Dünden bugüne değişen hiçbir şey yok

  • Konbuyu başlatan ESMA
  • Başlangıç tarihi
  • Okuma süresi: 14:21

ESMA

New member
Katılım
11 Nis 2008
Mesajlar
53
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İŞBİRLİKÇİLERİN TÜRKÇÜLERİ HEDEF ALAN AMANSIZ MÜCADELESİ BU DÖNEMDE DE SÜRÜYOR
Dünden bugüne
değişen hiçbir şey yok
Geçmişte Türkçülük hedef yapılmıştı. Bugünlerde de aynı biçimde milliyetçilik ve ulusalcılık hedef yapılmaktadır. Bugünlerde de Avrupa Birliği istiyor diye Türklüğe hakaret resmen serbest hale getirilmiştir.
Osmanlı Devletinin yıkılış döneminde İngilizlerin arzusuyla Ziya Gökalp Türkçü görüşlerinden dolayı yargılanmıştı. İşgal güçlerinin baskısıyla o dönemlerde Türk milliyetperverleri Malta adasına sürülmüşlerdi.

Aynı zamanlarda işgal güçleriyle işbirliği yapanlar, Ermenileri sakinleştirmek için “Kaymakam Kemal Bey” ve birçok milliyetperveri, güdümlü mahkemelerde yargılayarak idam etmişlerdir.
3 Mayıs 1944’de Sovyetlerle iyi ilişkiler geliştirebilmek amacıyla Alparslan Türkeş ve arkadaşları tutuklanıp tabutluk denilen hücrelere konularak yargılanmıştı.

Bakan’ın itirafı
Kurtuluş savaşı sırasında mücadele, milli kuvvetleri etkin; milli iradeyi hâkim kılmak isteyen güçlerle işgalci emperyalistler arasında geçmiştir. Bugün de aynı mücadele Bakan Mehmet Şimşek’in söylediği gibi, “küreselciler ile milliyetçiler kavgası” şeklinde sürmektedir.
Bugünlerde de Avrupa Birliği istiyor diye Türklüğe hakaret resmen serbest hale getirilmiştir. 301. madde TBMM’de Türklüğe hakareti serbest bırakacak şekilde değiştirilmiştir.
Geçmişte Türkçülük hedef yapılmıştı. Bugünlerde de aynı biçimde milliyetçilik ve ulusalcılık hedef yapılmaktadır.

Yakın geçmişte hedef “Turancılık” idi. Açılan davalar “Irkçılık/Turancılık” davalarıydı. Bugün Turancılığın yerine Ulusalcılık konmuştur. Türkiye’nin Emniyet Genel Müdürlüğü de hazırladığı bir raporda “Ulusalcı kesimler, devlet egemenliğinin özellikle AB sürecindeki yasal değişiklikler ile zedelendiği ve ülkenin bağımsızlığını yitirdiği varsayımını temel almaktadır” diyerek, “ulusalcılığı” terör kapsamına almıştır.

Hakaret suç değil
“Türklüğe Hakaret” en azından 301. maddeye göre artık suç değildir. Ulusalcılık, Türkiye’nin bugünkü Emniyet Genel Müdürlüğü raporlarına göre “terör” kapsamında değerlendirilmektedir. Ülkenin Bakanı Milliyetçilerle küreselciler arasında süren kavgada diğer tarafı temsil ettiğini söylemektedir.

Türkiye’de umudunu “spekülatör ve hayırsever” Soros’a bağlayanlar var. İslam hakkında Fransa Büyük Mason Üstad’ı Jean-Michel Quillardet’in görüşlerinden yararlananlar var. AB’ye bağlanmayı ve oradan emir almayı sineye çekmeye hazır olanlar var. ABD’nin taşeronu olmayı şeref sayanlar var. Bir de milli devletten yana olanlar, Türk milletinin bağımsızlığından taviz vermeyenler var. Kısacası Türkçüler ve işbirlikçiler var. Kavga bu kesimler arasında devam etmektedir. kalp’i yargılayan zihniyet
Gökalp’i yargılayan zihniyet
3 Mayıs 1944’te de devrin iktidarı Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü savunan Türkçüleri dış güçlere yaranmak için işkencelere tabii tutup yargılamıştı.

Tarih boyunca işgalciler bir ülkeyi istila ettiklerinde yaptıkları ilk iş, o ülkenin işgaline karşı direnenleri ve onların sahip oldukları inançları yok etmektir. İşgal güçleri tutuklamaları ve yargılamaları bunun için yaparlar.

Osmanlı Devletinin sona erme aşamasında Türkiye’yi istila eden emperyalist işgalcilerin ilk yaptığı iş de onlara karşı direnen Türkçüleri yargılamak olmuştu. Yargılamayı da işbirliği yaptığı yerlilere yaptırmışlardır. Biz burada yalnızca düşünce temelinde yapılan iki yargılamadan kısa alıntılar yapacağız.

Ziya Gökalp, 27 Nisan 1919 Pazartesi günü, kendisini Mustafa Nazım Paşa’nın harp divanı karşısında bulmuştur. 28 Ocak 1919’da, Edebiyat Fakültesi’nde, derse girmeye hazırlanırken tutuklanmıştır.

Savcı Mustafa Nazmi Bey, İttihatçıları boy hedefi seçmişti. İttihatçılar, grup grup yargılanmışlardır. Mahkeme 17 Mayıs 1919’da son bulmuştur. Ziya Bey ve arkadaşları, Limni ve Malta adalarına sürülmüşlerdir.

Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki’ye yüklenen tüm suçlardan sorumlu olarak yargılanmıştır. Asıl ilginç olanı, Divanı Harbin, Ziya Beyle beraber Türkçülük ideolojisini de sigaya çekmiş olmasıdır.
O gün: 14 Mayıs 1335 (1919)

Mahkeme “reis” i Mustafa Paşa, Mütareke döneminin kinci ve tarafsızlığını yitirmiş bir yargılayıcıdır. Sıra, Türkçülük ideolojisinin hesabını sormaya gelmiştir. Aşağıdaki satırlar, bu yargılama sahnesini, olduğu gibi, yansıtacaktır:
Reis - Ziya Bey, sizin “Yeni Mecmua” namında bir mecmuanız var mı?..
Ziya Bey - “Yeni Mecmua” bir mecmuadır. Bendeniz oraya yazı yazarım.
Reis - Orada “Turancılık” gibi bir makaleniz var mı?. Bu makale, Osmanlılık sıfatına Turancılığın tercihi hakkında imiş. Bu baştaki içtihadınızı izah eder misiniz?

Ziya Bey - “Turan nedir?” diye bir makalem var. Orada gösteriyorum ki, bugün tasavvur edebilecek Turan, harsı (kültürel anlamına) Turan’dır. Yani Osmanlı Türkleri bir hars (kültür) yapacaktır. Sonra bunu diğer Türkler kabul ederse, işte harsî Turan budur. Ve bu da Osmanlı devleti için faydalıdır. Çünkü bir kere, memleketimizde Osmanlılığın esası olan Türklük terakki edecek, tabii devlet de kuvvetlenecek, sonra da bütün Türkler, bu Osmanlı Türkçesini kabul edecekler. Harsî Turan’dan maksat, Azerbaycan Türkleri zaten başlamışlardır, Osmanlı Türkçesinin yayılması, Osmanlı edebiyatının millî edebiyat olarak kabul edilmesi, tabiî Türkleri buraya kalben bağlı bırakacak. Buradaki eserler bütün Türk âleminde okunacak, gazetelerimizin, kitaplarımızın okuyucuları çoğaldığı gibi, tabiî muharrirler de, edipler de eserlerinden daha çok fayda görürler. Makale bu suretle baştan nihayete kadar Osmanlılığa faydalı olacağına delâlet ediyor ve açıkça ifade ediyor.

Reis - Bu, azınlıklara, Müslüman olmayan unsurlara bazı kötü duygular uyandırmaz mı?
Ziya Bey - Hayır efendim. Bütün Osmanlı azınlıkları kendi harslarında özerktir. Yani her unsur kendi milli harsında muhtardır. Kendi edebiyatını, kendi harsını, kendi lisanını neşredebilir. Binaenaleyh bu usul onları gücendireceğine bilakis memnun eder, çünkü aksi fikirde bulunanların yani “Türk milleti yoktur, Türk harsı yoktur, Osmanlı harsı vardır” diyenlerin fikri, azınlıkları gücendirir. Çünkü; tabiî diğer milletleri tanımaz. Yalnız Osmanlı milliyeti var der. Halbuki, bendenizin itikadıma göre, Osmanlı tâbiri devletindir. Devleti Osmaniye’ye bağlıyız. Fakat Devleti Osmaniye içinde Arap milleti, Türk milleti, Ermeni milleti var. Müteaddit milletler var. Bu bilâkis her milletin milliyetin tasdik ediyor ve Osmanlı devletinin de kuvvetlenmesini temin ediyor. Çünkü Osmanlı Devleti ancak karşılıklı saygı esasına dayanan ittihadı anasıra (Osmanlı İmparatorluğundaki çeşitli unsurların birliğine) istinat edebilir. Yoksa “hepimiz Osmanlıyız, milliyetimiz yoktur” demekle ittihadı anasır olamaz. Bilâkis bunu unsurlar reddederler.
Reis - Milliyet iddiası başka. Fakat Osmanlılık bir çok milletlerden teşekkül ettiği için onların arasındaki ilişkiyi güçlendirmek gerekir. Yalnız içlerinden bir kısmını seçip de onların milliyetini meydana koymaya çalışmak, tabiîdir ki, diğer unsurların hattâ belki Müslüman olan diğer unsurların kalplerinin kırılmasına yol açmaz mı?.
Ziya Bey - Hayır efendim, her unsur...
Reis - Osmanlılık nâmı altında içtima etmişler. Hattâ bunlardan bazıları, pek çok Hıristiyanlar, zatı âliniz daha iyi bilirsiniz ki, Türkçeden başka lisan bilmezler. Kendi lisanlarını bile konuşmuyorlar. Osmanlılık yüce adı altında toplanmış olan kavimlerin yekdiğerine olan bağlılığı güçlendirilecek yerde onların bazı özellikle bazı güna inkisarını mucip olacak bu gibi makalelerden ne fayda bekliyordunuz?

Ziya Bey - Eskiden Türkçeden başka lisan bilmeyen Rumlar bilâhare çocuklarını Atina’ya gönderdiler, Rumcayı öğrettiler, Ermeniler de öyle. Ermeniler de lisanlarını ihya ettiler. Bu asır milliyet asrıdır. Bahusus “Wîlson Prensipleri” de bunu büsbütün meydana çıkardı. Her millet milliyetine doğru gitmek mecburiyetindedir. Fakat bu milliyet Osmanlı tabiiyetine halel getirmez. “Osmanlı” kelimesi siyası bir cümledir; bir devlettir. Bir devletin içinde çeşitli milliyetler olabilir. Fakat o milletin ahengine, ittihadına belki mâni olacak şey, milliyet prensibinin inkâr edilmesidir. Milliyet yoktur demekle, tabi unsurların kaynaşmaları engellenmiş olur.

Aslında Gökalp’ın bu Reise karşı verdiği cevaplar çok daha uzun. Ziya Gökalp bu konudaki görüşleri özetle şöyledir.

Turan, Türklerin oturduğu, Türkçenin konuşulduğu ülkelerin tamamı olan bir coğrafyadır. Bu büyük vatanda, bütün Türk milleti, kültürce özgür, uygarlıkça bağımsız olarak bir devlet kuracaktı.

Gökalp, 1918 yılında “Rusya’daki Türkler ne yapmalıdırlar?” sorusuna da çözüm aramıştır. İlk aşamada, Türk kolları bağımsız devletler (Şube hükümetler ya da Nahiyeler) kurmalıydılar. Başlarına geçecek reislerini, Oğuz Han yönetimine göre seçecekler ve onlara kayıtsız, şartsız “itaat” edeceklerdir. Bugünkü dille “federe” diyebileceğimiz bu devletler eşrafçı (Ağa’cı) ve “Bolşeviki” politikalarına dayanmayacaklar, “tesanütçülük” (dayanışmacılık) sistemini uygulayacaklardı.

İkinci aşamada, devletlerin reisleri, genel bir kongre toplayarak, içlerinden en kahramanını “umumî reis” seçeceklerdir. Bu reis’in unvanı “Serdar” ya da “Sahipkıran” olacaktır. Böylesine bir büyük adam, kendi içlerinden çıkabilirdi. Yoksa, Osmanlı Türkleri arasından gönderilebilirdi.
Üçüncü aşamada, Osmanlı Devletiyle birleşilecek Turan kurulmuş olacaktı.
Türkçüler mahkem
Zİya Gökalp ve Atatürk çizgisinde yürüyenlerin ideallerini istikbal ve istiklalin teminatı haline getirmeye çalışanlar sürekli yargılanmakla karşı karşıya kalmışlardır. 1944’lerde Alparaslan Türkeş/Nihal Atsız ve arkadaşları da aynı muameleye muhatap olmuşlardı. Onlar da aynen işgal altındaki İstanbul’da İngilizler’in isteğiyle tutuklanan Ziya Gökalp ve arkadaşları nasıl yargılanmışsa benzer biçimde yargılanmışlardır. Gökalp’e sorulan sorular ve yöneltilen suçlamalarla Alpaslan Türkeş’e yöneltilen suçlamalar arasında büyük benzerlikler vardır. Tarih kendi kendisini tekrar ederken farklı olan yalnızca zaman, zemin ve şahıslardır.

Bu defa hâkimin karşısında Alpaslan Türkeş ve arkadaşları vardır. Sürgün yeri de Malta değil tutuklu oldukları “tabutluk” adlı yerdir.

1944’te genç bir üsteğmen üniforması ile çıkarıldığı mahkemede “Irkçılık-Turancılık” diye tarihe geçen davada hâkimin sorduğu sorulara aşağıdaki cevapları verir:

Hakim- Türkiye’de mevcut saf bir soydan gelme ve karışık ırktan olanların bulunmayacağı hakkındaki düşüncenizin ne olduğunu öğrenmek istiyoruz?
Türkeş- ...... Benim şahsi kanaatim mühim işlerimizi görecek şahsiyetleri ya tamamıyla Türk olan, yani temsil olunmuş ve kendisini Türk’ten başka bir şey saymayan ve yahut da Türk ırkından gelen kimseler tarafından idare olunmasını uygun bulurum.
Hakim- Karışık ırklar hakkında ne olacak?
Türkeş- Arzettim efendim. Mademki Türkleşmiştir, dedesi veya ninesi şöyledir diye aranmasını doğru bulmam.
Hakim- Turancılık hakkındaki fikirlerinizi söyleyiniz?
Türkeş- ....Turan, yani Türk Birliği yalnız Asya’dakiler değil, bütün Türklerdir. Yani ilmi manasından başka olarak bütün yeryüzündeki Türklerdir. Yani Türk Birliği yalnız Asya’dakilerle değil, Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki vesair yerlerdeki Türkleri de içine olan bir mefhumdur.
Hakim- Hazırlık tahkikatında: “Küçük nüfuslu milletler tehlikeye maruzdur”. Onun için ilk fırsatta bütün Türklerin birleşmesi lazımdır diyorsunuz?
Türkeş- Bunlar benim istikbale ait temennilerimden ibarettir. Bir devletin kuvvetini teşkil eden birçok unsurlar vardır. Bunlardan birisi de devletin nüfusudur. Bu, Türk birliğine ait temennilerimizden birisidir.
Başkan Paşa- Peki bu fırsattan istifade nasıl edilebilir?
Türkeş- Mesela 1917’de olduğu gibi, 1965 de veya 1999’da Rusya’da bir ihtilal zuhur edebilir. O zamana kadar Türkiye Harp Endüstrisi bakımından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş bulunur. Ve Türkiye’nin müzahereti ile bu birliğe doğru yürünebilir. İşte fırsat budur.
Alparslan Türkeş, tabutluktan çıktıktan otuz altı yıl sonra tekrar 1980’li yılında yeniden benzer suçlamalarla hâkim karşısına çıkarılacak ve uzunca bir süre ömrünü dört duvar arasından geçirmek zorunda bırakılacaktır. Ancak idealleri aynen devam edecektir. Türkeş’in idealini yansıtan bir ifadesi. “Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi bu dünyaya, onun rüyaları içinde kapayacağım”.
Türk milletinin geleceğine yönelik olarak ifade edilen bu görüşlerden yeterince yararlanılmış mıdır? Buna olumlu cevap vermek maalesef mümkün değildir.
Ziya Gökalp’in yargılanırken 27 Nisan 1919’da söyledikleri 1989’da gerçek olmuş, fakat Türkiye yeni oluşum ve gelişmelere kültürel, siyasal ve ekonomik yönden hazırlıksız yakalanmıştır. Aslında emperyalist güçlerin gerçek amaçları da buydu. Türkiye’nin bir kez daha, bir zamanlar etkin olduğu o muhteşem güce ulaşmasına engel olmaktı asıl amaç. Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyet olarak nitelendirilebilecek böyle bir uyarısı da vardı: “Sovyetler de bir gün yıkılacaktır. Orada kardeşlerimiz var. Onlarla köprüleri kurun ve hazırlıklı olun!” demişti. Sonuçta SSCB dağılmıştır. Türkiye ise hazırlıksız yakalanmıştır.
Alparslan Türkeş’in 1944’te söylediği Türk Birliği 54 yıl sonra beş Türk devleti ve onlarca Türk soylu topluluklarla dünyanın gündemine girmiş, fakat Türkiye’nin siyasetini yönetenler yine hazırlıksız yakalanmıştır. Bütün bu olguların temel nedeni stratejik düşünce sahibi olmanın sanıldığının aksine, her devlet yöneticisinde bulunmayacağı gerçeğinde saklıdır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst