Kraliçe’Nin Kayığı Da Amma Kayıkmış Ha!

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Şu aralar iki tip insan kişiliğini hayret, taaccüb, istihfaf ve iğbirar ile seyrediyorum..

Meraklısı bir zahmet sözlüğe baksın.

Bahane ile sık sık kulaklarını çınlatıyorum.

1. Hem yurtsever devrimci, hem gazeteci, üstelik bir de 68’li olup en ufak bir rahatsızlık duymadan Kraliçe’nin savaş gemisine binenleri.

(Kraliçe’nin resepsiyon için kullandığı uçak gemisi meğer gelmeden bir jest yapmış, uçaklarını Kıbrıs’ta bırakmış.

Lütfetmiş, ne kadar büyük nezaket göstermiş..)

Ol mâhiler hakkında en güzel tarifi Oktay Ekinci yapıyor;

“Böylesine emperyal bir yemeğe davet edilen, çoğu –AB yağdanlığı- gazetecilerimizin iştahları acaba yerinde miydi? Cumhuriyet yazarı ve Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç dedi ki; -Beni de davet ettiler, ama savaş gemisine gitmedim-“. (21 Mayıs 2008)

Ne demişler, “Kraliçenin gemisine binen, onun düdüğünü çalar”.

Sevsinler sizin “devrimci”, hem de “yurtsever” ve dahi “68’li” kişiliğinizi.

2. Bu işin tahsilini gördüğünü söylediği halde yorumlarından aslında konu ile ilgili dersleri “mazeretine binaen” devamlı “astığını” anladığımız; “Kıbrıs’ın Türkiye için en ufak bir stratejik değeri yoktur” saplantısındaki allâme strateji üstatlarını..

Bombayı Erol Manisalı patlattı; (15 Mayıs 2008)

a) Geçitkale havaalanı “özelleştirip-güzelleştirme” kapsamında Asil Nadir üzerinden İngiliz-Amerikan şirketine “kiralandı”; b) Geçitkale Havaalanı’nın 20-25 km. doğusunda bir İsrail şirketine 5000 kişinin yaşayacağı bir kasaba inşaatı ve “16 metre derinliği ile uçak gemilerinin yanaşabileceği liman” inşa izinleri verildi,

Ve dumanı üzerinde sıcağı sıcağına başka bir taze haber;

“Paris yönetimi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile 2-6 Haziran tarihlerinde ortak deniz tatbikatı gerçekleştirecek. Argonaftis tatbikatı geçen yıl Paris ile Rumlar arasında Türkiye’nin notalarına karşın imzalanan –Savunma ve İşbirliği Anlaşması- kapsamında yapılacak”.

Şimdi;

İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar ve tabii Rum ve Yunanlılar açısından fevkalâde önemli stratejik değere sahip Kıbrıs adası nasıl oluyor da bir tek Türkiye için “önemsiz” olabiliyor?

“Türkiye’nin emperyal emelleri yoktur ki adaya ihtiyacı olsun” yaklaşımı da boş ve dayanaktan yoksun, sığ bir değerlendirmedir. Çünkü, bırakın emperyal emelleri, Anadolu’yu korumak için, yâni “vatan savunması” için bile sadece 40 mil güneyindeki bu büyük adanın tercihen tamamında, en azından yarısında Türkiye “kendine müzahir” bir yönetim-kuvvet-güç bulundurmak zorundadır.
Cümle AB, ABD, İngiliz, Rum ve Yunan muhiplerinin gücüne ve zoruna gitse de bu böyledir.

Her şeyin ihalesi olur da, Vatan savunması yabancılara ihale edilemez.

Çünkü vatan konu olunca gerisi ayrıntı olur, akan sular durur.
Gördün mü kıymetli okuyucu sen Lokmacı kapısı, Teknik Komite ve Çalışma Grupları ile meşgul edilirken deve hamutu ile nasıl yutuluyor…

Dolayısı ile ve “Kraliçe’nin savaş gemisi Türkiye’ye gelirken uçaklarını Kıbrıs’taki üste bıraktığı” için konu yine ve kaçınılmaz olarak Kıbrıs’a ve İngilizlere geliyor.
Ama önce (ve kim bilir kaçıncı kere) bir “kahve tiradı”..

Benim Kıbrıs aşkım, “33 sene mukaddem” yağmurlu bir Şubat öğlen sonrası Lefkoşa Baf Kapısı-Çağlayan yakınlarında içtiğim bir fincan kahve ile başlar.

Kıbrıs’ta kahveler acıdır, koyudur, kallavidir ve ille de orta şekerlidir.

Bir ritüel zenginliğidir, zengin bir ritüeller bütünüdür Kıbrıs’ta kahve içmek..

Merasime tâbiidir.

Her fırsattan istifade, en basit yahut en büyük kutlamaların ilk adımı “bir fincan kahve” ile atılır.

Günde üç defa, beş defa içilir.

Bahçede içilir, balkonda içilir, evde içilir, büroda, dükkânda içilir.

En gözde ikram malzemesidir.

Ve Türkiye’de “İki orta kahve” istendiğinde garsonun “Türk kahvesi mi?” diye sormaya başladığından;

Kırık yıllık çoban salatanın da “Grek salatası” diye takdiminden beri…

Rahatlıkla kahve isteyip, o bıktırıcı “Türk kahvesi mi?” sorusu ile karşılaşmadan bildiğiniz kahveyi içebileceğiniz tek yer olarak kalmıştır Kıbrıs..

Lefkoşa Sarayönü, Yedidalga Belediye Plajı yahut Magosa

Suriçi fark etmez..

Kıbrıs’ta bütün kahveler acıdır, koyudur, kallavidir, ille orta şekerlidir ve hatırı kırk yıllar boyu sayılır.

Kraliçe’nin kayığına binip de “görüşmeler yapmak üzere” Kıbrıs’ın iki tarafına davet edilen dolma kalemler hem bunu bilmezler, hem kuzeydeki İngiliz-Amerikan-israil emperyalizmini görüp aksettirmezler.
Onlar Kraliçe’nin kayığına bindikleri için, elli defa geçtikleri Sarayönü’nde Mahkemeler ile Polis Müdürlüğü’nün tam köşesindeki sarı taşa kabartma “İngiliz Aslanı”nı da görmezler.

Hâlbuki adadan yaptıkları her canlı yayında tezgâhlarını tam da o noktaya kurarlar, masalarını ortaya koyup fona İngiliz Aslanı’nı koymaya bayılırlar.

Ama “sorgulamazlar”.

Sorgularlarsa sağcı sayılacaklarından çekinip, sorgulamadıkları sürece 68 model solculuklarına halel gelmeyeceğini zannederler.

Üstelik o “taçlı aslan” bir yerde değil, her yerdedir.
Kuzey ve güneydeki Başkanlık “Saray”larında..
Lefke’de Kaymakamlık önünde..
Limasol’da ve Baf’ta.. her zaman ve her yerde “Kıprıslıtürk ve Kıprıslırumlar”a tepeden bakar.

“Kıbrıs Türkleri” ise ona tepeden bakar. Mülk’ün ondan önceki sahibi olduklarının bilincindedirler.
İngiliz’in keşif, fetih ve emperyal aşkının da bir nedeni vardır ve çok derinlerdedir.

Balbay; (20 Mayıs 2008) Özakman’a atfen 1919’da İngiliz İşgal Kuvvetleri Tercümanı A. Ryan’ın yazdığı ve sömürge ve işgal yönetiminin; sömürge ve işgal yöntemlerini formülleştirdiği şu cümleyi hatırlatıyor:

“Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz gerçek ideali dinmiş gibi davranacak, çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız”.

Kahveniz nasıl olsun?
Az aslanlı, bol köpüklü?
Yoksa bol köpüklü orta karar kayıklı?
Höpürdettikten sonra bin dereden bin ahkâm getirerek

KKTC’den vazgeçmenin dayanılmaz cazibesi üzerine kim bilir
daha ne bahaneler uydurursunuz?


Haydi hayırlı traşlar..

“57’İNCİ ALAY HERYERDE..
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERİYİZ.”


H.Mümtaz
 
Üst