Bu nasil millî irade?

Volkan

-Otağ Hanı-
Katılım
20 Haz 2008
Mesajlar
969
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Altaylar
Ulu Önder Mustafa Kemal, çürümüş Osmanlı’dan sonra kurduğu yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni, milletin iradesi egemenliğine dayandırmıştı. Çünkü uygar Türk cumhuriyetinde güç, Osmanlı’da olduğu gibi padişahın değil, artık doğrudan Türk milletinin elinde bulunmalıydı. Bunu sağlamak için Mustafa Kemal ATATÜRK, millet meclisi açtı ki burada, milletin seçtiği kimseler yine milleti temsil edecekti. Gelin şimdi o Meclis’te gerçekten milletin iradesi temsil edilip edilmediğine bir bakalım…

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Milleti’nin her bir bireyinin istek ve görüşlerini temsil etmekle görevli kimselerin, yani milletvekillerinin bulunduğu bir yerdir. Burada bulunan milletvekillerinin asli ve tek görevi, vekili oldukların şehrin her bir bireyiyle tek tek görüşüp, bunların istek ve taleplerini Meclis’e taşımak, diğer şehirlerin vekilleriyle görüşüp istişare ederek ülke genelinde vatandaşların taleplerini değerlendirip çözüm üreterek, hükümeti bu çözümü uygulamaya sevk etmektir.

Ama bizim ülkede bu galiba biraz değişik oluyor. Milletvekillerini, yani milletin vekili olması gereken kişileri millet değil, iktidar olacak partinin genel başkanı seçiyor. Pek çok, hatta pek çok değil şehirlerimizin tümü, kendi vekilini tanımıyordur. Çünkü seçim zamanı hiç kimse gidip, “yahu beni kim temsil edecekmiş, bir yol bakalım bakalım” deme gereği duymuyor. Bunu demek yerine, götürüp oyunu partiye veriyor. Yani kendisini temsil etme sorumluluğunu kime yüklediğinden bile haberi olmuyor. Tabi siyasi partiler, bunu çok iyi kullanıyor. İşte demokraside diktatörlük, bu şekilde kuruluyor.

En büyük gücün millet iradesi olduğu bir ülkede, milletin vekilleri kesinlikle milletin istekleri dışında bir iş yapamazlar. Ama millet sorup sorgulamazsa bal gibi yapıyorlar. Normal işleyişe göre Meclis, bir yasa çıkartacağı zaman, bütün milletvekilleri, vekili oldukları şehre gidip vekili olduğu insanlarla görüşmeli ve Meclis’e gelip vekili olduğu vatandaşlarının bahse konu yasa hakkındaki düşüncelerini açıklayarak, ona göre yasaya destek vermeli veya karşı çıkmalıdır. Peki bizim ülkemizde bu iş böyle mi yürüyor? Bence hayır! Bizim ülkemizde bu iş, parti genel başkanlarının direktifleriyle oluyor. Çıkacak bir yasa hakkında parti genel başkanı, kendi (milletin değil) milletvekillerini talimatlandırıp, aday yasanın lehinde ya da aleyhinde oy kullanmaya sevk ediyor ve vekiller de seve seve bu işi yapıyorlar.

Peki nerede kaldı millet egemenliğine dayalı yönetim sistemi? Duman oldu gitti. Çünkü bütün iş yine bir kişinin, parti genel başkanının kararında noktalandı.

Şu son günlerin en çalkantılı konularından biri olan Sosyal Güvenlik Yasası bugün Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. Sendikaların bin bir protestolarla karşı çıktığı, ailelerin çocuklarını bir an önce sigortalatmak için kuyruklara girdiği bu yasayı onaylamak için hangi milletvekili gelip sizin görüşünüzü aldı? Henüz ne bu yasada, ne de çıkacak olan başka bir yasada benim görüşümü alan bir milletvekili olmadı. Peki sizce bu durumda, ülkeyi idare eden milletin iradesi mi, yoksa siyasi partiler mi? Başınızı ellerinizin arasına alıp bu soruya bir cevap verin bakalım, ulaştığınız sonuç ne olacak?

Hakim olanın milli irade değil, siyasi parti olduğu ülkemizde, ne yazık ki vatandaşlara her türlü saygısızlık yapılabiliyor. Vatandaşların oyuyla ülke yönetimine gelenler, yine dönüp vatandaşa hakaret edebiliyor. Eğer gerçekten milletin iradesinin hakim olduğu bir yönetime sahip olsaydık, hiç kimse vatandaşa hakaret edemezdi. Fakat milli iradeye değil, parti genel başkanlarının inisiyatifine bağlı olarak idare olunduğumuz için, vatandaşların hiçbir fonksiyonu yoktur. Nasıl olsa vatandaşın bir şeyi istemesi ya da istememesi önemli değildir. Önemli olan milletvekilleridir ve ne de olsa vatandaş o milletvekillerini hiç tanımadığı hâlde götürüp reyini vermektedir.

Geçenlerde basında çokça konuşulan bir söz atıldı ortaya. Mankenin biri çıkıp “çobanın oyuyla benim oyum bir olamaz” dedi. Bu mankenin çobandan ne kadar çok eğitimli olduğu tartışılır ama söylediği söz, taşıdığı anlam bakımından dikkatimi çektiği için bu söze de değinmek istiyorum.

Tarih boyunca her zaman, zeki insanlar üretmiş, üreten insanlar da diğer insanlara hükmetmiştir. Bu, bugün de değişmeyen ve muhtemelen hiç değişmeyecek olan bir tarihi, tarihi olmaktan da öte bir doğa kanunudur. Böyle olduğu için milletçe, yükselmek ve rahat bir yaşam sürmek için eğitimli olmaya mecburuz. “İnsanlar hak edildiği şekilde yönetilir” demişler. Bu demektir ki zeki, ileri görüşlü ve ülkesini milletini seven insanlar tarafından yönetilmek istiyorsak, bizler de bu özellikleri taşımalıyız.

Şimdi gelelim az önceki söze; biz ona çoban demeyelim de, doktorasını verip profesörlük için uğraşan bir kişi ile, okuma yazma bilmeyen ve ömrü boyunca yaşadığı yer dışında bir yer görmemiş birisinin hayata bakışını karşılaştıralım. Türk olmak şartıyla okuyan, eğitimini en iyi bir şekilde tamamlayan bir kişi, elbette hayatı boyunca köyünden dışarı çıkmamış kimselerden daha zeki ve bilgili olacaktır. Eğer bu ikisi size tavsiyede bulunacak olsa, galiba ilkinin tavsiyelerini dikkate alırsınız. Bunun, diğerini dışlamakla ilgisi yoktur. Fakat yaşam öyle bir şeydir ki; güçlülere en güzel nimetlerini sunuyor, güçsüzlere ise haklı dahi olsalar vuruyor. Bizler de milletçe, mutlu yaşamak için güçlü olmak, güçlü olmak için de aydın, çağdaş ve uygar kafalara sahip olmalıyız.

Bu çerçevede, elbette düşünen ve üreten beyinlerle hiçbir araştırma yapmadığı hâlde seçim zamanı üç beş ekmek ya da kömür ile oyunu satan kişileri birbirinden iyi ayırt etmek zorundayız. Çünkü memleket için neyin hayırlı, neyin zararlı olacağını kimin daha iyi ve doğru tetkik edeceği aşikârdır.

Okuma – yazma bilmeyen, kafasında sadece, hakikat diye inandığı çocukluğundan beri aşılanmış uydurma senaryolar olan, gerçek hayatla ilişkisi bulunmayan ve kafasına işlenen o dogmaları, bilimsel gerçeklerin tümünden daha üstün gören bir zihniyetin oyuyla seçilen ve bunlardan bir farkı bulunmayan milletvekilleri, nasıl olur da çağdaş ve uygar beyinli Türk insanlarını temsil edebilir? Bunun ne derece haksız bir durum olduğunu anlamak sanıyorum vicdanen düşününce çok da zor bir iş değildir.

Doğa kesinlikle boşluk kabul etmez. Eğer bir yerlerde bir boşluk varsa, hele ki bu boşluk bir otorite boşluğuysa bunu derhal doldururlar. İşte bugün de ülkemizde, millet kendi egemenliğine sahip çıkmadığı için parti genel başkanları bu boşluğu büyük bir mutlulukla dolduruyor. Öyle seçimden seçime gidip sandıkta oy vermekle egemenliğe sahip çıkılmaz. Çıkılmadığı için zaten bugün bu durumdayız. Siyasi partiler millete yaranmak için çalışacağına, milletin fertleri siyasi partilere yaranmaya uğraşıyor.

Bugün iktidar partisi olan AKP, hangi işini millete sorarak yapıyor? Türkiye’de, AKP’nin destek vermediği bir yasa çıkmıyor, karşı olduğu bir yasa da yürürlüğe giremiyor. Sizce sadece bu bile, ülkede bir AKP diktatörlüğünün kurulduğunu göstermiyor mu? Benim bildiğim bu iş, padişahlık sisteminde oluyor. Fakat ne yazık ki şimdi de durum böyle. AKP ve onun başındaki malûm adam, Türkiye’nin padişahı durumunda. Bunların karşı çıktığı bir şey, millet istese bile olmuyor. İstedikleri şey de millet tarafından kesinlikle karşı çıkılsa da hayata geçiyor. O hâlde ortada bir diktatörlük, bir monarşi vardır. Hâl böyleyken bunun aksini kimse iddia ve ispat edemez. Kim çıkıp “benim vekilim ta Ankara’dan gelip falanca konu hakkında benim görüşümü aldı” diyebilir? Bunu diyen bir kişiye rastlamadım. Bundan sonra da rastlayabileceğimi hiç sanmıyorum.

Artık Osmanlı psikolojisinden kurtulmak lâzımdır. Artık padişah yoktur. Baştaki kelli felli efendiler, çiftçiye “ananı da al git” diyen beyler, bizim, yani milletin sayesinde orada oturabiliyorlar. Artık bunun farkına varmanın çağıdır. Eğer tez elden bunun farkına varmazsak, iş daha kötüye gidecektir.

Eğer egemenlik milletin elindeyse, millet bu egemenlik gücünü kullanmalı, istemediği işlere karşı direnmelidir. Sessiz olana herkes bir tekme vurur. Fakat haksızlığın temel sebebi az önce de belirttiğimiz gibi, üç torba kömür ve iki dilim ekmekle alınan oylar sayesinde iktidar olanların, koca Türkiye’yi idare etmeleridir.

Ama yüce Türk Milleti’nin, kendi içindeki hainleri temizleyip varlığının ve gücünün farkına vararak, bu kötü gidişten kurtulacağına olan inancımızı kaybetmemiz de mümkün değildir.

Tanrı’dan, bu kurtuluşu bir an önce sağlamasını diliyorum.

 
Üst