Osmanlı Devleti’nin son elli yılına damgasını vuran en önemli sorunlardan biri olan Ermeni meselesi, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında İngiltere ile Rusya arasındaki rekabetin yarattığı bir emperyalizm sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Ermeniler bundan sonra Osmanlı Devleti'nin bütün Hıristiyan unsurları gibi bağımsız bir devlet kurma çabasına girmişlerdir.
Osmanlı Devleti, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında yenilgiye uğradıktan sonra, 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesiyle ve daha sonra onun yerini alan Berlin Antlaşması’nın 61. maddesiyle Ermenilerle ilgili ıslahat yapmayı kabul etmişti. Böylece Ermeni sorunu uluslararası antlaşmalara girmek suretiyle Osmanlı Devleti'nin kendi egemenlik hakları çerçevesinde çözebileceği bir iç sorun olmaktan çıkmış, Rusya ve İngiltere'nin müdahale aracı olarak kullanacakları bir emperyalizm sorunu haline dönüşmüştür.
Aslında asırlardır Osmanlı Devleti'nin yönetimi altında yaşayan Ermeniler imparatorluğun her tarafına dağılmışlar, korkusuzca, asayiş içinde, mâl, cân, ırz ve nâmusları emniyet altında, mezheb açısından da tamamen serbest, huzûrlu ve mesut, ekonomik açıdan ise Müslüman tebeadan daha rahat içinde yaşamışlardır. Ticaret ve sanatla uğraşmışlar, sarraflık ve kuyumculuk yapmışlar, öteden beri Osmanlı Devleti'nce özel hizmetlerde ve emniyet gerektirecek işlerde kullanılmışlardır. Devletin Darbhane ve Baruthane gibi önemli müesseselerinin başına geçmişler ve “millet-i sâdıka” olarak adlandırılmışlardır. Osmanlı Devleti Hıristiyan tebeasına karşı eşit muamele etmiş, bunlardan birini diğerine tercih etmemiş ve birbirlerinin işlerine karıştırmamıştır.
Ermeni sorunu Ermenilerin kendi içinden ve ihtiyaçlarından değil, büyük devletlerin bölge üzerindeki çıkar hesaplarından kaynaklanmıştır. Büyük devletlerin kendi hesaplarını gizlemek için sorunu bir insanlık ve Hıristiyanlık sorunuymuş gibi göstermeleri Ermeni kilisesini de etkilemiştir. Başta Ermeni Patrikhanesi olmak üzere nüfus ve toprak şartlarına bakmaksızın bağımsızlık ve muhtariyet hayali peşinde koşan Ermeniler kendileri üzerinde oynanan oyunları görememişler ve hala daha görememektedirler.
Ermeniler, 1880'li yılların sonlarına doğru teşkilatlanmalarını tamamlamışlar, komiteler kurmuşlar, Anadolu'da isyanlar çıkararak Avrupa'nın dikkatini çekmek istemişler ve olası bir Avrupa müdahalesi ile Bulgaristan gibi özerk bir yönetime kavuşmanın hayallerini kurmuşlardır.
1881 yılında Erzurum'da Anavatan Müdafileri cemiyeti, 1882'de Van'da Ermenileri, hukuklarına sahip kılmak, gereken yerlerde isyanlar çıkartmak ve gençleri silahlandırmak amacıyla Kara Haç cemiyeti kurulmuştur.
Hınçak Komitesi, 1887 yılında İsviçre'de Armenia gazetesi yazarlarından Avedis Nazarbekyan ve eşiyle birlikte Kafkasyalı bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. İdarecileriyle üyelerinin büyük bir kısmını Rusyalı Ermeniler teşkil etmiştir.
Krisdapor Mikaelyan ve arkadaşları, Kafkasya'da 1890'da Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği'ni (Taşnaksutyun Komitesi) meydana getirmişlerdir.
Hınçak Komitesinin programı doğrultusunda ihtilal ateşini yakan komiteciler, 1896 yılı sonlarına kadar aralıklarla özellikle Doğu Anadolu'yu kasıp kavuracak olaylar zincirinin ilk halkasını başlatmışlardır.
İlk kayda değer olay, Ermenileri isyana teşvik amacıyla Muş bölgesine gelen Bogos Natyan adlı rahibin aşiret reisi Musa Bey tarafından yakalanıp adalete teslim edilmesiyle başlamıştır. Ermeniler bu olay üzerine Musa Bey'in bir Ermeni kızını kaçırdığını, tecavüz ettiğini, müslüman olarak kardeşiyle evlenmesini istediğini, dinini değiştirmek istemeyen kızı döverek bir gözünü sakatladığını öne sürmüşler; Patrikhane, bu konuyu Ermenilere zulüm ve eziyet ediliyor diye padişaha şikayet etmiş, padişah da Musa Bey'in İstanbul'a getirtilerek yargılanmasına karar vermiştir. İkinci büyük olay ise Erzurum'da meydana gelmiştir. Şehirde bulunan Ermeni kilisesi ve okulunda silah aranmasını bahane eden Ermeniler, Haziran 1890'da ayaklanmışlar ve asker üzerine ateş açmışlardır. Meydana gelen olaylar önceden planlanmıştır.
Hınçak Partisi'nin İstanbul'da organize ettiği ilk gösteri Kumkapı olayıdır. Ermeni Patriğinin Kumkapı'da, halka hitap ettiği bir sırada komiteci Ermeniler halkı gösteriye zorlamışlar, Yıldız Sarayı'na doğru yürüyüşe geçen Ermeniler yolları kesen polislerin üzerine ateş açmışlar, çatışma çıkmış, ölen ve yaralanlar olmuştur. Ermeniler, İstanbul'da dahi olay çıkartabileceklerini anlamışlar, ayrıca Kumkapı olayıyla Avrupa'nın dikkatini çekmişlerdir.
1893 yılında Kayseri, Develi, Yozgat, Çorum, Merzifon, Tenos Aziziye, Tokat, Gemerek ve diğer bazı bölgelerde oturan Ermeniler silahlı isyana kalkmışlar ve nihayet Merzifon'da bir Ermeni isyanı çıkmıştır. İsyandan sonra yakalanan komiteciler Ankara İstinaf Mahkemesi'nde yargılanmışlar, 17 kişi idama, 16 kişi çeşitli cezalara çarptırılmış ve 14 kişi de beraat etmiştir.
Hınçaklar, daha önce planlayarak uygulamaya koydukları Kumkapı, Merzifon, Yozgat ve Tokat olaylarından bekledikleri neticeyi alamayınca, hükümetin etkisinden uzak, serbestçe hareket edebilecekleri bir yerde yeni bir denemeye girişmişler, Hamparsum Boyacıyan adlı komiteci Muş'un güneyinde bulunan Anduk dağı civarındaki Talori köyüne gelmiş ve orayı merkez kabul ederek diğer köyleri de isyan ve ihtilale teşvik etmiştir. Şinik , Simal, Geliguzan, Hitenk, Akçeser gibi köyler isyana katılmıştır.
IV. Ordu Komutanı Zeki Paşa'nın komutasında nizamî ordudan üç tabur Talori'ye gitmiş ve isyanı bastırmıştır. Hamparsum ele geçirilmiş, Zeki Paşa tarafından gerekli önlemler alınmış, teslim olanlar köylerine gönderilmiş, bir kaç gün içinde huzur ve güven sağlanmıştır.
Aslında sırf yabancı müdahalesini sağlamak amacıyla yapılmış olan bu isyan hareketi, Ermeni komiteleri ve patrikhanesi vasıtasıyla her tarafa heyecanlı bir şekilde duyurulmuş, bu olay dolayısıyla Avrupa'da Türkler aleyhine büyük bir propaganda kampanyası başlamış, çatışmalarda ölen Ermenilerin sayısı son derece mübalağalı rakamlarla duyurulmuş, Avrupa'nın çeşitli başkentlerinde Ermeniler lehine mitingler düzenlenmiş, parlamentolarda açıklamalar yapılmıştır.
Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin dışta itibarını sarsmak için, kendilerine karşı yapılan her türlü hareketi yabancı basın vasıtasıyla Ermeni davasına yardımcı olacak şekilde dünya kamuoyuna aksettirmeye çalışmışlar, bu yolla kendi lehlerine bir müdahale sağlayabileceklerini düşünmüşlerdir.
Bu sırada oldukça zor durumda kalan ve Avrupa baskısını üzerinde hisseden Osmanlı Devleti ise yalnız bazı gazeteler vasıtasıyla durumu tekzib etmekten ve Avrupa devletlerinin teşebbüslerine karşı tedbirler almaktan başka bir şey yapamamıştır.
Dönemin padişahı II. Abdülhamid, Ermenilerin yaptıkları eylemlerin her yönüyle ortaya çıkarılması ve Avrupa kamuoyuna bütün gerçekliğiyle duyurulması için kitapçık şeklinde bir fezleke hazırlanmasını istemiştir. Buna göre 1891-1895 yılları arasında Osmanlı Devleti sınırları içinde Ermeniler tarafından kurulan komitelerin hedef ve maksatlarının ne olduğu, nasıl cinayetler işledikleri ve Müslümanları suçlamak için Müslüman kıyafetine girerek yaptıkları eylemler, çeşitli bölgelerde nasıl isyan teşebbüsünde bulundukları, yabancılardan nasıl yardım gördükleri ortaya konulacaktı.
Padişah ayrıca, Ermenilerin bütün bu ayrılıkçı faaliyetlerine karşılık, devletin onlara güvenini göstermesi açısından, o tarihe kadar Ermenilere devlet tarafından verilen imtiyazların, devlet dairelerinde görevli Ermeni memurlarının sayı ve ünvanlarının, Ermeni meskun olan vilayetlerdeki genel nüfus ve Ermeni nüfusun genel nüfusa oranının tesbit edilmesini istemiştir.
Bunun üzerine Ermenilerin faaliyetleri hakkında bir fezleke hazırlamak üzere Zabtiye Nazırı Nazım Paşa başkanlığında karma bir komisyon oluşturulmuş ve bu komisyon padişahın iradesi doğrultusunda bir rapor hazırlayarak 4 Şubat 1895 (23 Kânun-ı Sânî 1310) tarihinde Padişah II. Abdülhamid'e takdim etmiştir.
Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı'nın Yıldız Esas Evrakı bölümünde, 97/52 dosya ve gömlek numarasıyla kayıtlı olan raporda, yurt içindeki ve dışındaki Ermeni faaliyetleri, Ermeni komitelerinin programları ve aldıkları kararlar, yakalanan Ermenilerin yargılanmaları, mahkemelerin verdikleri kararlar ve cezalar tek tek belirtilmiştir.
Baskıya hazırlanan metnin mutedil bir transkripsiyonu yapılmış, Avrupa dillerinden olan özel isimler anlaşılabilir olmaları amacıyla orijinal yazılışlarıyla verilmiştir.
Raporda bahsedilen olayları destekler mahiyette arşivimizin çeşitli fonlarında bulunan belgeler, metni transkribe eden Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Sayın Necati Aktaş tarafından tesbit edilmiş ve dipnotlar kısmında gösterilmiştir.
Ayrıca raporun hazırlanmasına ait yazışmalar ile Osmanlı Devleti'nin, Ermeni azınlığa olayların olduğu dönemlerde dahi gösterdiği müsamahayı belgeleyen bazı vesika örnekleri önemlerine binaen ek olarak kitabın sonuna ilave edilmiştir.
Zabtiye Nazırı Nazım Paşa'nın görevden ayrıldıktan sonra kaleme aldığı ve 1897 yılında iki cilt halinde II. Abdülhamid'e sunduğu Ermeni Târîh-i Vukû‘âtı, 1994 yılında Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı tarafından Ermeni Olayları Tarihi adıyla iki cilt olarak yayınlanmıştı.
Yayınladığımız bu eser ise 1891-1895 yılları arasında ortaya çıkan Ermeni olaylarını kapsayan ve padişahın isteği üzerine dışa yönelik olarak hazırlanan bir çalışmadır ve çeşitli bakanlıklardan biraraya gelen karma bir komisyon tarafından hazırlanmıştır.
Bu eserin neşriyle, dünya kamuoyunun, Ermeni meselesi ve terörünün gerçekte ne olduğunu, temelinde hangi unsurların ve güçlerin bulunduğunu bu defa da Türk belgelerine dayanarak görmesi, değerlendirmesi ve öğrenmesi hedeflenmiştir.
Tarafsız bir şekilde, Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki belgelere dayanılarak ortaya konan bu eserin, tarihi gerçeklerin ilmin ışığında aydınlatılmasına yardımcı ve ilgililere çalışmalarında yararlı olması en büyük dileğimizdir.
içerisinde 3 adet dosya bulunan belgeleri indirmek için:
http://s1.dosya.tc/r_veyapt_klar_zulmlerwww.kibris1974.com.rar.html