"Kaptan Paşalık" Makamına Atama Merasimi

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
"Kaptan Paşalık" Makamına
Atama Merasimi

OSMANLI_DENIZCILIK_56.jpg


"Kaptan Paşalık" makamına atama yapıldığı zaman, atanan kişinin rütbesine; yani Beylerbeyi veya Vezir olmasına göre belirli sayılarda top atılması kanundu.
Kaptan Paşa olarak tayin edilecek kişi Bâb-ı Âlî'ye davet olunur, kendisine Vezir-i Azam huzurunda Kaptan Paşalığa tayin edildiğine dair ferman okunurdu. Ardından kürk giydirilen yeni Kaptan Paşa alayla birlikte Tersane'ye götürülür, orada da bir tören yapılırdı.

1821 yılında Nasuhzâde adıyla da bilinen Kapudâne-i Hümayun Ali Bey'e vezirlikle birlikte Kaptan Paşalık ve Cezayir Eyaleti verilirken düzenlenen tören konuyla ilgili güzel bir örnek teşkil etmektedir:

Ali Bey Bâb-ı Âlî'ye davet edilmiş, Hazine Odası'nda otururken vezirlik takımı hazırlanmış ve kendisi Sadrazamca kabul olunmuştur. Sadrazam, Ali Bey'i karşılamak üzere ayağa kalktığı sırada Ali Bey etek öpmüş, ardından Sadrazam'ın oturmasını müteakip o da oturmuştur. Birlikte otururlarken kahve ve çubuk içilmiş, bir süre özel sohbet edilmiş, o sırada şerbet, buhur tütsüsü ve gülsuyu getirilerek ikram edilmiştir. Bir süre sonra Bâb-ı Âlî Ricali Sadrazam'ın huzuruna girip yerlerine oturmuşlar, Teşrifatçı'nın işareti ile Ali Bey ayağa kalkmış ve vezirlik fermanı Reisülküttap Efendi tarafından okunduktan sonra kendisine vezirlere mahsus serâsere kaplı samur kürk giydirilmiştir. Ali Bey kürkü giydikten sonra Sadrazam'ın eteğini öpmüş ve O'nun kendisine salonun ortasına kadar eşlik etmesini müteakip Bâb-ı Âlî Ricali tarafından aşağı divanhanenin ortasına kadar götürülmüştür. Aşağıdaki binek taşında ata bindirilen Vezir Ali Paşa, Çavuşbaşı ve maiyeti tarafından alayla birlikte Kireç İskelesi'ne getirilmiş, oradan da kendisi filika ve kayıklarla Tersane'ye geçmiştir. Tersane İskelesi'ne çıkan Ali Paşa'yı orada kanun gereği Tersane Emini ve Tersane Kethüdası birlikte karşılamışlardır.

OSMANLI_DENIZCILIK_160.jpg

Tersane'ye geldikten sonra doğruca, Tersane'nin Büyük Köşkü'ne geçen Kaptan Paşa, kahve içildikten sonra Çavuşbaşı'ya ve icabeden diğer kişilere hil'ât giydirmiş, ardından da Tersane Ricali'nin tebriklerini kabul etmek üzere Divanhane'ye geçmiştir. Burada Tersane Şeyhi'nin dua okumasını müteakip Kaptan Paşa'ya sincap kürkü giydirilmiş, ardından da mehter marşı eşliğinde kutlama merasimine geçilmiştir.

Ali Paşa, tayininin üçüncü gününde teşekkür olarak Bâb-ı Âlî'ye gidip Sadrazam'ı ziyaret etmiştir. Burada Bâb-ı Âlî Ricali kendisini karşılamış ve önüne düşerek kendisini Sadrazam'ın huzuruna götürmüştür. Kaptan Paşa oradan ayrılırken Sadrazam kendisine odanın ortasına kadar eşlik etmiş, o da binek taşında Sadrazam tarafından kendisine hediye edilen atına binerken teşekkür anlamında atın yularını öpmüş ve doğruca Şeyhülislâm'ı ziyarete gitmiştir.

Kaptan Paşa'nın teşekkür ziyaretlerinden altı gün sonra Mir-i Alem tarafından "Tuğları", Nişancı tarafından da "Vezirlik Diviti" Tersane'ye götürülmüştür.

Tersanede Düzenlenen Çeşitli Törenlerde
Uygulanan Teşrifat Kuralları



Kış mevsimini Tersane'de geçiren donanmanın bahar ile birlikte denize açılması, Tersane'de donanma için yeni bir geminin yapılmasına başlanması veya bitirilmesi, Padişah için filika yapımının tamamlanması gibi çeşitli durumlarda Padişah ve Vezir-i Azam'ın da katıldığı çeşitli törenler düzenlenir, bu törenlerde Kaptan Paşa önemli teşrifat kurallarını uygulardı. Donanma'nın denize açılması Müneccimbaşı'nın hava şartlarını hesap ve tahminle belirlediği uygun bir zamanda olurdu. Müneccimbaşı'nın belirlediği zaman bir pusula ile Bâb-ı Âlî'ye bildirilir, Vezir-i Azam'ın da onayıyla tören hazırlıkları başlardı. Tören genellikle Yalı Köşkü'nde yapılırdı. Birkaç gün öncesinden tören için devlet ricaline Dolmabahçe'de çadırlar kurulur, Köşk Padişah için döşenerek törene hazır hale getirilirdi. Törenden bir gün önce Teşrifat Kalemi'nden yazılan "Vakt-i Muhtar" ve "Sa'at Pusulası" Reisülküttap Kîsedârı aracılığı ile Şeyhülislâm'a, Sadaret'ten yazılan tezkireler de Teşrifatçılar aracılığı ile Vezirler'e ulaştırılırdı. Defterdar'a da Sadaret Kethüdası tarafından tezkire yazılarak gönderilirdi. Böylece törenin daveti tamamlanmış olmaktadır. Tören günü Reisülküttap, Şeyhülislâm'ı konağına giderek alır ve tören mahalli olan Yalı Köşkü'ne götürürdü. Onların Köşk'e vardıkları haberi Bâb-ı Âlî'ye gelince, Vezir-i Azam da kapı takımı ile birlikte Köşk'e hareket ederdi. Herkes yerleştikten sonra Padişah sandalla gelir, İskele'de Reisülküttap, Defterdar ve Rikab-ı Hümayun Ağaları tarafından karşılanır ve Köşk'e götürülürdü. Ardından Tersane'de beklemekte olan Kaptan Paşa'ya haber salınıp gelmesi istenirdi. Kaptan Paşa'nın gelmesini müteakip Vezir-i Azam ile ikisi Köşk'te arza girerler, hilât giydirilmesinden sonra Kaptan Paşa döner ve Donanma'nın başındaki yerini alırdı. Bir süre sonra Vezir-i Azam, Şeyhülislâm ile birlikte Baştarde-i Hümayun'a gider, toplar atılır ve Osmanlı Donanması Dolmabahçe önünden geçiş merasimini gerçekleştirirdi. Ardından Vezir-i Azam ve Şeyhülislâm kendileri için kurulan çadıra geçerler ve burada Padişah huzurunda hilât giyme töreni başlardı.

Turkish%20and%20Egyptian%20Fleet.jpg

Bu arada merasim sonrası karaya çıkan Kaptan Paşa da kendi çadırına geçer, bir süre dinlendikten sonra Vezir-i Azam'ın çadırını ziyaret eder, orada önce kendisine, ardından da Tersane Ricâli'ne hilât giydirilirdi. Hilât törenini takiben de Kaptan Paşa ile Vezir-i Azam bir süre sohbet ederler, kendilerine güllâb ve buhur ikram edilir, derken Kaptan Paşa gider ve tören sona ermiş olurdu. Kaptan Paşa Donanma ile denize açılacağı zaman, eğer Tersane'de bir tören düzenlenmeyecekse, veda için Bâb-ı Âlî'yi ziyaret ederdi. Bâb-ı Âlî Ricali, Kaptan Paşa'yı merdiven başında karşılar, ardından da orta odada bulunan Vezir-i Azam'ın yanına götürürdü. Rical temenna ederek çıkar, Kaptan Paşa'ya peşkir ile birlikte tatlı, kahve, çubuk, şerbet, güllâb ve buhur takdim edilir, kendisine serâsere sarılmış samur kürk giydirilirdi. Oradan çıkışında Kaptan Paşa Reisülküttap Efendi'nin ve Kethüda Bey'in odasına da uğrar, en son da Şeyhülislâm Efendi'ye giderdi. Donanma'nın gidişi gibi dönüşünde de bir tören düzenlenirdi. Bu törende, ilk törenden farklı olarak önce Padişah Yalı Köşkü'ne gider, Şeyhülislâm ise Bâb-ı Âlî'ye gelerek Vezir-i Azam ile birlikte sonradan Köşk'e çıkarlardı. Bu fark dışında iki tören birbirine çok benzemektedir. Öte yandan, yapımı yeni bitmiş bir kalyonun veya Padişah için kayıkhanede inşa edilen bir sandal ya da filikanın denize indirilmesi törenleri de sıkı teşrifat kurallarına göre icra edilmekte, Kaptan Paşa'ya bu törenlerde de önemli yetki ve sorumluluklar düşmekteydi. Denilebilir ki, sefere çıkılırken ya da seferden dönülürken düzenlenen törenler ve uygulanan teşrifat kuralları, devletin öteden beri sürdürülegelen geleneklerine ne derece bağlı kalındığını kanıtlamaktadır. Bunlar birer Kamu Hukuku geleneği olarak yerleşmiş ve yüzyıllarca sürdürülmüşlerdir.

Padişah'ın Tersaneleri Denetlemesinde
Uygulanan Teşrifat Kuralları



Kaptan Paşa'nın diğer bir görevi de, Padişah veya Vezir-i Azam'ın Tersane'yi ziyaretleri sırasında uygulanan çok sıkı teşrifat kurallarıyla ilgilidir. Kaptan Paşa'nın bu kuralların uygulanmasında da büyük sorumluluğu bulunmaktaydı. Padişah ve Vezir-i Azam hem Tersane'deki mühimmatın durumu hakkında fikir edinmek, hem de inşası devam etmekte olan kalyonların hangi aşamada olduklarını öğrenmek üzere zaman zaman Tersane'yi ziyaret eder ve incelemelerde bulunurlardı. Padişah'ın ziyarete geleceği bir gün öncesinden Vezir-i Azam'a haber verilir, O da akşamdan durumu Kaptan Paşa'ya bildirirdi. Ertesi gün Vezir-i Azam, Kapı Ricali ile birlikte Tersane'ye giderek hazır bulunurdu. Padişah'ın sandalla gelmekte olduğu haber verilince, Vezir-i Azam, Kaptan Paşa, Reisülküttap, Çavuşbaşı ve Rikab-ı Hümayun Ağaları O'nu iskele başında karşılarlar ve peşinden yürüyüp Divanhane Kasrı'na getirirlerdi. Vezir-i Azam ve Kaptan Paşa burada arza girerler, arzdan sonra ise Padişah mahzenleri gezerdi. Bu sırada Reisülküttap, Çavuşbaşı, Rikab-ı Hümayun Ağaları, Kaptan Paşa ve Vezir-i Azam'ın, ellerinde sedefkârî asalar ile Padişah'ın peşinden yürümeleri adettendi. Bundan sonra ise Tersane Bahçesi'ne geçilir, orada Tersane Ricali'ne verilecek atiyye Kaptan Paşa'ya teslim olunur ve tören biterdi. Vezir-i Azam'ın da zaman zaman Tersane'yi gezmesi ve denizcilik işlerini denetlemesi kanundu. Kaptan Paşa, Vezir-i Azam'ın gelişinde, O'nu iskele üzerinde karşılar ve taşıdığı sedefli asasını O'na verirdi. Vezir-i Azam'ın önüne düşüp Tersane'yi gezdiren Kaptan Paşa, kendisine denizcilik işleri ile ilgili gerekli bilgileri verirdi. Kaptan Paşa ayrıca İstanbul'da bulunduğu sırada, her Cuma Namazı çıkışında Paşa Kapısı'na gelip arz odasında Vezir-i Azam'la, eğer Vezir-i Azam seferde ise Sadaret Kaymakamı'yla görüşür, arzuya göre haftada ya da iki haftada bir de Sadaret Kethüdası'nın odasına uğrardı.

OSMANLI_DENIZCILIK_536.jpg

Bu açıklamalar göstermektedir ki, Kaptan Paşa da diğer devlet görevlileri gibi her an çok sıkı takip edilmektedir. Donanma teşkilâtının sürekli biçimde güçlü ve göreve hazır tutulmasının önemi böylece ortaya çıkmaktadır.
 

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Kaptan Paşa'nın
Görev ve Yetkileri

Turkish_Fleet.jpg



Divan-ı Hümayun'un Bir Üyesi Olarak Çalışmak

Kaptan Paşa'nın en önemli görevi Divan-ı Hümayun toplantılarına katılarak denizcilikle ilgili sorunları çözüme ulaştırmaktı. Kaptan Paşa Divan-ı Hümayun'un doğal bir üyesiydi. XVII. yüzyıl başlarında Osmanlı merkez örgütünü yerinde görüp inceleyen ünlü tarihçi Baudier, Kaptan Paşa'nın Divan-ı Hümayun'a katıldığını, eğer rütbesi vezir değilse bütün paşaların en arkasında yer aldığını; eğer rütbesi vezir ise Vezir-i azam'a daha yakın bir yerde oturduğunu belirtmiştir. XVII. yüzyılın ikinci yarısında yazılan Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesinde ise, Kaptan Paşa'nm ancak vezir ise; o da arz günlerinde Divan-ı Hümayun'a katılabileceği ifade edilmiştir. Son dönemlerdeki araştırmalarda da Kaptan Paşa'nın ancak "vezir" ise Divan-ı Hümayun üyesi sayılabileceği ortaya konmuştur. Şu durumda Baudier'in "Kaptan Paşa vezir değilse de Divan-ı Hümayun'a katılır, ancak en arkada yer alır" ifadesi şöyle yorumlanabilir: Vezir rütbesinde olmayan yöneticiler Divan-ı Hümayun üyesi sayılmazlar. Bu durumda Kaptan Paşa vezir rütbesinde değilse, sadece kendisinden bilgi alınmak üzere oraya çağrılmış olabilir. Yoksa, kendisinin Divan-ı Hümayun'un doğal üyesi olabilmesi için mutlaka vezir rütbesinde olması gerekir. İşte, Kaptan Paşa vezir rütbesinde ise, arz günlerinde Divan-ı Hümayun'a gelip derecesine göre diğer vezirlerin yanında otururdu. Denizcilik işleriyle ilgili olup Divan-ı Hümayun'a gelen davalar kendisine havale edilir, Kaptan Paşa bu davalar için şahsına ayrılan yerde oturur ve gereken kararları verirdi. Divan-ı Hümayun'da önceleri üzengi ağalarıyla müşterek bir sofraya oturan Kaptan Paşalar, zamanla itibarları çoğalınca müstakil bir sofra sahibi de olmuşlardır. Kaptan Paşa'nın Divan-ı Hümayun'a katılabilmesi açısından bir özelliği daha dikkat çekmektedir: O, her yıl Donanma ile uzun bir süre için denizlere açılır ve merkezden uzaklaşırdı. Denizlerde olduğu sürece Divan-ı Hümayun toplantılarına katılabilmesi de elbette mümkün olamazdı.

Kaptan Paşa'nın Divan-ı Hümayun'dan başka değişik divanlarda da görevi bulunmaktaydı. Bu divanlar içinde en önemlisi, kuşkusuz Vezir-i Azam'ın Divanı olan İkindi Divanıydı. Divan-ı Hümayun'da arara bağlanması gereksiz görülen işler ile doğrudan doğruya Vezir-i azam'ın çalışma alanına giren şler İkindi Divanı'nda görüşülürdü. Divan-ı Hümayun toplantılarının öğle vaktine kadar bitirilmesi kanun olduğu için, orada görüşülemeyen konular da İkindi Divanı'nda karara bağlanır, ancak daha sonradan tekrar Divan-ı Hümayun'da görüşülebilirdi.

İkindi Divanı'na Nişancı hariç, Divan-ı Hümayun'a katılan üyelerin ihtiyaca göre hepsi ya da bir bölümü katılırdı. Bu görevliler arasında kuşkusuz Kaptan Paşa'nın da adı vardır. Öte yandan Kaptan Paşa'nın, hemen karara bağlanması gerekli, çok ivedi ve önemli bir durumla karşılaşıldığı zaman Padişah başkanlığında toplanan Ayak Divanı'nda da yeri bulunmaktaydı; çünkü bu divanda Divan - ı Hümayun üyeleri ve gerekli görülen tüm devlet adamları hazır bulunurdu. Yine, çok büyük bunalım anlarında Padişah veya Vezir-i Azam'ın, devlet yönetiminde çalışan ve çalışmış tüm belli başlı görevlileri topladığı ve herkesin görüşünü serbestçe söyleyebildiği Meşveret Yöntemi'nde de Kaptan Paşa'nın yerinin olacağı tartışılmayacak kadar açıktır.

Kaptan Paşa'nın Tersane'de de davalara bakma görevinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Kaptan Paşa bir davayı kendisi çözümleyebileceği gibi, lüzum gördüğünde onu kadı mahkemesine de havale edebilirdi. Kaptan Paşa Donanma ile sefere çıktığı zaman da, kendi huzurunda ceza ve hukuk davalarını dinler, onları karara bağlardı. Donanmada bir de kadı bulunur, Şer'î hükümleri o verirdi. Devletin yüksek memurlarından ve en yetkililerinden biri olarak Kaptan Paşa da, Padişah veya Vezir-i Azam'dan aldığı yetkiye dayanarak, sefer sırasında gerekirse idam hükmünü verebilirdi. Şüphesiz barış zamanında da, Tersane bölgesinin asayişini sağlamak üzere Siyaseten Kati yetkisini kullanabilirdi. Görüldüğü gibi, Kaptan Paşa'nın çeşitli divanlarda yargılama yetkisi mevcuttur. Denizcilik gibi oldukça önemli bir alandaki yargılama yetkisinin Kaptan Paşa tarafından kullanılması bir yandan devlet işlerinde işbölümünün başarıyla uygulandığını göstermekte, bir yandan da devletin düzenli bir hiyerarşiye tabi olduğunu kanıtlamaktadır.

Donanmaya Komuta Etmek

OSMANLI_DENIZCILIK_220.jpg

Osmanlı Devleti 'nin ilk zamanlarında Padişah veya Vezir-i azam'in, onlar savaşa katılmadıkları zaman ise "Serdar" tayin edilen bir vezirin Donanmaya komuta ettiği görülmektedir. Zamanla Akdeniz ve Karadeniz'in Türk egemenliğine girmesiyle Donanmanın önemi artmış, Kaptan Paşalar da deniz savaşlarının komutasında yer almaya başlamışlardır. Bir süre "Serdar" olarak Donanmanın başına atanan vezirin emri altında, çifte kumanda sistemi içinde görev yapan Kaptan Paşalar, bu sistemin zararlarının anlaşılması üzerine, zamanla Donanmanın tek yetkili kişisi durumuna yükselmişler ve komutasını üstlenmişlerdir. Donanma'nın başkomutanı olarak Kaptan Paşa herşeyden önce II. Beyazıt döneminden itibaren Doğu Akdeniz'de ticaret güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiştir. Bu sebeple her yıl Rûz-i Hızır'ı müteakip Donanma ile Akdeniz'e açılan Kaptan Paşa, Fas'a kadar tüm sahilleri tarayarak Eyaletinin sancaklarını kontrol eder, bu arada korsanları da izleyip İstanbul'a dönerdi. XVII. yüzyılda Karadeniz'de Rus ve Kazak korsanlarının türemesi üzerine, Karadeniz'in emniyetinin sağlanması görevi de Kaptan Paşalara verilmiştir. Deniz savaşı sırasında Kaptan Paşa'nın Donanma ile birlikte savaş alanında bulunması zorunluydu. Kaptan Paşa ihtiyaca göre, bazen kara seferinde de görevlendirilebilirdi. Buna karşılık deniz seferlerine çıkılacağı zaman deniz kuvvetlerinden başka askerî birliklere de ihtiyaç duyulabilir, ancak bu durumda onların komutası, Kaptan Paşa'dan daha kıdemli olan Donanma Serdarı'na bırakılırdı. Kaptan Paşa ise sadece kendi mensuplarının idaresinden sorumlu sayılır, yetkilerini aşması onun görevinden azli sonucunu doğururdu. Kaptan Paşa komutasındaki Osmanlı deniz kuvvetleri başlıca iki sınıfa ayrılmaktaydı: Bu sınıflardan biri sanatkârlardı. Tersane'nin esas erkânı sayılan sanatkârlar kaptanlar, reisler, kalafatçılar, kumbaracılar, marangozlar gibi sanat erbabından oluşmaktaydılar. Onlara "Tersane Ricali" de denilmekteydi. Bu sınıfın maaşları diğer çalışanlara göre yüksek ve dolgundu. Diğer sınıf ise gemilerdeki cenkçi askerlerdi ki, onlara "Azap" adı veriliyordu. Gemilerin kürekçileri ise mahkumlardan, esir edilen Hristiyanlar'dan oluşmaktaydı. Harp sırasında Donanmaya cenkçi olarak Yeniçeri ve Cebeciler'in de ilâve edildikleri görülmektedir. Kanunî Sultan Süleyman döneminde merkezi Gelibolu Sancağı olmak üzere Kaptan Paşa Eyaleti kurulmuş, bu büyük eyalete bazı sancaklar dahil edilmiştir. Kaptan Paşa Eyaleti'ne bağlı bulunan bu sancaklardan savaş sırasında Donanma hizmetine 4000-4500 kadar asker gelir, bunlar Kaptan-ı Derya Kalemi'ne kaydolunurlardı. Azapların da ilâvesiyle o tarihlerde bahriye askerlerinin sayısı 6000'i geçkin olarak hesaplanmıştır.

Diğer Görevleri

OSMANLI_DENIZCILIK_510.jpg

Kaptan Paşa Bahriye'ye ait büyük küçük her türlü tayinden de sorumluydu. Ayrıca Derya Kalemi'ne ait olan zeamet ve tımarların dağıtımını de tek başına yapabilirdi. Ancak ilk defa verilecek tımarlar için Vezir-i Azam'a telhis sunmak zorundaydı. Öte yandan, alanı ile ilgili önemli bazı işleri de Vezir-i Azam'a arz etmesi gerekiyordu. Bu ve bunun gibi birkaç sınırlama dışında, Kaptan Paşa'nın denizcilikle ilgili pek çok konuda Padişah adına hüküm yazmaya ve tuğra çekmeye yetkili olduğu görülmektedir. Kaptan Paşa Tersane'nin bulunduğu Haliç ve çevresinin asayişinden de sorumlu idi. Her gece, onun emrindeki kaptanlardan otuzbeşi, yanlarında üçyüz kadar deniz piyadesi olduğu halde bölgede nöbet tutar ve sokakları dolaşırdı. Bütün görevleri bir arada düşünüldüğünde denilebilir ki; Kaptan Paşa Padişah'ın mutlak egemenlik yetkisini kullanan bir kamu görevlisi olarak oldukça geniş yetkilerle donatılmış, O'na görevini gereği gibi yerine getirebilmesi için büyük bir serbesti tanınmıştır. Fakat sonuçta kendisinin de merkezî otoriteye sıkı sıkıya bağlı bir görevli olduğu unutulmamalıdır. Bu görünüşüyle Kaptan Paşa, diğer "Ulema Dışı Askerîler" gibi her an görevden alınabilir ve değiştirilebilirdi. Osmanlı devlet teşkilatındaki diğer görevliler gibi, onun makamı için de bir garanti ya da güvence söz konusu değildi.

Kaptan Paşalık Makamına Vekalet

Donanma.jpg

Kaptan Paşa İstanbul'da bulunurken kendisine Akdeniz'de Rodos Beyi vekâlet ederdi. Bu mevki filokomutanları arasında Kaptan Paşa'dan sonra en yüksek makam olup, oradan Kaptan Paşalığa yükselebilmek mümkündü. Örneğin 1644-1645 yılları arasında Kaptan Paşalık yapan Ebu Bekir Paşa'nın durumunda olduğu gibi. Kaptan Paşa'nın İstanbul'daki yardımcısı ise Tersane Kethüdası idi. Bu kişiyi önceleri Kaptan Paşa seçerken, zaman içinde Kethüdalığın öneminin artması üzerine bu kişi artık merkezden atanmaya başlanmıştır. Zaman zaman Tersane Kethüdalığı'ndan Kaptan Paşalığa geçen kişilere de rastlanmaktadır. Örneğin 1642-1643 yılları arasında Kaptan Paşa olan Uzun Piyale Paşa bunlardan biridir. Tersane Kethüdalığı III.Selim döneminde 1804 Bahriye Kanunnamesi ile "Umûr-i Bahriye Nazırlığı" ismini almış, IV.Mustafa döneminde ise bu kurum geliştirilmiştir. Halil Rıfat Paşa'nın Kaptan Paşalığında "Tersane Müdürlüğü" şekline konulan Kethüdalık, Firârî Ahmet Fevzi Paşa'nın Kaptan Paşalığı zamanında da (1836-1839) Bahriye Müsteşarlığı'na çevrilmiştir. Görüldüğü gibi, Osmanlı merkez örgütünde yer alan tüm memurluklarda olduğu gibi Kaptan Paşa'nın da düzenli bir hiyerarşiye tâbi çeşitli yardımcıları bulunmaktadır. Bu kişiler görev ve sorumlulukları çok geniş olan Kaptan Paşa'nın iş yükünü hafifletmektedirler.

Kaptan Paşa Eyaleti

Cezayiribahrisefid.jpg

Kaptan Paşa Eyaleti'ne "Cezayir Eyaleti" de denmekteydi. Kaptan Paşa Eyaleti de diğer eyaletlerde olduğu gibi çeşitli sancaklardan meydana geliyordu ve bu sancaklar devletin sınırlarının genişlemesine paralel olarak XVII. yüzyılda haslı ve salyâneli olarak iki kısma ayrılmışlardı. Bunlardan Gelibolu-Ağrıboz, İnebahtı, Midilli, Sığacık, Kocaeli, Karlıeli, Rodos, Biga ve Mezistre sancakları haslı; Sakız, Nakşe (Naksos) ve Mehdiye sancakları ise salyâneli (yani yıllıklı) sancaklardı. Kaptan Paşa Eyaleti'nin sınırları ve bu eyalete bağlanan sancaklar devletin sonraki dönemlerinde çeşitli toprak kayıpları ya da yapılan kanunî düzenlemeler sonucunda değişikliklere uğramıştır. Kaptan Paşa Eyaleti'nin sancaklarından Sığla Sancağı (İzmir ve yöresi) Tersane Kethüdesı'nın hasıydı. Bir başka deyişle Sığla'nın sancakbeyi aynı zamanda Tersane Kethüdası idi; ama bu kişinin görev yeri İstanbul'daydı. Kaptan Paşa Eyaleti'nin sancakbeyleri tımarlı sipahi ve Zaimleriyle birlikte Donanma ile sefere katılmak zorundaydılar; ancak sefer için daha fazla askere ihtiyaç duyulduğu zamanlarda, Kaptan Paşa Eyaleti'ne bağlı olmayan sancaklardan da deniz seferine asker alındığı olmuştur. Kaptan Paşa Eyaleti'ne bağlı sancakbeylerine "Derya Beyleri" adı verilmekteydi. Bunlar sefer zamanlarında kendi has ve salyânelerine göre birer, ikişer ya da üçer kadırga ile Donanma'ya katılırlardı. Böylece XVII. yüzyılın ortalarında, bir deniz seferine sadece Kaptan Paşa Eyaleti'ne bağlı sancaklardan 138 zaim ve 1434 tımarlı sipahi ve 4500 kadar cebelinin katılabildiği hesaplanabilmektedir. Görüldüğü üzere Kaptan Paşa aynı zamanda bir eyalet yöneticisidir. Kendi Eyaletine bağlı her bir sancak düzenli bir hiyerarşi içinde Kaptan Paşa'nm sıkı denetimine tabi tutulmuştur. Kaptan Paşa Eyaleti'ne bağlı her bir sancağın sefer sırasında belli sayıda gemi ve asker sağlama zorunluluğu, Osmanlı Donanması'nm tıpkı kara ordusu gibi oldukça düzenli bir şekilde işlediğini göstermektedir.
 
Üst