Bir Zamanlar...

Makbule ÖTÜKEN

Onursal Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
532
Tepkime puanı
0
Puanları
0
BİR ZAMANLAR...

Bundan 38 yıl öncesini aradım 17 Mart Cuma günü eski Lefkoşa’da. Karar vermiştim gece yatmadan önce; sıkça yaptığım gibi yine belediye otobüsüyle Lefkoşa’ya inecektim. İlk uğrak yerimi saptamıştım. Polis Sokağı köşesindeki Mahkemeler arkasındaki köşedeki Mahmut Paşa Türbesini ziyaret edecek, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın “Çok Kolay Okunabilen Bilgisayar Hatlı YASİN, TEBAREKE… surelerinin”yer aldığı kitaptan Yasin-i Şerif okuyacaktım. Nitekim öyle de yaptım. 1571 de Kıbrıs’ın Fethi sırasında şehit düşen Mahmut Paşa ve bu toprakları bize vatan tutmak için canlarını feda etmekten çekinmeyen tüm şehitlerimizin ruhu için Yasin okudum.

Sonra ayaklarım beni Yusuf Kaptan Sahası karşısında Güneydeki düğünümden sonra ilk oturduğum İstanbul Sokak 46 No’lu apartmanın önüne götürdü. 7 Nisan 1974’de taşınmıştım çiçeği burnunda yeni gelin olarak o daracık apartmanın ikinci katına. 15 Temmuz 1974 de Rum tarafında askeri darbe olup da Rumların birbirini öldürdükleri o günlerde yoğun silah sesleri duyuluyordu. Birkaç gün sonra silah seslerini ta yakınımızda duymaya başladık. Rumlar, kendi aralarındaki hesaplaşmayı sonuçlandırmamışlardı ama birkaç gün içinde Türk kesimine silahlarının namlularını çevirmişlerdi.

Halkımız tedirginlik ve telaş içindeydi. Ne olacaktık? O tarafta Darbe olmuştu. Darbenin asıl hedefinin Kıbrıs’ın tümünü Yunanistan’a bağlamak amaçlı olduğunu biliyorduk. O sıralarda,(Kıbrıs Radyo Corparasyonu) Devamlı ‘bekledim de gelmedin’ şarkısını çalmakta; aklı sıra bizimle alay etmekteydi.

20Temmuz 1974 şafağında Selimiye Camisinin minarelerinden önce sabah ezanı okunuyordu. Bir fevkaladeliğin olduğunu fark ettik üst kattaki komşumuz Zarif Hanım, Nurettin bey ve çocuklarıyla. Çünkü sabah ezanın ardından Selimiye’nin minarelerinden “Ey Şanlı Ordu! Ey Şanlı Asker!...diye marşlar yükselmekteydi. Meğer Girne ‘sahillerinden Türk Silahlı Kuvvetleri Adaya barış ve huzur getirmek üzere ayak basıyordu. Kıbrıs Türkünün topyekûn katledilmesini önlemek için; Türkiye Cumhuriyeti Garantörlük Hakkını kullanarak Adaya asker çıkarıyordu…
15 Temmuz Darbesi ve ardından birinci ve ikinci Barış Harekâtı sırasında yaşadıklarımızı yazmayacağım. Zira o günleri bir köşe yazısına sıkıştırarak yazıp anlatmak mümkün değil!

* * * * *

Reşadiye sokağa yöneldim. Tam köşede yıllardır ayakkabı tamirciliği yapan Süleyman Özyaprak’ın dükkânı yıllara meydan okurcasına durmaktaydı. Dükkâna yaklaşırken Süleyman Bey dışarıya çıktı. Beni görünce bana gülümseyerek tekrar geri döndü. İçerde sohbete başladık. Eski hatıraların üzerinden bir bir geçtik; raflardaki eski ayakkabılardan burnumuza kadar gelen eski gön kokusunu soluklayarak. Tellal’ın Mustafa’yı rahmetle anarken, enfes küp kebaplarının yıllar önceki tadına doyum olmayan lezzetini yeniden tattım sanki. Yanılmıyorsam (enişte Ahmet) lakabıyla hatırladığım beyefendinin BMW Galerisi vardı Mücahitler Sitesinin karşısında. Şimdiki OTO galerilerin yanında esamesi okunamayacak kadar küçüktü ama o yıllarda önemli bir yerdi. Orası DP’nin bölgedeki Parti binası olmuş. Berber Ahmet vefat etmişti. Dükkânı ise atıl vaziyetteydi. Sarsılmaz ve Tilki Şoför Okulları halen hizmete devam ediyorlar. Süleyman Özyaprak’a Muhtar ve bakkaliye sahibi İbrahim Çolakoğlu amcayı sordum: 2-3 yıl önce vefat ettiğini söyledi. Dükkânı Türkiye’den gelen bir vatandaş çalıştırıyormuş. Rahmetli Çolakoğlu; güler yüzlülüğü, yardımseverliğiyle hatırladığım çok muhterem bir esnaftı. Beni hep “GELİN” diye çağırırdı. Ruhu şad mekânı cennet olsun. Her aradığınızı bulurdunuz bakkaliyesinde. Hiç kıskançlığı yâda çekememezliği yoktu. Kendinde bulunmayan herhangi bir ihtiyacımızı nerede bulabileceğimizi söyler, bazen da yanımıza bir çocuk katarak ilgili yerden alışverişimizi sağlardı.

Nerde kaldı o iyi niyetlilik, yardımseverlik timsali esnaf anlayışı! O değerli insanlarla birlikte o erdemlerde bir bir toprak olmakta. Halk Fırını ve Bakkaliyesi ‘UŞAK RESTORAN’ olmuş. Yeni evlilik yıllarımız da eşimle sıklıkla uğradığımız yerlerdendi.

Ekmek kadayıfını iştahla yediğim Budak Pastanesi faaliyetteydi. Yıldızlar Restoran başka bir amaç için kullanılıyor. Anibal’ın önünden geçiyordum ki, içerisi ilkokul öğrencileriyle doluydu. Çağlayan’a doğru yoluma devam ederken dönüşte perhizi bozup Anibal’ın kebabını yemeliyim diye düşündüm. Nitekim öylede yaptım. Yemekteki öğrencilerin ŞHT. DOĞAN AHMET İlkokulu 3. Sınıf öğrencileri olduğunu; Hayat bilgisi dersinde konu yerel yemeklerimizmiş. Öğrencilere hem şeftali kebabının yapımı anlatılmış hem de yanında ayranla o enfes kebabı afiyetle yemişler.

Mimar ve Mühendisler Odasının önünden geçtim. Polis evleri kırık dökük kapı ve pencereleriyle harap vaziyetteydi. Mücadele döneminin son yılarlıda çoğu tarihi olaylara tanıklık yapmıştılar. İçim sızladı. Evlerin kullanılıp kullanılmadığını pek anlayamadan sağa dönerek KTÖS’ün yakınındaki sarı taştan yapılmış 16 numaralı eve yöneldim. O ev benim için çok önemliydi. Fikret KÜRŞAT ve TÜRKAN ablanın kiracı olarak oturdukları o evde ben bir ay kaldım. Bana ve eşime ağabeylik ve ablalık yaptılar. Düğünümüzde özellikle beni yalnız bırakmamışlardı. İçim burkuldu. Düğünümüz Bladanisya köyünde olmuştu. Türkan ablayla hem gelinlik kiralayan ve hem de diken Lefkoşa’daki tek dükkândan 5KL ye bir gelinlik kiralamıştık. Para ne gezerdi o zamanlar. Şimdiki gençler her istediklerini alabiliyorlar ama yine de hallerinden memnun değiller. Kiralık gelinliğin altına bana bir numara büyük gelen Türkan ablamın beyaz ayakkabılarını giymiştim. Ailem gelememişti düğünüme bu yüzden boynum büküktü..

Düğünde gelin ve damadın yakasına para takılması( işlenmesini) ilk kez görüyordum. Herse pişirilmişti koskocaman kazan da. Üzeri nar gibi kızarmış Fırın kebabı tepsi tepsiydi. Fırın makarnaları da aynen öyle! Düğüne gelenlere masalar kurulup bu leziz yemekler ikram edilmişti. Yanın da aşırıya kaçmamak kaydıyla içki de vardı. Müzik ekibi ‘KURŞUNİLER’ idi. Özgün müzikleri birbirinden güzel şarkı ve türkülerleriyle kendini düğün havasına kaptıran İnsanlar düğüne gelmiş olmanın hazzını ve coşkusunu yaşıyorlardı. Düğünler genelde üç dört gün devam ediyordu. Geline mutlaka kına yakılıyordu. İçinde su dolu üç- dört bardağı arasına kâğıt koyarak başı üstünde koyup, hiç dökmeden oyun oynayan gençlerin gösterisi de izlemeye değerdi. Havaya birkaç el silahla ateş açıldığını, İngiliz üslerinden konuklarında düğüne neşeyle katıldıklarını söylemeliyim.

Artık her güzel şey gibi bu güzel anılarda bir zamanlar vardı. Şimdi dostlukların da, arkadaşlıklarında düğünlerinde tadı tuzu kaldı mı dersiniz?

Tüm Türklük âleminin Türkiye’mizin Halkımızın Bahar Bayramını kutlarken, illaki ağaç dikelim; çevremizi koruyalım diyorum.
 
Üst