II. Abdülhamid'in ingiliz siyaseti

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
II. Abdülhamid'in İngiliz Siyaseti
--------------------------------------------------------------------------------
Tüm İslam dünyasını bir Selam-ı Şahane ile yöneten Osmanlı ile onun gücünü kırmaya çalışanların bu çetin mücadelesini anlamak için sizlere tarihte küçük bir pencere açmak istiyorum. İngilizlerin Mısır politikası ile başlayan bir pençere....
19. yy'ın sonlarında İngiltere'de yapılan seçimlerde Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlülüğünün korunmasından yana olan Muhafazakar Parti iktidardan düşmüş, Osmanlı Devleti'nin parçalanmasını arzulayan, Gladstone'un başkanlığını yürüttüğü Liberal Parti başa geçmiştir. İngilizlerin genel politikası olan Hindistan Yollarını koruma amacıyla, başta Mısır olmak üzere, tüm Ortadoğu'yu etkisine almak isteyen Gladstone; Türkler Avrupa'yı bütün silah ve ağırlıkları ile birlikte terketmeden Şark Meselesi halledilemez diyordu. (1) Osmanlı Devleti'ne karşı Ermeni'leri alabildiğine kışkırtan Gladstone'un İngiliz Müstemleke Nazırı iken Lordlar Kamara'sında söyledikleri ise, İngilizlerin üzerimizdeki ince hesaplarını açıkca ortaya koymaktadır. O gün Gladstone eline bir Kuran-ı Kerim alarak kabinedekilere göstermiş ve Eğer bu kitabı Türklerin elinden alamazsak onları asla yenemeyiz. demiştir.
1807 de Mısır'a yerleşme çabaları sonuçsuz kalan İngiltere M. Ali Paşa'nın 1830 lu yıllarda yeni bir devlet kurmasına engel olmuştu. Süveyş Kanalı'nın açılma çalışmaları Hindistan Yollarının güvenliği noktasında İngiltere'yi iyice telaşlandırmış, bunun üzerine İngiltere buranın hakimiyetini ele geçirmek için ince bir siyaset gütmüştü. Olayı E.M.Earle şöyle anlatıyor;
Önce Mısır'ı İngiliz kapitalistleri borç vererek aşırı bir mali yük altına sokmuşlardı. Sonra ingiliz işadamları ve kapitalistleri, borçlarının yarattığı korku ve eziklikten yararlanarak birsürü imtiyaz koparıp, ülkeye yerleşmeye başlamışlardı. Sonunda öyle bir gün gelmişti ki, Mısır maliyesi İngiliz ve Fransızların sözünden çıkmaz olmuş, Avrupalı diplomatların verdiği akıl Hidiv'in emirlerinden daha geçerli hale gelmişti. Ayrıca el altından, askeri feth ve işgale mazeret teşkil edecek, karışıklık, ayaklanma ihtimalleri bulunduruluyordu. (2)
Hidiv İsmail Paşa'nın Süveyş Kanalı tahvillerini 1875'de İngiltere'ye 100 milyona satması, 1876'da vadesi dolan borçlarını ödemeye ancak yetmiştir. 1877'de ödemesi gereken borçları 3 ay ertelediğini söylediğinde alacaklı devletler faizlerin ödenmesi için bir iflas sandığı kurdular.
Tasarrufa giden Hidiv, ordudan 2500 Mısırlı subayın işine son verdi. Bunun üzerine ayaklanmalar çıktı. Arabi Paşanın Mısır Mısırlılarındır sloganı ile başlattığı yabancı aleyhtarlığı sonucu Avrupalı memurların azli başladı. Bunu fırsat bilen İngiliz ve Fransız donanmaları İskenderiye'ye geldiler. İstanbul Hükümeti sorunun müzareke yoluyla çözülmesini istediyse de Mısır'ı almayı kafasına koymuş olan İngiltere, Fransa'nın Tunus'u işgali, İtalya'nın da Trablusgarb'ı işgal düşüncesinden güç alarak 11-Temmuz -1882 de Mısır'ı işgal etti. Bu işgal İngiliz-Osmanlı siyasi ilişkilerini derinden etkileyecekti.
2.Abdülhamid bu konuyla alakalı olarak İngiliz dostu Wambery' ye şöyle söylüyordu;
Mısır hadisesi dururken ve bu iyi ilişkilere girmek istediğim hükümet bu davranışı ile beni tüm müslüman dünyasında ve halkımın önünde gururumu kırmış iken nasıl yaparım Ben bu şekilde aşağılanmayı kabul edememi, etmeyeceğim de! Bildiğiniz gibi bir anlaşmaya varabilmek için çalıştık fakat İngilizlerin şartları öylesine ülkemin geleceği için tehlikeli ve benim İslam Halifesi ve Osmanlıların İmparatoru olarak prestijimi o derece zedeleyici idi ki bu şartları hiçbir şekilde onaylayamazdım. Heriki tarafında bazı hataları olduğunu kabul ediyorum. İngilterenin sömürgeci çıkarlarının Süveyş Kanalından serbest geçişi gerektirdiğini de biliyorum. Ama bu hükümranlık haklarım benden alınmadıkca ne devletimin çıkarları ne hakları güvence altına alınmadıkca yasal hakimiyetimde olan bir mülkün geçici de olsa yabancı işgaline terk edilmesine izin veremem. (3)
Osmanlı Hükümetinin Mısır'ın boşaltılması için İngiltere'ye verdiği notalar İngilizlerin geçiştirme ve diplomasi oyunları nedeniyle sonuçsuz kaldı. Fakat 2.Abdülhamid'in keskin zekası ve ileri görüşlülüğü ile İngiltere'yi ne Mısır'da nede diğer sömürgelerinde rahat bırakmayacaktı.
İngilizlerin bu faaliyetine mani olmak isteyen padişah, Mısır'da ve Sudan'da propaganda yaptırmak için büyük paralar sarfediyordu. Ayrıcada Sina Yarımadasında ve İran Körfezinde bulunan Türk Garnizonlarını takviye ediyordu. Elhasıl Abdülhamid bir kısmı tehlikeli, bir kısmı asab bozucu olmak üzere ne yapabiliyorsa, hepsini Büyük Biritanya aleyhine kullanmaktan çekinmiyordu. (4)
Padişah Abdülhamid sayesinde Batı Alemi, bilhassa Batı ülkelerinin dışişleri teşkilatları, halifeye, İslam Aleminin Papası gözüyle bakıyorlardı. Onun bu sıfatla kullanabileceği nüfuzdan çekiniyorlar, hatta korkuyorlardı. (5)
Sultan 2.Abdülhamid sadece kendi devletinde değil, bütün dünyada da İslam'ı uyandırmak için var kuvvetiyle çalışmaktadır. Afganistan'daki kıyamları, karışıklıkları birkenara bırakalım.1881 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Tunus'daki ihtilal, aynı tarihte Güney Cezayir'de patlayan isyan, Mısır'daki milli kıyam hep onun eseridir. (6)
Tarih tekerrür etmeye devam ediyordu. Bugün ABD, dün Rusya, Afganistan'a nasıl girdiyse, o günlerde de İngiltere Afganistan'ın işgaline başlamıştı. Fakat o dönemde hassas dengeleri çok iyi takip eden, duyarlı ve etkili bir padişah onların oyunları karıştıracaktı. 2.Abdülhamid bu bölgelerde Osmanlı nüfuzunu kuvvetlendirme ve yabancıların etkilerini kırma amacıyla Şirvanizade Ahmet Hulusi'yi Afganistan'a, Ferik Paşa'yıda Çin'e gönderdi.
Hacca giden müslümanların arasına karışan 2.Abdülhamid'in ajanları, bu, halkı müslüman olan ve sömürgeleştirilmeye çalışılan ülkelere sızıyor ve insanları bilinçlendiriyorlardı. Bu konuda İngiliz casusu Wambery, Budapeşte'den Sir Thomas'ı şöyle uyarıyordu;
Hindistan Hükümeti, Mekke'den Asya'ya dönen Hind, Afgan ve Orta Asyalı hacılar arasına sızmış padişahın ajanlarına dikkat etmeli, onları göz altında tutmalıdır. Bunlar halifenin bizzat kendisi tarafından görevlendirilmiş olup, tüm talimatları padişahın mabeyincilerinden almışlardır. Abdülhamid'in pan-islam siyasetinin nasıl tüm müslaman dünyasının en ücra köşesine kadar nüfuz ettiğini görmenin beni oldukca şaşırttığını itiraf etmeliyim. Kuzey Afrika'da şeyh sunisi, Afganistan'da Kabil Başmollası , Ortaasya'da Buhara Kadısı ve Hindistan , Cava ve Çin dini liderleri padişahın emrindedirler. İslam Birliği fikrinin Abdülhamid'in saltanatındaki kadar hiçbir zaman güçlü olmadığını söylemekle şüphesiz ki mübalağa etmiş olmam. İslam Birliğinin daha oluşma safhasında olduğu tabiidir. Ne varki Mekke'deki merkezi otoritesi ile padişahın -eğer planlarının uygulanmasına izin verilirse- şaşırtıcı sonuçlar alması mümkündür. (7)
Osmanlı Devleti'nin hasta adam olarak görüldüğü bu kritik dönemde, denge politikasını en iyi oymayan kişi olan 2.Abdülhamid, halifelik müessesesinden nasıl istifade ettiğini kendi ifadeleriyle şöyle anlatmaktadır;
İngilizler Asya'da yüzelli milyon müslümanı idareleri altında tutuyorlardı. Bu müslümanlar üzerinde hilafetin büyük nüfuzu vardı. Bunları bildiğim için, İngilizleri kuşkulandırmadan, her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler, dervişler gönderip Asya'daki müslümanları hilafete manen bağlamaya hususi itina gösteriyordum. Buharalı Şeyh Süleyman Efendi'nin Rusya'daki müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yadederim. Bunun İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını gördüm. Hindistan'daki umumi valileri oradaki müslümanların Osmanlı Devletiyle yakından ilgilendiklerini gördükce, hükümetlerine, Osmanlılarla iyi geçinmelerini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimiz birnebze kolaylaşmış oluyordu. (8)
2.Abdülhamid'in bu politikasını kırmak isteyen İngilizler, Osmanlı halifesinin etkisini kırmak için İslam dünyası içinden başka bir halife seçtirme çabalarına girdiler. Bu amaçla halkın arasına saldıkları, din adamı görünümlü ajanları ile yeni halife söylentileri yaymaya çalıştılar. Ayrıca Arapların ırkcılık damarlarını körükleyerek de bu parçalamayı hızlandırmayı sürdürdüler.
İngilizlerin bu sinsi faaliyetlerini sezen sultan, Arap vilayetlerine özel statüler veriyor, Arap liderlerini taltif ediyordu. Bu topraklara yönelik yaptığı en etkili girişim ise hiç şüphesiz Hicaz Demiryolları Projesiydi. Bu proje tamamen bir Osmanlı teşebbüsü olup, Osmanlı mühendis ve teknisyenleri tarafından gerçekleştirilmiş, tüm masrafları ise İslam Dünyasından toplanan yardımlardan karşılanmıştı. Hindistan, İran, Tunus, Cezayir, Fas, Türkistan, Sumatra, Java ve Malezya müslümanları açılan yardım kampanyalarına katılmışlar, bilhassa Afganistan Sultanı Amir Han en büyük yardımı yapan şahıs olmuştu.
Hicaz Demiryolu Projesiyle bu topraklarda Osmanlı nüfusunun artacağı endişesine kapılan İngiltere, Osmanlı Devleti'nin açtığı demiryoluna yardım kampanyalarını engellemeye çalışmıştır. Bu baltalama hareketlerini Rüştü Paşa şöyle anlatır;
Bu hat başladığı zaman İngilizler bizde, bu hattı inşa edebilecek kaabiliyeti göremeyerek, Hindistan'da ve Mısır'da yayınlanan gazeteleriyle Türklerin yardım bahanesiyle müslümanları soymak için yeni bir tertipte bulunduklarını, Türklerde bu iktidar olmadığı ve beyhude yere aldanıp para vermemelerini ilandan çekinmemişlerdir. (9)
2.Abdülhamid'in denge siyaseti neticesinde, Osmanlı üzerinde paylaşma planları kuran devletler, uzun yıllar bu emellerine ulaşamayacaklardı. Sadrazam Ferid Paşa bu politikayı şu sözlerle anlatır;
Medeni adam dostunu düşmanını tefrik etmemeli, her ikisine de aynı muameleyi yapmalı. Zira düşmanlarına açıkca husumet göstermek akıl karı değildir. Dostlara da fazla güvenmek ahmaklıktan ileri gitmez, biz daima İngiltere'nin dostu gözükeceğiz. Fakat onun hislerini, fikirlerini, siyasetini de bileceğiz. (10)
Padişahın bu siyasetinin yabancılarda farkındaydı. Wambery bu politikayı şöyle anlatmaktadır;
Padişah halen kesin tarafsızlık ilkesini sürdürmektedir. Herhangi bir Avrupa gücüne yaklaşıp, diğerlerinin düşmanlığını kazanmaktan çekinmektedir. Bu siyaseti doğrultusunda tüm elçiliklere mavi boncuk dağıtmakta, fakat hiçbir zaman onları hayali darbelerle tehdid etme fırsatını da ihmal etmemektedir. (11)
Çileli padişah 33 yıllık mücadelesini tamamlayamadan iktidardan uzaklaştırılmış, devlet ehliyetsiz ellere kalmıştı. Devletin o dönemdeki hassas konumunu ve kurtarma çarelerini göremeyen basiretsiz yönetimler onu yavaş yavaş yıkıma götürecekti. Ayrıca 2.Abdülhamid'in kurmak için büyük çabalar harcadığı Panislamizim'de ilgisizlikle ihmale uğrayacak, ortada kalan müslüman topluluklar, birbir yabancıların oltalarına takılıp, onların emellerine hizmet edeceklerdi. Bugün gözümüzün önünde uzanan bu bölük pörçük manzarayı oluşturmak için en önemli engellerden biri daha kaldırılmıştı.
Bugün hernekadar O'nun hakkında bazı yanlış kanaatler varsa da, büyük hizmetlerini görüp takdir edenler hiçde az değildir. Hatta kimi yabancılar Onun bu çabalarının, Yeni Türk Devleti'nin tohumları olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yazımızı, Türkiye'de donanmayı ıslahla görevli İngiliz Amirali Sir Henry F. Woods'un anılarından bir alıntıyla bitiriyorum.
Abdülhamid olmasaydı, ne, bu satırların yazıldığı, şu anda bu kadar geniş ve bağımsız bir Osmanlı Devleti ve nede ileride tarihciler ve diğer devletler tarafından tanınacağına şüphe etmediğim Ankara Hükümeti bulunacaktı. (12)
 
Üst