1999 Yılının son günü...
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü saat tam 19 da Bakanlar Kurulunun toplantı odasına girdi. Ayağa kalkarak kendisini selamlayarak bakanlara başı ile karşılık verdikten sonra koltuğuna oturdu.
Sağ yanında Başbakan Hasan Ali Yücel sol yanında Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ahmet Emin Yalman... Milli Eğitim Bakanı Falih Rıfkı Atay, Başbakanın yanında.... Sonra, sırasıyla, Ticaret Bakanı Rıza İnönü, milli Savunma Bakanı Kazım Özalp, Maliye Bakanı Kasım Gülek, İşletmeler Bakanı Ömer İnönü, Dışişleri Bakanı Aliye Itır, İçişleri Bakanı Karabet Öztürk, İktisat Bakanı Salamon Türkler ve diğerleri...
Milli Şef,cebinde çıkardığı tüpten bir ‘Z’ vitamini alarak ağzına attıktan sonra büyük bir canlıkla söze başladı:
- "Sayın arkadaşlar! Birkaç sonra 21’inci yüzyıla girerek bir devri arkada bırakmış olacağız.1961’de,seçimlere hile karıştıran Demokrat Partiyi milli bir galeyanla devirdiğimizde beri 39 yıl geçti. Bu kısa zaman içinde çok işler yaptık. Devletimizi geliştirdik. Fakat bu kararla kalacak değiliz. Daha ,çok işler yapacağız. Şimdi bütün arkadaşlarım, yeni yüzyıla girerken yapacağımız devrimler hakkında hazırladıkları tasarıları anlatsınlar. Söz, ilkönce başbakan Hasan Ali Yücel’indir”
- “’Hasan Ali!”
- “Buyurun, aziz şefim!”
- “Senin yüzünde bir değişiklik var!Nedir o?”
Başbakan şaşkınlık içinde mırıldandı:
- “Ne gibi deşiklik, aziz şefim?”
- “Kestim, aziz şefim!”
İsmet İnönü kederle elini masaya vurdu:
- “Ne yaptın Hasan Ali? O canım kaşlarına nasıl kıydın? Halbuki ben sayın Bizans Patriği Athenagoras Hazretlerinin sakalı ile senin kaşlarını sigorta ettirmek için kanun çıkaracaktım?”
Başbakan heyecanla ayağa kalktı:
- “Aziz şefim! Bunca yıllık kaşlarımı tıraş ederken ben de üzüldüm. Göz yaşları döktüm. Fakat bunca sağlık zarureti vardı. Ömrümüzü uzatmak için aldığımız’’Z’’ vitaminleri bazı bünyelerde saç,sakal uzaması yaparmış. Sağlık Bakanı arkadaşımız, 21’inci yüzyılın ilk yarısında her gün dört defa, ikinci yarısında ise sekiz defa tıraş olmaya mecbur kalacağımı, asrın son yarısında ise her dakikada sakal ve kaşlarımın iki santim uzayacağını müjdeledi: Elbet o zamana kadar Amerikalılar insanı hiç rahatsız etmeden durmaksızın tıraş eden bir makine icad ederler.”
Milli Şef sevindi:
- “Bravo Hasan Ali! Derhal bütçeden ödenek ayırtalım! Bu makineyi yapacak Amerikan fabrikasına vermek üzere Amerikadaki elçimize talimat gönderelim!”
Bütün yüzlerde sevincin ışığı parladı. Cumhurbaşkanı bu sefer Maliye Bakanına hitap etti.
- “Sayın Kasım Gürlek!”
Gülek, 35 diyoptrilik dürbünümsü gözlüklerini güçlükle taşıyormuş hissini veren ağır hareketlerle başını çevirdi:
- “Emredin, aziz şefim!”
- “Bu yılın bütçesi hakkında çok kısa bir taslak çizer misiniz?
- “efendim, bütçemiz misli görülmemiş denk bir bütçedir. Gelirimiz 20 milyar lira... Giderimiz bundan 1 lira eksik... Bütçenin tam yarısı, 10 milyar lira, sağlık işlerine bağlı...”
Milli şef, tebessümle, Sağlık Bakanı Pavlâki Özoğuzer’e döndü:
- Anlat!
Sağlık Bakanı, kabinenin en genç üyesiydi. 1945 doğumluydu. Yüzünü aşmış insanların arasında çocuk sayılıyordu. Tatavlı bir rum şifesiyle söze girişti:
- “Aziz Milli Şefim! Bütçemizin dokuz buçuk milyar lirasını, Amerikadan aldığımız “Z” vitaminlerine veriyoruz!”
- “O niye öyle?”
- “Çünkü ömür uzatan “Z” vitaminleri çok pahalı... Tanesi bir milyon liraya elde ediyoruz. Yılda 9500 tane alıyor ve dokuz buçuk milyar lira veriyoruz. bunun 8000 tanesi siz aziz Milli Şefimize ayrılıyor; 1500 tanesi de diğer bakanlara partimizin ileri gelenlerine ve Athenagoras Hazretlerine veriliyor.”
Milli Şef sordu:
- “Niçin daha çok almıyoruz?”
- “Efendim, “Z” vitamini tabletlerini yalnız bir tek fabrika yapıyor ve yıllık 10-11 bin taneyi geçmiyor. Peşin para vermek şartıyla 9500 tanesini biz alıyoruz.”
- “Hepsini almamızın imkanı yok mu?”
- “Yok aziz şefim! Zaten nüfusumuza nispetle biz fevkalade alıyoruz. Birkaç tanesini İngilizler kıraliçe için, birkaç tanesini Japonlar Mikado için alıyorlar. Kalanını da, Amerikalı milyarderlerle Ruslar paylaşıyor. Fabrika bize bu kadar ayırma yapmadı. Fakat Amerikada hususi haber alma servisi bulunan sayın Devlet Bakanımız Ahmet Emin Yalman, daha tabletler piyasaya çıkmadan 9500 tanesi için 99 yıl müddetle sözleşme yapmayı başardığı içindir ki, bu kadarı bize veriliyor...”
Maliye Bakanının gönüllere ferahlık veren izahlarından sonra Milli Şef, Yücel’e döndü:
- “Evet Başbakan! Yirmi birinci asra girerken yapacağımız devrimler hakkında neler düşündün? Şöyle bir anlat da dinleyim”
- “Aziz Şefim! Siz yeryüzündeki şeflerin en başta gelenisiniz. 12 yıllık ilk cumhurbaşkanlığınızdan sonraki 11 yıllık dinlenme devresi, dehânızın gelişmesi için lazımdı. Nihayet vatan haini, mürteci demokratların yurdu ve dünyayı batırmak üzere olduğunu görerek yaptığımız milli hareketle onları devirmeniz ve 1961’den beri 39 yıldır, aralıksız başkanlık etmeniz adınızı ebedileştirmiş ve sizi yalnız vatanımızın değil, bütün insanlığın şefi haline getirmiştir. Bunun içindir ki, artık size Milli Şef değil Beşeri Şef denmesi lazımdır. Çünkü milli olmak geri bir şeydir. Halbuki siz o kadar ilerisiniz ki, sizden daha ileri olmanın imkanı da, ihtimali de yoktur. Evet, siz bütün beşeriyetin şefisiniz! Beşeriyet sizden idare, akıl, fazilet, dehâ, siyaset, ilim, fen, sanat, viyolonsel, herşey, herşey öğrenecektir. Ricam şu ki, Beşeri Şef ünvanını lütfen ve tenezzülen kabul buyurunuz.”
Bakanlar tasvip hareketleri yaptılar. Şef kararını bildirdi:
- “Sayın arkadaşlarımın devamlı ısrarları karşısında demokratik nizamı bozmamak ve milli birliğe pürüz getirmemek için Beşeri Şef olmayı kabul ediyorum! Sayın İçişleri Bakanı Karabet Öztürk arkadaşımız bu husustaki kanunu yarın akşama kadar hazır etsin. Burada bir defa gözden geçirdikten sonra Meclise sunarız.”
Beşeri Şef gülümsüyordu. Başbakan Yardımcısına döndü:
- “Yalman arkadaşımız! Sen neler hazırladın bakalım? Bir de seni dinleyelim.”
Ahmet Emin Yalman yağa kalktı:
- “Aziz Beşeri Şef! Ulu insanlık önderim! İnsanoğlunun kemale ermesi hayali, sizin çağınızda ve sayenizde gerçek olacaktır. Artık siz bir Beşeri Şefsiniz! Beşeri Şefin saltanat ettiği, yani idare ettiği bir ülkeye Türkiye demek biraz irticai bir düşünce gibime geliyor. Türk nedir? Beşeriyet içinde küçük bir parça... Sonra acaba Türk var mıdır? Türk kalmış mıdır? Vaktiyle bir Türk ırkı varmış. Fakat zamanla bu ırk ötekine berikine saldırarak ve başka ırklara karışarak yok olup gitmiş... Beşeriyetin bir parçasına Türk demek, Türk ırkçılığı yapmak ve faşizmi hortlakmaktır ki, buna ne Amerika, ne İngiltere, ne İsrail, ne rusya, ne de diğer devletler razı olamazlar. Zaten insanların bir kökten geldiğini en eski ve en yüksek kitap olan Tevrat yazmıyor mu? Memleketimize Türkiye demek, Rum, Ermeni, Yahudi, Zenci, Çingene ve başka köklerden gelen yurttaşlarımızı incitir, milli birliği bozar. Onun için bu ismi değiştirerek Beşeristan denilmesini teklif ederim!”
Beşeri Şef ellerini çırptı:
- “Aferin Yalman! Zaten senin zekanı 1954 seçimlerinde anlamıştım. O zaman bana hücum ediyor gibi yaparak Demokrat Partinin kanına nasıl girmiştin, değil mi?”
- “Evet aziz Şefim! Demokrat Partililerin milleti mahva götürdüklerini sezmiştim. Kore’ye asker yollayıp Çin gibi bir milletle savaşı göze almak için mutlaka mürteci, faşist, ırkçı ve Turancı olmaları lazımdı. Niyetleri Kore’den yürüyerek Mançurya ve Moğolistan yolu ile Türkistana inmek, büyük dostumuz Rusyayı arkadan vurmak ve Turan İmparatorluğunu yeniden kurmaktır. Zaten 4500 kişilik bir tugay göndereceğiz diye milleti kandırarak oraya 5200 kişi göndermeleri de istilacı ve emperyalist politikalarını gösterir. Kuzey Korelilerle Çinliler kahramanca müdafaaları olmasaydı bu emperyalistler mutlaka Asyayı zaptedeceklerdi. Ben onları oyalıyarak Halk Partisi nihai zaferini sağlamak için mahsus aralarına karıştım. İçyüzlerini öğrendim. Allaha şükür ki, artık karanlık günler geçti. Cihana bir medeniyet örneği vermek üzereyiz. Madem ki Beşeristan olcağız, beşerin her şubesi bu büyük devrimden faydalanmalıdır. Doğu illerimizde bir Ermeni yurdu kurarak bu sevimli milleti sevindirmek ve Ayasofya müzesini de Patrik Hazretlerine vererek yeniden Bizans kilisesi yapmak bütün dünyanın ve hıristiyanlık aleminin sevgisini üzerimize toplayacaktır. Herhalde Paşa Hazretleri de bu hizmetimizden dolayı bizi takdis eder.”
Beşeri Şef, ağzına bir “Z” vitamini daha attıktan sonra sordu:
- “Arkadaşlar ne düşünüyorsunuz?”
Milli Eğitim Bakanı Falih Rıfkı Atay söz aldı:
- “Aziz Şefim! İlkönce sayın Yalman’ın teklifine itiraz yapacağım. Özde ve esasta kendisiyle birim: Türkiye, Beşeristan olmalıdır. Yalnız, devletimizin yeni adının soyundaki “istan”ı doğru bulmuyorum. Elit takımı bunun Farsça bir ek olduğunu bilir. Halbuki biz kültür Türkçüleri, dilin özleşmesi konusunu öteden beri ele almışızdır. Dilimizi komşu İranın kültür tahakkümü altında yaşatamayız. Bundan ötürü devletimizin adı Beşeristan değil, Beşereli olmalıdır. Bu düşüncemi belirttikten sonra 21’inci yüzyıl için milli eğitim alanında yapacağımız devrimlere geliyorum: Milli kelimesi irticai bir anlam taşıdığından, bundan böyle “Milli Eğitim” yerine “Beşeri Eğitim” tamlamasını kullanacağız. Okullardaki tarih öğretimini de yeni esaslara göre ayarlıyarak, milletler arasına kin sokan milli tarih kısımlarını kaldıracağız. İlmi gerçekleri asla feda etmeden bunu başarmak elimizdedir. Mesela, şimdiye kadar tarih kitaplarında ballandıra ballandıra anlatılan Malazgird Savaşını kısaca Osmanlı Sultanı Kılıç Arslanla Bizans İmparatoru meşhur filozof Diyojen’in düşmanlık şeklinde başlıya, fakat dostlukla biten siyasi bir münasebeti olarak yazdıracağız. İstanbul’un alınmasını ise, Fatih sultan Selim’in Bizans medeniyetini kabul ederek Türk ve Rum milletlerini tek idare altında birleştirmesi şeklinde göstereceğiz. Yoksa İstanbul’un kuşatılması, kanlı savaşlar, ölümler anlatılırsa işin tadı kaçar. Yirmi birinci yüzyılın huzuruna bir istila hareketini överek çıkamayız. Zaten Fatih sultan Selim, İstanbul’u aldığı zaman yirmi yaşında bir çocuktu. Ben yirmi yaşında iken geceleyin sokağa çıkamazdım. Çocukta akıl olur mu? Herhalde İstanbul’u da böyle bir çocukluk anında almıştır. Onun için tarihi yeni baştan yazmak, bundan beşeri hadiselere yer vermek, bilhassa ecdadımız Hititlerin kanunlarını, eski Yunan ve Roma medeniyetlerini, Cumhuriyeti, 1961 hareketini etraflı olarak göstereceğiz. Bundan başka yeni bir kanunla orta öğretimi mecburi kılarak bale ve estetik dans dersleri koyacağız. Yeni okullar yaparak devleti masrafa sokmamak için şehirlerdeki bütün hamamları okul haline getireceğiz. Beşer ruhunu enginleştiren müzik, her vatandaşın faydalanacağı bir nimet haline gelsin diye bir müzik enstitüsü açacak ve bu enstitüyü akustik bakımdan çok elverişli olan Süleymaniye Camiinde kuracağız. Aziz Beşeri Şef’ten buradaki açılış dersini viyolonseli ile vermesini bilhassa rica ederim. En nihayet büyük mütehassıslarını buraya getirecek ve ilmin bütün gizli ve bilinmedik taraflarını açığa çıkaracağız. Bu yeni üniversiteye bir isim koyması Beşeri Şef’ten dilerken yüksek ve şerefli bir vazife yaptığıma inanıyorum.”