Hüseyin Nihal Atsız-Türk Ülküsü

Ay Katun

New member
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,753
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ötüken Ormanı,Dişi Bozkurt Otağı
Web sitesi
www.kibris1974.com
TÜRK MİLLETİ’NE ÇAĞRI
Milletimiz Orta Asya’daki hayatının en eski yüzyıllarında atı ehlileştirmek suretiyle mesafeleri kısaltmayı bilmiş, böylelikle geniş bölgeleri kontrol etmek imkanını bularak büyük devlet kurmak başarısını sağlamıştır. Başka milletler ancak şehir devletleri kurabilirlerken, birçok şehirleri de içine alan bu devletler, Türklere cihan hakimiyeti ve büyük ülkülere bağlanma düşüncelerini doğurmuştur.
Hun, Göktürk ve Osmanlı imparatorlukları bu büyük ülkünün sonucu olup cihan tarihinde bunlarla kıyaslanabilecek devletler olarak yalnız Roma ve Abbasiler gösterilebilir.
Milletimiz, tarihinin her devrinde büyük devlet sahibi olmuş ve yalnız 1918 yılına kadar , en güçsüz zamanlarımız da dahil olmak üzere, Türkiye daima büyük devlet sayılmıştır. Fakat Birinci Dünya Savaşında yenilip topraklarımızın yarısını elden çıkarmamız üzerine, Türkiye, artık büyük devlet olma vasfını kaybetmiştir. Toprağın yüz ölçümü, nüfus, tarih, askeri güç, bilim, sanayi gibi türlü faktörlerin sonucu olan büyük devletlik bugün Amerika, İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, Japonya, Çin, Hindistan, Brezilya ve Kanada’nın elindedir.
Cumhuriyet devrine kadar milletimiz, bilinen ve görünen düşmanlarla mücadele ediyordu. Bu düşmanlar bazı devletlerle kendi tabaamız olan bazı Türk olmayan unsurlardır. Fakat cumhuriyetle birlikte, iş değişti. Devlet ve tabaa olarak düşmanlarımız azaldığı halde yepyeni bir düşman Türk milletini, tarihinin en büyük tehlikesiyle karşı karşıya getirdi. Şimdiye kadar ki düşmanlarımız, Türkiye’nin bazı parçalarını istemekle yetiniyorlardı. Sevr Barışında bile, ordusuz da olsa küçük bir Türkiye bırakılmıştı.
Fakat yeni düşman böyle değildir. Yeni düşmanın planlı hedefi Türkiye’nin topyekûn yokedilmesidir. Bu düşmanın adı komünizmdir.
Yeni düşmanın tehlikesi, gizliliğinden ve saf insanları aldatacak düşüncesi, kanaati olmayan insanlar, o konu hakkında yapılacak propagandaya kendilerini kaptırabilirler. Bu, insan yaratılışının gereğidir. Bu kendini kaptırma, karşı bir propaganda ile düzeltilmezse daha da tesirli olur. Kimine refah ve zenginlik, kimine tatmin edilmemiş cinsi isteklerin doyurulması, kimine büyük insanlık ülküsü diye anlatıp gösterilen komünizm, birkaç saf insanları avlayabilir. Bütün bunlar Türklük yapımıza indirilmiş birer darbedir.
Türkiye’nin kalkınması davası aynı zamanda onun tekrar büyük devlet olma davasıdır. Bu sebeple, milli davayı sadece servetin daha adilane dağıtılması diye almak, milli ruhu anlamamak hatta onu inkar etmek demektir. Çünkü servet davası yalnız maddeye ilişkin olmamakla insani ihtiyaçların tamamını ifade etmekten uzaktır. Madde ile birlikte mana da olmalıdır ki, Türk toplumu ihtiyaçlarını karşılamış sayılsın.
Yalnız servet ve refah bir topluma bahtiyarlık getirmez. Olsa olsa hayvana rahatlık getirir. İsviçre çiftliklerindeki inekler de ahır, yem, bakım mükemmelliği yönünden refah içindedirler. Fakat bahtiyar sayılamazlar. Çünkü bahtiyarlık ruhi hazlarla duyulan her haldir ve yalnız insanlara mahsustur. Ruh dediğimiz manevi değer yalnız insanlarda vardır.
Yirminci yüzyılda müsbet ilmin ve batı medeniyetinin ışığı altında, medeni milletlerin ve toplumların dine bütün varlıklarıyla sarılmış olduklarını görüyoruz. Çünkü Tanrı inancı ve dolayısıyla din, fert olarak da, millet olarak da vazgeçilmez manevi ve ahlaki büyük bir dayanaktır. bu sebeple, bugünkü Türk dünyasının dayandığı iki esaslı temelden birisini teşkil eden İslam dininin, milli varlığımızdan ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyoruz.
İnsanı hayvandan ayıran özellikler utanma, ülküye bağlanma ve bir iman ve fikir uğrunda ölebilme hasletleridir. Utanan insan suç işlemekten ve ayıplanmaktan sakınır. Ülküye bağlanan insan maddi sıkıntılara şikayetsiz katlanır. Bir iman ve fikir uğrunda ölen insan da kendisinden sonra geleceklerin terbiyesinde olağanüstü rol oynar. Bunların madde ile ilgisi yoktur.
Türkiye’nin kalkınmasını düşünürken, fertlerin yalnızca refahını düşünmek, memleketi kuvvetlendirmeye yetmez. Refah içinde ve ileri ir memleket, ahlak ve fikir bakımından da üstün değilse, yıkılmaya mahkumdur. Fertlerinde bir fikir için ölmek hasleti bulunmayan milletler, düşman saldırışı karşısında ölmekten kaçınacakları için, o refahtan hiçbir hayır gelmeyecektir.
Halbuki Türkler, yüzyıllar boyunca, büyük devlet kurmak ülküsünü taşımış bir millet oldukları için, onları kalkındırmak aynı durumdaki başka milletleri kalkındırmak daha kolaydır. Fedakarlığa dayanan kalkınma hamlesini, Türk milleti birçok milletlerden daha hızlı yapabilecek kaabiliyettedir. Fakat yüzyıllar boyunca kudretli önderler tarafından idare edilmiş olan Türk toplumu, tarihin her çağında olduğu gibi bugün de büyük kılavuzlar istemektedir.
Milli şuur ve gurura malik liderlerin en büyük faydası, toplumu aşağılık duygusuna düşmekten korumaktır. Bir millet büyük iş yapabilmek için, kendisinin büyük millet olduğu inancını duymalıdır. Atatürk devrinde, Türk milleti nüfus, servet, teknik ve kültür bakımından, bugüne göre çok geride olmasına rağmen manevi güç bakımından kudretliydi. Ve onun içindir ki, kendisinde her tehlikeyi yenebilmek inanç ve kuvveti bulunuyordu.
Halbuki önderler ve aydınlarda aşağılık duygusu olursa, o milletin kalkınmasına imkan yoktur. Çünkü kalkınma hamlelerinin boşuna olacağı kuruntusu ruhlara işlenmiş, gönüller ümitsizlikle dolmuştur.
Zafer hiçbir zaman, mahvolduklarını sananlar tarafından kazanılmaz.
Kalkınma hamlesi hiç şüphesiz bilim metodları ile olacaktır. Fakat milletimizin toplum ve fert psikolojisiyle tarihi, milli gelenekleri, toplumsal yapısı da hesaba katılmazsa, bilim metodları ile davranış başarıyı sağlayamaz. Çünkü nasıl ilaçlar, aynı hastalığa tutulmuş insanlar üzerinde aynı tesiri göstermiyorsa, bilim metodu da her toplum üzerinde aynı sonucu vermiyecektir.
Bilim metodu, öndüşüncelerden sıyrılmayı da emreder. Bu sebeple Türk milletinin siyasi rejiminin ne olması gerektiği hakkında açıkça konuşmanın zamanı da gelmiştir. Rejimler gaye değil, milletlerin saadeti için birer vasıtadır. Bu sebeple milletler, tarihleri boyunca bazan rejim değiştirmişlerdir. Bir bakıma rejim, milletlerin elbisesidir. Şahıslar gibi milletler de zaman ve mekana göre elbise giyerler. Sıcak bölgeler için pek uygun olan ketenden göğsü açık bir elbise, soğuk iklim bölgelerinde nasıl bir insanın ölümüne sebep olursa şu veya bu rejim de bazan bir milletin çökmesini hazırlayabilir.
Bugün içinde bulunduğumuz siyasi ve toplumsal şartlara göre bize en uygun gelen toplum elbisesi yani rejim, demokrasidir. Milletimizde bu fikir günden güne yerleşip kökleştiği gibi, birlikte hareket etmeye mecbur olduğumuz müttefiklerimizin rejimi de budur.
Fakat demokratik rejimde kalmaya kararlı oluşumuz, demokratik olmayan eski tarihimizi ve bize övünç veren kahramanlarımızı saygı ile anmamıza engel olamaz. Çünkü geçmişini hor gören bir millet, ancak şerefsiz insanlardan kurulu bir topluluk olabilir.
Şunu da gözden uzak tutmalıyız ki, demokrasinin başarılı olması, toplumdaki milli şuurun kuvvetiyle orantılıdır.
Türk milletinin kalkınması derken, bu harekete, gönülleri heyecanla çarpıştıracak ve yurttaşları fedakarlığa ve hatta kahramanlığa sürükleyecek bir anlam vermek için kalkınma hedefinin Büyük Türkiye olması birinci şarttır. Kültürü, bilimi, tekniği ile birlikte ahlakı ve erdemi ile de ileri ve üstün olacak Türkiye... yoksa, sadece refah ve zenginlik için yapılacak hamlenin, bir ticaretevi hareketinden farkı yoktur.
Devlet ile ticaret kurumu başka başka şeylerdir. Ve devlet olmayı ticaret kurumu olmakla karıştıran topluluklar, daima başkalarının gölgesinde yaşamaya ve ilk darbede yıkılmaya mahkumdurlar.
Devlet sahibi Türkler olarak siyasi sınırlarımız dışında kalan Türklere karşı ilgisiz kalamayız. En küçük, güçsüz ve yeni devletlerin bile sınırdışı soydaşlarına karşı ilgisi varken, henüz bağımsız bile olmaya Cezayir, ne Sahra’da, ne de kıyılarındaki Fransız sermayesine ve çoğunluğuna karşı bir hak tanımazken, tarihinin en büyük imparatorluklarını kurup birçok milleti idare etmiş bir toplum olarak, siyasi sınırlarımız dışındaki Türkleri düşünmek vazifesinden asla geri kalamayız.
İmzamızı attığımız Birleşmiş Milletler Anayasasına dayanarak, siyasi sınırlarımız dışındaki Türklerin de bağımsız olarak ve yabancı hakimiyetinden kurtulmak davalarını desteklemek hem milli borcumuz, hem de insanlık görevimizdir. Henüz yamyamlık devrisini bile bütün bütün atlatamamış olan toplumların devlet kurma hakkı tanınırken, medeni ve üstün kabiliyetli millet olan Türklerin şurada burada tutsak hayatı sürmelerini kabul edemeyiz. İyi çalışan ve şuurlu ellerde bulunan bir Türk hariciyesinin, bu hakkı bütün dünyaya tanıtacağından eminiz.
Bugünkü çok tesirli silahlar karşısında savaşı istememekle beraber, artık bir daha savaş olmayacak diye yapılan propagandalara inanmayız ve bu propagandayı, bizi gevşetmek için yapılmış bir düşman hilesi sayarız. Askeri hazırlıkların alabildiğine arttığı bir dünyada, dünyayı karıştıran hain kuvvetler tasfiye edilmedikçe, savaşın daima yapılacağına inanmış olarak, milletimizin askerlik geleneğine tekrar dönmeyi lüzumlu buluruz.
Askerlik geleneği bugünkü milletlerin hepsinden eski bir millet olarak ordumuzun yeni baştan ve bize layık şekilde düzenlenmesine ve müttefiklerimiz ile standart silahlar kullanmak mecburiyeti dışında, askeri özelliklerimizin korunmasına şiddetle taraftarız. Askerlik çok şerefli ve güç bir meslek olduğu için, subay ve astsubaylarımızın erdemli aile çocuklarından seçilmesini ve fedakarlıklarına karşı bazı imtiyazları bulunmasını doğru buluyoruz.
Büyük devlet olmanın şartlarından biri de zengin ve kudretli bir dile sahip olmaktır. Milli ihmaller dolayısıyla gelişmemiş olan kökü kuvvetli dilimizi, büyük bir bilim ve sanat dili haline getirmek ihmal olunamayıcak bir davamızdır. Ne melezleştirilmiş eski dil, ne de öztürkçe denilen uydurma dil, büyük bilim ve edebiyat dili olamaz. Terimleri Türk köklerinden üretme , konuşma dilinde Türkçeyi veya Türkçeleşmişi seçme esasında olan “Arınmış Türkçe” ye taraftarız. İnsanın yüreği ne ise, milletin dili de o olur. Bu değerli varlık, gerçek değerlerden meydana gelecek bir akademi ve milli şuura malik uzamanlar ve sanatçılar eli ile korunmalıdır.
Millet olarak yaşamak isteyen toplumlar, kendi milli özelliklerini kıskançlıkla korurlar. İskoçların etek giymesi, Hintlilerin bize garip gelen kıyafetleri gibi, biz de Türk kültürüne ait özelliklerimizi saklamaya, milli tarihimizin kadrosunu çizmeye ve gerekirse, dilimizin bütün inceliklerini ifade edebilmek için alfabemize bir iki harf daha katmaya taraftarız.
Milli gelirin adaletle üleştirilmesi, Türk toplumu için de elbette milli bir gayedir. Ferdi ihtiyaçların rahatça karşılanabildiği, refahın yaygın bulunduğu bir ülkede, toplumsal adalet davası gerçekleşmiş olur ve böyle bir davadan bahsetmeye de lüzum kalmaz. Bu sebeple, bir yandan toplumsal adalet tedbirleri alır ve onları sağlam kanuni esaslara bağlarken, diğer taraftan da eğitim ve öğretimi yayarak ve ayrıca memleketimizi iktisadi alanda hızla kalkındırarak, toplumsal adaletin ortamını hazırlamamız gerekir. Aksi takdirde toplumsal adalet davasının, özellikle geri ve yoksul ülkelerde, komünizm silahı haline geleceği asla unutulmamalıdır.
Çünkü komünizm, yoksulluk, gerilik ve bilgisizlik bataklıklarından açan bir çiçektir.
Sosyalizm, komünizmi önlediği yolundaki iddialar doğru değildir. Amerika’da sosyalist bir parti olmadığı, rejim tamamen kapitalist ve liberal esaslara dayandığı halde komünizm yoktur. Toplumsal adaletin tam veya çok miktarda uygulandığı memleketlerden Kanada’da Liberaller ve Muhafazakarlar; Belçika’da Hırıstiyan Demokratlar, Avusturya’da Katolik Halkçılar, İngiltere’de Muhafazakar (1950’den beri) hakimdir. Bu memleketlerin çoğunda sosyalistler küçük birer partidir.
Partiler ve sosyalizm hakkında tecrübesi olmayan geri memleketlerde ise sosyalizm, komünizmin öncüsü rolünü oynamaktadır. Küba’da olduğu gibi... Bu sebeple, demokratik düzen içinde ve huzurla gelişme istediğini duyduğumuz bir zamanda, bize türlü huzursuzluklar getirip memleketimizi komünist yapmaya çalışacak sosyalizmin aleyhindeyiz.
Memleketimizdeki bütün sosyalist hareketlerde komünizmden hüküm giymiş sabıkalıların bulunması, en büyük delilimizdir.
Sosyalizmin aleyhinde olmamızın önemli bir sebebi de, bizim memleketimizde sosyalizmin tamamiyle kozmopolit şahıslar yetiştirmesi ve sosyalizmin milliyet aleyhtarlığı olarak ortaya çıkarılmasıdır. Büyük bir tarihin varisi olarak ortaya çıkarılmasıdır. Büyük bir tarihin varisi olarak Türk kalmaya azmetmiş bulunduğumuz için, bizi milliyetimizden uzaklaştırmak isteyen ve Türklüğü birinci plana almayan her fikir ve her ülkünün karşısındayız.
Yüksek bir millet haline gelmenin diğer bir özelliği olarak sağlam kanunlar koymak ve kanuna saygıyı inanç haline getirmek için, her türlü tedbirin alınmasına, tercüme kanunlara değil de milli örften çıkarılan ve çağdaş hukuk prensiplerine dayanan yasalara taraftarız. Kanunlar devleti, milleti, milli kültürü, ahlakı, düzeni, aileyi, fertleri şerefi ve hakları koruyacak kanunlar olmalı; adalet ölçüsü en kesin terazi ile sağlanmalıdır.
Devlet, nazari olarak, vatandaşların hayatını koruyup saadetlerini sağlamak için kurulmuş bir müsesse olduğundan, her Türk’ün sağlık, hastalık ve işsizliğe karşı sigortalanması şeklindeki toplumcu anlayışımızı huzuru sağlayacak en temelli faktör olarak sayıyoruz.
Toprak, devletin temeli olduğundan, toprakla uğraşanların temel korunur gibi korunması ve kalkındırılması şarttır. Milletimiz göçebe zamanlarda bile toprak mülkiyetini kabul etmiş olduğu için, bu mülkiyetin devamı, sosyal yapımızın icaplarındandır.
Sonuç olarak milli kalkınma programımızı şöylece özetliyoruz:

  1. [*]Türkçüyüz
    [*]Arınmış Türkçeciyiz
    [*]Yasacıyız.
    [*]Toplumcuyuz.
    [*]Milli gelenekçiyiz.
    [*]Şuurlu demokrasiye taraftarız.
    [*]Ahlakçıyız.
    [*]Bilimciyiz.
    [*]Teknikçiyiz.
( Orkun, 1.sayı, Şubat 1962 )
 

Ay Katun

New member
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,753
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ötüken Ormanı,Dişi Bozkurt Otağı
Web sitesi
www.kibris1974.com
MİLLİ SİYASET
Has Hâcib Balasagunlu Yusuf tarafından XI. Yüzyılda yazılan Kutadgu Bilig”, siyaset bilgisi demektir. “Uğur, bahtiyarlık” demek olan “kut” kelimeyi şimdiye kadar “saadet veren ilim” diye boşuna tercüme etmişlerdir. Bu ismin anlamı, koca eserin muhtevasından da anlaşılacağı üzere siyasetnamedir. Toplumun bahtiyar olması için gerekli şartları saydığı malum olduğuna göre Türkler’in siyaseti, “toplum bahtiyarlığı bilimi” diye anladıkları ortaya çıkıyor. Netekim Kutadgu Bilig’den üç asır önce de Bilge Kağan, kardeşi kahraman KülTegin için, İçen Kağan da babası Bilge Kağan için diktirdiği ünlü Orkun yazıtlarında, devlet siyaseti olarak zaferler milleti doyurmak, giydirmek ve çoğaltmayı, yani bahtiyar etmeyi başardıklarını anlatmışlardır.
Günümüzde milleti bahtiyar edecek bir siyaset tutumundan çok, tehlikelerden kaçınıp yalnız içinde bulunulan günü düşünmek prensibi alıp yürümüştür. Atatürk’ün çok hesaplı ve gerektiğinde çok atılgan siyasetine karşılık İsmet İnönü sadece hesaplı , hesabında da kendisini yanlışlara götürecek kadar ihtiyatlı siyaseti ile devleti yürütmeye çalışmıştır.
Aşırı ihtiyatlı siyasetle bir millet belki uzun bir süre için, tehlikelerin içine dalmaktan kurtulabilir. Fakat aşırı ihtiyat pasif bir idare tarzı olduğu için iştahlı komşuları bu iştahlarından vazgeçiremez ve günü gelince saldırmaların asla önleyemez.
Vaktiyle Habeşistan’ın ihtiyatkarlığı, İtalya’yı kışkırtmaktan çekindiği için o zaman İtalya sömürgeleri olan Eritre ve Somali sınırlarından askerlerini çekmesi İtalya’nın saldırmasına engel olmadığı gibi günümüzde de Çeklerin ihtiyatkarlığı Ruslar’ın kaba hareketine engel teşkil edemedi.
Bu sebeple milli siyaset yerine, herkesle hoş geçinme siyasetinin güdülenmesinde hiçbir milli menfaat yoktur. Milletler, milli istekleri nispetinde itibarlı ve kuvvetlidir. Bundan başka “milli istekler” yani “ülküler” milletlerin dinamik gücü, birliğinin sebebi, cesaretinin kaynağıdır.
Yüzyıllar boyunca tutsaklık hayatı yaşadıkları için cesaretten nasibi kalmamış, geri ve bu bakımdan iptidâi Araplar’ı bugün hatırı sayılır bir kuvvet haline getiren şey Filistin dâvâsındaki tutumları ve Yahudi düşmanlığıdır. Hele son yenilişleri pek yüz kızartıcı oldu. Buna rağmen inançları sarsılmadığı için yarın büyük hamleler yapabilecek kudreti kendilerinde buluyorlar ve hazırlanıyorlar.
İsrail de aynı durumdadır. İki bin yıllık tarihi haklara dayanarak yüzde yüz Arapların oturduğu toprakları işgal edip geri vermemekte direniyor. Oraları da devletine ekleyip yarın için on milyonluk bir İsrail devleti kurmak gayreti ve ülküsü içindeler. Bir batı Avrupa devleti niteliğinde olan İsail’in on milyon nufusa sahip olması Arap dünyasına karşı kendisini savunacak esaslı bir gücü elde etmesi ve geleceğini teminat altına alması demektir.
Türkiye, Atatürk’ün ölümünden beri pasif bir devlet siyaseti gütmektedir. Atatürk’ün zemin ve zaman icabı olarak, sırf o devir için söylediği “ yurtta sulh, cihanda sulh” sözlerini, edebi düsturmuş gibi benimsemiş görünerek siyasetini bu esas üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Barış uğruna kimseyi gücendirmemek zihniyeti hakim olmuş ve bu zihniyet, siyasi sınırlar dışındaki Türkler’in ihmalini doğurmuştur. Herhangi bir devlette yaşayan Türkler’le ilgilenmek o devleti gücendirir, tedirgin eder, kızdırır diye âdeta cihan Türklüğü inkar olunmuştur.
Halbuki cihanın manzarası bu konuda ne kadar ibret vericidir. Afrika zencilerine kadar her millet ırkdaşlarıyla ilgilenmekten bir an vazgeçmemektedir. Hele şu küçük Yunanistan bir yandan Kıbrıs’ı isterken, bir yandan Arnavutluk’tan Espir’i koparmaya çalışmakta, daha ilerisi için de Bizans’ı diriltecek hesaplar yapmaktadır.
İstiklal Savaşı bittiği zaman Türkiye 13 milyon nufuslu, çok yoksun, yorgun, ahalisinin ancak %10’u okuyan, endüstrisiz, ülkesi yakılıp yıkılmış, hastalıkların tahribat yaptığı bir devletti. O zaman kendimize gelebilmek için dışarıda gözümüz olmadığını ilâna mecburduk. Bugün öyle değiliz. 36 milyon nufuslu, ağır endüstriye doğru ilk adımlarını atmış, yüzde ellibeşi okur-yazar, sıtma ve frengi gibi hastalıkları yenmiş, ülkesi oldukça imar olunmuş bir devlet halindeyiz. Bir milleti yalnız para kazanmak ve okumak için didinen bir sürü olmaktan kurtarmak için ona milli gayeler gösterilmesi lazımdır. İktisadi kalkınma, yol ve liman, atom, roket, uzay milli ülkü olamaz. Bunlar nasıl olsa elde edilecektir. Fakat çok mühim olduğu halde verilmemekte bulunan hayati nesne “ülkü”dür. O ülküyü düşünüp taşınarak zorla yaratmamaya da ihtiyacımız yoktur. O hazır olarak yanı başımızda duruyor: Dış Türkler...
Hükümetlerin dış siyaseti yalnız NATO, Merkezi Andlaşma ve Kalkınma İçin Bölgesel İş Birliği sınırları içinde kaldıkça Türk milleti teknikte ne kadar ilerlerse ilerlesin yaratıcı bir millet olamaz. Onu yaratıcı yapacak şey dış Türkleri düşünmek gibi yüksek milli ve insani bir meseledir.
Batı ve komünist dünyaları nasıl, alabildiğine silahlanıp birbirine diş biledikleri halde bir arada savaşsız yaşıyor ve iktisadi ilişkilerde bulunuyorsa, biz de, sınırları içinde Türk bulunan devletlerle dost kalmak şartıyla O Türkleri düşünür, kültürce ilerlemeleri için çalışır, her türlü yardımı yapabiliriz.
Dış Türklerle ilgilenmek emperyalizm değildir. Emperyalizm ise mukaddes bir emperyalizmdir. Kendi eliyle imparatorluğunu tasfiye eden Fransa, Kanada’daki 7 milyon Fransız’la birleşmek istediği açığa vurmakta çekinmedi ve zamanımızın büyük ve ileri görüşlü devlet adamı olan Başkan DE Gaulle, Kanadalı Fransızlar hakkındaki emellerini bizzat, Kanada’da söyledi.
Örnekler bu kadarla bitmiyor. Hollandalılar, müttefikleri olan Belçika’daki 4 milyon Flaman hakkındaki niyetlerini çoktan belli etmişlerdir.
İrlanda “Kuzey İrlanda” denen ve sırf Protestan oldukları bahanesiyle İngilizler tarafından bırakılmak istenmeyen Ulster’i açıkça istiyor.
Zayıf ve geri Afganistan, kuvvetli komşusu Pakistan’da bulunan Patan’lara gözlerini dikmiştir.
Daha birçok örnek bulunabilir. Çünkü bu sosyal bir konudur: Milletler, ırkdaşlarını da kendi siyasi sınırları içinde almak isterler ve bunun için her türlü fedakârlığa katlanırlar.
Dünya âlem böyle de biz neden değiliz? Acaba dünyada barışçı, insaniyetçi ve alkılı olarak yalnız biz mi kaldık?
Dış Türklerle ilgilenince tabii yine serbest nazımla şahane (!) şiirler başlayacak: Turancılar, ırkçılık, emperyalistler, faşistler vesaire. Herkesin her dediğine aldıracak olduktan sonra 400.000 Rum’a karşı 100.000 Türk’ün yaşadığı Kıbrıs’ta işimiz ne?
İş denize girinceye kadardır. Girdikten sonra üşümen geçer. Sen de iyi yüzücülerle has kuvvetli kulaçları büyük bir ustalıkla atmaya başlarsın.


( Ötüken, 74. Sayı, 29 Temmuz 1972 )
 

Ay Katun

New member
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
1,753
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Ötüken Ormanı,Dişi Bozkurt Otağı
Web sitesi
www.kibris1974.com
TÜRKÇÜLÜK VE SİYASET


Türkçülük bir ülkü, siyaset ise iktidara geçme taktiğidir. Bu sebeple bir ana inanç ve ana düşünce olan ülkü asla değişmediği halde siyaset yani taktik her zaman değişir.
İnsanlar iktidara geçmek için partiler kurarak çalışırlar. İktidara geçmek oy kazanmakla mümkün olduğu için oy sahiplerinin fikrini ve gönlünü almaya uğraşırlar. Bunu sağlamak için taviz verirler; propaganda yaparlar; kendilerini beğendirmeye çabalayıp bol bol da yalan söylerler. Hatta rakiplerine iftira attıkları da olur.
Bu, bütün dünyada böyledir. Bizde "İttihat ve Terakki", "Hürriyet ve İtilaf" partileri arasındaki iğrenç ve ahlaksızca mücadeleyi bir tarafa alıp Cumhuriyet çağına, onun da Halk Partisi ile Demokrat Parti arasındaki savaş zamanına göz attığımız zaman karşılaştığımız manzara şudur:
İktidar, iktidarda kalmak için haksızlıklar yapmış, muhalefet bundan şikayet etmiştir. Sonra, Muhalefet iktidara geçince aynı haksızlıkları kendi yapmaya başlamış, bu sefer evvelce haksızlık edenler aynı haksızlığa uğrayınca feryadı göğe yükseltmişlerdir.
Partilerde ülkü yoktur İktidara geçmek veya orada kalmak için en aşırı tavizlerden çekinmezler. Demokrat Parti'nin iktidara geçince Türkçe ezanı yine Arapçalaştırması samimî kanaatinden değil, oy toplamak kaygısındandır. Aşırı Kemalist olan ve dinle ilgisi bulunmayan Celal Bayar'ın bunu isteyerek yaptığı veya yaptırdığı söylenemez. Bununla ileriki seçimleri teminata almak istemiş ve almıştır.
Sade dinsiz değil, aynı zamanda Tanrısız bir rejim olan komünizm ise İkinci Cihan Savaşında Almanlar karşısında tutunabilmek için dinden yardım beklemiş, Sovyetler Birliği'nin Hıristiyan ve Müslüman vatandaşları için kiliseler ve camiler açılıp dinî liderler seçilmiştir.
Türkçülük, Türk miliyetçiliğidir ama her milliyetçi Türk, Türkçü değildir. Milliyetçilik pek umumî bir deyimdir. Her normal insan az çok milliyetçidir. Türkiye'nin bütünlüğü ve emniyeti üzerinde duygulu olup Türk milletine bağlı kalmak şüphesiz milliyetçiliktir. Fakat böyle milliyetçiler arasında Dış Türkler'le hiç ilgilenmeyen, hatta onların varlığından habersiz olan, siyasî sınırlar dışında Türk ülkeleri olduğunu bilmeyen, tutsak bir Türk ülkesinin kurtarılması için göze alınacak savaşı istilacılık sayan nice insanlar vardır.
Türkçüler bugünlük ancak Türkçü karakteri olan partileri tutarlar. Türkçülükten sapan veya taviz veren hiçbir parti Türkçülerce tutulmaz, tutulamaz. Türkçülüğün ne olduğu açık, seçik ortada bulunduğu için bugünkü tutumları ile hiçbir parti Türkçü değildir.
Aslında beynelmilelci olan sosyalizmin Türkiye'deki mümessilleri de milliyetçi olduklarını söylerler. Hatta Orta Asya'daki atalarımızla ilgimizi inkar edip bu topraklar üzerinde Hititler'den başlayarak üstüste yığılmış olan etnik döküntülerinin karması olduğumuzu ileri sürenler de milliyetçilik davasındadır.
Komünistlikten hüküm giymiş olanlar, Türk milliyetçiliğinin kökünü kazımak için kampanya açmıs olan partiler, Islam beynelmilelciliği davası güdenler de hep milliyetçi olduklarını söylerler.
Türkçülük bu türlü eksik ve yanlış milliyetçiliklerin hepsini reddeder. Türkçüler için İzmir'i kurtarmak üzere yapılan savaşla Kıbrıs'ı kurtarmak için yapılacak savaşlar arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü Türk milleti bir bütün olduğu için Türkçülük ancak ve yalnız. bütün Türkleri içine alan bir milliyetçilik davasını ülkü edinir. Türkler ise Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur.
Türkçülük bugün siyasî değildir. Fakat bir gün siyasî bir kuruluş durumuna gelirse bütün Türkleri kurtarıp birleştirecek bir program ile ortaya çıkacaktır. O zaman, şüphesiz çağı. durumu ve ortamı kollamakla beraber bunlara bağlanıp kalmayacak, bu kaygıların üstüne çıkacaktır. Dünün gerçeklerin yeniden gerçekleştirecektir.
"Türkçü" kelimesi bugün birçoklarını ürkütüp tedirgin etmektedir. Bunun altında bir nazizm, diktatörlük, kafatasçılık heyulaları görmektedirler.
Türkçülük kelimesinin bu korkunç hale getirilmesinde yerli Moskofçuların rolü büyük olmuştur Onlar Moskova uşağı oldukları içi Rusya'yı yere vuracak her düşünceye düşmandırlar, ikinci olarak Türklüğe gizli bir hınç besleyen devşirme artıkları, üçüncü olarak da Tükiye'de solculuğun anası olan Halk Partisi gelmektedir.
Halk partililer arasında bir tane Türkçü gördünüz mü? TİP dışında bütün partilerde Türkçü bulunur ama Halk Partisi'nde bulunmaz.
Gerçek çehrelerini de son kurultaylarıyla ortaya koydular.
Türkçüler bugünlük ancak Türkçü karakteri olan partileri tutarlar Türkçülükten sapan veya taviz veren hiçbir parti Türkçülerce tutulmaz, tutulamaz. Türkçülüğün ne olduğu açık seçik ortada bulunduğu için bugünkü tutumları ile hiç bir parti Türkçü değildir.
Partiler bakımından Türkiye henüz oturmamıştır. Bu kaynaşmalar durulduktan sonra kaç parti kalacak, belli değildir. Belli olan tek şey Halk Partisi'nin ölmüş olduğudur. Millî vicdan sosyalizmden iğrendi için sol partilere de hayat hakkı tanımayacaktır. "Demokrasilere sol partiler de lazımdır' sözü bazı safların da inandığı bir komünist uydurmasıdır. Tam bir demokrasi olan Amerika'da sol parti yoktur.
İlerde şartlar hazır olunca, meşru partilerden biri Türkçü parti haline gelir veya bir Türkçü parti kurulursa Türkçülük o zaman siyasete girmiş olacaktır. Şu da unutulmamalıdır ki, Türkçülüğün iktidara geçmek için mutlaka parti kurması lüzumu yoktur. Türkçülük beyinle ve gönüllere şuurla yerleştikten sonra bu, partisiz de olabilir.


( Ötüken, 104. sayı, Şubat 1970 )
 

Konçuy

Dost Üyeler
Katılım
2 May 2008
Mesajlar
115
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Konum
Başkent
Her Türk'ün kesinlikle okuması gereken bir eserdir. Paylaşımınız için sağolun.
 
Üst