için müridler çok terlemişler ve ter ortalığa saçılmıştı. Müridler, halvethanenin alt kısmına bir küp koyup ağzını açtılar. Sızan ter o küpe doluyor ve küpün içinde güzel bir şerbete dönüşüyordu. Sufiler de bu şerbetten içiyorlardı. Sonradan bu küp, Aşk Küpü (Hum-i Aşk) diye meşhur o



Hoca Ahmet Yesevi, Ortaasya'dan Balkanlara Türklüğümüzü Müslümanlığımızı borçlu olduğumuz büyük veli...

"Dil" imizin gelişmesini, zenginleşmesini O'na borçluyuz.

"Din"imizin sapık görüşlerden arındırılmış, doğru yorumunu O'na borçluyuz.

"Milli Kültür " ümüzün inançlarımıza sımsıkı bağlı oluşumunu O'na borçluyuz.



O'nun yaşadığı çağda Ortaasya Türk toplulukları İran üzerinden gelen dini ve kültürel bir istilanın tehdidi altında idi. Göçebe/Yerleşik, dağınık Türk topluluklarının hepsi İslamiyet'e girmiş değillerdi. İslamiyete girenler de, henüz bu yeni dinin esaslarını tam özümsememişlerdi. Hoca Ahmet Yesevi, tam bu sırada ortaya çıktı. Bilgili, görgülü bir aile ortamında dünyaya gelmişti.İyi bir eğitim görmüş; bölgenin ilim merkezi Buhara Medresesi'nde din ilimlerini ve zamanın diğer bilgilerini tahsil etmiş; devrin büyük bilgini Yusuf Hamedani'den "Tasavvuf" dersleri almıştı. Hz. Ali soyundan geliyordu.



Kazakistan'ın Sayram kasabası'nda doğdu.Doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Babası İbrahim Ata ( Şeyh İbrahim ), annesi İbrahim Ata'nın bağlılarından Sayram'lı Musa'nın kızı Ayşe Hatun..

İsmi Ahmet, lakabı "Yesevi".. Yesi'li Ahmet / Ahmet Yesevi.. Künyesini, doğduğu yer olan Sayram'dan değil, ilk öğrenimini yaptığı; müfekkiresinin oluştuğu, ününü ve hizmetlerini kıt'alar ötesine taşıyacak fikri yoğunluğun saf, temiz, gencecik sinesine yüklendiği "Yesi"den aldı.



İlk öğrenimini "Yesi"de yaptı.Arslan Baba'ya intisab etti.Bu ilk öğretmeninin irtihalinden sonra ünlü mutasavvıf Yusuf Hemedani'ye bağlandı.O devrin ilim merkezi Buhara'ya geldi. Buhara medresesinde İslam İlimleri tahsil etti.Bir taraftan O devrin bütün ilimlerini en üst seviyede tahsil ederken, diğer yandan ünlü Hemedani'den manevi eğitim aldı. Ahmet Yesevi şeyhinin vefatı üzerine Buharada bir süre kaldı, olgunlaşmasını burada tamamladı.



Daha sonra Yesi'ye döndü.Ömrünün sonuna kadar orada kaldı.10 binlerce öğrencisini orada yetiştirdi. Sadece Maveraünnehir değil, bir eliyle uzakdoğuyu, diğer eliyle Avrupa içerilerini ve bu ikisi arasında kalan ne kadar "bölge","ülke" varsa oralar insanını Kur'an ve Sünnet temelinde tutacak "Müfredat"ını, "Program"ını orada geliştirdi, pekiştirdi.



Böylece Yesi, Ahmet Yesevi'ye hem O'nu barındıran bir kutlu beşik; hem bildiklerini öğrencileri üzerinde deneyerek tecrübeye dönüştürdüğü bir labaratuvar; hemde ilk Hoca'sından aldığı "Emanet-i Peygamberi"yi bir dönülmez iman, sarsılmaz irade ve hayat veren ideolajya olarak bilediği atölye oldu.



Fikirleri



Hikmet Metodu" Hoca Ahmet Yesevi ve takipçilerinin "İslamı Tebliğ" metodu sevdirici, bütünleştirici, okşayan-teşvik eden-ısındıran, güleryüzlü bir metod idi. O'nun İslamiyete "Hikmet" metoduyla davet ilahi emrine tam mutabık şiir, deyiş/söyleyiş ve anlatımlarına "Hikmet" adını vermesi sebepsiz değildir.Nitekim bugün Kültür Bakanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından neşredilen "Hikmet" kitaplarında yer alan şiir ve deyişlerinde



Ahmet Yesevi "Kuran" ve "Sünnet"e tamamıyla sadık çağrılar, tembihler, ikazlar yapmakta; fakat bu davet ve ikazları gönüllere hitabeden bir tarzda sunmaktadır.Bu metot, Kur'anın yukarıda ifade edilen ayette özetini bulan İslami tebliğ usulünün ta kendisi olduğu gibi; İslami tebliğdeki "İnsanlara akılları ve anlayış seviyeleri"ne göre hitabedilmesi prensibinin de gereğidir.O'nun;



"Nice desem, işitici-bilen hani Habersize desem, gönlü karışır, dostlar"

deyişi, bu konudaki hassasiyetini gösterir.



"Yedi Prensip" Ahmet Yesevi'nin fikir ve hizmetlerini en iyi yorumlayan Namık Kemal ZEYBEK,
kendine mahsus espri ve buluşuyla O'nun İslamiyete getirdiği evrensel yorumu "7 ilke" olarak öne çıkardığı prensiplerle izah eder.



Allaha Aşk'la Bağlılık İslamiyet Allah'a imanı, Allah'a yöneliş ve herşeyin Allah anlayışında odaklaşması prensibinde görür. Böylece imanı, kişinin ve toplumun pratik hayatına indirger ya da kişi ve toplumun yaşayacağı hayati prensipleri Allah'a "aşk" derecesinde bağlanmakta bulur.
İhlas Kişinin müslümanlığı riyasız, gösterişsiz, maddi menfaat gözetmeyen müslümanlık olmalıdır. Gündelik siyasetten, ticaretten, maddi-manevi kişisel çıkarlardan azade bu içtenlikli müslümanlık, Kur'an ifadesiyle "ihlas" adını alır.



İnsan Sevgisi İnsan sevgisi, İnsana hizmet İslamiyetin emridir.Zira insan, Yaradan'ın yeryüzündeki temsilcisi ve O'nun kuvvelerinin bir özetidir. İnsan yaratılanların en şereflisi, en kutlusudur. İslamiyetin amacı, insanın huzur ve mutluluğudur.



Müsamaha / Hoşgörü Dil, din, renk, cinsiyet farkı gözetmeksizin tüm insanlara, tatlı dil, güleryüz ve hoşgörü ile yaklaşmak, Hz.Peygamber'in tebliğine muhatab olma müşterekliğinin gereğidir. Bu anlayış Yunus Emre'de "Yaratılanı hoşgör, yaratandan ötürü" tarzında ve veciz bir şekilde özetlenmiş ve ifade edilmiştir.



Kadın-Erkek Eşitliği İslamiyet kadın ve erkek arasında eşitliği, yetki ve sorumluluk dengesini getirmiştir.Kadın ve erkeğin "Aile" içerisindeki hak ve görev sınırları belirlenirken toplum içerisinde işte, üretimde, yönetimde, sosyal hak ve faaliyetlerde de adalet ve nesafet ölçüleri içerisinde gerekli kriterler, sağlam köşetaşları şeklinde yerli-yerine konulmuştur. "Kadın Hakları" konusunda, beşeri hiçbir sistemde görülmeyen; ilahi "İnkılap" tarzındaki bu hükümler, Ahmet Yesevi Misyonunda sadece teoride değil, uygulamada da gerçek yerini almıştır.



Emek ve İşin Kutsallığı "Emek" ve "İş" kutsaldır."İnsan için çalışmasından başka birşey yoktur." Buna göre insanın geçiminin kendi öz emeği ile olması tercih edilmiştir."Kul Hakkı", "Kamu Hakkı", başkasının sırtından geçinmek, Allah'ın affetmediği haklardandır. Ahmet Yesevi Hazretleri, geçimini, bizzat çalışarak, elinin emeği ile sağlamıştır.



Bilim İslamiyet'in en önemli prensiplerinden biri de "Bilim"dir. Bilim İslamiyet'in üzerinde önemle durduğu ve insanı Allah'a yaklaştıran bir ilahi emirdir. Daha ilk vahiy ve emrinde bilimi işaret eden İslamiyet'in beşeri ve ilahi diğer din ve sistemlerden farkı, bu ilk emirde işaret edilen istikamet olsa gerektir.
Eserleri



Ahmet Yesevi bir yetkin, ergin, aydın kişi olarak Farsça ve Arapça'yı çok iyi bilmesine rağmen halka yöneldi; halkın dili ile konuştu, geniş halk kitlelerinin anlayacağı sade Türkçe ile "Hikmet" denilen deyişlerini / şiirlerini inşad etti / söyleyip yazdı.



99 bin'e ulaştığı söylenen öğrencileri O'nun "Hikmet"lerini köylere, şehirlere, mezralara, kışlak ve yaylaklara taşıdılar. Bu şiirler, deyişler, öğütler, hikmetli sözler olarak, özdeyişler halinde Türk Ordularının gittiği heryere ulaştı. Bu sebeple, ölümünden sonra da Türkçe şiir söyleme geleneği O'nun hikmetlerinden esinlenen yeni ergin kişilerce devam ettirildi. Hacı Bektaş Veli'ler, Yunus Emre'ler, Hacı Bayram'lar, O'nun erginlik ermişlikte de; şiir / deyiş ve tebliğde de takipçileri oldular. Şu muhakkak ki Türkçe edebiyat geleneğimizi; bir bilim ve sanat dili olarak Türkçemizi Ahmet Yesevi ve O'nun takipçilerine borçluyuz.



Hikmetler ve Muhtevası Ahmet Yesevi, bütün deyişlerini tebliğ ve nasihatlarını "Hikmet" adı altında söylemiştir. Bu tercih, bilinçli bir tercih olsa gerektir.Zira nahl Süresi'nin 125'inci ayetinde "Rabbinin yoluna hikmetle davet et" buyurulmaktadır. Bu tercihin isabeti şuradadır ki, Ahmet Yesevi'nin hikmetlerinde; ahlak kitaplarında "Ahlak-ı Hamide" olarak sayılan ahlaki prensipler tavsiye edilmiş; "Ahlak-ı Zemime" ise yerilmiştir.



Bu sebeple "Hikmetler", denilebilir ki, bir sosyal ahlak kitabıdır. Ahmet Yesevi'nin "Hikmetleri"i, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından "Divan-ı Hikmet"; Kültür Bakanlığı tarafından ise "Divan-ı Hikmetten Seçmeler" adı altında neşredilmiştir. Ahmet Yesevi'ye atfedilen "Hikmetler'in tamamı bu iki yayında toplanabilmiş değildir.



Risale "Risale" Ahmet Yesevi'nin ilim aleminde henüz tanınmayan bir eseridir.Kazakistanlı bilim adamı Muhammedrahim CARHUMMED-ULİ, "Hoca Ahmet Yesevi'nin Hayatı Hakkında Yeni Deliller ve O'nun Bilinmeyen Risale Adlı Eserinin İlmi Değeri" konulu makalesinde eserin bir yandan "El Yazma" nüshasının şekli tanıtımını yapmakta; diğer taraftan muhtevası üzerine bilgiler vermektedir.



Buna göre eski çağatay dilinde 88 sahife tutan eser, Ahmet Yesevi'nin dünya görüşünü ve İslamiyetin temel kurallarını kendine mahsus uslübuyla izah etmektedir. Hikmet'lerde olduğu gibi burada da insanlararası münasebetler ağırlıklı şekilde yeralmaktadır.Dini emir ve yasakların kişinin ahlaken olgunlaşması; toplum hayatının ahlaki kurallarla huzur ve güvene ulaştırılmasındaki rolü, kitapta somut örneklerle işlenmektedir.



TÜRKLER MÜSLÜMANLIĞI ARAP EGEMENLİĞİNİN DIŞINA ÇIKARIYOR



Türklerin Müslüman olduğu dönemde, Farsça unutulmaya yüz tutmuştu. İslam Dünyasının dili Arapça idi. Nasıl Musevilik İsrailoğullarının dini olarak kalmışsa, Müslümanlık da Arapların dini şekline dönüşmüştü. İşte bu dönemde yeni Müslüman olan Karahanlı Türklerinden Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig (Kutlu bilgiler ya da mutluluk veren bilgiler), Kaşgarlı Mahmud da Divan-ü Lügati’t-Türk adlı Türkçe eserler yazdılar.



Günümüze ulaşmayan diğer birçok eserlerin sayesinde Türkçe, kendini İslam Dünyasına edebi dil olarak kabul ettirdi. (Demek ki, Arapça’nın karşısında tutunan dil, üstün bir kültürün simgesi zannedilen Farsça değil, Türkçe olmuştu.) Bu olaylar Müslümanlığı, Araplara ve Arapça'ya mahsus olmaktan kurtardı. Çünkü o dönemde, İran’da Arapça’nın hakim olmasından başka, mimarisinde de tamamen Arap planı uygulanıyordu. Türkler, İslamiyet’in evrensel bir din olması için böylece ilk adımı attılar.



Türklerin dine karşı merakları, hükümdar sohbetleri dahil her yerde tartışmaları, dine bakışı geliştirdi. Kendi yapılarına göre dinde anlayış geliştirdiler. Semerkant doğumlu Türk asıllı Ebu Mansur Maturidinin geliştirdiği kelâm mezhebi, Türklerin Arap etkisinde kalmadan Müslümanlığı yorumlamalarını kolaylaştırdı. Bu mezhep konusunda kitabın Türklerin İstanbul’u Fethi bölümünde daha geniş bilgi verilecektir.



Savaşçılık özellikleri, İslamiyet’le birlikte "gazilik" ve "şehitlik" düşüncelerini oluşturdu. Türkler Müslümanlığı diğer birçok milletlere yaydılar. Afganistan, Pakistan, Bengaldeş, Hindistan’ın kuzey kısmı, Gürcü, Boşnak, Arnavut vb. milletlerin Müslüman olmalarında Türklerin aracılığı vardır. Böylece İslamiyet sadece Arapların dini olmaktan çıktı.



İlginç olan, Halifeliğin Türklere geçmesinden sonra, Avrupa’daki başka milletlerden Müslümanlığı kabul eden olmamasıdır. Arnavutlar II. Murat, Boşnaklar ise Fatih Sultan Mehmet döneminde Müslüman oldular. Eğer Kanuni Sultan Süleyman döneminde, İlayi Kelimetullah anlayışına farklı yönde ağırlık verilse idi, Macarlar ve Gök-Oğuz Türklerine İslamiyet'in tanıtımı için yeterince gayret edilebilirdi. Bu iki millet de, Arnavutlar ve Boşnaklara nazaran Türklerle akraba idiler. Macarların Müslüman olması, Avrupa’nın kaderini etkileyebilirdi. Çünkü o dönemde Macarlar Avrupa’nın kalesi sayılırdı. Nitekim Osmanlılar, onlarla boğuşmaya başlayınca daha ileriye gidemediler.



Karahanlılardan itibaren kitleler halinde Müslüman olan Türkler, Orta Asya’dan Anadolu’ya geçerken, Araplarla ciddi anlamda muhatap olmadılar. Daha çok Farslarla bir arada oldular. Bu nedenle, başlangıçta Arapların etkisinde kalmadılar. Daha önce Müslüman olan Türk gurupları için Maturidi gibi düşünürler önderlik yaparak, İslamiyete gerçekçi Türk anlayışının girmesini sağlamışlardı.



Şimdi ise Hoca Ahmed Yesevi gibi dini önderler (erenler), halk üzerinde etkili olarak, Müslümanlıkla birlikte Arap kültürünün alınmaması için uğraş verdiler. Eserlerini Türkçe yazdılar. Hoca Ahmed Yesevi’nin dergâhında, kadınlar da vardı. Yetiştirdiği öğrencileri ise dini bilgileri kuvvetli, kendileri dürüst ve insancıldılar. Bütün bu özelliklerinin yanında, mesleklerinde çok iyi olan uzmanlar olarak yetiştiriliyorlardı. Gittikleri yerlerde önce uzmanlıkları, ustalıkları ve dürüstlükleriyle kendilerini, içinde yaşadıkları topluma kabul ettiriyorlardı. Çevrelerinde sevilmeye, aranılmaya başladıktan sonra, dini öğretmeye çalışıyorlardı.



Divan-ı Hikmet adlı kitabı bulunan Hoca Ahmed Yesevi şiirlerini hece vezni ve halk edebiyatı nazım biçimlerine bağlı kalarak yazdı. (Zaten eski dönemlerde yazılı anlatım dili nesir değil şiirdi.) Şiirleri ve söylevleri halk tarafından kolayca anlaşıldığından gerek Orta Asya’da ve gerekse Anadolu’da asırlarca dilden dile dolaştı. Ayrıca en çok öğrenciye (mürid) sahip dini liderdi. Bu nedenle Türklerin, Arap kültürünü en az almalarında ve Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli bir rol oynadı.



Hoca Ahmed Yesevi ve çağdaşlarının yaptıkları yorumların etkisi, Fatih Sultan Mehmet dönemindeki ulemanın İmam Gazali tarafını tutması ve Yavuz Sultan Selim’in hilafeti İstanbul’a getirmesine kadar azalarak da olsa sürdü.



Türklerin özelliklerinden biri olan dinlere karşı merak duygusu, Müslümanlığın kabulünden bir süre sonra İslamiyet’in yorumlanmasına karşı merak şekline dönüştü. Müslümanlığın getirdiği yeni yorumlar ve heyecanla Türklerde bir çok bilim adamı yetişmeye başladı. Türkistan’ın Yangı ya da Otrar (bu bölgeye Farslar Farab diyorlardı) şehrinde doğan Farabi-Ebu Nasır Muhammed(870-950), ilk Türk filozofudur.



Platon ve Aristotoles’i çok güzel inceleyerek onların savunduğu “idea”ların kaynaklarını Kur’an’dan anlatılanlarla bağdaştırmış ve insanlara mutluluğun yollarını anlatmaya çalışmış ünlü bir filozoftur. El-Biruni (973-1051), Nasreddin Tusi (1201-1274) ve Uluğbey-Muhammed Turgay-(1394-1449) gibi Türk bilim adamlarının ilme yaptıkları önemli katkıları unutmayan NASA yetkilileri, bu üç alimin adlarını Ay’daki üç kratere verdi. Yine bu dönemde yetişen İbni Sina’nın (980-1037) tıp alanındaki başarıları bilinmektedir.



Hilafetin Türklere geçerek etkisini göstermesine kadar Türklerde çok sayıda ilim ve fikir adamı yetişmiştir.(Bu dönemlerde kültür olarak Türklerden daha üstün olduğu iddia edilen Çin’de bu ayarlarda bilim adamı yetişmemiştir. IX. Yüzyılın sonlarında Çin’de matbaanın kullanılması bilimdeki ileriliği göstermemektedir. Çin’deki bu gibi gelişmeler deneysel nitelikli teknikle sınırlı kaldı. Bilimsel gelişme sağlanamadı.)



Müslümanlığın getirdiği yeniliklerden birisi de, Türklerin geçmiş tarihlerinde sadece Tabgaçlarda görülen bilim ve sanat koruyuculuğu sevgisinin, bütün Türk boylarında görülmeye başlamasıdır. Türklerin İslamiyet’ten kazançları olduğu gibi, Müslüman ülkelerin ve insanlarının da Türklerden kazançları oldu. Yani etkileşme karşılıklı oldu. (Türklerin Müslümanlığa getirdikleri yorumlara ve yaşayış tarzlarına, günümüz dünyasının ihtiyacı geçmişten daha fazladır.)
 
Son düzenleme:
Üst