İlk Türk Hemşiresi

TAHTACI

-Otağ Hanı-
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
1,634
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
SAFİYE HÜSEYİN (ELBİ) (1881-1964)

Safiye Hüseyin İngiltere’de denizateşeliği hizmetinde bulunan Ahmet Paşa’nın kızıdır

Almanya ve İsviçre’de düzenlenen milletlerarası kongrelere katıldı. İlk defa ulusumuzu bu alanda temsil etti. Yabancı devletlerden iftihar ve takdir nişanları aldı. Cumhuriyetin ilanından sonra da tüm hayır kurumlarında ve derneklerde üstün bir feragatle çalıştı. hemşirelik mesleğiyle ilgili hayli yazılar yazdı ve konferanslar verdi. Ömrünün son gününe kadar mesleğinin tutkusu içerisinde yaşamını sürdüren ilk hemşiremiz Safiye Hüseyin, 1964 Temmuz’unda 83 yaşında, yetiştirdiği hemşirelerin kucağında gözlerini kapadı.

Safiye Elbi Çanakkale Savaşı'nda

Çanakkale Savaşı başladığında Safiye Hüseyin gönüllü hastabakıcı olarak yazılmış; Balkan Muharebelerinde de hastabakıcı olarak görev aldığı için Reşit Paşa Hastane gemisine baş hastabakıcısı olarak verilmişti.

Çanakkale Savaşları başladığında birçok vapur hastane gemisine dönüştürülmüştü. Reşit Paşa da bu vapurlardandı. Hastane gemileri Akbaş veya Kilya iskelesinden yaralıları alıp İstanbul hastanelerine, Hilal-i Ahmer ve Vatan hastanelerine yaralı sevk ediyorlardı.

Reşit Paşa vapuru, Akbaş İskelesi'nde, gelen yaralılara ilk müdahalelerin yapılması için demirli vaziyette tutuluyordu. Gemiye sürekli yaralı taşınmakta, yüzlerce yaralı Mehmetçik deniz üzerinde günlerce acılar içinde kıvranmaktaydı. Gemi dolunca da bu alınan yaralılar Hilal-i Ahmer hastanelerine taşınmaktaydı. İstanbul’dan dönerken asker ve mühimmat taşıma görevini de üstlenen Reşit Paşa vapuru, bu nedenle yaralı taşıma işlemini yaparken de birçok defa rahatsız edilmişti.

Çanakkale Müstahkem Mevki Mayın Grup Komutanı Binbaşı Nazmi Bey, günlüğünde Reşit Paşa vapuru hakkında şöyle diyordu:

"27 Nisan 1915

Reşit Paşa vapuru İstanbul’dan asker yüklü olarak geldi. Nara Burnu'nda durduğu sırada düşman ateşine maruz kalmış ve yanındaki Üsküdar vapuru beş dakika içinde batmıştır. Bir çarkçı ve iki er şehit olmuştur. Diğerlerinde hamdolsun bir zarar olmamıştır...”

Çanakkale Savaşları'nı Safiye Hüseyin şöyle anlatmıştı:

"Evet savaşa da iştirak ettim Çanakkale’de uzun müddet kaldım. Çanakkale’de savaş başladığında Alman Salibiahmer (Alman Kızılhaçı) ile bizim Hilal-i Ahmer Cemiyeti birleşmiş, Reşit Paşa vapurunu hastane gemisi yapmıştık. Ben bu geminin hasta bakıcısı olmuştum. Reşit Paşa Çanakkale’ye gidecek, orada yaralıları tedavi edecek, yarası ağır olanları alıp İstanbul’a getirecekti.

….Vaziyet tehlikeli dediler… Ne vapuru olursa olsun… İster hastane vapuru ister Kızılay ister Salibiahmer, İngilizler ---- tutuyorlar. Ben aldırış etmedim. Zaten umumi harp başladığı zaman ben hastabakıcılık için gönüllü yazılmıştım. Gönüllü olarak gidiyordum… Peşinen şunu söyleyeyim ki hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim.

Reşit Paşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik, Akbaş Mevkii'nde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının…"

********************

"Yaralıkları aldık, dönüyorduk… Birdenbire tepemizde bir uçak belirdi, güverteye çıktık. Süvari müthiş bir haber verdi:

- İngiliz uçağı...

Mamafih zerre kadar korkmuyorduk. Reşit Paşa gemisinin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafına da kızıl bir salip (haç) vardı. Belli ki hastane vapuru… İçimizden “dünyada bize ateş edemezler” diyorduk. Uçaktan kırmızı bir ışık yükseldi, ve üstümüze dehşetli gürlemeler oldu…

Yine bir gün yaralıları aldık dönüyorduk. Etrafımızda müthiş gürlemeler oldu dehşetli gülle yağmurunun altında kaldık. Reşit Paşa ’nın sağına soluna gülleler yağıyordu, o zaman anladık ki bize ateş ediyorlar. Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki tasavvur edemezsiniz.

Yaralı gaziler vapurlara taşınırken…

Fakat bütün bu tehlikelere rağmen korkmak için vaktimiz olmadı. Çünkü hastalar bizi bekliyorlardı. Ameliyat edecek, yaraları sarılacak yüzlerce hasta vardı. Bunlardan biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk.

Bundan sonra düşman adet edinmişti. Ne zaman Reşit Paşa vapurunu görseler tepemize İngiliz işaretli bir tayyare dikiliyor, düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor. Bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu. Her defasında ölüm tehlikesi geçiriyorduk.

Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk. İstanbul’a “Reşit Paşa vapuru battı” diye haberler gitmiş. İstanbul’a döndük ki, herkes vapur batmış zannediyordu. Akrabam matem içinde, İstanbul’a adeta ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten dönüş faslı vardır."

Son sözleri: Anne !!!

"Yüzlerce yaralının önümde öldüğünü gördüm hemen hemen hepsi de aynı kelimeyi, bu sözü sayıklayarak, “Anne ” diyerek öldüler.

Vapurda muhtelif milletlere mensup yaralılar vardı. Almanlar, Avustralyalılar, cepheden topladığımız İngiliz yaralılar ve bizim yaralılarımız… Hepsi kendi dilleri ile ekseriya tek bir kelime sayıklardı,

— Anne !..."


Bekir Çavuş: Kumandanım emrinizi yapamadım!...

"Reşit Paşa vapuruna bir gün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onun cephenin ön saflarında bulmuştuk. Bir ayağı kangren olmuştu. Hemen Reşit Paşa vapurunda ameliyat masasına yatırdık.

Ayağını kestik. Bir tek ayağı ile kalmıştı ama vaziyeti çok tehlikeli idi. Kangren çok ilerlemişti. Aynı zamanda pek fazla kan kaybetmişti. Adeta ölmesini bekliyorduk.

O gece sabaha karşı kamaramın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Kalktım dışarıda bir ses:

Çanakkale Menzil Hastanesi'ndeki Türk yarılaları...

— Başhemşire… Başhemşire… diye bağırıyordu….

Hemen giyinip fırladım, genç bir Alman hastabakıcısı:

— Hani ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?

— Bekir Çavuş mu?

— Evet.

— Ne oldu peki?

— Kendisine bir hal geldi hemşire, tek bacağıyla ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.

Hemen koştum. Bekir Çavuş yaralarından kanlar aka aka ayağa kalkmıştı. Yanına koştum. Bileğinden tuttum, müthiş ateşi vardı.

— Aman Bekir Çavuş dedim, Ne yapıyorsun? Bu hal ile ayağa kalkılır mı?

Bekir Çavuş kendini kaybetmiş bir halde idi.

— Aman dedi, Ne diyorsun? Emir geldi, emri yerine getirmek lazım.. Tabii kalkacağım.

Ve sabaha karşı Bekir Çavuş kollarımız arasında dünyaya gözlerini büsbütün kapadı. Bu adamcağız son dakikasına kadar kumandanın emrini, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Son dakikasında bile ne annesini ne sevdiğini düşünüyordu.

Kansız beyaz dudaklarından çıkan en son cümle:

— Emri yapamadım, oldu.

Fakat ben ona kani idim ki Bekir Çavuş vazifesini son derece yapmıştı."

Safiye Hüseyin Anafartalar'da...

"… Maydos’a (Eceabat) gittim. Sonra Anafartalar’a doğru ilerledik. Tepemize iki düşman tayyaresi peydahlandı. Bize adım attırmıyorlar, mütemadiyen bombaları yağdırıyorlardı. Üç saat yürümüş, fena halde yorulmuştuk.

Ölüm muhakkaktı. Tayyareler adamakıllı alçalıp bizi bombardıman etmeye başlayınca gözümün iliştiği bir sıçan deliğine girdik. Üzerimizde epey dolaştıktan sonra gittiler. Biz de karargâha geldik. Tepeden düşman donanması çanak gibi görünüyor. O zaman geçirdiğim bütün tehlikeleri unuttum. Bir kadın için işte bu görülebilmesine ihtimal olmayan bir manzara idi…"
 
Üst