Dengesizlik,Eşitsizlik ve Adaletsizlik

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Dünya tarihinin en keskin dönemeçlerinden birisindeyiz. Küreselleşme altın çağını yaşıyor. Ama dünya daha önce olduğu gibi yine küreselleşmeyi ehlileştirmeyi başaramadı. Birinci ve ikinci dünya savaşlarının arifesinde görülen belirtiler yine kendisini hissettiriyor. 20. Asır’da yaşananlardan bir sonuç çıkartılamadı ve hatalar tekrarlandı. Büyük bir olasılıkla şimdi de hatadan ders çıkarma kabiliyeti kullanılmıyor. Belki de olanlar “hata” olarak görülmüyor.
Dünya’nın bugün içinde bulunduğu ekonomik durumu en azından genel verileri itibariyle incelediğimizde, ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. Gelişmiş ülkeler dünya nüfusunun %15’ine sahip. Bu nüfus dünyanın gayri safi hâsılasının %55,7’sini üretiyor ve kullanıyor. Söz konusu ülkeler ABD, Japonya, Kanada, İngiltere, Avro bölgesi ve diğer benzer ülkeler. Bunların arasında ABD tek başına dünyanın gayri safi hâsılasının %21,2’sini oluşturuyor. Onu 15,7 ile Avro bölgesi takip ediyor. Ondan sonra %7,1 ile Japonya ve %3,1 ile İngiltere geliyor. Söz konusu ülkeler aynı zamanda dünyadaki mal ve hizmet ihracatının %74,8’ini sağlıyor.


Buna karşılık “gelişmekte olan ülkeler” adı verilen grup -yani henüz gelişmemiş olanlar- toplam 125 adet ve sahip oldukları %78,2’lik nüfusa karşılık dünya gayri safi hâsılasının %38,1’ine sahipler. Aynı grup içerisinde yer alan 51 Afrika ülkesi ise dünya nüfusunun %12,5’ine sahipken, dünya ekonomisinin sadece %3,2’sini meydana getiriyorlar. En dikkat çekici veri ise gelişmekte olan Asya ülkeleri ile ilgili. Bu ülkeler dünya nüfusunun %52,3’ünü ve dünya gayri safi hâsılasının %22,9’unu sağlıyorlar. Gelişmekte olan ülkelerin dünyadaki mal ve hizmet ihracatındaki payı %20,3’tür.


Elbette bütün ülkelerin aynı veya yakın gelişmişlik düzeyine sahip olması beklenemez. Ama en gelişmiş yedi ülkenin dünya ekonomisinin %44’üne sahip olduğu ve bunun dünya nüfusunun %11’i için kullandığı düşünüldüğünde, mevcut dengesizliğin azalmasının değil, katlanarak artmasının daha büyük bir olasılık olduğu görülüyor. Bu keskin fark, dünya nüfusunun %89,5’inin -ki bunlar dünya gayri safi hâsılasının %56’sı ile yetinmek zorundalar- öfkelenmesine, cepheleşmesine ve itirazına neden oluyor. En azından bir bölümünün.


ABD gelişmiş ülkelerde yaşayan nüfusun üçte birine ve gelişmiş ülkelerin toplam ekonomisinin %38’ine sahip: Elbette birçok neden sayılabilir, ama bu tabloya bakıldığında, “ABD karşıtlığının” temel nedenlerinden en önemlisi görülebilir. Henüz AB’nin doğrudan kendi kimliğini hedef alan bir karşıtlık algıladığını söylemek mümkün değil. Ama AB’nin dışarıdan gelen yasal ve yasadışı göçlerden ve esasında “zenginliğin ve refahın” cazibesi ile bununla koşut gelişen ve başka argümanlarla güçlendirilen nefretten kurtulamamasının nedeni de buna çok benziyor. Avro bölgesi dünyadaki toplam mal ve hizmet ihracatının %31,2’sini ve gelişmiş ülkelerin mal ve hizmet ihracatının ise %41,7’sini gerçekleştiriyor. Kıyaslamak veya alt alta yazıp toplamak için: ABD’nin dünya mal ve hizmet ihracatındaki payı %12,4 ve gelişmiş ülkeler içindeki payı ise %16,5. Daha genel bir bakış açısı ile:


Yine kıyaslamak için bir başka rakam vermek gerekirse: 51 Afrika ülkesi dünya nüfusunun %12,5’ini ve dünyadaki mal ve hizmet ihracatının bu %3,2’sini sağlıyor. Bu rakamın yaklaşık yarısını ise Güney Afrika ve Nijerya tek başına sağlıyor. Bu örnekte olduğu gibi Asya’da da “küresel dengesizliklerin yanı sıra bölgesel dengesizlikler” var. Örneğin Çin dünya nüfusunun %20,7’si ile dünyadaki gayri safi üretiminin %12,7’si ile bölgesinde kritik bir konuma sahip.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Bugünün dünyasında toplam 5 trilyon Dolarlık uluslararası para rezervi mevcut. Bu miktar 2001 ile 2006 arasında yaklaşık %150 artış gösterdi. Bu toplam rezervin 2006 yılı sonu itibarıyla %64,7’sini ABD Doları oluşturuyor. Doların rakibi olarak görülen Avronun ise toplam rezervlerdeki payı 2003’te %25 düzeyinde tespit edildi. Dünya ekonomisinin halen yaklaşık yarısı Dolar ile yürütülüyor. Dünyada 60 ülkenin yerel para birimi Dolara, 40 ülkenin para birimi ise Avroya bağlı yönetiliyor. Geçtiğimiz yıllarda Rusya ve Çin’in de Dolardan Avroya yönelmesi, ABD’nin dünyanın en büyük borçlu ülkesi ve en büyük ithalatçı olması, ABD ekonomisindeki daralma, ABD’nin dış ticaret açığını 2006 yılında 836 milyar Dolara çıkardı. Söz konusu rakamın 250 milyar Dolarlık bölümü sadece Çin’den kaynaklandı. ABD’nin kamu borcunun da 8,5 trilyon Dolar olduğu ve 1985’ten bu yana olan kümülâtif dış ticaret açığının 7 trilyon Dolar sınırına dayandığı düşünüldüğünde durumun ne derecede riskli olduğu daha iyi anlaşılabilir. Dış borç tutarı 10 trilyon Doları aşan ABD’nin dünya ekonomisindeki başat konumu da dikkate alındığında, dünyanın göğüslemek zorunda olduğu riskin boyutu daha kolay tahmin edilebilir.


Yukarıdaki verilerin ışığında gelişmiş ekonomiler ve büyük uluslararası kuruluşlar borç yüklerini azaltabilmek için “sıcak para” arayışına yöneldiler. Yüksek faizli ve kısa vadeli kâğıtlar ve aynı zamanda ekonomiye misli ile katkı sağlayan tutsat yöntemi ilk başta fayda sağladı. Ama bütün küresel sistemin tıkanmaya sürüklenmesini engelleyemedi. Gelişmekte olan ülkeler üzerindeki ağır iç ve dış borç yükü, dünya mali piyasalarının entegrasyonu ve dünyadaki kırılgan ekonomilerin sayısındaki artış sorunun büyümesini hızlandırdı.


Bu tespite ilişkin bazı rakamlar şöyle diyor:


Gelişmekte olan ülkelerin toplam borç stoku 1970’lerin sonunda 70,2 milyar Dolar seviyesindeydi. Bu rakam 1980’lerin ortalarında 580 milyar Dolara ulaştı ve 1996’da 2 trilyon Doları aştı. 1996–2006 zaman aralığında ise gelişmiş ülkeler üzerindeki toplam borç yükü ikiye katlandı.


Dünyanın toplam üretimi 2007 yılında 51 trilyon seviyesine çıktı. ABD 14 trilyon Dolar ile birinci sırada yer alırken, AB 16,3 trilyon Dolar ve Japonya 5,3 trilyon Dolar ile onu takip ettiler. Bu ülkeler toplamda ortalama 38,486 Dolar kişi başına gelire sahip olurken, dünyanın geriye kalan kısmı kişi başına 2,730 Dolar gelir ile yetindiler.


Dünyada bir milyar insanın günde 1 Dolar ile yaşadığı ve yaklaşık olarak günde 105 kişinin günlük gelirini tüketen zengin insanların da aşırı borç yükü nedeniyle yeni kaynak yaratma mecburiyeti yaşadığı düşünülürse, günlük haber bültenleri ve gazete manşetleri daha iyi anlaşılabilir. Diğer taraftan 2010 yılında dünya nüfusu 8.5 milyara yükselecek ve 5 milyarı günde 1 Dolar ile 1 milyarı ise ancak 2 Dolar ile geçinmek zorunda kalacak Dünya Bankası’nın analizleri bu yönde.


IMF"nin, yayınladığı raporda satın alma gücü paritesine göre 175 ülke 2003 yılı sonunda 50,4 trilyon Dolar gayri safi yurt içi hâsıla yarattı. Bunun %55,5’i 29 ülkeye aitti. ABD, tek başına dünya gelirinin %21,1’ine ve 146 gelişmekte olan ülke %44,5’ine sahipti. Afrika’ya %3,2, Orta Doğu’ya %7,6 ve Türkiye’ye de binde biri düşüyordu.


2003 yılında ABD borsalarındaki ilk 100 firma içinde 56 firma ABD’den, 6 firma Japonya’dan, 5 firma Fransa’dan, 4 firma

Almanya’dan, 3 adet İsviçre firmalarında olduğu görülmektedir. Avrupa şirketlerinin toplam sayısı ise 54. Dünyanın ilk 10 firmasının her birinin pazar değeri Türkiye’nin ürettiği gayri safi milli hâsıladan daha fazla. Bugün 200 büyük çokuluslu şirket dünya gelirinin (30 trilyon Dolar civarında) üçte birini üretiyor. Dört büyük şirket Afrika kıtasının toplam gelirinden daha fazlasını üretiyor. General Motors şirketinin yıllık cirosu bütün Türkiye'nin ürettiği milli gelirden daha fazla.


Bütün dünyada en önemli harcama kalemi olan enerji, ABD açısından da sorunlu bir konu. Dünyada hidrokarbon enerji girdisi fiyatları son 7 yılda 6 kat yükseldi ve tahminler aynı fiyatların gelecek 10 yılda da 12 kat artabileceğini gösteriyor. Bu durumda ABD enerji ithalatını -ki aşamalı olarak 1 trilyon Dolara ulaşacağı öngörülüyor- finanse etmekte büyük zorluk yaşayacak.


Ucuz, güvenli ve sürdürülebilir enerji tedariki mecburiyeti ABD için olduğu kadar AB, Çin ve Hindistan için de yakın geleceğin en büyük sorunları arasında yer alıyor. O nedenle geleceğe yönelik planlamalar ile hareket eden büyük devletler, enerji kaynaklarını ve enerji nakil güzergâhlarını kendi lehlerine istikrarlı tutabilmek için, ayrıca söz konusu bölgelerde küresel rekabeti önlemek için, siyasi açılımlarını sürdürmek zorundalar. O nedenle Irak, İran, Afganistan, Kafkasya, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Afrika tartışmalarında daima enerji boyutunu göz önünde tutmak gerekiyor. ABD’nin dış politikasının giderek daha fazla askerileşmesinde de, Büyük Orta Doğu Projesi’nin temel yönelimlerinin tespitinde de “her dünya savaşı öncesinde yaşanan ve tıkanan kaynak paylaşımı sorunu” yer alıyor.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Farklı devletler ile belli nüfus gruplarının öfkesi, çatışma arzusu, izlenen hırçın politikalar, bölgesel anlaşmazlıklardaki tırmanma, uzlaşma kültürünün zayıflaması ve büyüyen riskler bu pencereden bakılarak değerlendirilmeli. 2004 itibariyle üçüncü dünya ülkelerinin borç toplamı 2,5 trilyon Dolara, yıllık faiz ödemeleri de 3.75 milyar Dolara yükseldi. Bu tutar, tüm üçüncü dünya ülkelerinin sağlık ve eğitim harcamalarının toplamından fazla, aldıkları dış yardımın da 20 katı.

Dünya ekonomisi 1970 yılında 17,9 trilyon Dolar büyüklüğündeydi. Bu rakam 1980’de 26,6 trilyona, 1990’da 36,7 trilyona, 2000’de 49,9 trilyona ve 2005 yılında 59,6 trilyon Dolara çıktı. Dünya ekonomisinin ürettiği mal ve hizmetlerin toplamı böylece 1990’dan itibaren 15 yıllık süreçte iki katına çıktı.


Bunun temelinde ise finans sektörü vardı. Örneğin, bir yatırım fonuna 1.000 Dolar yatıran birisi, bununla 3,000 Dolarlık bir borçlanma yapıyordu ve fon bu parayı 3’e ya da 4’e katlayarak, başka bir fona 10,000 Dolar olarak yatırıyordu. O fonda bu durumu başka bir fon veya yatırım aracı ile 10’a katlayarak, iletmeye devam ediyordu. Bu yöntem ile 1,000 Dolar gerçek para, mevcut ekonomide neredeyse 100.000 Dolarlık bir işlem hacmini meydana getiriyordu. Konut kredileri, tutsat, borsa, sigorta ve benzeri araçlar bu sürecin ve döngünün devamlılığına imkân veriyordu. Buradan ortaya çıkan para yüksek gelir beklentisi ile gelişmekte olan ülkelere yöneldi. 1970 yılında gelişmekte olan ülkelere gerçekleşen toplam yabancı sermaye transferleri: 10,8 milyar Dolar seviyesinde iken 1980’de 75 milyar Dolara, 1990’da 100 milyar Dolara ve 2000’de 295 milyar Dolara ulaştı. Dünya ülkelerinin bankacılık kesimlerinin aktif toplamları neredeyse 80 trilyon Dolar. Yani dünya gelirinin üç misline yakın. Dünya Bankası’nın verilerine göre, dünya ekonomisine küreselleşmenin damgasını vurduğu 1990–2004 yılları arasında düşük ve orta gelirli ülkelerin dış borçları 104 milyar Dolar artarak 426,9 milyar Dolara kadar çıktı.


En borçlu devlet ise ABD. ABD'nin borcu 9,7 trilyon Dolarla neredeyse milli gelirine eşit. Japonya miktar olarak en yüksek kamu borcu stokuna sahip ikinci ülke. Japonya'nın kamu kesimi borcu 5,3 trilyon Dolar ve milli gelirinin %128'i oranında.


Bunun sonucunda dünyadaki toplam sermaye piyasaları hacmi 1991’de 794 milyar Dolardan 2000’de 4 trilyon 324 milyar Dolara çıktı. Bunun başka veriler ile teyidi ise kendisini şöyle gösterdi:


OECD ülkeleri küresel nüfusun %19’uyla, küresel ticaretin %71’ine, doğrudan yabancı yatırımların %58’ine sahipler. ABD dünyadaki bütün patentlerin %95’ine ve en büyük on ekonomi toplam araştırma giderlerinin %84’üne sahipler.

Aynı sürecin neticesinde, bugün dünyada; 80 ülke on yıl önceki kişi başına düşen gelirlerinden daha düşük bir gelire sahip. 40 ülke yıllık %3’ten yüksek bir büyüme oranına ulaşmıştı. 55 ülkenin gelirleri 1990’dan bu yana düşüyor. En zengin ülkede yaşayan en fakir %20 ile en fakir ülkede yaşayan en fakir %20 arasındaki gelir farkı 1960’taki 30’a 1’den, 1990’da 60’a 1’e ve 1997’de 74’e 1’e çıktı. Yüksek gelirli ülkelerde yaşayan %20’lik bir nüfus dünya hâsılasının %86’sını, dünya ticaretinin %82’sini, doğrudan sermaye yatırımlarının %68’ini alıyor. 1950’den bugüne bir karşılaştırma yapıldığında dünya nüfusunun %80’ini oluşturan 73 ülkenin sadece 9’unda gelir eşitsizliğinin azaldığı görülüyor.


Savaşlar Böyle Başlıyor…


Şiddetli 19. Asır’da ve 20. Asır’ın ilk çeyreğinde yaşananların sonucunda dünyanın en zengin 360 kişisi dünyanın %45’inin -2,3 milyar- gelirine sahipti. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın dünyanın ve kapitalist sistemin yaşadığı en derin ekonomik sarsıntı olduğu söylenir. 1929–1934 yılları arasında dünya ticaret değerindeki %66’lık düşüş o döneme kadar görülen en büyük ekonomik krizin en önemli verisi kabul ediliyor. Dünyada 18. Asr’ın ikinci yarısından itibaren on yıllık periyotlar ile ve giderek daha da sıklaşarak konjonktürel ekonomik krizler yaşandı. Her biri, bir refah döneminin devamında meydana geldi. Bu dizinin on dördüncüsü olan Dünya Ekonomik Buhranı, küresel sistemin çöküşüydü ve krizi tetikleyen kömür, de¬mir ve çelik sektörleri oldu.


Bu dönemde işsizlik korkunç boyutlara ulaştı. Devletler para politikalarında ve piyasalarda korumacı davranmak zorunda kaldı. Ekonomide arz-talep dengesinin üretici aleyhine bozulması sonucu, arz talebin altında kaldı. Zengin ülkeler ellerindeki mal ve hizmetleri satmak zorundaydı, ama zayıflayan ülkeler yüksek enflasyon, düşen tarımsal üretim ve yavaşlayan sanayi yüzünden istikrarsız ve mali açıdan zayıftı. Bununla birlikte ABD giderek güçleniyordu ve ekonomik dengelerini koruyabilmek için Avrupa’ya sermaye aktarıyordu. Bunun sonucunda ABD’nin toplam alacağı miktar ise 10,3 milyar Dolara ulaştı.

ABD ithalatını askıya aldı. ABD ticareti en çok gelişmiş 15 ülkenin ihracatının %40’ını karşılıyordu. Tarımsal mallar ve hammadde fiyatları üretimdeki artışla birlikte düştü ve stoklar büyümeye başladı. İzlenen spekülasyon ekonomisi, reel alandaki krizle birleştiğinde büyük çöküş önce Avrupa’yı ve giderek tüm dünyayı sardı. Dünya ticareti hacim olarak üçte bir, değer olarak üçte iki oranında azaldı.1927-1929 döneminde tarımsal fiyatlar yarı yarıya hatta bazı ürünlerde 2/3 oranında düşüş gös¬terdi. Buhranın temel nedenlerinden biri, his¬se senedi fiyatlarının yükselmesi ile ekono¬mik faaliyetlerdeki gelişmenin paralel gitmemesi ve bu farkın giderek açılması oldu. 1929’dan sonra ise A.B.D’de hisse senetleri piyasası çöktü. Dışa verilmiş borçların değeri sıfıra indi ve borç verme tamamen durdu.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Buhran yaşanmayabilirdi. Ama ABD’nin hızlı büyümesi, ekonomisinin tüketici bulmakta zorlanması, borçlu ülkelerin ödeme sıkıntısına düşmesi, mevcut mali sistemlerin krizi atlatma olanağı olmaması, gelir dağılımının, tü¬ke¬ticilerin alış gücünün, talep hacmini daraltan ve üretimin gelişim hızını izleyemeyen bozuk ve adil olmayan yapısı krizi kaçınılmaz kıldı. Borsa krizi ekonomik krize dönüştü. 1929’da 1,5 milyon müşterinin 600.000’i kredi ile iş görmekteydi. Bu yaklaşık 40 milyon aile anlamına geliyordu. 1929’da 642 banka, 1930’da 1345 banka iflas etti. 1931’de iflas eden banka sayısı 2.298’e ulaştı. Üç yıl içinde toplam 4.285 banka battı. ABD için tek çıkar yol yüksek kar marjına sahip ağır sanayiyi güçlendirmekti. Keza diğer ülkeler de krizden çıkış yolunu aynı yolda gördüler.


1929 Buhranı’nın sonucunda kriz ortamı, işsizlik ve umutsuzluk Almanya’da, İtalya’da ve İspanya’da sağın şiddetli yükselişini beraberinde getirdi. Çin yükseliyordu ve SSCB güçleniyordu.
 
Üst