Cevap: İslam Öncesi Kadın
Bir zamanlar Osmanlı ve İslâm Dünyası karşısında her bakımdan geri olan Avrupa, İslâm Dünyası karşısında hızla ilerliyor, kalkınıyor, birçok İslâm ülkesi Batılıların sömürgesi altına giriyordu. Osmanlı aydınları bu geri kalmışlığın üzerinde durmaya ve bu konuda fikir üretmeye başladılar. Buldukları sebeplerden birisi de “Kadınların, eğitimden, hak ve özgürlükten yoksun oluşları“ idi.
Namık Kemal, “İbret“ ve “Tasvir-i Efkâr“ gazetelerinde kadın haklarını savunan ateşli makaleler yazdı. Roman ve piyeslerinde kadının dramını ortaya koydu. Ahmet Mithat çok kadınla evlenmeyi eleştirdi ve bu yüzden saldırılara uğradı.
Tevfik Fikret “Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer” diyerek sesini yükseltti. Abdülhak Hamit “Bir milletin kadınları o milletin ilerleme derecesinin ölçüsüdür” diye yazdı. Hüseyin Rahmi (Gürpınar), eserlerinde kadın erkek eşitsizliğini işledi. Halide Edip, daha 1909 ‘da, İkinci Meşrutiyetin getirdiği özgürlükler ortamından yararlanarak, “ Kadınların Yükselmesi (Taal-i Nisvan) Derneği”ni kurmuştu.... Halide Edip Tanin gazetesinde, bütün Türk kızlarının eğitime kavuşturulması için güçlü ve etkili makaleler yazdı. Romanlarında kadın-erkek eşitsizliğinin zararlı sonuçlarını, horlanan kadının acılarını ustalıkla işledi. (A.Mumcu ve arkdş./213)
Ziya Gökalp, kadın hakları konusuna hem bir sosyolog hem de bir sanatçı gözüyle baktı. Eserlerinde Türk kadını ve kadın hakları ile ilgili görüşlerini açıkladı:
“Bu mahlûklar nasıl hakir olur şer’in ( şeriatın ) gözünde?
Bir yanlışlık var mutlaka müfessirin ( yorumcunun ) sözünde “
Beyitleriyle din kurallarının dar ve yanlış yorumlanmasına karşı çıktı.
Yeni Hayat dergisinde yayınlanan “ Kadın “ adlı şiirinde:
“ Millet yalnız yapılmaz, bunu ancak birlikte
Kadın erkek, iki vicdan birleşerek yapacak”
Diyerek kadının toplum içindeki rolünü belirtti.
“Bir kız irste yarım erkek, izdivaçta dörtte bir
Bulundukça ne aile ne memleket yükselir “
Dizeleriyle mirasta kız çocuklarının yarım hisse almasına, erkeğin dört kadınla evlenmesine karşı çıkan Ziya Gökalp,
“Kadın yükselmezse alçalır vatan “ dizesinde aynı düşünceyi tekrarladı. Başka şiirlerinde de” nikâhta, boşanmada, mirasta “ kadınlar için eşitlik istedi.
“ Bunlar da olmasa, kadın insandır,
Kadının en büyük hakkı irfandır”
Diyerek (A.Mumcu ve arkdş. /213) kızların eğitim hakkını savundu.
İstanbul’un işgalinden sonra, İngilizler tarafından tutuklanıp, Malta’ya sürgün edilen Ziya GÖKALP, kızına yazdığı mektupta şunları söylüyordu:
“Yeni hayat ne zaman başlayacak? Ne zaman ki, kadınlar da erkekler kadar tahsil görerek, cemiyetin idaresindeki rollerini icraya başlarlarsa...”
Aile milli cemiyetin temelidir. Aileyi kadın yapar. O halde millet de kadının bir eseri demektir... Bizde kadınlar iyi tahsil görmedikleri için aile yükselmiyor. Aile yükselmeyince, millet de geri kalıyor. O halde, ilerlemenin baş şartı kadın terbiyesidir, kızların iyi yetiştirilmesidir.” (19 Ağustos 1920 Malta Mektubu)
1912’de İçtihat dergisinde yayınlanan “Pek Uyanık Bir Uyku“ başlıklı bir makale, çağdaşlaşma yanlısı bazı yazarların ne kadar ileri istekler öne sündüklerini gösterir. Bir yazarın rüyası olarak yayınlanan bu son derece ilginç istekler arasında, kadınlarla ilgili önemli maddeler de vardı:
1.Padişahın tek eşi olacak, emrinde cariye bulunduramayacaktı.
2.Kızlar için okullar, bu arada tıp okulu açılacaktı.
3.Kaç-göç kalkacak, görücülük yoluyla evlenme sona erecek, herkes eşini görerek seçebilecekti.
4.Kadınlar, israftan kaçınmak şartıyla, diledikleri şekilde giyinebilecekler, softalar veya sokak külhanbeyleri kadınların giyimlerine karışmayacaktı. Şeyhülislamlık makamı, kadın çarşaflarının uzunluğu veya peçelerin kalınlığı gibi konularda bildiriler yayınlamaktan vazgeçecekti.
5.Kadınlar “Vatanın en büyük velinimeti“ sayılarak kendilerine erkekler tarafından saygı gösterilecekti.
6.Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek, birden fazla evlenme ve bir sözle karısını boşama usulleri kalkacaktı. (A.Mumcu ve arkd.214, Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar,51, İst.1938)
Ziya Gökalp, Halide Edip, Peyami Safa, Namık Kemal gibi Türkçü-Milliyetçi aydınların ve çağdaş düşünce akımlarının tesiriyle kızların eğitimi ve karın haklarında sınırlı da olsa bazı adımlar atıldı.
Tanzimat dönemine kadar eğitim müesseseleri Sıbyan ve Enderun mektepleriyle medreselerden ibaretti. Kızlar ise sadece Sıbyan mekteplerine devam edebilmekteydiler. Daha fazla eğitim imkânı tanınmıyor; daha doğrusu böyle bir ihtiyaç duyulmuyordu. Sadece idareci ve ilmiye sınıfının kızları evlerinde özel ders alabiliyorlardı.
İmparatorluk bünyesinde birçok medrese ve mektep, vakıf yoluyla kadınlar tarafından kurulduğu halde, bu okullarda kadınların okuma hakkı yoktu.
Tanzimat’la birlikte (1839-1908) Batı’nın her alanda görülen tesirleri, Türk kadını açısından da tesirini gösterdi. Sözgelişi, Fransa’nın “Duray Kanunu”ndan (1867) etkilenerek hazırlanan “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi “ (1869) çıkartıldıktan sonra, kızlar için, “Darulmuallimat“(Öğretmen Okulu), Rüştiyeler (ortaokullar) ve Sanayi okulları açılmıştır. Özetle Tanzimat dönemi, Türk kadınına devlet eliyle mesleki ve kültürel açıdan eğitim ve öğretim kapılarının açıldığı bir dönem olmuştur.
“Bu iyi niyetli çabaların ne kadar sınırlı bir sonuç verdiğini anlamak için, 1874’de, Öğretmen Okulu dâhil, kızlar için açılmış okulların sayısının sadece 10 ve bütün imparatorluk sınırları içinde, bu okullarda okuyan kız öğrenci sayısının 294’ten ibaret olduğunu hatırlatmak yeterli olur” (A.Mumcu ve arkd.161)
Milli Mücadele yıllarında, İstanbul’da 20-25 kişilik bilinçli bir kız öğrenci grubu, Darülfünun’da (Üniversitede) erkek öğrencilerle birlikte, eşit şartlarda, derslere devam etmek hakkını elde etmek için uğraştılar ayrı dershanelerde, yetersiz şekilde öğrenim görmeyi reddettiler. Darülfünun Divanı, bu bir avuç kız öğrencinin ısrarlı istekleri üzerine, önce Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde, 1921-1922 de Hukuk Fakültesi’nde, 1922-23’te Tıp Fakültesi’nde “Karma eğitim”i başlatmağa mecbur oldu.” (A.Mumcu ve arkd. 162)
Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923-1924’de 1081 kadın, 9121 erkek öğretmen vardı. Meşrutiyet Dönemi’nde yetişen bu öğretmen kadrosu Cumhuriyetin ilk eğitim ordusunu oluşturup, yeni neslin yetişmesi için büyük çaba sarf etmişlerdir.
Cumhuriyetten sonra 1924 tarihli Anayasa, “İlköğrenim bütün Türkler için zorunlu ve devlet okullarında parasız“olduğunu hükme bağlayarak, kız çocuklarının da okutulmasını Anayasa emri haline getirdi.
Atatürk Meşrutiyet döneminin bütün fikir akımlarını yakından izlemişti. Özellikle Namık Kemal, M. Emin Yurdakul ve Ziya Gökalp’ı ve bütün mütefekkirlerin yazı ve şiirlerini yakından takip ediyordu. Özellikle bu üçlü kadın hakları başta olmak üzere, Cumhuriyetin, Atatürk ilke ve inkılâplarının arkasındaki entel güç olmuştur.
Atatürk, ülke sorunlarını incelerken kadın sorunu üzerinde de uzun uzun düşünmüş ve Türk Kadınını “ikinci sınıf“ insan durumundan kurtarmanın gerekli olduğu sonucuna varmıştı.
Atatürk’ün daha 1916’da, Doğu Cephesinde komutan olduğu sırada, karargâhındaki arkadaşlarıyla sohbet ederken, kadınlara sosyal haklar tanınması, annelerin iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararlar, çalışma hayatında kadınlara da yer verilmesi gibi konuları ele aldığını, yayınlanan “HATIRA DEFTERİ”NDEN anlıyoruz.(A.Mumcu ve arkd. 215, Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri,75, Türk Tarih Kur. Yayını Ank.1972’den nakil)
1923 yılının Ocak ayında Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce, Atatürk, İzmir’de konuşurken kadın konusundaki düşüncelerini cesaretle açıklamıştır:
“Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur... Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur. Bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken öteki uzvu atalette olursa, o toplum felce uğramış demektir.
...Bizim toplumumuz için ilim ve fen lüzumlu ise, bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekir.
... Kadının en büyük görevi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi tam olarak anlaşılır. Milletimiz güçlü bir millet olmağa azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı, kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” (31 Ocak 1923 Söylev ve Demç. Cilt 2, 85 Ank.1959 )
Atatürk’ün Türk kadınına beslediği saygı, Kurtuluş Savaşı’ndaki tecrübeleriyle iyice perçinleşmişlerdir. 1923 yılında Konya’da konuşurken, bu saygısını büyük bir içtenlikle dile getirir:
“...Dünyada hiç bir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından fazla çalıştım... Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim” diyemez.(A.Mumcu ve arkd, 216)
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilmesi ile ilgili görüşmeler yapılırken Atatürk şunları söylemiştir:
“Türk kadını bu hakları bir lütuf olarak verildiği kanaatinde değiliz. Kimse bu kanaatte olamaz. Bir memlekette ki, yurdun her tarafı istilaya uğradığı zaman, kadınlar ateş altında erkeklerle beraber omuz omuza çalışırlar, memleketin geri kalan kısmını korumak ve beslemek için tarlanın kara toprağından yiyecek çıkarmağa çalışırlar, elbette bu varlıkların yurdun her köşesinde ve her tabakasında söz söylemeye hakları vardır.” Yine aynı konuşmada haklı olarak şöyle diyordu:
“Tarih, Türk İnkılâbını anlatırken, bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir. Bu kurtuluşun çeşitli aşamaları içinde de, özellikle kadınların kurtulmasını anacaktır.” (T.B.M.M. Tutanakları, Dönem 4, toplantı 4, s.25, 5 Aralık 1934, İkinci Oturum, s.82-83)
Türkiye’de Türk kadını demokratikleşmenin sembolü olmuştu. Yeni Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği yıllar, dünyada diktatörlüklerin güçlenmeğe başladığı yıllardır.
Dönemin ilk yasal düzenlemesi 1924 Anayasası’na koyulan ve ilköğretimi erkek ve kız çocuklar için zorunlu hale getiren hükümdü. Daha sonra çıkarılan kılık kıyafet kanunu ile kadınlar yeni bir görünüm kazandı. Kadınlar artık peçesiz ve çarşafsızdı. Gerçekleştirilen harf inkılâbından ve okuma yazma seferberliğinden sonra okuma yazma öğrenen kadınların sayısında önemli artışlar görüldü. Halk Dershaneleri’nden 1923-1938 yılları arasında 400 binin üzerinde kadın diploma almıştı ki bu oran kadınların % 26’sını oluşturuyordu.
En geniş kapsamlı düzenlemeler 4 Nisan 1926’da Medeni Kanun’un kabulüyle başladı. Birden fazla kadınla evlenme yasaklandı. Medeni kanun çok eşliliği yasaklamakla da kalmayıp kadına boşanma hakkı verdi. Mirasta kadınla erkek eşit hale geldi. Evlilik yaşı sınırlandı ve resmi nikâh şartı getirildi. Boşanma halinde kadının ve çocukların hakları güvence altına alacak hükümler getirildi.
Medeni Kanunu, Türk Kadını’na siyasi hakların verilmesi takip etti. 3 Nisan 1930’ da Belediye Seçimlerinde, 5 Aralık 1934’de Milletvekili Seçimleri’nde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. O yıllarda henüz Avrupa, Asya ve Amerika kıtalarındaki birçok devlette kadınlar bu haklara sahip değildiler. Sözgelişi 1926 yılında Medeni Kanununu aldığımız İsviçre’de kadına siyasal hakları ancak 1973 yılında verildi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinden sonra yapılan ilk seçimlerde T.B.M.M.’ye 18 kadın milletvekili girdi.
İslâm Dünyası’nda kadınlara siyasi hakların verilmediği, İsviçre dâhil birçok Avrupa ülkesinde kadınların oy kullanma hakkına sahip olmadığı bir dönemde, Atatürk’ün önderliğinde böyle bir adımın atılması elbette çok büyüktü. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İnsan Hakları Sözleşmeleri henüz ortada yok iken, bundan yarım yüz yıl önce, Atatürk’ün Türk kadınına verdiği hakların önemi her halde çok daha iyi anlaşılır.
21. YÜZYIL DA DURUM
Ancak yasalarda kadınlara her türlü eğitim hakkı, seçme-seçilme hakkı verilmekle beraber 21. yüzyılı yaşadığımız şu günlerde bile kadınlar erkeklerin gerisindedir.
1935 yılında yapılan ilk nüfus sayımında kadınların %90’ının, erkeklerin %71’inin okuma yazma bilmediği tespit edilmiştir. 1960 Nüfus Sayımı İstatistikleri’ne göre kadınların %75’i, erkeklerin %46’sı okuryazar değildir. 1980 yılında bu oran kadınlarda %45’e, erkeklerde %20’ye düşmüştür. 1990 yılı verilerine göre Türkiye’de hâlâ daha 10 milyon insan (Nüfusun %20’si) okuryazar değildir. Kırsal kesimde okuma yazma bilmeyen kadın oranı daha da yüksektir. Okuma yazma bilmeyen kadınların %77’si kırsal kesimde oturmaktadır.(Kaynak: DİE Nüfus Sayımı İstatistikleri)
Cumhuriyet Dönemi boyunca örgün eğitim kurumlarında eğitim gören kadınların sayısında artış görülmesine rağmen bu artışlar istenilen düzeyde değildir. Sözgelişi, 1995 yılına göre kadınların %47’si, erkeklerin %53’ü ilkokul mezunu iken, kadınların %40’ı, erkeklerin %60’ı ortaokul ( yeni sisteme göre 8 yıllık ilköğretim okulu ) mezunudur. Genel liselerde bu oran kadınlarda %43, erkeklerde %57’dir. (Milli Eğitim İstatistikleri 1997 ve ÖSMY 1997 verileri)
Ülkemizdeki yüksek öğretimdeki gelişmelere baktığımızda da kadın erkek arasındaki eşitsizliği görürüz. Cumhuriyetlerin ilk yıllarında yüksek öğrenim gören öğrencilerin %90’ı erkek iken, ancak %10’u kadındır. 1990’lı yıllarda ise bu oran, erkeklerde %66, kızlarda ise %34 olmuştur. 1996-1997 öğretim yılında 60 üniversite, 11 akademi ve enstitüye devam eden öğrencilerin %61’i erkek, %39’u kadındır. (OSYM 1997)
Kadın erkek arasındaki eşitsizlik iş hayatında da kendisini göstermektedir. 1992 yılı verilerine göre çalışan nüfusun %69’u erkek, %31’i kadındır. Kentlerde çalışan nüfusun %14’ü kadın, %86’sı erkektir. Tarım sektöründe ise çalışanların %54’ü kadındır. Bu kadınların çoğunluğu ücretsiz aile işçisi konumundadır. Bu kadınların hiç bir sosyal güvenliği de yoktur.
Gerçek şudur ki, dünyada hâlâ daha milyonlarca kadın, Atatürk’ün ve Cumhuriyetin Türk kadınına tanıdığı haklardan mahrumdur.
Ancak yukarıda verilen verilerde de görüldüğü gibi, özellikle kırsal kesimde kız çocuklarının bir bölümü okula gönderilmemektedir. İlkokuldan üniversiteye uzanan eğitim basamaklarında oran kızlarımız aleyhinedir.
Atatürk’ün birçok Avrupa ülkesinden önce Türk kadınına tanıdığı seçme ve seçilme hakkının kadınlarımız tarafından yeterince kullanılamadığı da bir gerçektir. T.B.M.M.’ye 1934 yılında 18 kadın milletvekili girmişti. Çok partili döneme geçince bu oran artacağı yerde azalmıştır. Ülkemizde özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerimizde birden fazla kadınla evlilik alışkanlığı devam etmektedir.
Kadının eğitimi, sosyal hayatımızda erkekle eşit statüde yer almaları, geleceğin annelerini yetiştirmek bakımından olduğu kadar, toplumun yarısını oluşturan kadın nüfusunun, kalkınma hamlesine iş gücü ve beyin gücü olarak katılımını artırmak yönünden de son derece önemlidir.
Atatürk’ün deyişiyle Türk kadını, yerlerde sürünmeğe değil, omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıktır.