Soğuk Savaşın simgelerinden biri olan Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra Baba Bush ile Gorbaçov Malta’da bir araya gelerek “Soğuk Savaş”ın bittiğini ilan ettiler.
Kısa vadeli düşünen ve ilerisini göremeyen yöneticiler, soğuk savaşın bittiğinin ilan edilmesi ile birlikte ABD’nin gözünün Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine döndüğünü, buralarda ABD’nin talimatı ile bazı okullarının açılmaya başlandığının ne anlama geldiğini anlayamamışlardı.
Soğuk savaş bitmişti ama ABD’nin; Türkiye’den İslamlaşma politikalarını bırakıp laikliğe dönmesini beklediği yoktu. Çünkü, soğuk savaşın sona ermesi, ABD’yi, temelini Said-i Kürdi’den alan “Ortadoğu’yu etnik ve mezhepsel eyaletlere bölüp din temelinde ve kendi güdümünde bir federasyon çatısı altında birleştirme” stratejisi olan BOP’u uygulamaktan uzaklaştırmamıştı.
Gözlerden kaçan, ABD’nin 1946’da ortaya koyduğu “Soğuk Savaş” stratejisinin asıl amacının; SSCB’yi yıkmak veya durdurmak değil, ABD’nin önderliğinde “Tek Dünya Devleti” kurmak üzere ABD’ye bağlı “Dine Dayalı Bölgesel Federasyonlar” meydana getirmek olduğudur.
Bu amaçla; soğuk savaş döneminde oluşturulmaya başlanan; “Avrupa Federasyonu (Yani AB)”, Ortadoğu Federasyonu (Yani Türkiye önderliğinde Ilımlı İslam Topluluğu), Asya Federasyonu (Yani SSCB’den ayrılan Türk Cumhuriyetleri) SSCB yıkıldıktan sonra dağılmak üzere değil Tek Dünya Devleti Çatısı altında toplanmak üzere planlanmıştı.
Bu gelişmeler çerçevesinde, 1990 yılında CIA’nın yan kuruluşu olan RAND Corporation PKK’ya İslamlaşmayı öneriyor, Suudi Arabistan Rabıta Örgütü ise American Cornelle Üniversitesi işbirliği ile Kıbrıs’ta bir İslam Üniversitesi kurulmasına çalışıyordu.
CIA görevlisi ve CFR üyesi olup kendisini “ Anglo-Protestan Yahudi” olarak tanımlayan Samuel Huntington şöyle diyor:
“Türkiye İslam alemine önderlik bakımdan eşsiz bir yere sahip. Eğer Türkiye bir batılı ülke olma ısrarından vazgeçer, modernleşme ve demokrasinin bir İslam ülkesinde de mümkün olduğunu göstermeye daha çok ağırlık verirse bütün dünya ve islama büyük model olur. Demokrasinin mutlaka laikliğe dayanması gerekmez.”
CIA ajanı Paul Henze 1993 yılı Türkiye raporunda şunları yazıyor:
“Atatürk ilkeleri, yeni dünya düzeni ile birlikte ölmüştür. Aydınların imam-hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen kökten dincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir. Nurcular ilericidir. Nakşibendiler geriye dönük değildir.”
CIA ajanı Grahem Fuller’de:
“Zorunlu batılılaşma Türk toplumunda bazı yaralar bıraktı. Kendi Osmanlı tarihini, İslam geleneklerini sevenler vardı. Batılılaşma islamiyeti aşağılayan bir hale dönüşünce bu bir memnuniyetsizliğe yol açtı. Kemalizm’in sonuna geldiğini ve belki sonuna gelmesinin iyi olduğunu söyledim….
“…Liderler ölüyor. Önce bedenleri sonra zaman içinde düşünceleri siliniyor. Oysa Kur’an ve İncil yaşıyor…”
CIA güdümündeki bazı ABD’li bilim adamları:
“Türkiye’nin Yeni Dünya Düzeni içindeki yeri ılımlı islamdır. Kemalizmi bırakmalıdır. Batının çıkarı, Türkiye’nin batıda değil, ılımlı islamla bütünleşmesindedir.” diyor.
Bu kapsamda bazı ABD’li eski devlet adamları, laik Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’da tekke binası açılışı yapıyor ve 1996 Habitat toplantısında BM Genel Sekreteri Butros Gali Cumhurbaşkanı S. Demirel’i kürsüye ”Türkiye Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” diye çağırıyor.
Bill Clinton; yaptığı bir konuşmada İslamların başında bir halife görmek istediğini açıklıyordu.
Zaten; 2nci Dünya Savaşından sonra, hem iç hem de dış siyasetini bağımsız olarak yürütemeyen Türkiye, ABD’nin ılımlı “İslam Projesi” kapsamında giderek “Laik”likten uzaklaşmaya başlamıştır.
Geçtiğimiz birkaç yıl öncesinde olan olaylardan bazılarını hatırlayınız!
Hükümetin bir milletvekili, TBMM’den Atatürk resimlerinin ve meclis içerisinde bulunan Muhafız Taburu’nun kaldırılmasını istemişti.
O gün bunları isteyen zihniyet, doğal olarak, bu günde okullardaki “Atatürk Köşeleri”nin, devlet dairelerindeki Atatürk fotoğraflarının kaldırılmasını isteme cesaretini gösterecektir.