Gözlerinin Rengini Hiç Görmedim

ÇAĞATAY

Dost Üyeler
Katılım
27 Şub 2008
Mesajlar
473
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
"ADRİYATİK'DEN ÇİN SEDDİNE SAVAŞ NEREDE İSE ORADAY
Bu gün işe gitmedim; internette boş boş dolaşırken bir sitede yıllar önce yazdığım fakat hatırladığım kadarıyla bir buçuk iki sene evvel üyesi olduğum sitede yayımladığım yazımı gördüm. Altında imzam falan yoktu, alıntı da denmemişti. Admin kendi sitesine yapıştırmış yazıyı, fark etmez hoşuna gidenler okuyorsa ne mutlu bana.

O yazıyı sizlerle de paylaşmak istedim:

GÖZLERİNİN RENGİNİ HİÇ GÖRMEDİM​
Onu ilk gördüğüm yıllar önceydi, sanırım 1980’li yılların başıydı. İlk dikkatimi çeken eski fakat tertemiz lacivert takım elbisesi, bembeyaz gömleği ve desenli kravatı ile o kalın camlı gözlükleriydi...

Bir görevle ilgili olarak İstanbul’un ilçelerinden Milli Eğitim Müdürlüğünün birindeydim. Uzun bir süre bakmıştım, elindeki bir kağıt parçasını okumasına. O bittikten sonra başka bir şeyler okumaya başlamıştı. Devamlı okuyordu...

Aradan epey bir zaman geçtikten sonra tekrar yolum oraya düşmüştü. Kalın camlı gözlüklü, lacivert takım elbiseli, bembeyaz gömlekli ve desenli kravatlı, kısa boylu şahıs elindeki gazeteyi okuyordu. Önemli bir konu vardı demek ki, dakikalarca kafasını kaldırmadan okuduğuna göre. Bir zaman sonra gazeteyi bıraktı, cebinden ufak bir kitap çıkartarak bu sefer de onu okumaya başladı...

Yolum ne zaman
oraya düşse o kısa boylu şahsı hep okurken görüyordum. Dayanamadım, kapısını beklediği müdürünün odasına girdim. Dışarı çıktığımda, o şahsın ilkokul mezunu, odacı olarak memuriyete girdiğini öğrenmiştim. İyi bir aile terbiyesi aldığını müdüründen değil, konuşmasından, hâl ve hareketlerinden anlamıştım.

Ne bulursa okuyordu, kalın camlı gözlükleriyle; elinde dosyalar, koridorlarda evrak dağıtımına çıktığında bile memurların yazdığı yazılara göz gezdirerek ağır ağır yürüyordu.

Odacı olarak mesleğe giren kısa boylu şahıs, müdürünün kapısının önünde kırmızı lambanın yanıp, zilin çalmasını beklerken elinde bir kağıt parçası bulunurdu. Okuyordu devamlı, kağıt parçası, gazete kağıdı, mecmua, ufak kitap...

Sonra arkadaş olduk...

-“Kitap var mı hiç sende?” dedi.

Ben de:

-“Evet çok, hem de inanamayacağın kadar.” dedim.

Bende de, yasaklanmış, toplatılmasına karar verilmiş kitaplardan yapılan muazzam bir kitap koleksiyonu vardı. “Bana getirebilir misin?” dediğinden sonra onu kitaplara boğmuştum. İlgilenmediğim konuların kitaplarını, o kalın camlı gözlüklü, kısa boylu şahsı veriyordum...

Her zaman saygı ile hatırladığım, takdir ettiğim arkadaşımı, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yıllardır görememiştim. Daha sonra bir dosttan öğrendiğime göre, lacivert takım elbiseli, desenli kravatlı arkadaşım, orta, lise ve en sonunda dört yıllık bir okulu bitirdikten sonra çalıştığı kurumda şef olmuştu.

O şahsın ismi de çalıştığı şehir de önemli değil. Şu anda aynı kentteyiz. Yolum düşerse bazen yanına uğrarım; yanındaki sandalyeye otururum ve beklerim. O bakmaz zaten kimin geldiğine, okuması bitene kadar. Sonra beni görünce saygı ile ağaya kalkar, kucaklaşırız.

Gözlerinin rengini hiç görmedim... Gözleri hep kitaplarda...
 

metetuncay

Dost Üyeler
Katılım
25 Tem 2008
Mesajlar
438
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Türkeli
Web sitesi
www.dildebirlik.org
Dikebildik mi gözlerimizi günsüzlüğe? Değişmeden yaşamanın tadına varabildik mi? Bizi biz eden geleneğin değişmesi de neydi? Bağlı olduğunuz, hoşunuza giden bir durumu Şef kadar kovalayabildiniz mi ? İşitemiyorum artık...
 
Üst