Eski Türk Ailesinin Hususiyetleri Üzerine Bir Özet

ergenekon6767

New member
Katılım
12 Ara 2008
Mesajlar
4
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Prof.Dr. Saadettin Gömeç

Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ

Bir milleti iyi tanıyabilmenin yollarından birisi de, o toplumun sosyal yapısını anlamaya bağlıdır. Eski Türklerin içtimai vaziyeti hakkında şimdiye kadar ortaya konulan tanımlamalarda birlik sağlanamadığı ise açıktır. Yani ilim adamları bu hususta çok farklı görüşler ileri sürüyorlar. Bizim teklifimiz Türklerin içtimai durumunu belirlemede en güvenilir yol olarak, yine Kök Türkçe kaynaklara dayanmaktır. Çünkü, Kök Türk devlet teşkilatı ve sosyal yapısı, kendinden sonra gelenlerin hepsine temel oluşturur. Kök Türk Yazıtları’na baktığımızda, Türk içtimai hayatını ifade etmek için şu terimleri görürüz. Bunlar sırasıyla;

1- Oguş (aile)
2- Urug (aileler birliği)
3- Bod (boy, kabile)
4- Bodun (boylar birliği)
5- İl (müstakil topluluk, devlet)

Biz burada bu sosyal yapının esasını meydana getiren aile müessesesi üzerinde durmaya çalışacağız. Eski Türk toplumunda ilk sosyal birlik olan oguş (oguş ile ogur arasında bir irtibat olmalıdır), yani aile bütün toplumun çekirdeği durumundadır. Kan akrabalığı esasına dayanır. Türkler dünyanın dört-bir tarafına dağılmalarına rağmen varlıklarını korumaları, aile yapısına verdikleri önemden ileri gelir. Bunun bir delili de Türk dilinde, başka hiçbir millette olmadığı kadar çok akrabalık adına rastlanmasıdır.
Peki, eski Türk ailesinin umumi yapısı nasıldı? Kimilerinin dediği gibi geniş aile mi, yoksa çekirdek veya küçük aile mi? Diğer dünya milletlerinin aile biçimiyle, Türk ailesini karşılaştırdığımızda pek çok bakımdan farklılıklar görülür. Eski Yunan veya Slavlarda olduğu üzere, Türklerde baba ailenin tek hakimi ve ailenin üyeleri onun kölesi değildir. Ama baba hakimiyetini de göz-ardı etmemek gerek. Türk tarihine şöyle bir baktığımızda, başlangıçtan itibaren kuvvetli bir ata-erkil aile yapısıyla karşılaşırız. Ancak, Çin kaynaklarındaki efsane evi izler Türklerde ana-erkilliğin de söz konusu olabileceğini hatıra getirmektedir. Bu yüzden bazı araştırmacılar Türk sosyal yapısının derinliklerinde gezinirlerken böyle bir şeyi hesaba katarak, Türklerin tarihte ana-erkil bir aile örgüsü içerisinde bulunduklarını zaman zaman ileri sürmüşlerdir. Ama Türk türeyiş efsanesinde her ne kadar dişi kurt ön plana çıkıyorsa da; dişi kurtla münasebet kuran erkek çocuğu unutmamak lazımdır. Ayrıca burada gözden kaçan bir husus da, yüzlerce yıl önce J.Deguignes’nin işaret etmesine rağmen dişi kurtun bir kadın olabileceğidir. Yani, aslında dişi börü, tamamen çocuğu koruyan ve büyüten bir kadındır. Fakat daha sonraki çağlarda bu olay, Türklerin kendilerine çok yakın gördükleri ve kutsal saydıkları kurtun kişiliğinde özdeşleşmiştir.
Temelde Türk ailesi ana, baba ve çocuklardan müteşekkil olup, dolayısıyla küçük ailedir. Büyük toprak mülkiyetleri söz konusu olmayıp, ailedeki herkes sahip olunan mallara ve araziye ortaktı. Gerçekte konar-göçer hayat, geniş aileye de müsait değildi. Onlar muayyen bir toprak üzerinde toplanıp, oturamazlardı. Zamanı gelince büyük çocukların aileden ayrılma hakkı vardır ve beraberlerinde de kendilerine düşen malı alabilirler. Türkçede izdivaç için kullanılan “evlenme” veya “evlendirme” terimleri, evlenen erkek veya kızın baba ocağını terk ederek, ayrı bir ev meydana getirmesi demektir. Baba evi ise en küçük oğula (ot-tigin) kalırdı. Bu gibi hadiselerde de yine ailelerin sosyal ve ekonomik durumları göz önünde bulunduruluyordu. Böylece küçük aile düzeninde yaşayan eski Türkler daha bağımsız kişiler yetiştirmek imkanına sahip idiler.
Türklerde umumiyetle tek evlilik geçerliydi. Sadece bazı zaruri hallerde çok evliliğe rastlanırdı. Ama Türk töresine göre evin gerçek hanımı ilk eştir ve diğer kadınlara “kuma” denirdi. Onların doğurduğu çocuklar bile törede ilk hanımın üzerine kayıtlıdır. Türk destanlarına ve değişik kaynaklara baktığımızda, Türklerde ideal evlilik tipi olarak da, tek eşlilik görülür. Zaten bu izdivaçlar sırasında kadınlar için çok yüksek meblağlar tutan bir nev’i başlık olan “kalın” adeti vardı ki, hele itibarlı biriyle evlenmek için servetler ödemek gerekiyordu. Bu herkesin altından kalkabileceği bir yük değildi. Genelde ise sosyolojide egzogami denilen dışarıdan evlilikler söz konusudur. Bununla birlikte aileye gelin olarak gelen kadın için belki de onun ana-baba hakkı karşılığında yukarıda belirttiğimiz üzere muayyen bir bedeli erkek tarafının ödemesi zaruriydi. Oğulu yetiştirme babanın, kızı eğitme görevi ise kadınındır. Bu durumu ifade eden çok güzel Türk ata sözleri vardır. Mesela; anasına bak kızını al ve tay yetişirse at dinlenir, oğul yetişirse baba dinlenir, gibi.
Türk kadınları erkeklerle mücadele edebilecek kadar güçlüydüler. Eski çağlarda da namuslarına son derece düşkün olan Türk kızlarının yanına yaklaşmak bile mümkün olamazdı, çünkü hepsinin yanında birer hançer mutlaka bunuyordu. Zaten yüz kızartıcı bir suçu işleyenin de cezası ölümdü. Bunun en güzel örneklerinden birisine 8. asırda Hazar-Arap münasebetleri vesilesiyle rastlıyoruz. Bilindiği üzere bu sıralarda, Kafkasya’ya ve Hazar Gölü çevresine hakim olma meselesi yüzünden, özellikle Bizans, Arap ve Hazarlar arasında kıyasıya bir mücadele yaşanmaktaydı. Bizans, Hazar Kaganlığına evlilik yoluyla yaklaşınca, Araplar da Halife Mansur zamanında bu tarz bir şey denemişlerdir. Halife, Ermenistan bölgesi valisine yazdığı mektupta; Kagan’ın ailesinden bir kızla evlenmesini istedi. Buna bağlı olarak, Hazarya’dan bir prenses yollandı ve bu kız Kafkasya’daki İslam toprakları sınırına ulaşınca konakladı. Valiye bir haber salıp; “bana Müslüman kadınlardan gönder. İslamı ve Kur’an’ı öğretsinler. Müslümanlığı anladığımda bana istediğini yapabilirsin”, dedi. Prensesin talebi yerine getirildi. İslam hakkında bilgi sahibi olduktan sonra hatun üzerindeki kılıcı ve hançeri çıkardı. Bunun manası artık valinin kıza yaklaşabileciğiydi. Bu hatun valiye iki çocuk doğurmasına rağmen, ne kendisi ne de çocukları uzun yaşayamadı. 10. asrın başlarında Türk yurtlarında dolanan bir Arap olan İbn Fadlan, “zina eden kim olursa olsun, el ve ayaklarından bağlarlar; sonra o kişiyi balta ile ikiye parçalarlardı”, diyor.
Babadan sonra kadın evin direğidir. Özellikle harp zamanlarında baba evden uzaklaşınca, ailenin bütün yükü kadının üzerine biniyordu. Bu durum Çingizliler zamanında yasalara da geçmiştir. Eski Türklerce kullanılan kang (baba) ve ög (anne) kelimeleri 9. yüzyıldan sonra ata ve ana olarak değişmiştir. Bunun gibi aile yapısında her ferdin bir hususi adı vardır.
İnsanlar, ben ölünce geride kalanlara ne olur? Diye düşünmezlerdi, çünkü öyle büyük bir dayanışma vardı ki, aile üyelerinden kimsenin mağdur olmasına müsaade edilmezdi. Günümüzde olduğu üzere geçmişte de Türkler, aile içi ilişkilerde gerçekten tam bir saygı ve sevgi esası güdüyorlardı. Aile bir nev’i küçük devlet örneği sergilediğinden, aile fertlerinin hepsi onu korumak ve kollamak göreviyle kendilerini mes’ul görürlerdi. Bu sebepten eski Türk ailesi tarihte ve zamanımızda devletin küçük bir nümunesi olarak bütün toplum hayatını etkilediği gibi, siyasi yapıya da tesir eder. Eğer bu hususta çalışan sosyologlar veya toplum bilimciler bunu hesaba katarlarsa, aile düzeninin bozulduğu dönemlerde devletin de zaaf içerisinde olması söz konusudur. Türk devlet yapısının iki temel direği vardır: Bunlardan birisi aile, diğeri de m.önceki çağlardan beridir ana vasfını kaybetmeyen Türk ordusu(1) .
------------------------
(1)Türk ailesi konusunda geniş bilgi için bakınız, S.Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, Ankara 2006.
 

Dr.Yalnızefe

Dost Üyeler
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,339
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Gerçekten çok güzel bir aktarım..
Elinize sağlık....:)
 

BURLAHATUN

Yasaklı Üye
Katılım
21 Tem 2008
Mesajlar
5,116
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
TÜRKİYE
Bilgilendirme için çok teşekkür ediyorum Ergenekon kardeşim.:)
 
Üst