Garanti Anlaşması Nedir?

GökTürk

Kurucu
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,015
Tepkime puanı
2
Puanları
38
Yaş
59
Konum
C¤ KIBRIS
Web sitesi
www.kibris1974.com
Garanti anlaşması nedir?

Zürih ve Londra anlaşmalarına ek olarak, Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan GARANTİ ANLAŞMASI'nın 1. maddesinde, "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolayısı ile teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder" denilmektedir. Buna göre adanın Yunanistan, Türkiye veya AB'la birleşmesi, mümkün değildir...

İkinci maddede ise şöyle denmektedir: "Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Kırallık, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda Anayasanın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler". 4. Maddenin son paragrafında ise şöyle denmektedir: "Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı taktirde garanti veren her üç devletten herbiri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar. Türkiye, 1974 Barış Harekatını, işte bu anlaşmanın 4. maddesinin kendisine verdiği hakka dayanarak yapmıştır. Bu nedenledir ki, 1974 Barış Harekatı Uluslararası bir anlaşmadan doğan bir hakkın kullanılarak, o anlaşmanın yüklediği vecibelerin yerine getirilmesidir. Bu nedenledir ki, Rum-Yunan liderliği sürekli olarak garanti anlaşmasına saldırmakta ve bu hakkın korunması için ısrar edilmesi, en azından tek yanlı müdahale hakkından taviz verilmemesi halinde, olası bir anlaşmayı imzalamayacağını söylemektedir. Türkiye'nin garantörlüğünün kaldırılması veya B. M. Güvenlik Konseyi'nin kararına bağlanarak sulandırılması, Enosis'in gerçekleşmesi için gerekli zemini yaratacaktır.

İngiltere'nin elde ettiği olanaklar nedir?

Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken İngiltere de birtakım olanaklar elde etmiştir. Buna göre Ağrotur, Piskobu, Paramal, Dikelya, Pergama, Ay Nikola ve Ksilofago bölgelerinde İngiltere tam egemen olacaktı. Bu bölgeler arasında personel ve her türlü malzemenin nakli için yol, liman ve diğer kolaylıkları serbestçe kullanabilecekti. Bu arada Mağusa'daki limandan ve her türlü su, telefon, telgraf, elektrik vb. hizmetlerinden yararlanabilecek, askerlerin eğitimi için tesbit edilen bazı yerleri kullanabilecek, Lefkoşa uçak alanını, meydanda veya meydana bağlı gerekli tüm bina ve kolaylıkları kullanabilecek, İngiliz askeri uçaklarının barış ve savaşta hareketi için hava trafiği üzerinde sınırsız uçabilecek, üsleri ve tesisleri teknik bakımdan geliştirmek için yeni bölgeleri ve hakları Kıbrıs Cumhuriyeti ile görüştükten sonra elde edebilecekti. Bu anlaşma ile İngiltere 31 yerde çeşitli "bölgelere ve tesislere" sahip olurken 11 yerde de eğitim ve atış sahalarına sahip olacaktı.

Egemen üs bölgelerinin yüz ölçümü sorunu taraflar arasında uzun tartışmalara yol açmış bir sorundur. Başlangıçta İngiltere bu bölgelerin 12 mil kare olmasını istemiş, buna karşılık Makarios 36 mil kare olmasını önermişti. Görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine Dr. Küçük'ün önerdiği 100 mil kare esası üzerinden anlaşmaya varılarak, bu bölgelerin adanın 3576 mil karelik yüzölçümü içinde 99 mil kare olması kararlaştırılmıştı.

Bugün adadaki İngiliz askeri varlığı ve Dikelya ile Ağrotur askeri üsleri bu anlatma çerçevesinde faaliyet göstermektedir. Bu bölgeler "İngiliz Toprağı" sayıldığından idari bakımdan tam egemen durumdadırlar.


Cumhuriyetin işleyişi ve anlaşmazlık konuları nelerdir?

a. Bakanlar Kurulu'ndaki Oylamalar
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının 46. maddesinin 2. fıkrası, Cumhuriyet Bakanlar Kurulu'nun 7 Rum ve 3 Türk'ten oluşmasını öngörmekteydi. Bakanlar Kurulu, her iki toplum Cemaat Meclislerine açıkça tanınmamış olanlar dışında kalan bütün konularda karar alma yetkisi ile donatılmıştı. Rum Bakanlar, Rum olan Cumhurbaşkanı tarafından, Türk Bakanlar da Türk olan Cumhurbaşkan Muavini tarafından seçilmekteydi. Bakanlar Kurulu'nda kararlar salt çoğunlukla alınmaktaydı. Cumhurbaşkanı veya Yardımcısının Veto hakları bulunmaktaydı. Bazı önemli konularda Türk Bakanların ayrı oy çoğunluğu da gerekmekteydi. Bakanlar Kurulu'nda Rumlara çoğunluk sağlayan bu orantı ancak çoğunluğun iyi niyetli tavırları istismar etmemesi ile işleyebilirdi. Ne var ki Rum bakanlar, hiçbir zaman bu iyi niyeti göstermemişler, Türklerin en hassas olduğu konularda kendi çoğunluklarına dayanarak kararlar alma yoluna gitmişlerdir. Bunların en güzel örneği ise belediyeler konusunda yaşanmıştır. Anayasa her iki toplumun da 5 büyük tehirde ayrı belediyelere sahip olmasını öngörmesine karşın, Temsilciler Meclisi Rum çoğunluğu, bu konuyla ilgili yasayı yapmamış, Bakanlar Kurulu da Rum üyelerin çoğunluğu ile belediyeleri İnkişaf Encümeni olarak tanımlayan bir karar almıştır. Ne var ki Türk tarafının Anayasa Mahkemesi'ne başvurması sonucu bu tek yanlı karar iptal edilmişti.

b. Anayasa Mahkemesi'nin Dinlenmesi
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası'nın 153. maddesine göre tarafsız bir hakimin başkanlığında bir Türk ve bir Rum yargıçtan oluşan Anayasa Mahkemesi Cumhuriyetin yaşadığı üç yıl boyunca kritik ve dikkatleri üzerinde toplayan bir kurum oldu.

Alman Anayasa Profesörü E. Forsthoff'un başkanlığını yaptığı Anayasa Mahkemesi'nde gerek belediyeler konusunda, gerekse 60/40 oranı nisbetinde kurulması öngörülen ordu konusunda önemli davalar açıldı. Kıbrıs Türk liderliğinin açtığı bu davaların düşürülmesi veya olumsuz sonuçlanması için Rumlar ve bizzat Makarios tarafından yargıçlar üzerine büyük baskılar yapıldı, tehditler savruldu.

Forsthoff'un Yardımcısı, Dr. Christian Heinze EOKA üyeleri tarafından taciz edildi, takip edildi. Hakkında çeşitli dedikodular çıkarıldı. Özellikle belediyeler konusunda büyük baskılara dayanamayarak istifa ettiği zaman yaptığı açıklamada, kendisine yapılan baskıları açıklamıştı. Esasen Makarios, belediyeler konusunda mahkemenin kararından önce yaptığı açıklamada alınacak kararın aleyhte olması halinde bu karara uymacağını açıklamıştı. Yasaları uygulamakla görevli olan bir cumhurbaşkanının anayasayı uygulamaması, bu konuda Yüksek Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararı ise dikkate almaması, herhalde dünyada eşine ender rastlanan bir olaydır.


c. Veto Hakkına Karşı Çıkılması
Veto hakkı, Kıbrıs Rum Liderliğinin iki halklı ortaklık Cumhuriyetini Meclis ve Bakanlar Kurulu'nda çoğunluklarına dayanarak istedikleri yere sürükleme girişimlerini en etkili şekilde önleyen bir silahtı. Türk olan Cumhurbaşkanı Muavini'ne, Bakanlar Kurulu ve Temsilciler Meclisi'nin kararlarını Veto etme, yani yürürlüğe girmesini önleme yetkisi Anayasanın 50. maddesi ile verilmişti.

Türk olan Cumhurbaşkanı Muavini, Dışişleri, Savunma ve Güvenlik konularında Temsilciler Meclisi ve Bakanlar Kurulu kararlarına karşı Veto hakkını kullanabilmekteydi. Bunun yanında diğer konularda bir diğer önlem de, gerek Cumhurbaşkan Muavini'ne, gerekse Cemaat Meclislerine tanınan, Anayasa Mahkemesi'ne başvurma hakkıydı. Bu önlem, Rumların kendi çoğunluklarına dayanarak iyi niyete, Cumhuriyetin kuruluş, amaç, ilke ve niteliğine ve Anayasaya ters kararlar alarak, Türkler aleyhine uygulamalar içine girmelerini önlüyordu. Nitekim Cumhuriyetin yaşadığı 5 yıl boyunca Rum liderliği Anayasanın bu maddesinin iptali veya etkisizleştirilmesi için her türlü çabayı göstermiştir. Rum liderliğinin Türklere tanınan bu haklara uymamak istemesi, Anayasa Mahkemesi'nin iptal edeceğini bile bile Anayasaya ters kararlar almaları iki halk arasındaki ilişkileri kökünden dinamitlemekteydi.

d. Temsiciler Meclisi'nde Sorunlar

Kıbrıs Anayasasının 6, maddesine göre yasama yetkisi, Anayasada her iki halkın Cemaat Meclislerine tanınan konular dışında kullanılmak üzere, "Temsilciler Meclisi" adlı 50 üyeli Meclisteydi. Bu Meclisin 35 üyesi Rum, 15 üyesi de Türktü. Temsilciler Meclisi'ndeki bu sayısal eşitsizliğin sorun yaratmaması için aynen Bakanlar Kurulu'nda olduğu gibi iyi niyetin varolması zorunluydu. Ne var ki Rumlar, Temsilciler Meclisi'nde sahip oldukları çoğunluğu her zaman kendi istedikleri tek yanlı kararları almak için kullanmışlardı. Bu eğilimleri nedeniyle gerek vergi, gerek Anayasanın emrettiği ayrı belediyeler kurulması, gerekse ordunun kurulması konusunda sert tartışmalar olmuş, Meclis bu konularda iki halk arasındaki güveni geliştirme yerine güvensizliği besleyen bir odak noktası haline gelmiştir.

Gerek Bakanlar Kurulu'nda, gerekse Temsilciler Meclisi'nde Türklerin durumunu iyileştirecek, Türk bölgelerini gelittirecek kararlar sürekli olarak engellenmiştir. Türk liderliği bu nedenle sık sık Veto yetkisini kullanmak veya Anayasa Mahkemesi'ne başvurmak zorunda kalmıştır.

e. 70/30 Oranının Uygulanmayışı

Kamu Hizmetlerinde 70/30 oranının uygulanmak istenmemesi, iki halk arasında bir diğer ihtilaf konusunu oluşturmaktaydı. Rum liderliği, Kamu Hizmeti Komisyonu'nun Rum üyeleri ile işbirliği içinde açılan münhalleri Rumlarla, özellikle eski EOKA'cılarla dolduruyor ve anayasanın emredeci kurallarına karşı 70/30 oranını uygulamaya yanaşmıyordu. Bu ayrımcı tutum, Türk aydınları arasında işsizliği ve göçü teşvik ettiği gibi güvensizliği körükleyen başlıca etkenlerden biriydi. Hiç şüphesiz Rumların böyle bir uygulamaya girmesindeki esas amaç, devleti bütünüyle bir Rum devleti haline getirmek ve tüm kamu kurumlarını içten işgal etmekti. Nitekim kamu hizmetlerine alınan Rumların çoğunluğunu, EOKA tedhiş örgütünün azılı militanları oluşturmaktaydı. Görevleri ise bu kurumlarda çalışan Türk memurları baskı altına almaktı. 7 Rum , 3 Türk üyeden oluşan Kamu Hizmeti Komisyonu; Rum üyelerin oyları ile yaptığı tek taraflı atamalara yöneltilen eleştirilere karşı, Türkler içinde okumuş insan olmadığını ileri sürüyordu. Oysa o dönemde adada üniversite mezunu olan toplam 3274 kişiden 640'ı Türk (%19.5); 2634'ü ise Rum (%80.5).

f. Orduda Ve Poliste Sorunlar

Ordunun oluşturulmasında en birinci sorun, eski EOKA militanlarının Kıbrıs Ordusu'na doldurulmasıydı. En önemlisi ise Eoka'cı Yorgacis'in İçişleri Bakanlığına getirilmesiydi. Bu, EOKA'dan çok çeken Türk halkı için büyük bir tehlike idi. Eski EOKA'cıların ellerine silah tutuşturulması Türklerin kabul edemeyeceği bir durumdu. Bunun yanında orduya atanan 150 subayın hepsi de EOKA üyeleri idi. Aynı şekilde polis birliklerine de eski EOKA'cılar doldurulmuştu. Bu işlem gerçekleştirilirken, Türk polisler anayasaya aykırı olarak işten atılmıştı.

Ordu ile ilgili ikinci anlaşmazlık noktası, Anayasanın 132. maddesinin uygulanması konusunda oldu. Buna göre eğer bir yerleşim yerindeki halk sadece Türklerden oluşuyorsa, o yerleşim bölgesine yerleştirilecek kuvvet sadece Türk ordu mensuplarından oluşacaktı. Rum liderliği bu görüş çerçevesinde ordunun küçük birliklere ayrılarak belirlenecek bölgelerde konuşlandırılmasına karşı çıkıyordu. Bundan güdülen hedef ise Türk bölgelerini savunmasız bırakmak ve Türk ordu mensuplarını belli bir bölgede çoğunlukta olan Rum ordu mensuplarının baskısı altında tutmaktı.

g. Vergiler Konusundaki Sorular
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının 78. maddesi, vergi konusunda Temsilciler Meclisi'nde alınacak kararlarda, her iki toplum milletvekillerinin ayrı ayrı yapacakları oylamalarda çoğunluk oyunu gerekli kılmaktaydı. 31 Aralık 1960'da süresi sona eren vergi yasalarının yerine, yeni vergi yasaları çıkarmayan Rum liderleri, uzatmalarla konuyu geçiştirmeye çalışıyordu. 1961 Ocak- Mart döneminde, 3 aylık uzatmayı kabul eden Türk milletvekilleri, Rum liderliğinin Türklerden topladığı vergilerle Kamu hizmetlerine eşitsiz oranda Rum alınması ve Türk bölgelerinin kalkınması için harcama yapılmazken, Rum bölgelerine oluk gibi para akıtılmasına kullanma karşısında, ikinci bir uzatmayı ancak 3 aylık bir süre için kabul edeceklerini açıkladı. Ne var ki Rum liderliği, "Kıbrıslı Türklerle varolan diğer gerilimli sorunların çözümünde, Rumlara baskı yapma fırsatı vereceğine inandıkları için" bu öneriyi reddetti. Türk liderliğinin ve milletvekillerinin tüm iyi niyetli girişimlerine karşın, tek yanlı anayasa dışı tutumunu sürdürmekte ısrar eden Makarios, vergi dairelerine doğrudan emir vererek ilk 3 aylık sürenin dolduğu 31 Mart 1961'den sonra da vergi dairelerinin vergi toplamayı sürdürmelerini istedi. Türk liderliği ise bu yasa dışı uygulamayı protesto için halkı vergi ödememeye çağırdı. Makarios ise, Türklerin bu haklı tepkisi üzerine yangına adeta körükle gidiyor ve gerekirse 70/30 oranının hiç uygulanmayacağını, anayasanın kendisini kısıtlıyan maddelerine uymayacağını açıklıyor ve tüm dünyada Türkleri suçlu göstermek için kampanya başlatıyordu.

Makarios, bunlara paralel olarak Türklere tanınan ve Anayasa tarafından garanti altına alınan tüm hakları ortadan kaldırmak için sunduğu 13 maddelik anayasa değişiklik önerilerinin Türkiye, İngiltere ve Kıbrıs Türk halkı tarafından reddedilmesi üzerine, 21 Aralık 1963'de kanlı Noel saldırılarını başlattı. Nitekim 1964'de Kıbrıs Rum Milli Muhafız Ordusu Komutanı olan Korgeneral Karayannis, "Türkler anayasanın değiştirilmesine karşı çıkınca, Başpiskopos planını uygulamaya koydu" diyerek, saldırıların nasıl planlı başladığını açıklayacak ve Akritas Planı'nı doğrulayacaktı.


h. Ayrı Belediyelerin Kurulması Konusunda Anlaşmazlık

Kıbrıs Anayasasına göre 5 büyük şehir olarak Lefkoşa, Mağusa, Limasol, Larnaka ve Baf'ta ayrı belediyeler kurulacak ve bu belediyeler kendi toplumlarının yaşadığı bölgelerin imarı için çalışacaklardı. Esasen 1941 yılından 1958 yılına kadar ortak belediyelerde nüfus oranlarına uygun temsiliyetleri ile birlikte çalışan Kıbrıs Türkleri ile Rumları, bu konuda daha başlangıçta kötü bir deneyime sahipti. Rum belediye başkanları, belediye meclislerinde çoğunluğu oluşturan Rum üyelerin de desteği ile Türk bölgelerine hizmet vermiyor, Rum bölgelerine götürülen hizmetlerin onda biri bile Türk bölgelerine götürülmüyordu. Türklerin belediyelerde olan işleri zamanında yapılmıyor, Türk mahalle ve sokak adları Rumca olarak değiştiriliyor, Türk şehitlerinin kabirleri ile kutsal sayılan yerler yıkılıyor, her türlü yolla şehirlerin Türk karakteri ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu. Rumların bu tutumu, belediye meclislerini iki halkın çatıştığı, çok sert tartışmaların yapıldığı bir arena haline getirmişti. Nihayet 1958 yılında Kıbrıs Türkleri bir emrivaki ile kendi belediyelerini kurmak zorunda bırakılıyordu. Kıbrıs Türkleri, ikide birde tüm dünyaya Enosis telgrafları çeken ve Enosis mücadelesinin şampiyonluğunu yapan bu meclislerde daha fazla duramazlardı.


Anayasa görüşmeleri yapılırken iki halk da bu konuda görüş ayrılığı içine düşmüş değildi. Ayrı belediyelerin varlığı fiili bir gerçek olarak kabul edilmişti. Hatta eski Yunan Dışişleri Bakanı Averof'un "LOST OPPURTUNITIES" (Kaybedilen Fırsatlar) adlı eserinde açıkladığı gibi, Makarios, fakir Türk bölgelerinin yükünü çekmemek için ayrı belediyeler kurulmasını da bizzat istemişti. Ne var ki daha sonra bu madde anayasaya girince, bu kez, "söz konusu kuralın uygulanması halinde adanın taksim edileceğini" söylemeye başlamıştı. Oysa Türkler için bu bir kimlik sorunuydu. Ayrı belediyeler, "The Observer" gazetesinin dış haberler editörü Robert Stephens'in de vurguladığı gibi,"Türklerin kendi kendilerini yönetmelerinin ve Kıbrıslı Rumların, Türk toplumunun ayrı bir kimliği olduğunu ne denli kabul ettiklerinin bir göstergesiydi".


Anayasa, belediyelerle ilgili yasaların 6 ay içinde yapılmasını öngörmesine karşın, Rum liderliği bu yönde bir çalışma yapmadığı gibi bu alandaki gelişmeleri de engelliyordu. Vakit gelip dayanmıştı. İngilizler tarafından kabul edilen ve 1958 yılında kurulan ayrı Türk belediyelerini tanıyan kanun, 31 Aralık 1960'da yürürlükten kalkmıştı. İki toplum liderleri arasında yapılan görüşmelerde Makarios'un anayasa dışı uyulamada ısrar etmesi sonucu, bir sonuç alınamadı. Bu durum karşısında eski yasalar 3'er aylık sürelerle uzatılmaya başlandı. Ne var ki Makarios, 1962 yılı sonunda artık bu süreleri uzatmayacağını açıkladı. Türk Cemmat Meclisi bu durumda 29 Aralık'ta aldığı bir kararla Türk belediyelerinin çalışmalarını sürdürmelerini kararlaştırdı. Bu arada Lefke'de de bir belediye kuruldu. Rum liderliği buna tepki gösterdi. Önce Türk belediyelerin telefonları kesildi. Çalışmarını engellemek için her yola başvuruldu. Bütün bu engellemelerin başarılı olmadığını gören Makarios, Türk belediyelerini yetkisi olmadığı halde fesh ettiğini açıkladı. Bakanlar Kurulu'nun Rum üyeleri ise, 2 Ocak 1963'de aldıkları bir kararla Türk belediyelerin sınırları içine giren bölgeleri "İnkişaf Sahaları" olarak ilan edip bu bölgelere inkişaf encümenleri atıyordu. Türk liderliği bu durum karşısında Anayasa Mahkemesi'ne başvuruyor ve başvuruyu görüşen Anayasa Mahkemesi, Bakanlar Kurulu'nun aldığı kararı Anayasa'ya aykırı bularak iptal ediyordu. Anayasa Mahkemesi, ayrıca, Makarios, "Çıkacak karar olumsuz olması halinde asla tanımayacağım" demesine karşın, beş büyük şehirde ayrı belediyeler kurulması gerektiği konusunda bir karar alıyordu.

Anayasa Mahkemesi başkanı E. Forsthoff'un Yardımcısı Dr. Christian Heinze, bu konuda şöyle diyordu: "Rumların Kıbrıs Anayasasını ihlal ettikleri en önemli örneklerden bir tanesi belediyeler konusuydu. Türkler için ciddi sonuçlar doğuran beş kentte ayrı belediyeler kurulması yönündeki anayasa maddesinin ihlali, Türk liderliği tarafından Anayasa Mahkemesi'ne getirildi. Ancak Rum liderliği Anayasa Mahkemesi'nin alacağı kararı tanımayacağını önceden açıkladı. Böylece, Rumlarla Türkler arasında uyuşmazlıkların getirilebileceği tek bağımsız organ olan Yüksak Anayasa Mahkemesi işlemez hale getirilmişti".
 
Üst