Göktanrı Dini-(Albastı,Erlik,Ülgen,Tanrıça-Umay)

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Albastı, bütün Türk boylarında ortak olarak inanılan bir kötü ruhtur. Yörelere ve tarihin akışına göre -birbirine benzer olmak üzere- şu sözcüklerle adlandırılmıştır:

Abası, Al, Albas, Albastı, Albıs, Albız, Alkarası, Alkarısı, Almıs.Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana için, gerek çocuk için çok büyük bir tehlike olan Albastı ve bu ruhla ilgili inançlarTürkler'in çok eski devirlerinden günümüze dek gelen,halâ Anadolu ve Anadolu dışı Türkler arasında yaşayan önemli bir mitolojik unsurdur.

Karakteristik bir Türk motifi olan Al, Albastı ruhu Orta ve Batı Türkleri'nde Albastı,Alkarısı; Osmanlı
metinlerinde Albız; Uranha-Tuba Türkleri'nde Albıs; Altay Türkleri'nde Almıs; Saha (Yakut) Türkleri'nde
Abası olarak bilinir. Kam = Baksı = Şaman'lar, Albastı'yı genellikle keçi suretinde görürler. Bu inançla ilgili olarak yapılan törenlerde Albastı, ana ve çocuktan uzaklaştırılmağa çalışılır. Saptanmış böyle bir törende baksı bir yandan ilahi/afsun okur, öte yandan bir koyun ciğerini lohusanın ciğeri yerine Albastı'ya verir. Çünkü Albastı lohusanın ciğerini alıp kaçar ve suya atar.Ciğer suya düşerse lohusa ölür.

Saptanan bu baksı ilahisi/afsunu şöyledir:

Ey şeytanlar, şeytanlar,Bu ciğeri alın,Buna kanaat edin,Bu kadını öldürmeyin,Zarar dokundurmayın,
Koyun ciğeri size yetmez mi?Bu koyun ciğerini ciğer saymıyor musunuz?Öyle ise elime
kılıç alırım,Hesapsız ruhlarımla,Size saldırırım.

Lohusa kadınlara musallat olan Albastı hakkındaki inançlar ve Albastı'nın musallat olma şekli Kırgız, Kazak ve Anadolu Türkleri'nde bütün ayrıntılarıyla aynı biçimdedir (lohusanın ciğerlerini alıp götürmesi ve suya atması, ocaklı adamlardan korkması, tüfek sesinden kaçması, demirden ürkmesi vb). Kazak ve Kırgız Türkleri'nde keçi biçminde görünen bu kötü ruhun Urenha-Tuba Türkleri'nde keçi sesi ile bağırması, Anadolu Türkleri'nde kötü sesle bağırması gibi ayrıntıları da özdeştir..

Bu ruh bütün Türkler'de dişidir; hoppa, hilekar ve yalancıdır.

Urenha Türkleri'nin kam (şaman) dualarında anılan ve kayalarda bulunan 6 sarı Albastı, Kazak, Kırgız ve Başkurt Türkleri'nde Sarı Kız biçiminde olan ruh ve Anadolu Türkleri'nin Sarı Kızlar efsanesi arasında özdeşlik ilişkisi vardır.

Erzurum ve Erzincan inançlarına göre Albastı, at yelesini örmekten zevk alır. Yenisey Türkleri'nin bir kolu olan Kalar Türkleri'nin inançlarında da Kaya ve Dağ Ruhu'nun en sevdiği eğlence at yelesini örmektir.

Lohusanın Kara ya da Kara Bastı'dan korkusunu ve bu Kara'yı kovmak için Kara Bakşı çağrılmasını da Manas Destanı'nın devamı
olan Yolay Kaan Destanı'nda görürüz:

Kara bakşı bar edi Karabaskan katındın Evliyası bar edi...

Kara bakşı loğusaya gelen cinlere seslenerek:

Alıstan kelgen Al-bı deymen Raktan kelgen can-bı deymen...der. Burada geçen Al, Albastı'dan başka bir şey değildir.

Sözün özü, Türk boylarınca Al, Albastı, Albas, Albız vb sözcüklerle adlandırılan kavram hakkında bütün Türk boylarında aynı inanmalar vardır. Lohusalara musallat olan bu kötü ruh Çin Seddi'nden Akdeniz kıyılarına, Kuzey Buz Denizi'nden Hindistan'a dek yayılmış olan Türkler'in inançlarında yer alır. Kuşkusuz bu inanç Türk kültürünün derinliklerinden kaynaklanmakta ve kökleri Eski Türkler'in Atlı BozkırKültürü'ne dayanmaktadır. Dolayısıyla Albastı inancı, Türkler ve Türk kültürü için -tıpkı Bozkurt gibi- tipik ve ayırt edici bir kültürel motiftir

Şimdi Albastı inancını Türk boylarına göre madde madde değerlendirelim:

KIRGIZ ve KAZAK Türklerin'de

Kırgız Türkleri ile Altaylılar'da doğum saatı yaklaştığında oba ya da oymak kadınları lohusanın evinde toplanırlar. Deneyimli bir kadın ebe (ineci) görevi yapar. Çadırın ortasına (ateş yakılan yerine) bir direk yerleştirilerek buna bir urgan bağlanır. Bu urganın bir ucu duvara bağlanır ve lohusanın koltuk altından geçirilir. Kadın çok acı çekmeğe başlarsa Albastı (Alkarısı) lohusaya musallat olmuş demektir. Bunun üzerine Albastı'yı korkutmak üzere erkekler de toplanır ve "Hay! Huy!" diye bağırmağa başlarlar, tüfekle havaya ateş ederler. Bu gürültü, kadın doğuruncaya ya da baygınlığı geçinceye değin sürer. Kimi kez bir hoca ya da bir baksının işe karışması gerekir.

Kazak ve Kırgız Türkleri'ne göre Albastı iki çeşittir: Kara Albastı ve Sarı Albastı....

Sarı Albastı'lar hoca ya da baksı'ların (şaman) okumasıyla kaçarlar. Kara Albastı ise, kendisini görebilen ocaklı adamdan başka kimseden korkmaz. Sarı
Albastı, sarışın bir kadın biçimindedir; bazan keçi ya da tilki biçimlerine de girer. Bu ruh lohusalara musallat olup ciğerlerini alır ve götürüp suya atar.
Baksılar ya da ocaklı adamlar Albastı'yı ciğeri yerine koymağa mecbur ederler.Albastı'yı yakalayan baksı kopuzunu eline alıp birtakım afsunlar söyler. Bundan sonra Albastı ciğeri yerine koyar ve lohusada yaşama geri döner. Baksılar,Albastı'yı genellikle keçi biçiminde görürler.

Kara Albastı ya da öteki adıyla Kara, ciddî ve ağırbaşlı bir ruhtur.

Sarı Albastı ise hoppa, hilekar ve şarlatandır. İnsanları çoğunlukla
aldatarak ele geçirir. Kimi kez insana dokunmayacağına söz verir ve uzak durur.
Ancak hep bir fırsat bekler ve kolayını bulduğunda da zararını verir.

Albastı tüfek sesinden korkar.Lohusa albastı olursa tüfek patlatılır.

Albastı demircilerden, demirden ve ocaklı adamlardan da korkar. Kazaklar, lohusayı Albastı'dan korumak için çekiç ve bir demir parçası alıp ;Demirci geldi! Demirci geldi! diye bağırırlar. Öylekudretli demirciler ve ocaklı adamlar vardır ki bunların mendili, başlığı bile Albastı'yı korkutmağa yeter. Bu inançların aynısı Anadolu Türkleri'nde de vardır.

BAŞKURT Türklerin'de

Başkurtlar'ın Albastı ile ilgili inançları Kazak ve Kırgız Türkleri'nin inançlarının aynısıdır.


KAZAN Türklerin'de

Kazan Türkleri'nin inançlarına göre de Albastı kötü bir ruhtur. Boş evlerde, çöllerde bulunur. Çeşitli biçimlerde görünür. Yolcuların yolunu şaşırtır, uykuda basar.

URENHA-TUBA Türklerin'de

Uluğ Kem ırmağının dolaylarında yaşayan şamanist Urenha-Tuba Türkleri'nde Albastı'ya adı verilir. Albas, hiç evlenmemiş bir kızdan türemiştir. Albaslar kumsal yerlerde ve kayalarda bulunurlar, keçi gibi bağırırlar. Kızlara musallat olup hasta ederler. Güçlü kamlar ilahiler okuyarak albısları kovarlar. Kam dualarında Sarı Kız olarak nitelendirilerler: Altı sarı albıslarım

ALTAY Türklerin'de

Altaylılar'ın inançlarına göre Almıs (Altaylılar Albastı'ya Almıs der), kötü bir ruhtur. Kara Nemeler'in yani Kötü Ruhlar'ın başı olan Erlik'in adamlarından ve hizmetkarlarındandır. Altay Türkleri'nin Albastı inançları da genel olarak Kazak ve Kırgızlar'ınki gibidir.

ÖZBEK Türklerin'de

Özbek inançlarında Albastı pejmürde, dağınık saçlı bir kocakarı biçimindedir. Özbek Türkleri lohusayı yalnız bırakmazlar ve Albastı'nın lohusayı boğmasından korkarlar. Taşkent'te bir Albastı - Alvastı köprüsü vardır. Oradan gelip geçenlerin pejmürde bir kocakarı gördükleri söylenir. Anadolu Türkleri de Albastı'yı bazan dağınık saçlı bir kocakarı olarak görürler.

SAHA Türklerin'de

Saha (Yakut) Türkleri'nin inançlarında, bizdeki Albastı'yı andıran ve adlarına Abası denilen ruhlar vardır. Bunlar kötü ve obur ruhlardır. Ayrıca Saha Türkçesi'nde bir albas sözü vardır ki;aldatmak, hile, kadın şamanın büyüsü; anlamlarına gelir. Abasılar'ın özelliklerinden biri insanın kut'unu (ruhunu) alıp götürmeleridir. Öteki Türkler'de Albastı/Alkarısı, insanın ciğerini alıp götürür.

ANADOLU Türklerin'de

Anadolu Türkleri'nin inançlarında da Albastı'nın önemli bir yeri vardır. Albastı hastalığını temsil eden Albastı yada öteki adıyla Alkarısı, lohusa kadınlara musallat olur. Bazan yalnız kalan lohusanın yanına kötü ruhlar gelerek lohusanın ciğerini alırlar ve giderler; böylece lohusayı al basar. Albastı, lohusanın
ciğerini bir suya bırakırsa lohusa ölür. Lohusada korku veya üzüntüden dolayı bir hastalık çıkarsa, bu hastalığa da albastı adı verilir.

Alkarısı/Albastı, tüfek sesinden, ocaklı adamlardan, demirden, demirciden ve al (kırmızı) renkten korkar. Bunun için, lohusa yatakta iken başına ak yaşmak ve al tül bağlanır. Bazan da kadının gözlerine kırmızı olan bir nesne gösterilmez.Alkarısı bazan dağ kayalarında, ırmak kıyılarında bulunur. Geçen yolculara türlü oyunlar oynarlar, kötü bir sesle bağırırlar. Öyle ocaklı adamlar vardır ki bunların mendili, takkesi, başlığı lohusanın odasına konursa albastı olmaz. Alkarısı, sarışın bir kadındır.

Erzurum ve Erzincan'da Alkarısı ahırlarda bulunur ve atların yelesini örmekten hoşlanır. Bu yörede lohusaları korkutan ve ciğerlerini alıp götüren kötü ruha Karakura adı verilir.

Alkarısı ,albastı inancı kendi köyümde halen yaşamaktadır.
Bu inanışa göre ,lohusa kadınların ve yeni doğmuş çocukların kırkı çıkana kadar yalnız bırakılmaması gerekmektedir.
Uzun kış gecelerinde ;rahmetli dedem ve babaannem alkarısıyla ilgili çokça şeyler anlatırlardı.
Bu eski Türk inanışı ;Türklerin İslamiyete geçmesiyle birlikte bir çok değişikliklere uğramış olmasına rağmen yinede eski inanacın izlerini ana hatlarıyla muhafaza etmektedir.
Aklımda kaldığı kadarıyla ,alkarılarının geceleri besili ve yüğrük doru atların üzerine binip ,atları kan ter içerisinde bıraktığı ,kuyruk ve yelelerine çok güzel örgüler ördüğünden bahsedilirdi.
Hatta anlatılanlara göre ;kadın kılığına girmiş bir alkarısnını lohusa bir kadına musallat olduğu anda birsinin bu kişinin alkarısı olduğunu anlayıp alkarısının elbisesine çatal iğneyi batırarak tutsak ettiğini ,bir kaç gün tutsak olarak tutulup ,alkarısına hamur yoğurttuklarını ,bu hamurun çok bereketli olduğunu ,alkarısının elbisesindeki çatal iğneyi bir çocuğa çıkarttırarak kurtulduğu ancak ,alkarısının insanlarla beraber olduğu için kendi tayfasınca öldürüldüğü ,günlerce yerlerde kan izlerine rastlanıldığı vb.şeylerden bahsedilirdi.

Alkarısıyla ilgili ,kendi yaşamımdan ,hatırladıklarım bunlardan ibaret

ANADOLU Türklerin'de

Anadolu Türkleri'nin inançlarında da Albastı'nın önemli bir yeri vardır. Albastı hastalığını temsil eden Albastı yada öteki adıyla Alkarısı, lohusa kadınlara musallat olur. Bazan yalnız kalan lohusanın yanına kötü ruhlar gelerek lohusanın ciğerini alırlar ve giderler; böylece lohusayı al basar. Albastı, lohusanın
ciğerini bir suya bırakırsa lohusa ölür. Lohusada korku veya üzüntüden dolayı bir hastalık çıkarsa, bu hastalığa da albastı adı verilir.

Alkarısı/Albastı, tüfek sesinden, ocaklı adamlardan, demirden, demirciden ve al (kırmızı) renkten korkar. Bunun için, lohusa yatakta iken başına ak yaşmak ve al tül bağlanır. Bazan da kadının gözlerine kırmızı olan bir nesne gösterilmez.Alkarısı bazan dağ kayalarında, ırmak kıyılarında bulunur. Geçen yolculara türlü oyunlar oynarlar, kötü bir sesle bağırırlar. Öyle ocaklı adamlar vardır ki bunların mendili, takkesi, başlığı lohusanın odasına konursa albastı olmaz. Alkarısı, sarışın bir kadındır.

Erzurum ve Erzincan'da Alkarısı ahırlarda bulunur ve atların yelesini örmekten hoşlanır. Bu yörede lohusaları korkutan ve ciğerlerini alıp götüren kötü ruha Karakura adı verilir.

Alkarısı ,albastı inancı kendi köyümde halen yaşamaktadır.
Bu inanışa göre ,lohusa kadınların ve yeni doğmuş çocukların kırkı çıkana kadar yalnız bırakılmaması gerekmektedir.

Uzun kış gecelerinde ;rahmetli dedem ve babaannem alkarısıyla ilgili çokça şeyler anlatırlardı.

Bu eski Türk inanışı ;Türklerin İslamiyete geçmesiyle birlikte bir çok değişikliklere uğramış olmasına rağmen yinede eski inanacın izlerini ana hatlarıyla muhafaza etmektedir.
Aklımda kaldığı kadarıyla ,alkarılarının geceleri besili ve yüğrük doru atların üzerine binip ,atları kan ter içerisinde bıraktığı ,kuyruk ve yelelerine çok güzel örgüler ördüğünden bahsedilirdi.

Hatta anlatılanlara göre ;kadın kılığına girmiş bir alkarısnını lohusa bir kadına musallat olduğu anda birsinin bu kişinin alkarısı olduğunu anlayıp alkarısının elbisesine çatal iğneyi batırarak tutsak ettiğini ,bir kaç gün tutsak olarak tutulup ,alkarısına hamur yoğurttuklarını ,bu hamurun çok bereketli olduğunu ,alkarısının elbisesindeki çatal iğneyi bir çocuğa çıkarttırarak kurtulduğu ancak ,alkarısının insanlarla beraber olduğu için kendi tayfasınca öldürüldüğü ,günlerce yerlerde kan izlerine rastlanıldığı vb.şeylerden bahsedilirdi.


Alkarısıyla ilgili ,kendi yaşamımdan ,hatırladıklarım bunlardan ibaret

ERLİK

Eski Türkler'in düşüncesinde,şeytan kavramının karşılığı Erklig idi.;Erk; sözcüğü, Türk şivelerinde bugün de kullanılır ve ;kudret-güç; anlamına gelir. Erklig kelimesindeki -lig (-lıg, -lig, -lug, -lüg) eki bir yapım eki olup, herhangi bir özelliği kendinde bulundurma anlamı taşır ve günümüzde -li (-lı, -li, -lu, -lü) şeklinde kullanılır. Dolayısıyla Erklig kelimesi erkli, güçlü, kudretli anlamına gelir. Erklig'den bazen ;Erklig Kan; diye bahsedilir ki buradaki ;Kan; kelimesi, bugün ;Han olarak kulandığımız ve kıral anlamına gelen sözcüğün eski söyleniş biçimidir. Erklig kelimesi, güçlü-kudretli-kuvveti anlamında bir sıfat olarak Eski Türkçe metinlerde de yer alır. Günümüz Altay Türkleri'nin açıklamasına göre de Erlik sözcüğü (günümüz Altaylılar'ı Erklig'e, Erlik derler) kuvvetli-güçlü; anlamına gelir.

Erklig, yer altındaki kötü ruhlar topluluğunun başıdır. Günümüz Altay Türkleri Kara Nemeler'in yani Kötü Ruhlar'ın başkanına Erlik, Saha (Yakut) Türkleri ise Arsan Dolay adını verirler. Erklig'in başında bulunduğu bu kötü ruhlar
toplumu, insanlara her türlü hastalığı, her türlü kötülüğü ve ölümü getirir. Bu kötü ruhlar, korkunç biçimli yaratıklardır. Erklig, Eski Uygurca metinlerde Erklig Kan yani;Güçlü Han, Kudretli Han ; olarak anılır.

Adını yakınlarında bulunduğu Altın Göl'den (Abakan'da) alan Altın Köl

Yazıtları'nda Erklig, şöyle anılır:

Bizni erklig adırtı(bizi erklig ayırdı)Altın Köl Yazıtları birermezar taşı oldukları için, buradaki ifadeden Erklig'in ölümle ilgili bir varlık
olduğu ve insanları yaşamdan ayırdığı anlaşılmaktadır. Ölen kişi, Erklig Kan'ın tagtın (dağdaki ya da kuzeydeki) makamına götürülüp Tamu'ya (cehennem) veya Uçmag'a (cennet) yollanıyordu.

Yer altı ve ölümle ilgili bir varlık olan Erklig Kan'a verilen erklig sanı, aynı zamanda Çolpan (Venüs) yıldızına da aitti. Türkler'de Çolpan (Venüs); savaş, silah, zırh, ordu gibi askeri kavramların ve ölüm cezasının simgesiydi. Bir Türkçe metinde Erklig Kan, Çolpan ve yağız yer ile birlikte sayılmaktadır.

Eski Türk inancında ruhların/ruhsal varlıkların çoğu, gök ile yer arasında döndükleri için hem göksel yüzleriyle, hem de yer altındaki yüzleriyle gözükürlerdi. Yer altında dönmeğe başlayan göksel cisimler yani yir altınkılar (yer altındakiler), Erklig Kan ordusunu (Erklig Kan süsin)
oluşturarak kıyınçılar, ölütçiler (kıyıcılar, öldürücüler) olmaktaydılar. Bunlar, yek denilen ve kısmen insani, kısmen de hayvani yüzlerle betimlenen kötü ruhlarla eş tutulurdu ikonografiye benzeyen yarı insan yarı hayvan yüzler, Orta Asya göçebelerinin dikili taşlarında ve maskelerinde de görülür . Bu
eserlerin Budizmden daha eski olmasından, Eski Orta Asya Türkleri'nde görülen ikonografisinin göçebe sanatı maskelerinden geliştiği anlaşılmaktadır.

Başkurt Türkleri'nin Gök Tanrı'ya inandıklarını belirttikten sonra, biri ölümü yöneten on iki ruhun varlığına inandıklarını da söyler. Bu ölümü yöneten ruh, Erklig'in Başkurt çeşitlemesi olabilir.

Günümüz Türk boylarından şamanist inançta olanlarında Erklig inancı ve onun çeşitli versiyonları vardır.

Ama bu inançların, Eski Türkler'deki Erklig Kan ile bire bir örtüşüp
örtüşmediğini bilmiyoruz. Ancak şu söylenebilir ki, Altay ve Sibirya
Türkleri'nin dış etkiler (Budizm, Maniheizm gibi dinler, İran mitolojisi vs)
altında kalmasına bağlı olarak Erklig inancı bu topluluklarda doğal olarak
değişime uğramıştır. Minusinsk civarında yaşan Türkler Erklig Kan'a İrle
Kan - İl Kan, Buryat Moğolları Erlen Kan, Altay Türkleri de Erlik Han adını verirler. Ayrıca Yakut (Saha) Türkleri'nin inançlarındaki Arsan Dolay'ın, Erklig Kan'ın Yakut versiyonu olduğunu söyleyebiliriz. Yakutlar, yer altının hükümdarı olarak ifade ettikleri Arsan Dolay'ın bir boğanın sırtında olduğunu düşünürler.

Altay mitolojisine göre Erlik,Ülgen = Gök Tanrı tarafından yaratılmıştır. Tamu'nun (=cehennem) üzerindeki bir
yerde, aşağı dünyanın dokuzuncu katında oturur. Burada demir damlı bir sarayı,
gümüşten bir tahtı vardır; sarayı kara demirdendir. Erlik, dokuz tabakadan
oluşan yer altında kara bir güneş yaratmış, bu kara güneşin ışığıyla orasını
aydınlatmıştır. Şaman dualarında Erlik, kendisinden çok korkulan bir varlık
olarak ele alınır.

Erlik, her türlü hastalığı göndererek insanlardan kurbanlar ister. İstediği kurban verilmezse musallat olduğu oba ya da aileye ölüm ve felâket ruhlarını gönderir. Öldürdüğü kişilerin canlarını yakalayıp yer altındaki karanlık dünyasına götürür, kendisine köle yapar.

Altaylı Türkler, özellikle hastalıkların kol gezdiği dönemlerde Erlik'ten
çok korkarlar, kurbanlar vererek onu sakinleştirmeğe çalışırlar.

Erlik sağlam gövdeli, atletik yapılı yaşlı bir varlık olarak düşünülür. Gözleri, kaşları kara renklidir.

Çatal sakalı dizlerine değin uzanmıştır. Yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı
kulakları üzerine yerleşmiştir. Kara ve kıvırcık saçlıdır. Çenesi tokmağa,
boynuzları ağaç köklerine benzer. Kana benzer parlak yüzlü Erlik'in, kara
demirden kılıcı ve kalkanı vardır. Bineği kara at ya da kara boğadır (belki de
öküz). Erklig Kan, Eski Uygur sanatında boğa ya da öküze binmiş olarak tasvir
edilmiştir ki bunu, Osmanlı kozmolojisindeki dünyanın öküz üstünde durduğunu
anlatan efsane ile aynı köke bağlamak mümkündür.

Erklig'in Türk halk düşüncesindeki ve Türk sanatındaki yeri ve etkileri düşünülenin (daha doğrusu düşünülemeyenin; çünkü bu konuda bilginlerimiz yeterli ölçüde araştırma yapmamışlardır) ötesindedir.

Aşağıdaki ''Öteki Kötü Ruhlar'' kısmında ele alınan
kötü ruhlar ya doğrudan Erlik'in taifesindendirler ya da islami niteliklere
büründürülmeğe çalışılmışlardır. Bu kötü varlıklara günümüzde özellikle Anadolu
ve Altaylar'da inanılmaktadır. Tabi ki birkaçında ad değişikliği söz konusudur
ama varlıkların işlevleri temelde aynıdır.

Erklig'in Türk sanatındaki etkileri de önemlidir. Türk sanatındaki cin ve şeytan tasvirleri, köklerini Erlik'ten alırlar. Özellikle Uygur duvar resimlerinde görülen bu tasvirler

Topkapı Sarayı Kütüphanesi'ndeki Muhammed Siyah Kalem'in minyatürlerinde oldukça
belirgindir.

ERLİK'İN OĞULLARI ve KIZLARI

Erlik'in dokuz oğlu, dokuz da kızı vardır. Dokuz oğlu, adlarıyla birlikte şunlardır:

Karaş.
Mattır.
Şıngay.
Kömür Kan.
Badış Biy
Yabaş.
Temir Kan
Uçar Kan.
Kerey Kan.

Altay şamanizmine göre Erlik'in oğulları yer altına inen şamana yol gösterirler. Erlik ve oğulları için zayıf ve hasta hayvanlar kurban edilir. Çünkü Altaylılar'ın inançlarına göre
Erlik, kötü (zayıf ve sakat) kurbanlardan hoşlanır. Erlik'e asla at kurban
edilmez. Ayrıca, Erlik'i simgeleyen şeyler ve tasvirler yapmak yasaktır. Erlik
Han'ın oğulları babaları gibi kötü değildir. Bunlar, kötü ruhlardan insanları
korurlar.

Babaları için yapılan kurban törenlerinde hazır bulunurlar ve töreni
yöneten kamın Erlik Han'ın yanına gitmesine öncülük ederler. Yeryüzündeki
görevlerinden ayrı olarak Erlik'in oğulları yer altındaki gölleri, ırmakları,
denizleri yönetirler...

Erlik'in kızları, kam (=din adamı) Gök Tanrı'ya (=Ülgen'e) kurban vermek için göğe çıkarken, kamı yataklarına çağırıp yolundan alıkoymağa çalışırlar. Kam, işini unutup Erlik'in kızlarının cilvelerine kanarsa başka ruhlarca cezalandırılır ve Tanrı'nın
kurbanı kabul etmesi işi de tehlikeye düşer. Erlik'in kızlarından yalnızca
ikisinin adı bilinir: sekiz gözlü Kiştey Ana ile Erke Solton

ÖTEKİ KÖTÜ RUHLAR

Kötü ruhlar/varlıklar topluluğundandır.
Lohusalara eziyet eder ve Türkçe'de Albastıadı verilen lohusa
hummasına neden olur. Ateşin, güneşin, yok edici sıcaklığın timsali olan Albıs,
bebek ve küçük çocukların koruyucusu ve iyi bir varlık olan Omayın
da düşmanıdır. Albıs'ın bir çok adı vardır: Al, Al Ana, Al Karısı, Al Ruhu,
Albastı, Albın. Albıs inancı günümüzde, başta Anadolu olmak üzere Çin Seddin'den
Adriyatik denizine değin bütün Türk ellerinde oldukça yaygındır. Anadolu'da,
yeni doğum yapmış bir kadın, Al Karısı'nın kötülüğünün dokunmaması için kırk gün
yalnız bırakılmaz. Kırgız Türkleri'nde, doğum saatı yaklaşınca lohusanın evinde
toplanılır. Bir kadın ebe seçilir. Doğum zor olursa Albastı gelmiş demektir. Onu
kaçırmak için erkekler toplanır, gürültü yapar, havaya ateş ederler. ..

Çarşamba Karısı: Çarşambaları insanlara zararı dokunan kötü bir dişi varlık.

Çor: Cin. İnsandan ayrı olup onun yanında
dolaşırlar. Çor, cin demektir. Bugün bile Anadolu'da cin çarptı ya da hastalandı
yerine çor vurdu deyimi kullanılır.

Kamos: Birtakım hastalıklara neden olur. İnsanları
boğarak öldürür. Uykuyla uyanıklık arasında olan kişiye gelir; bu durumda insan
onu hisseder ama kurtulmak için hareket edemez. Bazan iri yarı bir insan, bazan
da iki karış boyunda bir insan biçiminde olduğu düşünülür. Zaman zaman da kara
bir kediye benzetilir. Kamos inancı, Türkiye'de özellikle Doğu Karadeniz ve
Harput dolaylarında yaygındır. Kamos, Türkiye'nin başka yerlerinde
Karabasan olarak anılır.

Kara Koncolos: Özellikle kış aylarında yakaladığı kişilere çeşitli sorular sorar. Sorduğu soruları bilemeyenleri bir tarak ile
öldürür.

Kara Kura: Bir kedi büyüklüğündedir ve keçiye benzer. Erkekleri boğmak için üzerlerine atlar.

Kara Neme: Kötü ruhların genel adı. Kötü ruhlara Altaylı Türkler'ce Kara Neme, Saha (Yakut) Türkleri'nce Abası, Uygur Türkleri'nce de Yek'ler
adı verilir;Ayrıca Yek sözcüğü Uygur Türkçesi'nde şeytan kavramının karşılığıdır.

Körmös'ler:Şeytanlar. Erlik'in taifesine Körmösler denilir. Körmös sözcüğü çoğul eki almadan Körmös biçiminde
söylendiğinde Erlik'i anlatır; çoğul eki alarak Körmösler biçiminde söylendiğinde de bütün şeytanları anlatır.

Körmös sözü Körümes biçiminde de söylenir ve -değerli bilgin Bahaeddin Ögel'in tespitlerine göre- Şeytan'ın kör olduğunu anlatır. Nitekim, günümüz Anadolu'sunda Kör şeytan ;Hay kör şeytan, sana lanet olsun biçiminde deyim ve anlatımlar kullanılmaktadır.

Altay mitolojisinde körmösler, Erlik Han'ın yardımcılarıdır. Körmesler öteki dünyada, cehennemde görevlidirler.

Ancak dünyaya çıkar, evlerin çevresinde gezer, içeri girmenin yollarını ararlar.
Eve girince de insanlara kötülük yapmağa çalışırlar. Körmesler birbirleri ile de
geçinemezler, aralarında kavga eksik olmaz.

Çok da pis boğazdırlar. Babaları gibi kötü değil, iyi olan Erlik'in oğulları insanları körmeslerden korumak için evlerin, obaların girişlerinde gözcülük yaparlar. Bunlar körmeslerden birini yakalayacak olurlarsa hemen cehennemde kaynamakta olan Kazırgan adlı kazanlara atarlar.

Körmesler içinde iyi olanlar da vardır ve onlar için kanlı ya da kansız kurban verilir.

Kimi araştırmacılar Eski Türk mitolojisinin şeytani varlığı Erklig Kan ile Hint mitolojisinin şeytanı Yama arasında bir ilişki olduğunu düşünüp, Erklig'in kökenini bu Yama'ya bağlarlar.Ama araştırmacıların göz ardı ettikleri bir şey vardır ki bu da göçlerin
yönüdür.

Tarih boyunca göçler Orta Asya'dan Hindistan'a doğru olmuş,
Hindistan'dan Orta Asya'ya doğru bir göç vuku bulmamıştır.

Dolayısıyla da mitolojik kültür birikimleri daha çok, Orta Asya'dan güneye ve Hindistan yönüne doğru taşınmıştır. Buna bağlı olarak da, Yama'nın Erklig Kan'ı etkidiği görüşü
yerine, Erklig'in Yama'yı etkilemiş olduğu düşüncesi daha tutarlı olmaktadır...

ÜLGEN

Altay Şamanistlerinin dua ve İlahilerinden anlaşıldığına göre en büyük tanrıları ya da Tanrı'ya verdikleri ad
Ülgendir. Güney Altaylı Şamanist Türkler Ülgen'e Kuday
(farsça Hudâ sözünden gelir) derlerken, kuzeybatı Moğolistan'da yaşayan Soyutlar Kayra Kan (Kayra Han) diye adlandırırlar. Öteki Altay Türkleri Tengere Kayra Kan deyimini de kullanırlar. Ancak, kam (şaman)
dualarından anlaşılabildiği kadarıyla Kayra Kan sözcüğü belirli bir tanrı ya da
ruhun adı değil, büyük ruhlar için kullanılan bir sıfattır. Ülgen adı, geç
dönemlerde Bay Ülgen (Zengin Ulu) olarak da kullanılmıştır.

Yalnız, baştan belirtmek gerekir ki,
Altay Türkleri'nin Ülgen'i ile Eski Türkler'in Kök Tengri'si (Gök Tanrı)
arasında belirgin farklar vardır. Tanrı Ülgen'i, büyük devletler kurmuş ve ileri
bir toplum düzeyine ulaşmış Türkler'in tek ve ulu yaratıcısı olan Gök Tanrı'nın, daha geri düzeyde kalmış ve büyük devletler kuramamış Türkler'deki az ya da çok değişmiş biçimi olarak düşünebiliriz. Mesela Eski Türkler'de Gök Tanrı'nın çocuğu yoktur; Ülgen'in ise 7 oğlu, 9 kızı olduğundan söz edilir. Belki de bunlar, melek türünden yaratıklar olup halk düşüncesinde Ülgen'in kız ve oğulları durumuna gelmişlerdir. Kimi Türkologlara göre de, Ülgen ilk başlarda ikincil bir tanrı iken, sonraları Gök Tanrı'nın yerine geçmiştir. Zaten, Gök Tanrı'nın yerine kullanıldığı kabul edilen Ülgen adının gerçekte Gök Tanrı olup olmadığı pek belirgin değildir. Şamanizm konusunda derin araştırmaları olan Mircea Eliade bu konuyla ilgili olarak şunları söyler:

...verilen özellikleri göğe ilişkin olmakla birlikte, bu tanrının net olarak
ve öteden beri bir yüce gök tanrısı olmadığına inanmak için nedenler vardır.
Bay Ülgen daha çok bir atmosfer (hava durumu) ve verimlilik/doğurganlık
tanrısı gibi görünüyor. Çünkü eşi ve çok sayıda çocuğu vardır; sürülerin
çoğalması ve ürünlerin bol olması onun elindedir... Evrenin yaratılışı ve
dünyanın sonu gibi konulardaki mitlerde baş rolü hep Tengere Kayra Han
oynar; Bay Ülgen ise burada hiç yer almaz... Bu olgu, bir atmosfer (ve
tarımsal dinlerde verimlilik) tanrısının yavaş yavaş bir gök tanrısının
yerini alması, dinler tarihinde oldukça sık rastlanan bir olgudur..

Ülgen sözcüğünün kökeni hakkında çeşitli görüşler vardır.

Günümüz Kırgız ve Kazak Türkçesi'ndeki ülken sözcüğü;büyük, ulu; anlamlarını verir. Buryat Moğolcası'nda ise ülgen kelimesi yerin sıfatı olarak ülgen jixe daida; (ülgen ulu yer) olarak kullanılır ve aşağı yukarı ;anamız yağız yer; anlamına gelir. Buna bağlı olarak
kimi araştırmacılar, eski şamanizmde Ülgen sözcüğünün yer ruhunun/tanrısının adı olduğunu öne sürmüşlerdir (?). Fakat bu sözcük Eski Türkçe'de kuvvetli bir olasılıkla ;büyük; ve;ulu; anlamlarını ifade diyordu. Ülgen sözcüğü, Tanrı'nın adı olarak yalnızca Altay Türkleri'nde korunmuştur..

Erlik'e karşıt olarak iyiliği simgeleyen Ülgen Ay, Güneş ve yıldızlardan çok daha ötelerde yaşar. Ülgen'in bulunduğu yere uzanan yol zorludur ve engellerle doludur. Bu zorlu yolu ancak bir kam (şaman) aşabilir. O'nun katına giden yolda dokuz ya da yedi engel (buudak) bulunur. Ülgen'in katına giden bu yol ancak erkek kamlara, o da ayin yaptıklarında, açıktır. Bununla birlikte erkek kam bile ancak beşinci engel olan Demir Kazık (Altın Kazık, Kutup Yıldızı) yıldızına değin ulaşabilir ve oradan geri döner.

Göğün dokuzuncu katında oturan (7 veya 16. katta oturduğu da rivayet edilir) Ülgen Han'ın altın kapılı bir sarayı (örgö) ve altından bir tahtı bulunmaktadır. Eski Türkler'in Gök Tanrısı gibi Ülgen'in de yapılmış belli bir tasviri yoktur; ama Ülgen insan biçimli olarak düşünülür. Ülgen'in birçok sıfatı vardır.

Ülgen'in sıfatları arasında şunlar sayılabilir: Ak Ayas (Ak Ayaz), Ayas Kan (Ayaz Han),Küngürtçi (Gürültücü [gök gürlemesi]),Küygekçi
(Yakıcı), Yalgınçı(Yıldırımcı),Yayuçı (Yaratıcı).

Öncesiz ve sonrasız olan Ülgen,yaratıcıdır; bütün varlıkları yaratan O'dur. Ayı, Güneş'i yaratan, onlara biçim veren, ateşi var eden, insanlara ocaklarını tutuşturup veren, sacayaklarını ocaklara yerleştiren O'dur. Altay Türkleri, yedi göbek atalarının Ülgen'e saygı gösterdiklerini, yer yaratılalı beri O'na baş vurduklarını, taptıklarını
söylerler.

Göklerden dökülen rahmet yağmurları O'nun ağzından akan sudur. Ayı ve
Güneş'i hareket ettiren, ak bulutları bir ülkeden bir ülkeye aşıran O'dur. Hava
olaylarını düzenleyen, yıldızları yöneten de O'dur. Gökkuşağını, bütün insanları
ve insanların yaşayacağı yerleri yoktan var eden O'dur..

Üç, altı, dokuz, ya da on iki yılda bir tören yapılarak, Ülgen'e üç yaşında ak bir kısrak kurban edilir. Mircea Eliade'ye göre, Ülgen'e kurban sunulması O'nun Gök Tanrı olmadığının belirtisidir. Çünkü, yine ona göre, başlangıç dönemleri dışında Gök Tanrı'ya
kurban sunulmamıştır.

Ancak Eliade'nin göz ardı ettiği noktalar vardır: Hunlar ve GökTürkler, Gök Tanrı'ya inanırlardı ve ona periyodik olarak kanlı kurbanlar sunarlardı. Hun ile GökTürkler'in çağları da Türkler'in başlangıç dönemi değildir...

ÜLGEN'İN OĞULLARI ve KIZLARI

Ülgen'in yedi (bir rivayet göre de dokuz) oğlu vardır. Bunlar sırasıyla şunlardır:

Buura Kan (Pura Kan)
Yaşıl Kan
Burça Kan
Karakuş (kartal)
Baktı Kan (Paktı Kan)
Er Kanım

Bunlar göklerde bulunurlar; Ülgen'in gövdesinden ayrılmışlardır. Ülgen'in oğulları da kendisi gibi iyi birer ruhtur. Onların adına yapılan tören ve ayinler, Ülgen'e yapılanlardan farksızdır. Ancak, bu ruhlar için töz ya da yalama yapılmaz.
Ülgen'in oğulları gökte bulunurlar. Altaylılar'dan her oymak, bunlardan birini
kendi boyunun koruyucusu sayar.

Ülgen'in kızları özel ad taşımazlar. Ülgen'in sayıları dokuzu bulan kızları, Akkızlar ya da Kıyanlar denilen esin (=ilham) perileridir; ayin sırasında kamın ay
gibi kulağına kişi olup söylerler, kam'a esin verirler. Bu kızları simgeleyen
kukla biçimli tasvirler, manyak adı verilen kam giysisinin üzerine yerleştirilir

ÜLGEN'İN YARDIMCI RUHLARI;

Yayık:İnsanlarla Ülgen arasında aracılık yapar. İnsanları kötü ruhlardan korur;Ayaz
Kan'dan, Ay ve Güneş'ten bir parçadır. Ayin sırasında kam göklere, Ülgen katına
kurbanın canını götürürken Yayık'ın korumasında gider. Yayık, kam dualarında
şöyle tarif edilir:

Ülgen beyding yarlıkçısı,Ülgen beyin buyrukçusu,Kızı bulut kuyuluu ,Kızıl Bulut sırmalı Kuba yalgın kamçıluu,Boz alev kamçılı Kızıngıluu tizginlüü ,Gökkuşağı dizginli
Tengerede til alışkan Ak Yayık,Gökten haber alan Ak Yayık...

Suyla:İnsanları korur ve yerde bulunur. Gözleri otuz günlük uzaklıktan görür ve at
gözlerine benzer. Ay ile Güneş'in kırıntılarından yaratılmıştır. Görevi,
insanların yaşamında olacak değişiklikleri bildirmek, insanları göz altında
bulundurmaktır. Ayin sırasında kam göklere ya da yer altına giderken Suyla,
kam'a yolda saldıracak kötü ruhları kovar, Yayık ile birlikte kurbanın canını
göklere götürür. Ayin sırasında Suyla için saçı olarak (rakı) kullanılır.

Karlık:Suyla'nın en yakın arkadaşıdır. Suyla ile birlikte görünür ve onunkine benzer
görevleri vardır. Onun adına, duman çıkması için çadırın tepesindeki açıklıktan
ocaktaki ateş üzerine su serpilir.

Utkuçı:Göklerde bulunur, yeryüzüne inmez. Görevi, Ülgen'e kurban sunmak üzere
göklere çıkan kamı Demir Kazık (Altın Kazık, Kutup Yıldızı) yanında karşılamak
ve Suyla ile görüşüp kamın isteklerini Ülgen'e bildirmektir. Sunulan kurbanı da
alarak altın tahtında oturan Ülgen'e takdim eder. Unvanı,Ülgen beğin elçisi;
dir (Ülgen biiding elçisi).

Kızagan:Ülgen'in hizmetinde bulunan ruhlardan biri.Mergen:Ülgen'in hizmetinde bulunan ruhlardan biri.

Omay (Umay), Eski Türkler'de anneleri ve çocukları koruyan, olumlu nitelikleri bulunan bir ruhtur. Yir-Sub'un (=Yer-Su; yerin ve suların ruhları) Türk topluluklarına yardım etmesi gibi Omay da yalnızca çocukları değil, bütün Türk boylarını koruyan, onlara kut veren bir varlıktır. Bundan ötürü Omay, Kırgız Türkleri'ne göre bol ürün almaya, mal-mülkün artmasına da yardım eder.

Her şeye yaşam veren güneşin de Omay'la ilgisi vardır. Güneş'in sarı rengi yüzünden Türk boylarında Omay'a, Sarı Kız da denilmektedir.

Omay'a Sarı Kız denilmesi, Balıkesir'de Kazdağ yöresinde yaşayan Türkmenler'in Sarı Kız Efsanesi'ne açıklık getirir. Bu efsanedeki Sarı Kız adı, sarışın olan bir kıza değil büyük olasılıkla Omay'ın korumasında olan bir kıza atıfta bulunmaktadır. Buna bağlı olarak da ;Sarı Gelin; Türküsündeki gelin sözcüğü, sarışınlığa değil sarı-ışık-güneşle ilişkilendirilen, çocuk ve kadınların koruyucusu Omay'a işaret eder. Omay, güneşin ısı vermesine bağlı olarak, ateş ve ocak kültleriyle de ilgilidir,

Türk efsane, masal ve öykülerinde ay erkek, güneş de dişi olarak düşünülür. Bu düşünce Omay kültüyle ilgilidir. Çünkü -yukarıda da değinildiği gibi- bir dişi ruh olan Omay'ın, güneşle bağlantısı
vardır. Bundan ötürü, Anadolu Selçuklu mimarisine ait kimi örneklerde erkek ve kadını temsil eden daire ya da ışınlı daire içinde ay (hilal) ve güneş
kabartmaları bulunur.

Kaşgarlı Mahmud'un eseri Divanü Lûgat-it Türk'te de kendisine değinilen Omay hakkındaki en eski yazılı belgeler
Orkun Anıtları'dır. Tonyukuk Yazıtı'nin ikinci taşının batı yüzündeki 2. ve 3.
satırlarda, düşmanın çokluğu karşısında geri dönmek isteyenlere Bilge
Tonyukuk'un verdği yanıtta, Omay şu biçimde anılır;

Altun yışıg aşa keltimiz, İrtiş ögüzüg keçe keltimiz. Kelmişi alp tidi, tuymadı.
Tengri, Omay, ıdık Yir Sub basa berti erinç. Neke tezer biz
Altın (=Altay) dağını aşarak geldik, İrtiş ırmağını geçerek geldik. Buraya
dek gelenler geliş zor dedi, ama zorluk da duymadı. Sanırım Tanrı, Omay,
kutsal Yer Su ruhları bize yardımcı oldular. Niye kaçıyoruz Tonyukuk'un bu konuşmasından sonra Kök Türkler düşmana saldırıya geçerler ve savaşı kazanırlar.

Köl Tigin Yazıtı'nın doğu yüzünün 31. satırında ise, Omay'dan şöyle söz edilir:Omay teg ögüm katun kutınga, inim Köl Tigin er at bultı. Altı yegirmi yaşınga,seçim kagan ilin törüsin ança kazgandıOmay gibi annem hatunun kutu sayesinde, küçük erkek kardeşim Köl Tigin erkek adı elde etti. On altı yaşında, amcam kaganın ilini töresini şöyle kazandı.

Köl Tigin Yazıtı'ndan alınan bu satırlarda kaganın karısı (dolayısıyla Bilge ile Köl Tigin'in annesi), Omay'a benzetilmektedir. Kutunu Omay'dan alan Katun (=hatun, kraliçe) onun yardımıyla Köl Tigin'i doğurmuş, Köl Tigin de bu kut sayesinde erkeklik adını kazanmıştır. Bu anlatımlardan, Omay'ın kadın ve çocuklarla ilgili bir varlık olduğu açıkça
anlaşılmaktadır.

Omay, Orkun Anıtları'nda dişi bir ruh olarak anılırken, 1. Altın Köl Yazıtı'nda beg (=beğ) olarak geçer. Bunun nedeni
Türkçe sözcüklerde dişil-eril ayrımının olmamasıdır. Öz Türkçe adlar erkeklere de, kadınlara da verilebilir.

Anadolu'da dahil olmak üzere günümüz Türkleri'nin yaşadığı yerlerde görülen, pınar başlarındaki ağaçların dallarına Tanrı'dan çocuk dilemek üzere küçük bez salıncak ve beşiklerin asılması, İslamlık'tan önceki Omay kültünün izleridir. Bu gelenek, Omay inancının yer, su, ağaç, ölüm kültleriyele ilişkili olduğunu vurgular.

Eski Türkler'den kalma yontu ve kayaresimlerinde Omay'a ait olduğu ileri sürülen tasvirler bulunur. Kök Türk
çağından kalma kalma kimi yontular, Kazakistan'ın Taraz (Cambul) kentindeki
bölge müzesinde bulunan kaya resmi, Kök Türkler'den kalmış olan Kudirge kaya
resimlerinden büyük boyutta yapılmış olanı Omay olarak tanınmış ve saygı
görmüştür. Günümüzde Orta Asya'da, nazarlık olarak kullanılan Omay tasvirli
dokumalara da rastlanmaktadır

Orta Asya'da Çulışman ırmağı yakınlarında bulunan Kudirge kurganlarının Kök Türkler'le ilgili olan katlarında
bulunan tasvir, kimi araştırmacılara göre Omay'ı betimlemektedir. Bu tasvirde,
ortada kürklü bir kişi vardır. Bağdaş kurmuş, ellerini önünde kavuşturmuştur.
Kulaklarından uzun küpeler sarkmakta, başında sivri ve üç dilimli bir başlık
bulunmaktadır. Solunda, yine kendisi gibi kürklü ve küpeli bir kimse
oturmaktadır. Bunların sağında üç atlı atlarından inmiş, kadının karşısında diz
çökerek ona saygı göstermektedirler. Atlarından inmiş atlıların arkasında da
büyük boyutta çizilmiş bıyıklı bir kişi vardır. Kimilerine göre küpeli ve kürklü
olan kadın Omay'ı tasvir etmektedir. Ama bu küpeli kişinin erkek olması da
muhtemeldir. Çünkü, Kök Türkler zamanında erkekler de küpe takmaktaydı. Bu
tasvirin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte Kök Türk
Devleti'nin kurulduğu sıralarda (6.yüzyıl) yapılmış olması muhtemeldir.

Omay inancı günümüzde Altay ve Sibirya Türkleri arasında yaşamaktadır. Bu Türk topluluklarındaki inançlara göre Omay,
her zaman çocukla birliktedir. Omay çocuktan uzun süre ayrılırsa, çocuk
hastalanır. Omay'ın çocukla birlikte olmasının belirtisi, çocuğun uykuda
gülmesidir. Ağladığında, Omay gitmiş demektir. Çocuk hastalandığında, Omay'ı
getirmesi için kam çağrılır.

Omay'ın çocukları ve anneleri
korumasıyla ilgili olarak onun, lohusa kadınlara kötülük yapan
Alkarısı-Albastı'nın (=Albıs) düşmanı olduğu fikrini savunan Türkologlar da
vardır.

Ana Türk topluluğundan milattan çok eski dönemlerde kopup ayrılmış olan Saha (Yakut) Türkleri'nde Omay benzeri bir
ruh vardır ve Ayısıt ya da Ayzıt olarak adlandırılmaktadır. Yakutlar onu
Kotun (=katun, hatun, kıraliçe) olarak anarlar. Ayzıt, bazı Yakut
rivayetlerinde Gök Tanrı'nın karısı olarak geçer.

Ayzıt, güzelliği simgeler.
Eski Yunanlılar'ın Afrodit'ine benzer ama onun gibi fuhşu değil namusu temsil
eder. Bir kadın doğum yaptığında Ayzıt tarla, çiçek ve yemiş perilerini yanına
alarak kadının yanına gider. Bu periler üç gün, üç gece lohusanın yanında
kalarak ona hizmet ederler. Ayzıt, cennetteki Süt Ak Göl'den getirdiği damlayı
yeni doğmuş çocuğun ağzına damlatır ve bu damla çocuğa ruh verir. Çocuk süt
damlası ile kut'landıktan sonra Ayzıt perilerini alıp gider. Ayzıt ancak
namusunu koruyan kadınların lohusalığına gider; namussuz kadınlara asla gitmez.

Abdulkadir İnan, Şamanizm adlı eserinde Ayzıt hakkında şu bilgileri verir (Abdülkadir İnan'ın anlatımından Yakutlar'ın
inancında birden çok Ayzıt olduğu anlaşılır): Ayısıt yaratıcı, bereket ve refah
sağlayıcı dişi ruhların zümresine denir. Bunlardan kimileri kadınları ve
çocukları, kimileri de dişi hayvanları ve hayvan yavrularını korurlar.
Ayısıtlar, dağınık halde bulunan hayat unsurlarını birleştirir ve kut yaparlar.
Bu kut denilen nesneyi ana karnındaki çocuğa üfleyip ona can verirler. Gebe
kadınlar daima bu ruhların himayesinde bulunurlar.

Kuğu kuşları Ayısıtlar'ın
timsali sayıldığı için bu kuşlara dokunulmaz. Yakutlar'ın inanışlarına göre
Ayısıtlar, gökten gümüş tüylü ak bir kısrak suretinde inerler. Yele ve
kuyruklarını kanat gibi kullanırlar. İnsanları koruyan Ayısıtlar yaz günlerinde
güneşin doğduğu yerde, hayvanları koruyan Ayısıtlar da kış günlerinde güneşin
doğduğu yerde bulunurlar.

Yakut kızları Ayısıt adına tangara
yapıp yataklarının altında saklarlar. Kısır kadınlar çocuk vermesi için Ayısıt'a
dua ederler. Gebe kadınlar, doğum zamanı yaklaştığında oda ve evlerinin
çevresini temiz tutmağa çalışırlar. Komşu çocuklarına ve hayvan yavrularına
karşı şefkat gösterirler, onları doyururlar. Çünkü, Ayzıt gelince herkes güler
yüzlü ve şen olmalıdır.
 
Üst