İslam Öncesi Kadın

Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
İSLAMDAN ÖNCEKİ DÖNEMLERDE KADIN


Cenab-ı Hakk, yarattığı bütün mahlukatı erkek ve dişi olmak üzere çift yaratmıştır. Yaratılmışların en üstünü ve şereflisi olan insan da erkek ve kadın çiftinden meydana gelmiştir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifade edilir:

“ Kaynaşmanız için size kendi ( cinsi ) nizden eşler yaratıp, aranızda sevgi ve merhamet peydah etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğurusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” ( Rum:21)
“ Gerçekten erkeği ve dişiyi iki eş yaratan O (Allah) dur”.(Necm Suresi: 45)
Kadını hor görüp aşağılayan görüşlerin kökleri tarihin derinliklerindedir. Bir çok din yorumcuları, kadını, pek haksız şekilde, “acıların kaynağı “, “günahların sembolü “, “şeytanın aracı“ gibi göstermeye çalışmışlardır. Budizim’le ve Hıristiyanlıkla ilgili eski kaynaklarda, bugün bu dinlere bağlananlarında ciddiye almadıkları böyle yersiz suçlamaların sayısız örneğine rastlanır.

Cahiliye Döneminde Kadın

Arapların Cahiliye devrini en güzel şekilde anlatan bir konuşma Cafer b. Ebu Talip isimli bir sahabe tarafından Habeş kıralı Necaşi ve Necaşiye gönderilen iki Kureyşli elçi huzurunda yapılmıştır. Bu konuşmada Peygamberimizin ashabından Hz. Cafer b. Ebu Talip Cahiliye devrini şöyle anlatıyor:
"Ey Kral biz cahiliyye mensuplarıydık. Putlara kulluk eder murdar eti yerdik. Fuhuş yapar, akrabalık bağlarını keser komşulara kötülük yapardık. Bizden güçlü olanlar zayıfları ezerdi. Yüce Allah bizden soyunu, doğruluğunu, güvenirliğini ve iffetliliğini bildiğimiz bir Peygamber gönderene kadar böyle devam ettik. Allah'ı birlememiz ve sadece O'na kullukta bulunmamız için bizi bir olan Allah'a çağırdı. Bizim ve atalarımızın kullukta bulunduğu O'ndan başka taştan putları bırakmamızı istedi. Doğru sözlü olmayı, emanete riayet etmeyi, sıla-i rahime bağlı kalmayı, iyi komşuluk yapmayı ve haram şeylerden ve kan dökmekten el çekmemizi emretti. Fuhuş yapmamızı, yalan söylememizi, yetim malını yemememizi ve namuslu kadınlara iftira atmamızı yasakladı. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan, kullukta bulunmamızı namaz kılmamızı, zekât verip oruç tutmamızı emretti..."
Cahiliye Döneminde Nikâh

"Cahiliye döneminde nikâh dört şekildeydi:
a) Birisi, bu günkü insanların yaptığı gibiydi: Bir adam, birinin evlatlığı veya kızını nişanlar, mehrini öder sonra da nikâhlardı.
b) Bir diğeri de, karısı hayızdan temizlenince adam karısına, falana git onunla cimada bulun derdi. İlişkide bulunduğu adamdan hamile kaldığı anlaşılıncaya kadar karısından uzak durur, ilişkide bulunmazdı. Hamile olduğu anlaşılınca kocası isterse yaklaşabilirdi. Bunu daha çok cima' edilen adamın soyluluğunu göz önünde bulundurarak yaparlardı. Bu nikaha "istibda" nikahı denirdi.
c) Bir diğer şekli de şöyleydi: On kişiden az olmamak üzere bir grup erkek toplanır bir kadının yanına girerek her biri onunla ilişkide bulunurdu. Hamile kalıp doğurunca, doğumundan birkaç gece sonra onları çağırırdı. Hiçbiri gelmemezlik edemezdi. Yanında toplanınca kadın onlara şöyle derdi: “İşinizi biliyorsunuz. İşte doğum yaptım. Bu senin çocuğundur ey falan” diye içlerinde sevdiği kişinin adını verirdi. Çocuğunu o adamın soyuna katardı. Adam almamazlık edemezdi.
d) Dördüncü nikâh şekli de; birçok kişi toplanır, bir kadının yanına giderlerdi. Bu kadın geleni geri çeviremezdi. Bunlar fahişeydiler. Kapılarına kendilerini tanıtan işaretler asarlardı. İsteyen bunların yanına girebilirdi. Bunlardan biri hamile kalıp doğurunca yanına toplanırlardı. Tecrübeli birini çağırarak çocuğun babasının tespitinde bulunurlardı. Çocuğu, tespit edilen kişinin soyuna katarak çocuğa onun adını verirlerdi. Bundan sonra çocuğu adamın oğlu diye çağırırlardı. Adam bundan kaçınamazdı "
Bu tablonun, insan düşüncesinin aşağılık durumu ve hayvanlara özgü bir konuma düşmesini anlatması bakımından yoruma ihtiyacı yoktur. Bir insanın karısını soylu bir çocuk için "falan"a göndermesi, düşünce bakımından düşeceği en aşağılık durumdur. Tıpkı devesini veya kısrağını ya da hayvanını iyi bir döl elde etmek için damızlık hayvana çektirmesi gibi...
On kişiden aşağı olmamak şartıyla bir grup insanın toplanması, birlikte bir kadının yanına varması, "hepsinin de ilişkide bulunması" ve kadının da çocuğunu onlardan birine nispet etmesi... Ne aşağılık bir düşünce...
Ya fahişeler -bu da dördüncü şekildi- kuşkusuz tamamen azgınlıktır. Çocuğun fuhşu işleyen erkeklerden birine nispet edilmesi de çabası. Adam çocuğu alırken hiç utanmazdı. Almamazlık da edemezdi. Bu hâl, İslâm'ın Arapları temizleyip arındırdığı zamana kadar böyle devam etti.
 
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Islam öncesi kadın

İSLAMDA KADININ ÇALIŞMASI ve İLİM ÖĞRENMESİ

Yüce dinimiz İslamiyet, hiç ölmeyecek gibi dünya, yarın ölecek gibi ahiret için çalışmayı öngören bir dindir. Yüce dinimiz insanın hem bu dünyasını hem de öbür dünyasını dikkate alır hem bu dünyada hem de öbür dünyada mutlu olmamızı ister. Kur’ana göre ferdin çoluğunun çocuğunun rızkı için çalışması ibadettir.
Kur’an-ı Kerim’de insanoğlu sık sık düşünmeye ve Allah’ın yarattığı milyonlarca varlıktan dersler çıkarmaya davet edilir. İslam’a göre : “İlim öğrenmek kadın erkek herkese farzdır.” Hemen her konnu da insanları bir tarağın dişleri gibi eşit gören yüce dinimiz ilim konusunda: ”Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ? “(Zümer suresi/9) ilahi prensibiyle ilim sahiplerini diğer insanlardan üstün tutar. Sevgili Peygamberimiz ise “ Âlimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır” ve “ İki günü eşit geçen ziyandadır, aldanmıştır” buyurarak bize hep büyük ülkü ve hedefler göstermiştir. Bu bakımdan hem ilim öğrenmek hem de çalışmak hem erkeğin hem de kadının hem hakkı hem de en önemli bir görevidir. Bu gün İslam dünyasının geri kalmış olmasının en önemli sebeplerinden birisi de kadınlardın cahil bırakılmış olmasıdır. Çünkü yarınlarımızın garantisi olacak çocuklarımızın eğitimi evde daha çok kadınlara düşmektedir.
İslamın bütün emirlerine kadın erkek birlikte muhataptır. Kur’an’da bütün emir ve tavsiyeler kadın erkek ayrımı yapılmadan “Ya eyyühennâs“ Ey insanlar hitabı ile başlar. B u bakımdan kadın hem dini hem de dünyası için çalışma hakkına sahiptir. İslama göre kadın, meşru olan bütün iş ve mesleklere sahip olabilir. Yani doktorluk, avukatlık, eczacılık, hastabakıcılık, öğretmenlik, işçilik gibi işleri kendi dilemeleri ve istemeleri halinde yapabilirler. İslama göre kadın erkek tarafından kadının isteği olmadan zorla çalıştırılamaz. Çünkü İslam ailenin ve çocukların bakımını-masraflarının karşılanmasını erkeğe vermiştir. Bu bakımdan kadının çalışması kendi isteğine bağlıdır. Kadın dilerse çalışır, kendi adına ticaretle uğraşır. Sevgili Peygamberimizin eşi Hz. Hatice Validemiz kendi adına ticaretle uğraşırdı. Kadın şirket kurar, mal-mülk satın alabilir, mukavele yapar, senet alır ve senet verir. Kocasının izni olmadan nafile oruç tutması yasaklanan kadın çalışma ve kazandığını harcama konusunda serbest bırakılmıştır. Kocasının haberi olmadan parasını dilediği gibi kullanır, bu konu da kocanın karışma hakkı yoktur. Fakat yine de bu hakkını kullanma hak ve hürriyetine sahip olan kadının usulen de olsa eşlerine danışmada fayda vardır.
Ailede Reislik
Toplu yaşayan canlılarda mutlaka bir lider veya reis vardır, köpekler, kuşlar vb. canlılar bu konu için en güzel örnektir.
Aile de anne, baba ve çocuklardan oluşan bir topluluk olduğuna göre ailenin de bir lidere ve reise ihtiyacı vardır. İslamiyet aile reisliği konusunda erkeğe hem yetki hem de sorumluluk vermiştir. Çünkü İslama göre “Hakimiyet mesuliyet nispetindedir”
Aile reisliği konusunda erkeği tercih eden, dinimiz, evin ve çocukların ihtiyaçlarının temininden erkeği sorumlu tutmuştur. Ailenin geçiminden önce baba sonra devlet sorumludur. Kadın sorumluluklarını yerine getirmeyen devlet ve kocası hakkında dava açabilir. İslam kadına bu yetkiyi vermiştir. Ayrıca erkeğin aile reisliğini yapamayacağı durumlarda bu yetkiyi kadın da üstlenebilir. Erkeğin aile reisi olması demek söz hakkının erkekte olduğu manasına gelmez, dinimiz bu konuda istişareyi ve istişare sonunda hangi tarafın görüşü uygunsa onun tatbikini emreder.

Aile reisliği konusunda erkeği tercih eden, dinimiz, evin ve çocukların ihtiyaçlarının temininden erkeği sorumlu tutmuştur. Ailenin geçiminden önce baba sonra devlet sorulmudur. Kadın sorumluluklarını yerine getirmeyen devlet ve kocası hakkında dava açabilir. İslam kadına bu yetkiyi vermiştir.
İslamiyet kadını dört duvar arasına hapsetmez, onu esir kılmaz. Kadını dört duvar arasına hapseden İslamiyet değil Arap adetleri olmuştur. Kadın kendi isteği ile ve İslam’ın öngördüğü şartlarda çalışmak isterse bu onun hakkıdır. Kadının kazandığı para kendisine aittir. Kadının kazandığı parayı ailesi, çoluğu çocuğu için de harcamak zorunda değildir. Fakat eşine ve yuvasına sadık olan kadın bu işi bir ibadet düşüncesi ve manevi bir zevkle yaparsa ve aile bütçesine katkıda bulunursa hem Allah katında büyük bir değer kazanıp sevap işlemiş olur hem de kocası yanında değer ve kıymet kazanmış olur. İslam’a göre kadın “Tam bir ekonomik bağımsızlığa” sahiptir. Bu konu da erkeğe göre daha çok avantajlıdır.
İslamiyet kadının sömürülmesine, üretim aracı olarak görülmesine ve zorla çalıştırılmasına karşıdır. Kadın kendisi istemedikçe asla çalıştırılamaz. Kadının asıl görevi analıktır. Çocuk büyütmek ve terbiye etmektir. Bununla beraber bunları yaptıktan sonra dilerse çalışabilir. Bu durumda erkeklerin kadınlar yardımcı olması gerekir.
İslamiyet kadının camiye gitmek, cemaatle namaz kılmak, Cuma namazına gitmek ve savaşa katılmak gibi yükümlülükleri kaldırmıştır. Kadın dilerse bunları da yapabilir. İslama göre kadının en değerli mabedi evi, en önemli işi de çoluk-çocuğunun beden ve ruh sağlığını koruması, aile içinde barış ve huzuru sağlamasıdır.
Bize göre kadın sömürü ve istismar aracı olarak kullanılamaz. Kadın anadır, “Cennet anaların ayakları altındadır.” Hükmü ile aslında erkekten daha üstün ve yüce bir mertebededir. Kadın Allah ve Resulünden sonra en çok saygıya ve sevgiye layık bir varlıktır.
 
Son düzenleme:

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Islam öncesi kadın

Sayın Sıddıkoğlu, İslam önce kadın konusunda sadece suudi putperest kadınlara yer vermişsiniz. Genel olarak dünyadaki topluluk ve dinlerdeki kadınların toplumlarındaki yerleri hakkında bilgi verecek misiniz cevaplar ile mi oluşmasını istediniz anlayamadım.

Mesela aynı dönemde Türk devletlerinde kadının yeri, Roma ve Bizans imparatorluklarında kadının yeri birbirine hiç benzemiyordu. Bu konulara değinecek misiniz acaba? İsmiyetin inmeye başladığı zamanda Arabistandaki hıristiyan ve musevi kadınların yeri nasıldı, zira nüfusun yarıdan çoğu hıristiyan ve yahudiydi.

Ayrıca "cahiliye dönemi" dediğimiz zamanı tam olarak anlatır mısınız? Zira cahiliye dönemi denildiğinde okur yazarlığın olmadığı gibi bir düşünceye kapılıyor insanlar. Oysa İslamiyet ile birlikte araplar bir rivayete göre 300 den fazla bilimi terk etmişler. Bunu kavramamıza ancak sizin gibi yetkin kişiler yardımcı olabilirler.

Şimdiden teşekkür ederim.
 

mehmetsokmen

New member
Katılım
18 Mar 2009
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Antalya
Web sitesi
www.mehmetsokmeninyeri.com
Cevap: Islam öncesi kadın

Turan Dursun'un yazıdığı kitaplara bakıldığında sizin yazdıklarınız tamamen yalandır. Ayrıca şu anda bile şeriatle yönetilen ülkelerde kadın recmediliyor ise, Arabistan'da kadının kimliği yok ve kocasının kimliğine yazılı ve pasaportta bile kocanın üstüne ise, erkekten izinsiz araba dahi kullanamıyor ve seçme seçilme hakkı yok ise, islamda nere verdır ki kadına tam bağımsızlık? Bu yazılan yazı sadece beyin yıkama ve kula kulluk etmeye dönük uyuşturma operasyonunun bir parçasıdır. Türk Milleti yıllardır bu safsatalarla uyuşturulmakta ve köleleştirilmektedir. Ben forum yönetiminin yerinde olsam bu tür yazıların yayınlanmasına asla müsaade etmem. Yazıktır....
www.turandursun.com sitesine bakınız, islamda ne kadar safsata var ise hep ortaya belgeleri konulmuştur
 
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Islam öncesi kadın

Sayın Mehmet Sökmen Bey, Kur'an "ELHAMDÜLİLLAHİ RABBİL ALEMİN" İLE BAŞLAR (RAB TERBİYE EDEN DEMEKTİR) GUL EUZÜ BİRABBİNNAS İLE YANİ YİNE TERBİYE SÖZCÜĞÜ İLE BİTER ....
 
Son düzenleme:
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Islam öncesi kadın

İSLAM’DAN ÖNCEKİ DÖNEMLERDE KADIN (11)
Arap toplumundaki kadınların acıklı halini Ebu'l-Hasan En-Nedvî "Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti" adlı değerli eserinde şöyle anlatır:
"Cahiliyye toplumunda kadın, hakları yenilen, malları elinden alınan, mirastan yoksun bırakılan, boşandıktan ya da kocası öldükten sonra hoşlandığı biriyle evlenmekten (Bakara suresi; 232) alıkonulan zayıf ve zulme uğrayan bir mal konumundaydı. Eşya ve hayvan gibi miras kalırdı. (Nisa suresi; 19) İbn-i Abbas (Allah O'ndan razı olsun) şöyle rivayet eder. "Bir kişinin babası veya kayınpederi öldüğünde ölenin karısı üzerinde o kişi hak sahibi olurdu. İstese tutabilir ya da mihrini alıp serbest bırakabilirdi. Ölünce de malına el koyardı" Ata b. Rebah: "Cahiliyye devrinde biri ölüp karısı dul kalsaydı, kadını içlerinden bir çocukla evlendirmek üzere tutarlardı." der. Suddi şöyle der: "Cahiliyye devrinde adamın babası, kardeşi veya oğlu ölür de bir kadın geride bırakırsa, varislerden biri önce davranıp kadının üzerine elbisesini atar, kadını, ölen kocasının mihriyle nikâhlamaya veya başkasıyla nikâhlayıp mihrini almaya hak kazanırdı. Ancak kadın daha çabuk davranıp ailesinin yanına giderse kendi başının çaresine bakardı." (Taberi tefsiri, c.4, s.308)
Cahiliyyede kadın değersiz bir yaratıktı. Erkek onun bütün haklarından yararlandığı halde o, hiçbir hakkını kullanamazdı. Mihri elinden alınır ve sırf zarar vermek ve zulmetmek için bekletilirdi. (Bakara suresi; 231) Kocasından haksızlık görür onun tarafından terk edilirdi. Bazan da askıda bırakılırdı. (Nisa suresi; 129) Sırf erkeklerin yiyebildiği, kadınların tamamen yoksun bırakıldığı bazı yiyecekler de mevcuttu.·(En'am suresi; 140) Bir erkek rahatlıkla dilediği kadınla herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadan evlenebilirdi. (Nisa suresi; 3)
Kız çocuklarından duyulan nefret onları diri diri toprağa gömecek noktaya gelmişti. Meydanî'nin anlattığına göre Heysem b. Adiy şöyle der: "Arap kabileleri arasında (ilk doğan ) kız çocuklarını diri diri toprağa gömme olayı geçerli bir hadiseydi. Bu işi onda biri yapardı. İslâm geldiği zaman Araplar arasında kız çocuklarının gömülmesi çerçevesinde farklı görüşler yaygındı. Kimisi kıskançlıktan ve namuslarını korumaktan, onlardan dolayı gelecek bir utançtan korunmak için kız çocuklarını gömerdi. Kimisi de mavi gözlü, siyahî, cüzamlı ve topalları uğursuz saydığından toprağa gömerdi. Bazısı da geçim korkusundan ve fakirlik endişesinden öldürürdü çocuklarını."
İşte böyle, bir zamanlar, görülmemiş bir acımasızlıkla kızlarını öldürüp gömerlerdi. Kureyş ve Kinde gibi Arap kabilelerinde kızları diri diri toprağa gömmeyi güzel işlerden sayanlar vardı. Nitekim “Kızları gömmek güzel işlerdendir” gibi sözler bu kabileler arasında deyim olarak kullanılırdı. (Mustafa Aydın, Günümüz İnsanına Sesleniş cilt 2 sayfa:196)
Babanın yolculuğu ya da bir işi nedeniyle gömme işi bazen gecikirdi. Bu durumda çocuk, büyümüş, aklı ermişken gömülürdü. Böyle yapanlar insanı ağlatacak kadar acıklı şeyler anlatmışlardır. Kızlarını bir uçurumdan aşağı atanlar da olmuştur. (Bulüğel-İreb fi Ahval-il-Arap)

İslam öncesi devirlerde kadınlara gereken değer verilmeyip; kadın alınıp satılan bir mal durumundaydı. Arabın çadırı içindeki kadını ile, çadırın direğine bağladığı devesi arasında hiç bir fark yoktu. Her ikisi de alınıp satılan, hediye edilen, miras olarak mirasçılara bırakılan değersiz şeylerdi. Bu hüzünlü durumu Hz.Ömer şöyle anlatır:
“ Vallahi cahiliyet devrinde biz kadınları insan yerine koymazdık. İslam gelip Allah’ın onlardan bahsettiğini görünce onların üzerimizde bazı hakları olduğunu gördük.”
İslamiyet’ten önce Araplar kız çocuklarını diri diri toprağa gömer ve bu işi yapmaktan asla utanmazlardı. Hatta Kureyş ve Kinde gibi Arap kabilelerinde kızları diri diri toprağa gömmeyi güzel işlerden sayanlar vardı. Nitekim, “ Kızları gömmek güzel işlerdendir” gibi sözler bu kabileler arasında deyim olarak kullanılırdı.( Mustafa Aydın, Günümüz İnsanına Sesleniş cilt 2 sayfa:196 )
Arapların bu acıklı halleri Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“Onlardan birinin kızı (olduğu) müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağamı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür.!” (Nahl 58-59)
İslam’dan önceki devirlerde kadın, her türlü insan haklarından mahrumdu. Eğitim, öğretim, ticaret yapmak, mülkiyet sahibi olmak başta olmak üzere insani ve medeni haklarda kadınlar hep erkeklerin gerisinde idi. Avrupa’da, Çin’de, İran’da ve Arabistan’da kadın hizmetkâr ve erkeğin cinsel duygularını tatmin eden bir eşyadan ibaretti. O zamanın medeni toplumu diye bilinen Bizans’ta bile kadınlar erkeğin malı idi.Kadınlar köle muamelesi görürdü. Kadın önce babasının, sonra kocasının o ölünce de oğlunun esiri idi. ( M.Aydın,197 )
Eski Hindistan hukukuna göre kadın evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiç bir hakka sahip değildi. Kadınlar murdar temayüllere, zayıf karaktere ve fena bir ahlaka sahip olduğundan “ Manu “ kanunu onu, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, kocasının vefatından sonra da oğluna veya kocasının akrabasından bir erkeğe bağlı olmaya mecbur etmişti. Kadın kasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir mahluk olarak tasvir edilirdi. ( Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın,14 )
Çinlilerde kadın insan sayılmaz, ona ad bile verilmezdi. Kadın bir, iki, üç... diye sayı ile çağrılırdı. Erkek çocukları makbul sayılır, fakat kız çocukları domuz diye anılırdı. ( Bekir Topaloğlu,16)
İran Sasani devletinde kız kardeşle evlenmek caizdi. Hatta bu, teşvik edilirdi. Kan hısımlığının, kız kardeş ve annelerin saygıya değer hiç bir hususiyetleri yoktu.”( B.Topaloğlu,15)

Eski Yunan ve Roma’da kadına zevk ve eğlence aracı olarak bakılır; güçlü ve kuvvetli kadınlar kocasından başkasıyla cinsel ilişkide bulunmaya zorlanırdı. ( B.Topaloğlu,15 )
İslamiyet, Arap toplumundaki âdeta bir eşya statüsünde olan olan kadını bu durumdan kurtarıp, belli hakları olan insan statüsüne yükseltti. Ancak kadın erkek eşitsizliği Arap toplumunda öylesine kökleşmiş idi ki, bunu bir çırpıda ortadan kaldırmak mümkün olmadı. Ayrıca İslamiyet’in yayılması sırasında, bazen İslamiyet’in özüyle uzaktan yakından alakası olmayan bir takım eski adetler, uygulamalar yeniden etkili olmaya başladı. Böylece, zamanla, kadın hakları konusunda İslam’ın öngördüğü şekilde iyileşmeler olacağı yerde, tam tersine, kadını ikinci sınıf insan durumuna düşüren bir takım anlayış ve uygulamalar, gitgide İslam Ülkelerinde egemen oldu. Din kuralları ters ve isteğe göre yorumlandı. Kadınlar aleyhinde yorumlar getirildi. İslamiyet’in “ İlim öğrenmek kadın ve erkek herkese farzdır” hükmüne rağmen, kadınlar peçe ve kafes ardına hapsedilerek, sosyal hayatın dışına atıldılar; Eski İran ve Arap cahiliye devri adetlerine bir geri dönüş yaşandı. Bu durum İslam toplumunun geri kalmışlığının başlıca sebeplerinden birisi olmuştur. Çünkü kadınlarına, kızlarına değer vermeyen, onları eğitmeyen toplumlar onlardan doğacak ocukları da yeterince eğitim almadan yetiştirmeye mahkûmdurlar.
 
Son düzenleme:
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Islam öncesi kadın

TÜRKLERDE KADIN

İslam’dan önceki Türk Toplumu’nda kadının çok ayrı bir yeri ve önemi vardı. Kadınlar erkekle eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek eşliliğe dayanırdı. Kız çocukları hor ve aşağı görülmezdi. Çocuklar üzerinde baba kadar ananın da hakkı vardı. Hakanların yazdığı fermanlara “Hakan ve hatunun emri“ ifadesi ile başlanırdı. Ülke yönetiminde kadınlar da söz sahibi idi. Resmikabul ve törenlere hakanların yanında eşleri de katılırdı.
İslamiyet’ten önceki devirlerde Kurultay toplayan, devlet yönetiminde ve sosyal hayatta etkili olan Türk kadını bu üstünlük ve faziletini İslami devirlerde de uzun bir süre sürdürmüştür.

16. yüzyılda Türkiye’ye gelen Fransız elçisi ( B.dela Broquere ) Türkmen kadınlarının erkeklerden kaçmadığını, çok güzel ve iffetli olduklarını anlatırken Dulkadiroğulları’na bağlı 30 bin kadın süvari bulunduğunu, erkek gibi silah tutup savaştığını söyler ki Dede Korkut destanının tasvirlerine tamamıyla uygundur. Aşıkpaşa Zade’nin Anadolu’da bulunan “ Bâcıyan-ı Rum Taifesi “ ( Bacılar Ordusu Teşkilatı ) adı ile bu Türkmen kadınları kastettiği sanılmaktadır. ( O.Turan, T.C.H.M. cilt 1,130)
Bilhassa şehzadelerin yaşlarının küçük olduğu dönemlerde şehzadeler belirli bir yaşa gelinceye kadar devlet şehzadelerin anaları tarafından yönetilirdi.
Karahanlılar ve Selçuklularda Terken unvanını taşıyan sultanların eşleri sadece hükümdarlara ve siyasi meselelere tesir etmekle kalmıyor; bizzat idare ve siyaset içinde de mühim roller oynuyorlardı. Nitekim Terkenlerin kendilerine ait yurtluk ( ikta ) vilayetleri, bunları idareye memur divan teşkilatları, askerleri ve kendi hazinelerine akan mühim gelirleri vardı. Bu durumları ile hatunlar feodal devlet bünyesinde, ikta ve asker sahibi beyler gibi; mühim bir mevki işgal ediyorlardı. ( O.Turan/127 ) Selçuklu Sultanları nasıl ki “ Cihan Padişahı “ adıyla anılıyorsa, sultanların eşleri de “DÜNYA MELİKESİ“ unvanını taşıyorlardı.
Dede Korkut Hikâyeleri’nde de Türk Kadını kutsaldır; güzeldir, kocasının yardımcısıdır; ailede fikirleri esas alınır. Kadın aynı zamanda milli bir kahramandır, yenilmez bir savaşçıdır. O erkeklerle değil; erkekler onunla yarışır. Türk kültüründe kadının en belirgin iki özelliği vardır. Bunların birincisi “Kahramanlık“, ikincisi “Analık“tır.

Dede Korkut hikâyelerinde “Evin direği“ diye nitelendirilen Türk kadınları öve öve bitirilemez:
“Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı,
Evden çıkıp yürüyünce selvi boylum,
Topuğundan büklüm büklüm kara saçlım.
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım.
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum, yemişim, düvleğim...”

Türk kadının bu parlak ve üstün durumu ne yazık ki çok uzun sürmedi İstabul’un fethinden sonra Bizans’ın, Arabistan ve Mısır’ın fethinden sonra Arap toplumunun kural ve gelenekleri yavaş yavaş Osmanlı toplumu üzerindeki etkisini göstermeye başladı. Buna bazı din kurallarının dar ve yanlış yorumları da eklenince kadının statüsü gelişeceğine gerilemeye başladı.
O kadar ki, 19.yüzyılda bile, İstanbul’da beyaz kadınların köle olarak eşya gibi alınıp satıldığı, çalışmaları resmi şekilde düzenlenmiş pazarlar vardı. Bu pazarlar ancak 1848’de köleliği yasaklayan milletlerarası anlaşmaların kabulü üzerine kapatıldı. 19.yüzyılda İstanbul’da, yalnız padişah sarayı değil, devlet ricalinin, Şeyhulislamların, kadıaskerlerin konakları, satın alınmış veya eşya gibi hediye edilmiş düzineler, hatta yüzlerce kadınla dolu idi.” (Prof.Dr. A.Mumcu ve arkadaşl. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi 2, 212; Enver Ziya Karal, “ Atatürk ve Kadın Sorunu “, 121,122)
Köle olmayan, “hür“ kadınların durumu da hiç parlak sayılmazdı. Çünkü onlar da ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı.
Erkeğin birden çok kadınla evlenmesi, dilediği zaman tek taraflı olarak kadınların boşanması çoğunlukla kız çocuklarının eğitim hakkından yoksun bırakılması, ancak bir avuç ayrıcalıklı kadının özel öğretmenlerle eğitim görebilmesi, kadınların iş hayatından uzak tutulması gibi eşitsizlikler 20. yüzyıla kadar devam edip geldi.
Bir zamanlar Osmanlı ve İslam Dünyası karşısında her bakımdan geri olan Avrupa, İslam Dünyası karşısında hızla ilerliyor, kalkınıyor, birçok İslam ülkesi Batılıların sömürgesi altına giriyordu. Osmanlı aydınları bu geri kalmışlığın üzerinde durmaya ve bu konuda fikir üretmeye başladılar. Buldukları sebeplerden birisi de “ Kadınların, eğitimden, hak ve özgürlükten yoksun oluşları “ idi.


 

mehmetsokmen

New member
Katılım
18 Mar 2009
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Antalya
Web sitesi
www.mehmetsokmeninyeri.com
Cevap: Islam öncesi kadın

din alanında çok uzun eğitim aldım, bunları bilmekteyim. Sizin bilimsel temelde yanıt yazmanızı beklerdim. Saygılarımla
 
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Islam öncesi kadın

Sayın SÖKMEN,Ben size bilgisizsiniz demedim, sizi küçükte görmedim. Fakat biz bu sitede özellikle birbirimize karşı çok nazik ve kibar olmalıyız. Acele etmeyiniz. Yazının tamamını birden koysam hiç kimse okumaz, sindire sindire tartışalım. ATATÜRK DÖNEMİ'ne de geleceğim. Ben bu siteye daha önce çok uzun yazılar koydum. Okuyan çok az oldu. Aynı yazıları parça parça koydum neredeyse bin kişi okudu ve çok fazla cevap yazıldı. Lutfen sabırlı olunuz. Sizi kırdımsa özür dilerim..
 

mehmetsokmen

New member
Katılım
18 Mar 2009
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Antalya
Web sitesi
www.mehmetsokmeninyeri.com
Cevap: Islam öncesi kadın

Sayın Muharrem Günay Sıddıkoğlu: Nazik davranışınız için sağolun. Bende kimseyi kırmak incitmek düşüncesi asla olmaz. Ancak yanıt vermemin esas nedeni; bu günkü olağan üstü zor şartların Türk Milletinin neredeyse ülkesiyle tasfiye etme süreçlerine sokulduğu ve bunu yürüten yerli işbirlikçi ihanet şebekelerinin temel argümanı DİN olmasıdır. Yine tüm islam ülkelerini gezmiş birisi olarak bu ülkelerde arka sokakları ve yaşamsal sosyolojiyi de irdeleledim ve araştırdım. Arabistan'da nüfusun % 20 ye yakınının kolları kesik iken buna rağmen suç işleme de bir azalma yoktur. Çünkü suçun kaynağı orta yerde dururken yaptırımlar olan kol kesmeler de işe yaramıyor. İşte emperyalizmin temel uyuşturucu aracı din safsataları tüm bu suçların kaynağıdır. Onca petrol zenginliğine rağmen arap insanının aç ve sefil olması suçların kaynağını teşkil edecek çok daha fazla kol kesilmeleri yaşanacaktır. Gerçekte ilahi adalet denen bir şey olsaydı; bosna savaşında sırplar bosnalı müslümanların kadınlarını kızlarını sistematik hamile bıraktılar, soy kırımı yaptılar. Irak savaşında ABD ve müttefikleri 3.7 milyon Iraklı kadını fahişe yaptılar, bunlar şimdi Şam arka sokaklarında seks köleleri durumundalar, bunların baş müşterileri de yine din faşizmi uygulayan zengin arap şeyhleridir, bu şeyhler aynı zamanda Nepal de 100 dolara kız bozmaya giderler ve Nepal de artık bakire kız kalmamıştır. İslamın kadına bakışı da yine kadını köle durumunda ve erkeğin zevk aracı olarak işlemlidir. Sonuçta bunlara dur denilmesi gerekecekti, basit anlamda yanıtlarsak ilahi denen şey yoktur. İslam hiç bir zaman kadına iyi gözle ve koruyucu olarak bakmamıştır ve bakamaz. Iran da çok anormal detay gördüm, Pakistan da ve daha bir çok yerde kadın hala recm edilmektedir. Gerçekten Sizler de Türk Milletinin geleceğini düşünüyorsanız bu kriterlere dikkat etmelisiniz. Sevgiyle kal
 

Türkiye Sevdalısı

Dost Üyeler
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrının emanet verdiği bedende
Cevap: Islam öncesi kadın

Sevgili Mehmet Sökmen,

Siz tüm arap ülkelerini kaç fahişe var, kaç dolara kızlık bozuyorlar, Bosnada kaç kadın hamile bırakıldı, Şamın arka sokaklarında kaç tane sex kölesi olduğunu tespit amacıyla yola çıkarak mı araştırma yaptınız. Bu rakamları nasıl tespit edebildiniz, veya hangi siteden aldınız.


Yazdıklarınızın dinle ne alakası var ? Ahlaksız olanda siz din mi arıyorsunuz ? Ahlaksızın dini mi olurmuş. Keşke müslüman ülkelerde sex araştırması yapacağınıza diğer dinlere mensup ülkelerde, hatta dinin olmadığı yerlerde de araştırma yapsaydınız. Böylece asıl amacınıza uygun tam detaylı bir araştırma yapmış olurdunuz.

Burada hakaret anlamında yorum getireceğinize bildiğiniz bir şey varsa anlatında dinleyelim. Kuran yeni dünya kıtalarını tanımıyor demişsiniz. Din kitaplarını siz tarih veya coğrafya kitabı mı sanıyorsunuz. Önemli olan mesajdır. Siz o mesajı kendi coğrafik koşullarına göre yorumlarsınız. Bu kadar basit. Cetvel, gönye kullanmanıza hiç gerek yok.

Bakarsınız belki sizden de birşeyler öğreniriz. Böylece sizin anlamsız bulduğunuz bölüm anlamlı hale gelir. Ne dersiniz.

 
Son düzenleme:
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: Islam öncesi kadın

Cahiliye Dönemi'ne bu adın takılması insanların cahil ve bilgiden habersiz olmasından dolayı değil, Allah'ın varlığına birliğine, tekliğine inanmamalarından dolayıdır.
 

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Cevap: İslam Öncesi Kadın

Banane arabın cahil kadınlarından bizene arabın fahişelerinden.
Konuyu açan arkadaşım titre ve kendine dön.
Biz arapmıyız bize neyin methiyelerini düzüyorsun?
Biz Türkler arapların kadınlara yaptıklarından yada kadınlarına davranış biçimlerini burada tartışmak zorundamıyız?
Arabın aptal cahilliği diri diri gömmesi yada recm cezasını tartışmak bize mi düştü?
Bizene?

Sen yaz buraya Göktürk devletini Bilge Kağan ile ortak yöneten İl Bilge Katun'un devletine yaptığı fedakarca hizmetleri bunları tartışalım.
Tomris Hatunu konuşalım.
Kazan Katunu Süyünbike'yi tartışalım.
Nene Hatun'dan dem vuralım.

Neyin peşindesin. Tutturmuşsun arabın kadınını avradını kızını koşuyorsun...


 

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: İslam Öncesi Kadın

Çok bilgili Mehmet Sökmen, recm İslami bir ceza biçimi değildir.

Recm ingilizlerin son iki yüzyılda orta doğu dedikleri bölgenin binlerce yıldır zinaya verdiği cezadır. isa peygamberden önce de vardı. Çok ayıp ediyorsunuz. Önce kendiniz bilgilenin.

Bu yazdıklarınız psikolojinizi bozmuş. Bazı dindarlar kötü diye ddin bütünlüğüne ve hatta Allaha dil uzatmaya yeltenmeniz ise sizi ciddiye almamızı önlüyor.

Vıdı vıdı, varoş kadınlarından daha üstün değilsiniz, bence bir ara gidip onlarla çekirdek çitleyin, uyumunuzu göreceksiniz.

Bunca laf ve öfke kusmanızın gerçek sebebini de bilmek istemiyoruz. Sorunu yazın varsa çözüm önerinizi de ekleyin. Ha çözüm öneriniz yok mu sorunu da yazmayın kardeşim.

Sorunu algılayamayan çözüm üretemez zira. siz bir kaç şeyi peş peşe yazmakla bişey mi yapmış oldunuz, önce sorunu tam tespit edin. Meseleniz din ile de değil, kendinizi tanıyın anlayın önce.

BİR DAHA BURADA YAZARLARIMIZA CEVAP YAZARKEN DAHA EDEPLİ YAZIN.
 

Türkiye Sevdalısı

Dost Üyeler
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrının emanet verdiği bedende
Cevap: İslam Öncesi Kadın

Birlikteliğimizi koruma adına, bir vatandaşımızın bile olsa gözlerini açıp gerçeği görmesini mutluluk sayma adına, kimseye hakaret etmeden (şahsıma hakaret olmadıkça), kimsenin kalbini kırmama adına,kimseye üstünlük sağlamama adına zamanımın büyük bir bölümünü bu harika otağa harcar dururken, 16 Büyük Türk Devletinin nasıl yıkıldığını ve yıkılma nedeninin ne bizans entrikası ne çin oyunları ne de Allahın arapı olduğunu, kimin neye hizmet etmeye (bilerek veya bilmeyerek) çalıştığını görmenin derin acısını yaşıyorum.
 

Adalet

Moderator
Katılım
29 Nis 2009
Mesajlar
195
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
K.K.T.C
Cevap: İslam Öncesi Kadın

Siz hangi akılla Turan Dursun'un yazdığı kitaplarının gerçekliğini savunabiliyorsunuz.Siz hangi amaç ve gaye içindesiniz Turan Dursun'un web sitesini gayet iyi biliyorsunuz anladığım kadarı ile sizin kurmuş olduğunuz bir site.Turan Dursun hangi üniversiteyi bitirmiştir.Kendi sitesin de hayatının anlatıldığı bir bölümü buraya aynen aktarıyorum 'Diyanette müftü olabilmek için ilk okulu dışarıdan bitirdi , İlk olarak köy imamlığı yaptı. İstanbul Çarşamba'da Üçbaş ve İsmailağa medreselerinde hocalık yaptı. 1958-1965 yılları arasında Tekirdağ, Gemerek, Türkili, Altındağ ve Sivas'ta müftülük yaptı ve şeriatın katı kurallarına ters davranışları nedeniyle İslamcı çevrelerde yadırgandı. Müftülüğü sırasında bu nedenlerle sürgünleri oldu. 60'lı yıllarda aydın müftü olarak kamuoyunda yankılar getirdi. Kendi deyişiyle İslam'a olan inancını yitirdikten sonra 1965 yılında müftülüğü bıraktı.'Ey Mehmet Sökmen TÜRKİYE CUMHURİYETİ 1958-1965 yıllarında yönetim şekli ne idi ,sen sanırım o yıllarda uyuyordun.TÜRKİYE CUMHURİYETİ asla şeriatla yönetilmedi TÜRK ve İslam dünyası nın kadına bakışı her zaman bellidir. Umarım ki okumuşundur KURANI KERİMİ bir kez daha okumanı ve bir kez daha düşünmeni isterim kim bilir belki tam bir dönüş yaşarsın umarım yok dediğin İlahi Adalet bir gün seni de bulur
 
Son düzenleme:
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: İslam Öncesi Kadın

Sayın KÜL TEGİN, EĞER TİTREYİP KENDİNE DÖN, SÖZÜ BANA İSE ÖNCE SİZE ÖNERİRİM. SİZ YAZININ TAMAMINI DAHİ VE DEVAMINI GÖRMEDEN AHKAM KESİYORSUNUZ. LUTFEN ŞU OKUMA ÖZRÜNDEN HEP BERABER VAZGEÇİP ÖNCE YAZILANLARI OKUYUP SONRA CEVAP YAZALIM BU TÜR DAVRANIŞLAR BU SİTEYE YAKIŞMIYOR. ÜSTELİK SİZİN BİR DE GENELKOORDİNOTÖRLÜK GÖREVİNİZE HELE HİÇ YAKIŞMIYOR. KONU AÇTIKSA SUÇ MU İŞLEDİK..
 
Son düzenleme:
Katılım
26 Kas 2008
Mesajlar
83
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Cevap: İslam Öncesi Kadın

Bir zamanlar Osmanlı ve İslâm Dünyası karşısında her bakımdan geri olan Avrupa, İslâm Dünyası karşısında hızla ilerliyor, kalkınıyor, birçok İslâm ülkesi Batılıların sömürgesi altına giriyordu. Osmanlı aydınları bu geri kalmışlığın üzerinde durmaya ve bu konuda fikir üretmeye başladılar. Buldukları sebeplerden birisi de “Kadınların, eğitimden, hak ve özgürlükten yoksun oluşları“ idi.
Namık Kemal, “İbret“ ve “Tasvir-i Efkâr“ gazetelerinde kadın haklarını savunan ateşli makaleler yazdı. Roman ve piyeslerinde kadının dramını ortaya koydu. Ahmet Mithat çok kadınla evlenmeyi eleştirdi ve bu yüzden saldırılara uğradı.
Tevfik Fikret “Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer” diyerek sesini yükseltti. Abdülhak Hamit “Bir milletin kadınları o milletin ilerleme derecesinin ölçüsüdür” diye yazdı. Hüseyin Rahmi (Gürpınar), eserlerinde kadın erkek eşitsizliğini işledi. Halide Edip, daha 1909 ‘da, İkinci Meşrutiyetin getirdiği özgürlükler ortamından yararlanarak, “ Kadınların Yükselmesi (Taal-i Nisvan) Derneği”ni kurmuştu.... Halide Edip Tanin gazetesinde, bütün Türk kızlarının eğitime kavuşturulması için güçlü ve etkili makaleler yazdı. Romanlarında kadın-erkek eşitsizliğinin zararlı sonuçlarını, horlanan kadının acılarını ustalıkla işledi. (A.Mumcu ve arkdş./213)
Ziya Gökalp, kadın hakları konusuna hem bir sosyolog hem de bir sanatçı gözüyle baktı. Eserlerinde Türk kadını ve kadın hakları ile ilgili görüşlerini açıkladı:

“Bu mahlûklar nasıl hakir olur şer’in ( şeriatın ) gözünde?

Bir yanlışlık var mutlaka müfessirin ( yorumcunun ) sözünde “

Beyitleriyle din kurallarının dar ve yanlış yorumlanmasına karşı çıktı.

Yeni Hayat dergisinde yayınlanan “ Kadın “ adlı şiirinde:

“ Millet yalnız yapılmaz, bunu ancak birlikte

Kadın erkek, iki vicdan birleşerek yapacak”

Diyerek kadının toplum içindeki rolünü belirtti.

“Bir kız irste yarım erkek, izdivaçta dörtte bir

Bulundukça ne aile ne memleket yükselir “

Dizeleriyle mirasta kız çocuklarının yarım hisse almasına, erkeğin dört kadınla evlenmesine karşı çıkan Ziya Gökalp,

“Kadın yükselmezse alçalır vatan “ dizesinde aynı düşünceyi tekrarladı. Başka şiirlerinde de” nikâhta, boşanmada, mirasta “ kadınlar için eşitlik istedi.

“ Bunlar da olmasa, kadın insandır,

Kadının en büyük hakkı irfandır”

Diyerek (A.Mumcu ve arkdş. /213) kızların eğitim hakkını savundu.

İstanbul’un işgalinden sonra, İngilizler tarafından tutuklanıp, Malta’ya sürgün edilen Ziya GÖKALP, kızına yazdığı mektupta şunları söylüyordu:

“Yeni hayat ne zaman başlayacak? Ne zaman ki, kadınlar da erkekler kadar tahsil görerek, cemiyetin idaresindeki rollerini icraya başlarlarsa...”

Aile milli cemiyetin temelidir. Aileyi kadın yapar. O halde millet de kadının bir eseri demektir... Bizde kadınlar iyi tahsil görmedikleri için aile yükselmiyor. Aile yükselmeyince, millet de geri kalıyor. O halde, ilerlemenin baş şartı kadın terbiyesidir, kızların iyi yetiştirilmesidir.” (19 Ağustos 1920 Malta Mektubu)
1912’de İçtihat dergisinde yayınlanan “Pek Uyanık Bir Uyku“ başlıklı bir makale, çağdaşlaşma yanlısı bazı yazarların ne kadar ileri istekler öne sündüklerini gösterir. Bir yazarın rüyası olarak yayınlanan bu son derece ilginç istekler arasında, kadınlarla ilgili önemli maddeler de vardı:
1.Padişahın tek eşi olacak, emrinde cariye bulunduramayacaktı.
2.Kızlar için okullar, bu arada tıp okulu açılacaktı.
3.Kaç-göç kalkacak, görücülük yoluyla evlenme sona erecek, herkes eşini görerek seçebilecekti.
4.Kadınlar, israftan kaçınmak şartıyla, diledikleri şekilde giyinebilecekler, softalar veya sokak külhanbeyleri kadınların giyimlerine karışmayacaktı. Şeyhülislamlık makamı, kadın çarşaflarının uzunluğu veya peçelerin kalınlığı gibi konularda bildiriler yayınlamaktan vazgeçecekti.
5.Kadınlar “Vatanın en büyük velinimeti“ sayılarak kendilerine erkekler tarafından saygı gösterilecekti.
6.Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek, birden fazla evlenme ve bir sözle karısını boşama usulleri kalkacaktı. (A.Mumcu ve arkd.214, Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar,51, İst.1938)
Ziya Gökalp, Halide Edip, Peyami Safa, Namık Kemal gibi Türkçü-Milliyetçi aydınların ve çağdaş düşünce akımlarının tesiriyle kızların eğitimi ve karın haklarında sınırlı da olsa bazı adımlar atıldı.
Tanzimat dönemine kadar eğitim müesseseleri Sıbyan ve Enderun mektepleriyle medreselerden ibaretti. Kızlar ise sadece Sıbyan mekteplerine devam edebilmekteydiler. Daha fazla eğitim imkânı tanınmıyor; daha doğrusu böyle bir ihtiyaç duyulmuyordu. Sadece idareci ve ilmiye sınıfının kızları evlerinde özel ders alabiliyorlardı.
İmparatorluk bünyesinde birçok medrese ve mektep, vakıf yoluyla kadınlar tarafından kurulduğu halde, bu okullarda kadınların okuma hakkı yoktu.
Tanzimat’la birlikte (1839-1908) Batı’nın her alanda görülen tesirleri, Türk kadını açısından da tesirini gösterdi. Sözgelişi, Fransa’nın “Duray Kanunu”ndan (1867) etkilenerek hazırlanan “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi “ (1869) çıkartıldıktan sonra, kızlar için, “Darulmuallimat“(Öğretmen Okulu), Rüştiyeler (ortaokullar) ve Sanayi okulları açılmıştır. Özetle Tanzimat dönemi, Türk kadınına devlet eliyle mesleki ve kültürel açıdan eğitim ve öğretim kapılarının açıldığı bir dönem olmuştur.
“Bu iyi niyetli çabaların ne kadar sınırlı bir sonuç verdiğini anlamak için, 1874’de, Öğretmen Okulu dâhil, kızlar için açılmış okulların sayısının sadece 10 ve bütün imparatorluk sınırları içinde, bu okullarda okuyan kız öğrenci sayısının 294’ten ibaret olduğunu hatırlatmak yeterli olur” (A.Mumcu ve arkd.161)
Milli Mücadele yıllarında, İstanbul’da 20-25 kişilik bilinçli bir kız öğrenci grubu, Darülfünun’da (Üniversitede) erkek öğrencilerle birlikte, eşit şartlarda, derslere devam etmek hakkını elde etmek için uğraştılar ayrı dershanelerde, yetersiz şekilde öğrenim görmeyi reddettiler. Darülfünun Divanı, bu bir avuç kız öğrencinin ısrarlı istekleri üzerine, önce Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde, 1921-1922 de Hukuk Fakültesi’nde, 1922-23’te Tıp Fakültesi’nde “Karma eğitim”i başlatmağa mecbur oldu.” (A.Mumcu ve arkd. 162)
Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923-1924’de 1081 kadın, 9121 erkek öğretmen vardı. Meşrutiyet Dönemi’nde yetişen bu öğretmen kadrosu Cumhuriyetin ilk eğitim ordusunu oluşturup, yeni neslin yetişmesi için büyük çaba sarf etmişlerdir.
Cumhuriyetten sonra 1924 tarihli Anayasa, “İlköğrenim bütün Türkler için zorunlu ve devlet okullarında parasız“olduğunu hükme bağlayarak, kız çocuklarının da okutulmasını Anayasa emri haline getirdi.
Atatürk Meşrutiyet döneminin bütün fikir akımlarını yakından izlemişti. Özellikle Namık Kemal, M. Emin Yurdakul ve Ziya Gökalp’ı ve bütün mütefekkirlerin yazı ve şiirlerini yakından takip ediyordu. Özellikle bu üçlü kadın hakları başta olmak üzere, Cumhuriyetin, Atatürk ilke ve inkılâplarının arkasındaki entel güç olmuştur.
Atatürk, ülke sorunlarını incelerken kadın sorunu üzerinde de uzun uzun düşünmüş ve Türk Kadınını “ikinci sınıf“ insan durumundan kurtarmanın gerekli olduğu sonucuna varmıştı.
Atatürk’ün daha 1916’da, Doğu Cephesinde komutan olduğu sırada, karargâhındaki arkadaşlarıyla sohbet ederken, kadınlara sosyal haklar tanınması, annelerin iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararlar, çalışma hayatında kadınlara da yer verilmesi gibi konuları ele aldığını, yayınlanan “HATIRA DEFTERİ”NDEN anlıyoruz.(A.Mumcu ve arkd. 215, Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri,75, Türk Tarih Kur. Yayını Ank.1972’den nakil)
1923 yılının Ocak ayında Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce, Atatürk, İzmir’de konuşurken kadın konusundaki düşüncelerini cesaretle açıklamıştır:
“Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur... Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur. Bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken öteki uzvu atalette olursa, o toplum felce uğramış demektir.
...Bizim toplumumuz için ilim ve fen lüzumlu ise, bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekir.
... Kadının en büyük görevi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu görevin önemi tam olarak anlaşılır. Milletimiz güçlü bir millet olmağa azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı, kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” (31 Ocak 1923 Söylev ve Demç. Cilt 2, 85 Ank.1959 )
Atatürk’ün Türk kadınına beslediği saygı, Kurtuluş Savaşı’ndaki tecrübeleriyle iyice perçinleşmişlerdir. 1923 yılında Konya’da konuşurken, bu saygısını büyük bir içtenlikle dile getirir:
“...Dünyada hiç bir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından fazla çalıştım... Milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim” diyemez.(A.Mumcu ve arkd, 216)
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilmesi ile ilgili görüşmeler yapılırken Atatürk şunları söylemiştir:
“Türk kadını bu hakları bir lütuf olarak verildiği kanaatinde değiliz. Kimse bu kanaatte olamaz. Bir memlekette ki, yurdun her tarafı istilaya uğradığı zaman, kadınlar ateş altında erkeklerle beraber omuz omuza çalışırlar, memleketin geri kalan kısmını korumak ve beslemek için tarlanın kara toprağından yiyecek çıkarmağa çalışırlar, elbette bu varlıkların yurdun her köşesinde ve her tabakasında söz söylemeye hakları vardır.” Yine aynı konuşmada haklı olarak şöyle diyordu:
Tarih, Türk İnkılâbını anlatırken, bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir. Bu kurtuluşun çeşitli aşamaları içinde de, özellikle kadınların kurtulmasını anacaktır.” (T.B.M.M. Tutanakları, Dönem 4, toplantı 4, s.25, 5 Aralık 1934, İkinci Oturum, s.82-83)
Türkiye’de Türk kadını demokratikleşmenin sembolü olmuştu. Yeni Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği yıllar, dünyada diktatörlüklerin güçlenmeğe başladığı yıllardır.
Dönemin ilk yasal düzenlemesi 1924 Anayasası’na koyulan ve ilköğretimi erkek ve kız çocuklar için zorunlu hale getiren hükümdü. Daha sonra çıkarılan kılık kıyafet kanunu ile kadınlar yeni bir görünüm kazandı. Kadınlar artık peçesiz ve çarşafsızdı. Gerçekleştirilen harf inkılâbından ve okuma yazma seferberliğinden sonra okuma yazma öğrenen kadınların sayısında önemli artışlar görüldü. Halk Dershaneleri’nden 1923-1938 yılları arasında 400 binin üzerinde kadın diploma almıştı ki bu oran kadınların % 26’sını oluşturuyordu.
En geniş kapsamlı düzenlemeler 4 Nisan 1926’da Medeni Kanun’un kabulüyle başladı. Birden fazla kadınla evlenme yasaklandı. Medeni kanun çok eşliliği yasaklamakla da kalmayıp kadına boşanma hakkı verdi. Mirasta kadınla erkek eşit hale geldi. Evlilik yaşı sınırlandı ve resmi nikâh şartı getirildi. Boşanma halinde kadının ve çocukların hakları güvence altına alacak hükümler getirildi.
Medeni Kanunu, Türk Kadını’na siyasi hakların verilmesi takip etti. 3 Nisan 1930’ da Belediye Seçimlerinde, 5 Aralık 1934’de Milletvekili Seçimleri’nde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. O yıllarda henüz Avrupa, Asya ve Amerika kıtalarındaki birçok devlette kadınlar bu haklara sahip değildiler. Sözgelişi 1926 yılında Medeni Kanununu aldığımız İsviçre’de kadına siyasal hakları ancak 1973 yılında verildi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinden sonra yapılan ilk seçimlerde T.B.M.M.’ye 18 kadın milletvekili girdi.
İslâm Dünyası’nda kadınlara siyasi hakların verilmediği, İsviçre dâhil birçok Avrupa ülkesinde kadınların oy kullanma hakkına sahip olmadığı bir dönemde, Atatürk’ün önderliğinde böyle bir adımın atılması elbette çok büyüktü. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, İnsan Hakları Sözleşmeleri henüz ortada yok iken, bundan yarım yüz yıl önce, Atatürk’ün Türk kadınına verdiği hakların önemi her halde çok daha iyi anlaşılır.

21. YÜZYIL DA DURUM

Ancak yasalarda kadınlara her türlü eğitim hakkı, seçme-seçilme hakkı verilmekle beraber 21. yüzyılı yaşadığımız şu günlerde bile kadınlar erkeklerin gerisindedir.
1935 yılında yapılan ilk nüfus sayımında kadınların %90’ının, erkeklerin %71’inin okuma yazma bilmediği tespit edilmiştir. 1960 Nüfus Sayımı İstatistikleri’ne göre kadınların %75’i, erkeklerin %46’sı okuryazar değildir. 1980 yılında bu oran kadınlarda %45’e, erkeklerde %20’ye düşmüştür. 1990 yılı verilerine göre Türkiye’de hâlâ daha 10 milyon insan (Nüfusun %20’si) okuryazar değildir. Kırsal kesimde okuma yazma bilmeyen kadın oranı daha da yüksektir. Okuma yazma bilmeyen kadınların %77’si kırsal kesimde oturmaktadır.(Kaynak: DİE Nüfus Sayımı İstatistikleri)
Cumhuriyet Dönemi boyunca örgün eğitim kurumlarında eğitim gören kadınların sayısında artış görülmesine rağmen bu artışlar istenilen düzeyde değildir. Sözgelişi, 1995 yılına göre kadınların %47’si, erkeklerin %53’ü ilkokul mezunu iken, kadınların %40’ı, erkeklerin %60’ı ortaokul ( yeni sisteme göre 8 yıllık ilköğretim okulu ) mezunudur. Genel liselerde bu oran kadınlarda %43, erkeklerde %57’dir. (Milli Eğitim İstatistikleri 1997 ve ÖSMY 1997 verileri)
Ülkemizdeki yüksek öğretimdeki gelişmelere baktığımızda da kadın erkek arasındaki eşitsizliği görürüz. Cumhuriyetlerin ilk yıllarında yüksek öğrenim gören öğrencilerin %90’ı erkek iken, ancak %10’u kadındır. 1990’lı yıllarda ise bu oran, erkeklerde %66, kızlarda ise %34 olmuştur. 1996-1997 öğretim yılında 60 üniversite, 11 akademi ve enstitüye devam eden öğrencilerin %61’i erkek, %39’u kadındır. (OSYM 1997)
Kadın erkek arasındaki eşitsizlik iş hayatında da kendisini göstermektedir. 1992 yılı verilerine göre çalışan nüfusun %69’u erkek, %31’i kadındır. Kentlerde çalışan nüfusun %14’ü kadın, %86’sı erkektir. Tarım sektöründe ise çalışanların %54’ü kadındır. Bu kadınların çoğunluğu ücretsiz aile işçisi konumundadır. Bu kadınların hiç bir sosyal güvenliği de yoktur.
Gerçek şudur ki, dünyada hâlâ daha milyonlarca kadın, Atatürk’ün ve Cumhuriyetin Türk kadınına tanıdığı haklardan mahrumdur.
Ancak yukarıda verilen verilerde de görüldüğü gibi, özellikle kırsal kesimde kız çocuklarının bir bölümü okula gönderilmemektedir. İlkokuldan üniversiteye uzanan eğitim basamaklarında oran kızlarımız aleyhinedir.
Atatürk’ün birçok Avrupa ülkesinden önce Türk kadınına tanıdığı seçme ve seçilme hakkının kadınlarımız tarafından yeterince kullanılamadığı da bir gerçektir. T.B.M.M.’ye 1934 yılında 18 kadın milletvekili girmişti. Çok partili döneme geçince bu oran artacağı yerde azalmıştır. Ülkemizde özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerimizde birden fazla kadınla evlilik alışkanlığı devam etmektedir.
Kadının eğitimi, sosyal hayatımızda erkekle eşit statüde yer almaları, geleceğin annelerini yetiştirmek bakımından olduğu kadar, toplumun yarısını oluşturan kadın nüfusunun, kalkınma hamlesine iş gücü ve beyin gücü olarak katılımını artırmak yönünden de son derece önemlidir.
Atatürk’ün deyişiyle Türk kadını, yerlerde sürünmeğe değil, omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıktır.
 
Son düzenleme:

Türkiye Sevdalısı

Dost Üyeler
Katılım
26 Eki 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Tanrının emanet verdiği bedende
Cevap: İslam Öncesi Kadın

Turan Dursun olsun, İlhan Arsel olsun, Mürit Kefer olsun veya herhangi bir araştırmacı olsun, kitaplarını, düşüncelerini, başvurdukları kaynakları okumadan, incelemeden karar verilmesini, cevap verilmesini uygun bulmuyorum. Bu araştırmacıların yazılarını ve araştırma konularını okumuş biriyim. Daha da ötesi girip çıkmadığım kaynak neredeyse kalmamıştır. Bu nedenle bu yazarları ve araştırmalarını gözmezden gelmeme imkan yoktur. Bu yazarlar içinde en önem verdiğim araştırmacı Mürit Keferdir. Çoğu kişinin bu araştırmacıdan haberi bile yoktur. Sayın Mehmet Sökmen'in bile haberi olduğunu sanmıyorum. Şeytan ayetlerini ararken sitesine ulaşmış, araştırma anılarının tamamını okuduğum gibi kendisiyle uzun yazışmalarım olmuştur. Bu araştırmacının bir ilkesi vardı. "Kim Tanrı vardır diyorsa bilsin ki yoktur. Kim Tanrı yoktur diyorsa bilsin ki vardır" diye. Ne yazık ki eleştiriye tahammül edemeyen ellerce hecklenmiştir. Şimdi Mürit Keferin ne sitesine ulaşabiliyorum ne de kendisine.

Ben asla bir vatandaşın dindar mı ? Ateist mi ? Agnost mu ? Deist mi olduğuna bakmam. Putperest olup olmadığı da önemli değildir. İster taşa tapsın ister güneşi, ayı Tanrı bilsin. Sadece bir insan bir şeye inanıyor ve onu savunuyorsa, savunduğu inandığı düşünceye hakkını verip vermemesine bakarım. Bir müslümanın inandığı kitabın tamamını okumasını istediğim gibi, o inanca karşı çıkanında o kitabı hakının vererek tam olarak okumasını isterim.


İkinci bir husus burada herkesin özellikle yazarlarımızın yazılarına eleştiri yaparken saygılı olmasını isterim. Eğer bir yazara yazı yazma hakkı verilmişse onun ne yazıp neyi yazmaması gerektiğini söyleyemezsiniz. Söylerim denirse bilsin ki en azından kendine olan saygısını yitirmiştir.


Burada esas aldığım konu, üzerinde yaşadığımız toprağın insanının duygularıdır. Soluduğu havadır. Birileri bu havayı algılayamıyor, değerlerini çöpe atıyorsa bilsin ki asla bu ülkenin vatandaşı bile olamamıştır.

Bu ülke insanı bir çok kültürün rüzgarıyla savrulmuş, şaşkına çevrilmiştir. Geçirdiği bu kültürel erozyonu nasıl görmezden gelebiliriz. Bu kültürel erozyon içinde milletimin kalbi ile kendi kalbim arasında kurmaya çalıştığım ince köprü üzerinde kaç kez gidip geldiğimi kimse bilemez. Kimse milletimin yüzyıllar boyu geçirdiği kültür fırtınasının izlerini bir günde silemez. Silmeye kalkan, görmezden gelen kendi oturduğu dalı kesmesinden başka bir şey değildir.
 
Son düzenleme:
Üst