“Demokratik Devrimler” “Sürekli Devrim”in Bir Parçası mı?

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
“Demokratik Devrimler” “Sürekli Devrim”in Bir Parçası mı?: Gürcistan ve Ukrayna Olaylarının Orta Asya’da Yansımaları*



M. Turgut Demirtepe

Son dört yılda Balkanlar ve Avrasya coğrafyasında görülen “demokratik devrimler” Soğuk Savaş sonrası taşların hala yerine oturmadığını göstermektedir. Sırbistan, Gürcistan ve son olarak da Ukrayna’da yaşanan rejim / hükümet değişimi “eski sistem / rejim kalıntıları”nın tasfiye sürecinde önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Bu değişim dalgasının Orta Asya’daki otoriter rejimleri de etkileyip etkilemeyeceği bir süredir tartışma konusu. Bununla birlikte, muhalefet hareketlerinin umutla, iktidarların ise tedirginlikle izlediği “süreç”in bölgede yeni “demokratik devrimler”e yol açabilme olasılığı koşulların henüz olgunlaşmaması nedeniyle zor görünüyor.

Muhalifler bölgedeki otoriter rejimlerin yoksulluk, yolsuzluk, insan hakları ihlalleri, politik baskı, temel hak ve özgürlüklerin yokluğu ile karakterize olduğunu öne sürerek muhtemel bir devrimin beklenebilir olduğunu iddia ediyor. Türkmenistan, Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı Niyazov’ın şahsında kişi kültü çerçevesinde şekillenmiş, hiçbir gerçek yada sanal bir muhalif oluşuma / sese izin vermeyen otoriter bir tek parti yönetimi ile yönetiliyor. Özbekistan ise görünüşte çok partili gerçekte Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un tek belirleyici olduğu bir siyasal sisteme sahip. Oliy Majlis, eski Komünist Partisi’nin yerini almış Xalq (Halk) Demokratik Partiyası ile hükümet yanlısı beş “sarı parti”nin yer aldığı Kerimov tarafından alınan kararları onaylama mercii olmanın ötesinde pek bir işleve sahip değil. İki ülkede de muhalefet şiddetle bastırılmakta ve sınırlı da olsa özgür bir basının varlığından bahsetmek mümkün değil. Bununla birlikte Özbekistan’ın muhalefet açısından göreceli olarak Türkmenistan’dan daha hareketli olduğu ve muhaliflerin her türlü baskıya rağmen yer yer seslerini yükseltebildikleri de aşikardır. Erk, Birlik, Ozod Dehkonlar gibi siyasal partilerin sıkı baskı ve takiplere rağmen varlığını hissettirdiği, özellikle Hizb-ut Tahrir gibi İslami hareketlerin yeraltında da olsa faaliyetlerini devam ettirerek önemli bir kesime ulaştığı bir gerçek.

Kırgızistan ve Kazakistan ise daha ziyade klan ve aile / soy bağlarına dayanan, her düzeyde çoğulculuğu ve siyasal sisteme katılımı sınırlayan bir kontrol mekanizmasına dayanan rejimlerle yönetilmektedir. Bununla birlikte, Kırgızistan ve Kazakistan bölgedeki diğer iki ülkeden (Türkmenistan ve Özbekistan) farklı olarak tüm insan hakları ihlalleri ve baskılara rağmen siyasal sisteminde muhalefete de yer veren kısmen daha açık rejimler olarak nitelenebilir. Kırgızistan, son yıllarda cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerindeki hileler, muhalefete yönelik baskı politikası, muhalif basına yönelik sindirme operasyonları ile bir zamanlar Orta Asya’daki “demokrasi adası” olarak nitelenen konumundan çok gerilere düşmüş durumdadır.

Bölge yönetimlerinin Gürcistan ve Ukrayna’daki “demokratik devrim”lere tepkisi bekleneceği üzere son derece olumsuz oldu. “Devrim”lerin arkasındaki Batı desteği, Batı ülkelerine ve ülkede faaliyet gösteren hükümet dışı organizasyonlara yönelik kuşkucu bakışı daha da pekiştirerek bölge yönetimlerini sert önlemler almaya itti. Bölgenin en otoriter rejimine sahip iki ülkesi Türkmenistan ve Özbekistan’da sıkı bir devlet kontrolünde olan basında olaylara ya hiç yer verilmedi ya da devlet başkanlarının ülke güvenliğinde istikrarın önemine işaret eden ve dolaylı olarak olaylara yönelik negatif tavrı yansıtan kısa açıklamaları yer aldı. İslam Kerimov, Gürcistan olaylarına kısaca Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze’nin istifası bağlamında değinerek, Şevardnadze’nin Gürcistan ve bölgesinde güvenliği ve istikrarı tehlikeye düşürmemek ve halkını iç çatışmalardan korumak amacıyla istifa ettiğini öne sürdü. Kerimov’un bu kısa değinisinin dışında olayların arkasındaki “karanlık güçler”e işaret eden bir iki küçük yorumun haricinde Özbek basını Gürcistan “devrim”i konusunda suskun kalmayı tercih etti.[1]

Gürcistan olaylarını müteakip Türkmenistan’da Niyazov aldığı bir dizi kararla baskı politikalarını daha da kesifleştirdi. 28 Kasım 2003’de Milli Güvenlik Bakanı General Batyr Busakov’u görevden alarak yerine daha genç ve güvenilir bulduğu Annagueldy Gummanov’u atadı. Bu olay, kuşkusuz, Gürcistan’da yaşanan Eduard Şevardnadze’nin kendi güvenlik personelinin karşı güçlere destek vermesine benzer bir olayla karşılaşmaktan tedirgin olan bir yönetimin kararıydı. Tedirginliğin boyutlarını açığa çıkaran bir başka nokta, Türkmenbaşı’nın Gürcistan ve Ukrayna “devrim”lerinin aracı olarak görülen hükümet dışı organizasyonlara karşı tavır alarak 21 Kasım 2003’de çıkardığı bir fermanla birçok kuruluşu kapatması ve mallarına el koymasıdır.[2]

Benzer şekilde, Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov George Soros’un desteklediği Açık Toplum Enstitüsünün Gürcistan “devrim”inde iddia edilen rolünü göz önüne alarak enstitünün ülkesindeki faaliyetlerine son verdi. Ayrıca Özbek yönetimi, Amerikan NGO’su olan Freedom House’in muhalif Erk Partisi’ne destek olduğu, International Republican Institute ve National Democratic Institute for International Affairs gibi diğer Amerikan NGO’larının resmi onayı olmayan politik organizasyonlarla kontağa geçerek anayasa karşıtı faaliyetlere destek verdiği savıyla ABD yönetimini sert dille eleştirdi.[3]

Kerimov 26 Aralık 2004 seçimleri sonrası yaptığı açıklamada Gürcistan ve Ukrayna’daki olayları ima ederek sık kullandığı bir retoriğe başvurup ““devrimlere” kesinlikle karşı olduğunu evrimci bir yol izlemenin Özbekistan için en ideal yol olduğu”nu ifade etti.[4] Konuşmasında ayrıca “devletin çeşitli sivil toplum örgütleri aracılığıyla ilerde ihtilal yapabilecek altyapıyı engelleyecek güçte olduğunu” belirterek “sivil toplum sendromu”nu açığa vurdu.[5] Ukrayna seçimlerine ilişkin yaptığı değerlendirmede de Gürcistan ve Ukrayna’da devrimin motor gücü olan Pora, Kmara ve Otpor gibi organizasyonların büyük finansal kaynaklara ve lojistik desteğe ihtiyacının olduğunu, dış yardım olmaksızın faal olamayacaklarını belirterek “devrim süreci”nde dış müdahalenin etkisine dikkat çekti.[6]

Kırgızistan lideri Aksar Akayev de benzer görüşleri dile getirmektedir. Gürcistan “devrimi”ni BDT ülkelerine yönelik bir meydan okuma olarak değerlendiren Akayev “devrim”lerin BDT’yi zayıflatmayı hedeflediğini öne sürerek “dış destek”e işaret etmektedir.[7] Ayrıca Ukrayna ve Gürcistan’daki olaylara benzer bir politik durumun Kırgızistan halkının çıkarlarına hizmet etmeyeceğini öne sürerek, parlamentodan muhtemel bir karışıklığı engellemek amacıyla gösteri hakkını sınırlayan bir kanuni düzenleme çıkardı.[8]


Kazakistan yönetimi, Gürcistan “devrim”ini yalnız Gürcistan’a özgü bir politik fenomen olarak değerlendirerek Kazakistan koşullarının çok farklı olduğunu iddia etti. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Şevardnadze’nin ülkesindeki yaşam standartlarını yükseltmede başarılı olamadığını, oysa aynı durumun Kazakistan için söylenemeyeceğini öne sürdü. Ukrayna seçimlerinin ilk günü şaibeli bir seçim olduğu savına rağmen Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç’e destek mesajı gönderdi.


Orta Asya ülkelerindeki yönetici elit Gürcistan ve Ukrayna’daki “devrim”lerden duyduğu tedirginlikle önlemler alma yoluna giderken, Avrasya coğrafyasında yaşanan değişim dalgası benzeri bir tarihsel geçmişe sahip bölge ülkelerindeki muhalif hareketler için de bir umut kaynağı oldu.


Faaliyetlerini sürgünde ayrı gruplar olarak devam ettiren Türkmenistan muhalefeti, 1989’da ilk “kadife devrim”in gerçekleştiği yer olan Prag’da 29 Eylül 2003’de ortak bir cephe oluşturma kararı aldı. ODOT, Vatan, Rönesans Hareketi ve Türkmenistan Cumhuriyetçi Parti adları altında örgütlenmiş Türkmen muhalefeti Türkmenistan Demokratik Güçler Birliği adı altında yeni bir oluşum başlattı.[9]


Ancak, muhalefetin Türkmenbaşı yönetimini destabilize edebilmekten çok uzak olduğu da bir gerçektir. Muhalefetin ortak bir cephe oluşturmasının, yalnızca mevcut rejim üzerindeki uluslararası baskıları artırmaya yönelik bir politik strateji izlemede kendisini daha elverişli bir pozisyona getirdiği düşünülebilir. Bunun ötesinde muhalefetin kısa ve orta vadede Gürcistan ve Ukrayna’dakine benzer bir değişimi tetikleyebileceği beklentisi tamamiyle hayalidir.


Özbek muhalefeti, Gürcistan ve Ukrayna’daki “devrim” rüzgarlarının ülkeye yansıması konusunda oldukça umutlu. Muhalefet şiddetli baskı politikalarına rağmen geniş toplum kesimlerinin rejime tepkisini açıktan göstermeye başladığını, geçtiğimiz aylarda ticaret alanında yeni getirilen kısıtlamalara tepki olarak birçok şehirde yapılan kitlesel gösterilerin bunun işareti olduğunu belirtmektedir[10].Ancak, muhalefetin iç çatışmaları aşarak Türkmenistan muhalefeti gibi ortak bir cephe oluşturabilmesi uzak görünmektedir. Muhalefet hareketlerinin parçalanmışlığı ve liderlerinin sürgünde olması, ülkede giderek hızla artan rahatsızlıkları politik açıdan kapitalize edebilmelerinin önünde en büyük engel olarak durmaktadır. Bu durumu aşmak için birleşme yönünde çabalar olmakla birlikte, liderlerin şahsi çekişmeleri nedeniyle kısa vadede ortak bir platform oluşturma olasılığı mümkün görünmemektedir. Muhalefetin siyasal alanda legal olarak faaliyet gösterme talepleri Özbek yönetimi tarafından reddedilmektedir. Erk, Birlik ve Ozod Dehkonlar Partiyası gibi grupların 26 Aralık 2004 seçimlerine katılma yönündeki talepleri Özbek yönetimi tarafından değişik metotlarla engellendi.


Kırgızistan muhalefeti, Türkmen ve Özbek muhalefeti ile kıyaslandığında göreceli olarak daha uygun koşullara sahip. Ülkede birçoğu gerçek muhalefeti temsil eden 44 siyasal parti mevcut. Tüm baskılara karşın muhalefetin ülke içinde gerek siyasal alanda gerekse medyada faal olduğu görülmektedir. Muhalefetin 2005’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi hükümetin yıldırma politikalarına rağmen oldukça aktif olduğu gözlenmektedir. Askar Akayev 1990, 1995 ve 2000’de üç kere Cumhurbaşkanı seçildi. Muhalefet 2000 seçimlerinde Akayev’in anayasal açıdan seçilme hakkına sahip olmadığını iddia etmesine rağmen Anayasa Mahkemesi “farklı” mütalaalarla seçilmesine izin verdi. Ancak, Akayev kendisine yönelik muhalefetin büyüklüğünü göz önüne alarak Ekim 2005’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu kez aday olmayacağını ilan etti. Bununla birlikte yerini eşi Mayram Akayeva yada oğlu Aydar Akayev gibi kendisine yakın çevreden bir kişiye bırakma teşebbüsünde bulunacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Muhalefetin Ekim seçimleri için adayı halen hapiste olan Ar-Namus Partisi kurucu lideri Feliks Kulov. Bir zamanlar Milli Savunma Bakanı olarak Akayev’in en yakınındaki isimlerden biri olan Kulov Cumhurbaşkanı ile ters düşünce “görevi kötüye kullanma” suçundan önce 7 yıl daha sonra da 10 yıl hapse mahkum edildi. Gerek Batılı ülkeler gerekse muhalefet Kulov’un serbest bırakılması ve seçimlere aday olarak katılması talebinde bulunuyor. Bu amaçla iki yıl önce yapılan kitle gösterileri Akayev’in muhalefetle uzlaşma amacıyla Başbakanı görevden almasıyla sonuçlandı.[11] Ancak bu kez Akayev’in işinin çok daha zor olduğu görülüyor. 27 Şubat’da yapılması planlanan parlamento seçimlerinin, 30 Ekim 2005’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ülkedeki politik dengeleri net olarak açığa çıkaracağı düşünülüyor. 2000’de yapılan Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri uluslar arası gözlemciler tarafından yaygın seçim hilelerinin yaşandığı seçimler olarak değerlendirilmişti. Bu nedenle birçok muhalefet partisi yaklaşan seçimler konusunda tedirginliklerini seslendirerek adil, şeffaf ve serbest bir seçim gerçekleşmesini talep ediyorlar. Bu amaçla muhalefet gruplarından Kırgızistan Halk Hareketi ve Jany Bagyt (Yeni Yönelim) gruplarının liderleri 20 Aralık’da yaptıkları basın açıklamasında, iktidarı seçimlere hile karıştırılması durumunda tıpkı Gürcistan ve Ukrayna’da olduğu gibi kitlesel protesto gösterileri düzenlemekle tehdit etti.[12]


Muhalefetin oldukça güçlü olduğu Kazakistan’da da Gürcistan ve Ukrayna olaylarının etkisi hissediliyor. Ekim 2004’de yapılan ve muhalefet ve uluslar arası gözlemciler tarafından 13 yıllık Sovyet sonrası periyodunun en hileli seçimi olarak değerlendirilen parlamento seçimleri sonucu muhalefet parlamentoda yalnız bir milletvekili ile temsil edilme durumuyla yüz yüze kaldı. Muhalif milletvekili bu durumu protesto ederek parlamentoya girmeyi reddetti. Kazakistan’ın en büyük muhalefet partisi Ak Zhol (Ak Yol)’un başkent Astana’da seçim sonuçlarını protesto gösterisi teşebbüsü hükümet yetkilileri tarafından şiddetle engellendi. Kazak muhalefetinden bir grup halen Ukrayna “devrim” metotlarını öğrenmek amacıyla Kiev’de bulunuyor.[13]


Dağınık halde bulunan muhalefet grupları, daha etkili bir muhalefet yürütebilmek amacıyla birleşerek Demokratik Güçler Koordinasyon Konsey’ini kurdular. Konsey, 2006’nın ilk aylarında yapılması planlanan ancak birçok gözlemci tarafından 2005’de yapılacağı öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tek bir aday üzerinde anlaşmayı amaçlıyor. Muhalefetin en güçlü adayı tıpkı Kırgızistan’daki Feliks Kulov gibi hapsedilmiş olan Galymzhan Zhakiyanov. Zhakiyanov’un serbest bırakılması amacıyla düzenlenen ve bir milyondan fazla Kazak’ın katıldığı imza kampanyası muhalefeti birleştirerek Zhakiyanov’u rejime muhalefetin sembolü haline dönüştürdü. İç muhalefetin artan gücünün yanısıra, Nazarbayev üzerindeki dış baskılar da giderek artmaktadır. ABD ve AB, Zhakiyanov’un serbest bırakılması ve demokratik bir seçim yapılmasını talep etmektedir.[14]


Muhalefetteki ortak hareket stratejisine karşın iktidar kendi içinde bölünmüş durumda. Cumhurbaşkanı Sultan Nazarbayev’in en yakınındaki siyasetçilerden olan Parlamento başkanı Zharmakhan Tuyakbay parlamento seçimlerindeki usulsüzlükleri protesto ederek görevinden ve partisi Otan’dan istifa etti. Gözlemciler Tuyakbay’in cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağını, rejim taraftarlarının yanısıra bazı muhaliflerin de oyunu alabilmek için başkanlıktan ve partisinden istifa ettiğini öne sürüyorlar.[15]


Orta Asya’daki politik koşullara bütüncül bir bakış, Gürcistan ve Ukrayna olaylarının bir benzerinin bölgede - özellikle de Özbekistan ve Türkmenistan'da - gerçekleşebilmesinin oldukça zor olduğunu göstermektedir. Gürcistan ve Ukrayna, aksaklıklara rağmen demokrasinin hem kurumsal bazda işlediği hem de muhalefetin açıktan mücadele yürütebildiği, parlamentolarında muhalefetin yer aldığı, özgür basının varolduğu ülkeler. İktidarların, seçimlere hile karıştırıldığında muhalefetin başarıyla yönlendirebildiği tepkiyi kontrol edebilecek sistem mekanizmalarına da sahip olmadığı görüldü. Bir “demokratik devrim” için kurumsal bazda koşulların uygun olmasının yanısıra, Batı’nın özellikle de ABD’nin muhalefet hareketlerine verdiği desteği “eylemin eşlik etmediği bir retoriğin” ötesine taşıyabilmesine imkan veren koşullar da uygundu. Batılı NGO’lar bu ülkelerde demokrasinin ve özgür basının gelişimi noktasında yerli sivil toplum kuruluşları ve muhalefet hareketleri ile yıllardır işbirliği içindeydi. Gürcistan ve Ukrayna’da “devrim”lerin motor gücü olan Gürcistan’da Kmara ve Ukrayna’da Pora adlı gençlik örgütlerinin oluşumunda ve finansal desteklerinde Batılı NGO’ların önemli etkisi oldu. Pora ve Kmara Miloseviç’i deviren Sırp gençlik örgütü Otpor ile yakın ilişkilere sahip ve bu örgütler uzun bir süredir Otpor’dan “devrim metotları”na yönelik eğitim aldı. Grupların yöntem, metot ve eylemlilik biçimleri açısından büyük benzerlikler taşıdığı görülmektedir.[16]



Oysa Orta Asya ülkelerinde kurumsal bazda demokrasi ya hiç yok ya da oldukça sınırlı bir uygulama alanı bulmakta. Üstelik, rejimler muhalefetin olası bir dış desteğini göz önüne alarak Batılı NGO’lar konusunda son derece teyakkuz halindedir. Çalışma alanı içinde bölgede demokratikleşmeyi ve basın özgürlüğünü desteklemek gibi politik içerikli projelere de yer veren NGO’lar, ya kapatılmakta ya da sıkı bir takibe maruz kalmaktadır. Sovyet sonrası süreçte bölgedeki rejimleri Batı ile uyumlu kılmak için Batılı kurum ve değerlerin yayılması noktasında daha aktif davranan Açık Toplum Enstitüsü ve Freedom House gibi NGO’ların karşılaştığı sert tavır, diğer NGO’ların faaliyetlerini daha “nötr” alanlara kaydırmasıyla sonuçlandı. Birçok NGO, daha iyi tarım metotları öğretimi veya ana çocuk sağlığı gibi devlet açısından “zararsız” projelere odaklandı. Tartışma kulüplerinin kurulması, güzel yazma kursları gibi toplumun genç kesimleri ile iletişimi sağlayan ve düşünsel farklılığı artırma potansiyeli taşıyan her proje mercek altına alınıyor ve genelde izin verilmiyor. Benzer şekilde, National Democratic Institute ve International Republican Institute gibi NGO’lar tarafından yürütülen liberal demokratik değerleri seslendirmiş Adam Smith, John Locke, Alexis De Tocqueville gibi düşünürlerin kitaplarının bölge dillerine aktarılması projesi de gençleri ve aydınları “resmi ideoloji”den sapmaya uğratacağı düşüncesiyle engelleniyor.[17]


Özellikle Türkmenistan ve Özbekistan’da, rejimler toplumun her kesimini kontrol altında tutmaya çalışıyor. Tıpkı Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi gençlik hareketlerini kendisi kurarak yönlendiriyor ve alternatif oluşumlara nefes alabilecek hiçbir alan bırakmıyor. Bu nedenle, bölge ülkelerinde yönetici elit arasında yaygın yolsuzluk, genç nüfusun hızla artışına rağmen yüksek işsizlik, son derece çarpıcı bir adaletsiz gelir dağılımı ve kitlesel yoksulluk gibi sosyo-ekonomik sorunların şiddetli baskı politikalarıyla birleşimi, yer yer “sosyal patlama”lara yol açsa bile bu gösterileri organize edip yönlendirebilecek uygun zemin olmadığı için yakın dönemde - en azından Özbekistan ve Türkmenistan açısından - Gürcistan ve Ukrayna “devrim”lerine benzer bir değişiklik mümkün görünmemektedir.
 
Üst