Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
BU BÖLÜM ALTINDA YER VERİLECEK OLAN ÇALIŞMALAR TÜRKİYE CUMHURİYETİ GENELKURMAY BAŞKANLIĞI TARAFINDAN DÜZENLENEN "KÜRESEL TERÖRİZM VE ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ’’ SEMPOZYUMU'NDA YAPILAN SUNUMLARDAN OLUŞMAKTADIR.

Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumun’’daki düşünce ve yorumlar bildiri sunan yazarlara aittir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konudaki düşüncelerini yansıtmamaktadır. Bu Sempozyum Bildirileri içinde geçen resimler ve makalelerin her hakkı saklıdır. Ancak, kişiler tarafından yapılan çalışmalarda referans gösterilerek kullanılabilir.





SUNUM 1 KAVRAMSAL ÖZELLİKLERİ İLE TERÖRİZM (TARİHİ VE HUKUKİ BOYUTLARI İLE)

Prof.Dr. Sertaç BAŞEREN, (TÜRKİYE)


Giriş

Bu çalışmanın amacı, terörizm kavramını kendi değişim süreci içinde değerlendirmek ve kazandığı farklı özellikleri ortaya koyarak bu günkü durumun teşhisine; dolayısıyla, sorunların çözümüne yardımcı olmaktır. Tarihi perspektifte terörün köklerini araştırmaya kalkarsak bunu Habil'in kardeşi Kabil'i öldürmesine kadar götürmek mümkündür. Bu çerçevede Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'nde yaptıklarından da bahsedilebilir. Tarih, son derece etkili terör olayları ile doludur. Bunların en etkililerinden birisi de Avusturya İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand'ın Bosna'da öldürülmesidir.Terörün İslam tarihine de çok önemli etkileri olmuştur. Hz. Ali'nin öldürülmesi İslam dinin mezheplere bölünmesine yol açmıştır. Bununla beraber, bugün bizi ilgilendiren yönleriyle terörizm son 40 yılda kaydettiği değişiklikler çerçevesinde incelenebilir. Bir başka ifadeyle, bugünkü siyasal sistem açısından tesirleri dikkate alındiğında konu, son 40 yil içinde değerlendirilebilir. Terör sözcüğü etimolojik kökleri itibariyla latince "terrere" sözcüğünden türemiştir. Korku salmak, dehşete düşürmek, yıldırmak anlamına gelmektedir. Türkçemizde aynı anlamda Arapça kökenli "tedhiş" sözcüğü de kullanılmaktadır. Terör tek bir fiilde olduğu kadar rasgele bir kitle şiddet hareketinde de bulunabilir. Bu tür terör, çoğu zaman denetim dışı olup, organize ya da sistematik değildir. Bu nedenle, ne tek başına böyle bir fiil; ne de, bu tür fiillerin rastlantı sonucu bir araya gelerek oluşturdukları seriler terörizm değildir. Terörizmden söz edebilmek için belli bir siyasi hedefe yönelmiş birbirleriyle bağlantılı bir dizi terör olayına ihtiyaç vardır. Terörizm "siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli terör kullanmayı yöntem olarak benimseyen bir strateji anlayışıdır"

1. Terörizm niteliğindeki fiillerin belirleyici unsurları

Terörizmin değişen özelliklerini ortaya koymak için, en basit şekliyle terörizm niteliğindeki fiillerin belirleyici unsurlarını tespit etmek ve bundan sonra bu çalışmada geçerli olmak üzere bir tanım yapmak uygun olacaktır. Terörizmin belirleyici unsurlarını tespit etmek için, ceza hukukundaki kast kavramı içinde yer alan saik, amaç, maksat ölçülerinden yararlanmak mümkündür.

TERÖRİZM FİİLLERİNİN BELİRLEYİCİ UNSURLARI



Şekil-I'de görüldüğü gibi siyasal terörizmde fail siyasal bir saik ile harekete geçer. Siyasi saikin içeriği, yani failin siyasi görüşü önemli değildir. Saik, siyasal içerikli olmak kaydıyla, herhangi bir siyasi düşünceyi yansıtabilir. Bu değerlendirme bu satırların yazarının da katıldığı bir tercihi ortaya koymaktadır ve maalesef üzerinde uzlaşmaya varılmış bir hususu temsil etmemektedir. Sınırın bir tarafında en affedilmez suçları işleyen bir terörist, sınırın öbür tarafına geçtiğinde, ulusal kurtuluş savaşçısı bir kahraman olarak görülebilmektedir. Bu farklı değerlendirmelere yol açan anlayışların en tipik örnekleri Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Uluslar arası Terörizm ad hoc komitesinde ortaya çıkmıştır. Terörizmin tanımı konusunda ortak bir görüşe sahip olan Cezayir, Demokratik Yemen, Gine, Hindistan, Kongo, Moritanya, Nijer, Suriye, Tanzanya, Tunus, Yemen, Yugoslavya, Zaire ve Zambia'ya göre, terörizm tanımı ulusal kurtuluş mücadelelerine zarar vermemelidir. Bu devletlere göre, eylemi işleyenin siyasal saiki kendi geleceğini belirleme hakkını kullanmak, bağımsızlık mücadelesi yapmak ya da ulusal kurtuluş hareketlerini gerçekleştirmek ise, terörizmden hiçbir şekilde söz edilemez. Bağımsızlık mücadelesi yapanlara karşı kolonici rejimlerin işlediği şiddet içeren fiiler ve diğer bastırıcı fiiller ise her durumda terörizmdir. Siyasal saikle harekete geçen fail şiddet içeren bir hareket yapar. Burada şiddet amacı temin etmek üzere neticeye ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Şiddeti içeren bu hareket; terörist lehine büyük bir avantaj yaratarak önceden belirlenmesi mümkün olmayan, çoğu zaman mevcut siyasi mücadele ile hiçbir ilgisi de bulunmayan ve fakat kamuoyu nezdinde önem taşıyan bir hedefe yönelir. Hareket örneğin diplomatların öldürülmesi gibi bir netice doğurur. Fail bu neticenin ötesinde bir yarar elde etmek ister; maksat kitleleri etkilemektir. Bir başka deyişle etki için şiddet kullanılmakta ve propaganda yapılmaktadır. Terörizmi vurgulayan en önemli husus da işte bu noktada ortaya çıkar. Şiddet içeren hareketin doğurduğu diplomatların öldürülmesi ile örneklenen netice, kitleyi etkilemek bakımından ortaya çıkan sonuçla karşılaştırıldığında çok küçük kalır; elde edilen sonuç ise olağanüstü büyüktür. Yani fiile oranla yaratılan etki olağanüstü büyüktür.

Terörizm bir kişiyi öldürüp milyonları korkutarak, onların siyasal tercihlerini etkilemektir. Buna dayanarak terörizmin sembolik bir fiil olduğunu söylemek gerekir. Doğrudan doğruya hareket, neticeleri itibariyle önem taşımaz; neticenin ötesinde yarattığı etki bakımından çok önemlidir. Bu anlamda hareket enstrümantal değil semboliktir. Bu noktada 1960'larda yapılan bir terör tanımını hatırlatmak yararlı olabilir. "terör, şiddet kullanma ya da şiddet tehdidi içeren normal dışı yollarla siyasal davranışları etkilemek üzere biçimlendirilmiş sembolik bir fiildir." Tanım terörizmi yeterince açıklığa kavuşturmuştur. Bununla beraber, zaman içinde terörizm değişik boyutlarda kullanılarak çeşitlenmiş ve yeni özellikler kazanmıştır.

2. Değişik Siyasi İlişkilerde Terörizm

Hem ulusal hem de uluslararası siyasi ilişkilere birlikte yer veren bir makro model çizerek Terörizmin hangi ilişkiler bağlamında kullanıldığını göstermek mümkündür. Modelin aktörleri, devletler, uluslararası örgütler ve terörist örgütlerdir (terörist örgütler aynı zamanda dış politika aracı olarak da karşımıza çıkarlar). 01 ve O2 bir ve iki numaralı devletleri, U.C. Uluslararası örgütleri temsil etmektedir. Bunların arasındaki ilişkiler "Klasik Uluslararası politika ilişkilerindir. Ayrıca bu uluslararası ilişkilerin dışında devletlerin iç siyasetine de modelde yer verilmiştir. 01 ve O2 devletlerinin toplumları T1 ve T2'dir. 01 ile T1 ve O2 ile T2 arasındaki ilişki "iç siyasetini göstermektedir. Bir de, 01 ve 02'nin birbirlerinin toplumlarına doğrudan doğruya yönelen veya toplumların kendi aralarında ortaya çıkan ilişkiler vardır. Bunlar da transnasyonel ilişkilerdir.



Şimdi biraz daha ayrıntıya girerek bu model çerçevesinde terörizmin ortaya çıktığı ilişkiler bağlamında kazandığı özellikleri tespit etmeye çalışalım.

a. İç Siyasette Terörizm

İç siyasette terörizm şekil 1 bağlamında 01 t1 dairesinde ortaya çıkmaktadır. Burada şiddete dayalı siyasi mücadelenin, terörizmin iki boyutu vardır. Bir taraftan, devletlerin mevcut rejimlerini sürdürebilmek için hem iç hem de diş politika aracı olarak terörizme başvurmaları mümkündür; diğer taraftan da, kurulu düzeni yıkmak, iktidarı ele geçirmek isteyenlerin düzene karşı başlattıkları mücadelede terörizme başvurmaları mümkündür. İktidar sahiplerinin kendi iktidarlarını sürdürebilmek için iç politika aracı olarak terörizme başvurmalarını devlet terörizmi ya da yukarıdan aşağıya terörizm olarak adlandırılmaktadır.

Devletlerin dış politika aracı olarak terörizme başvurmalarını ise, devlet destekli terörizm başlığı altında daha sonraki paragraflarda ele aldık. İçerde rejimin sürdürülebilmesi için terörizme başvurulması, Nazi Almanya'sı, eski SSCB ve doğu bloğu ülkelerindeki gibi totaliter rejimlerde kurumsallaşmıştı. Bir başka örnek Kamboçya'dan verilebilir. 1975-1978 arasında Kamboçya'da Başbakanlık yapan ve Pol Pot adıyla bilinen Kızıl Khmer'lerin lideri
Saloth Sar, Kamboçya'yı kendi Komünist vizyonuna uygun olarak yeniden inşa etmek için bir milyondan fazla Kamboçyalı'nın ölümüne yol açmıştır. Bununla beraber, söz konusu rejimlerin tarihe karışması bastırıcı terörizmin de ortadan kalkmasını sağlamamıştır. Günümüzde değişik biçimlerdeki diktatörlüklerin içerde kontrolü sağlamak için terörizme başvurmakta tereddüt etmediklerini söylemek mümkündür. Yaygın işkence ve insanlık dışı muamele bu durumun varlığının en tipik delilidir. Kurulu düzeni yıkmak, iktidarı ele geçirmek isteyenlerin düzene karşı başlattıkları mücadelede kullandıkları terörizme, ayaklanmacı terörizm ya da aşağıdan yukarıya terörizm diyoruz. Devlet terörü ayaklanmacı terörü ya da ayaklanmacı terör devlet terörünü tahrik edebilir. Bu tuzağa düşen devletlerin etnik problemleri varsa ve sözünü ettiğimiz mücadelede bunlar kullanılıyorsa, iç savaş felaketini yaşama olasılıkları artmaktadır.


SUNUM 1 / BÖLÜM 2 KAVRAMSAL ÖZELLİKLERİ İLE TERÖRİZM (TARİHİ VE HUKUKİ BOYUTLARI İLE)

Prof.Dr. Sertaç BAŞEREN, (TÜRKİYE)



(2) Etnik Terörizm

Küreselleşme dediğimiz batı değerlerinin dünya ölçeğinde yaygınlaşması, eski yapılar bakımından siyasal ufalanmaya yol açmaktadır. Bu siyasal ufalanma beraberinde etnik çatışmaları ve bu çatışmalarda kullanılan etnik terörizmi getirmektedir. Etnik terörizm, etnik iç savaşlarda kitle terörizmine dönüşebildiği gibi, ayrılıkçı hareketlerin bir aracı olarak da kalabilmektedir. Bu çerçevede bir devletin anayasasına aykırı olarak siyasi rejiminde ve siyasi bütünlüğünde meydana gelebilecek değişiklikleri, her zaman bu aşamaya kadar ulaşmasa da, iç savaşa kadar uzanan siyasal şiddet biçimlerinin yer aldiği bir süreçte değerlendirmek yararlı olabilir. Şekil III'de görüldüğü gibi, toplumdaki olağan siyasal şiddet eşiğinin üzerinde şiddet kullanılmasıyla başlayan bu süreçte de, her aşamada terörizm söz konusu olabilir. Süreç ilerledikçe bastırıcı ve ayaklanmacı terörizmin karşılıklı olarak artmasına bağlı olarak siyasal şiddet artarak yükselir ve en üst noktadan yükselişine bakarak daha sert bir eğilimle düşüşe geçer ve yeni düzende geçerli olan olağan siyasal şiddet seviyesine ya da yeni düzende tolere edilebilir bir seviyeye indiğinde tamamlanır. Bu siyasi mücadelede her zaman bulunmaları mutlaka gerekli olmasa da, terörizmi gerilla savaşı ve savaş yer alır. Süreç, teorik olarak, sadece terörizm, gerilla savaşı ya da savaş ile başlayip bitebilir. Bununla beraber bu siyasi şiddet türleri birbirlerine alternatif olarak ortaya çıkmazlar; pratikte çoğu zaman örtüşerek birlikte varlıklarını sürdürürler.

Etnik iç savaşlarda, çoğunlukla etnik temizlik ya da jenosid politikaları izlenerek ülke halkının bir parçasını oluşturan etnik toplulukların evlerini terk etmeye zorlandıkları görülmektedir. Bunun için terörizme başvurulmakta, kitlesel öldürme ve tecavüzlerin ardı arkası kesilmemektedir. Bu savaşlar, büyük sayıda mülteci üretmekte, diğer terörist yöntemlerin neden olduğu kayıplarla mukayese edilemeyecek kadar çok sayıda can kaybına yol açmaktadır. Devletin içindeki bu mücadelenin uluslararası hukuk bakımından iki önemli boyutu vardır. Olağanüstü hal (olağanüstü hale gelmeden önce olağan düzendeki sorunlar inceleme dışı bırakılmıştır) ve uluslar arası olmayan silahlı çatışmalar. Bu bağlamda konunun uluslararası hukuk ile bağlantısı insan hakları boyutunda ortaya çıkar. Ele almakta olduğumuz konu hem olağanüstü hal bakımından hem de (insani hukuk açısından) uluslararası olmayan silahlı çatışmalar bakımından incelenir.

Silahlı çatışmalar içersinde hukuk olarak tarif edilebilecek olan insani hukuk terörizmi yasaklamaktadır. Bu noktada uluslar arası olmayan silahlı çatışmalar bakımından Cenevre Sözleşmeleri'nin içerik itibarıyla insan hakları ile büyük ölçüde örtüştüğünü ek protokollerin ise terörizmi yasakladığını söylemek yararlı olacaktır. Bütün etnik şiddet hareketleri etnik iç savaşlara ve kitle terörizmine dönüşmemektedir. Tabanı bulunmayan bazı ayrılıkçı terör örgütleri, etnik çatışmaları başlatamasa da, varlıklarını muhafaza edebilmektedirler. Bu tür hareketleri önlemenin yolu, taleplerin demokrasi içinde karşılanmasından geçmektedir. Bunun için, ülkede yeterli demokrasinin bulunması gerektiği kadar taleplerin de demokratik olması gerekmektedir-siyasi yelpazenin bölücü düşüncenin temsiline açık olması ve üniter devlet yapısının terk edilmesi demokratik bir zorunluluk değildir.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
SUNUM 1 / BÖLÜM 3 KAVRAMSAL ÖZELLİKLERİ İLE TERÖRİZM (TARİHİ VE HUKUKİ BOYUTLARI İLE)

Prof.Dr. Sertaç BAŞEREN, (TÜRKİYE)

b. Uluslararası Siyasette Terörizm

Buraya kadar anlatının sade ve kolay olması bakımından işin içine uluslararası ilişkiler katılmamıştır. Ancak mesele hemen hiçbir zaman bu kadarla sınırlı kalmaz. Terörizm pratikte bir boyutu ile (terörizme dışardan verilen destek, failin veya mağdurun vatandaşlığı, suçun
işlendiği yer gibi) hemen her zaman ulusal sınırları aşar. Şimdi Şekil- II’deki makro modelimize geri dönerek bu unsuru da ekleyelim. Bir başka devlet içerde yaşanan uluslararası olmayan silahlı çatışmalara katılabilir. Bu yeni boyutta d/in t2'ye ya da d2'nin t1'e müdahale edip orada terörizmi desteklemesi veya sıfırdan yeşertmesi söz konusudur.

1 Devlet Destekli Terörizm

Devletlerin iç siyasette olduğu gibi dış siyasetlerinde de terörizmi bir araç olarak kullanmaları mümkündür. Yakın geçmişte bunun pek çok örnekleri görülmüştür. Eski Sovyetler Birliği ve doğu bloku ülkeleri terörist örgütlere yardım etmişlerdir. Soğuk Savaş döneminin sona
ermesinden sonra devletlerin terörizme destek vermeleri giderek azalmasına rağmen tamamen ortadan kalkmamıştır. Devletin dış politikasında kullanmak için terörizme verdiği destek, basit yardımlar seviyesinde kalabileceği gibi, sponsorluk noktasına da ulaşabilmektedir. Günümüzde bu durum en çok Ortadoğu'da ortaya çıkmaktadır. Devlet sponsorlu terörizm, yani devletlerin kontrolü altındaki terörizm niteliği itibariyle de son derece önemlidir. Devletler, ateş gücü yüksek silahlar, para, istihbarat ve eğitim imkanı sağladıkları için, terörizmin bu türü, son derece tehlikeli ve yıkıcı olabilmektedir. Terörizm, devletin yaptığı sponsorlukla sadece sembolik bir fiil olmaktan uzaklaşmış, doğurduğu netice itibariyle de
yıkıcı hale gelmiştir. Yine devletlerin sponsorluğu teröriste yargılanmaktan kurtulacakları güvenli yerler temin ettiği için bu tür desteğe sahip terörizmle mücadele de zorlaşmaktadır. Devletlerin terörizme sponsorluk etmesi devletler arasında çatışmaları tahrik etmesi bakımından da son derece tehlikelidir. Türkiye, Suriye'nin pkk(terör örgütü)'ya verdiği desteği, bu durumun doğurduğu meşru müdafaa hakkını kullanmak hususundaki kararlığını göstererek kesebilmiştir.

Demokratik devletler de, değişik nedenlerle terörizme destek verebilmektedirler. Bu devletlerin terörizme verdikleri destek çoğunlukla sponsorluk seviyesine ulaşmamaktadır. Demokratik devletler, bazen ticari çıkarlari gereği terörist faaliyetlere göz yummakta; bazen olağan dışı şiddetten terörizim niteliğindeki suçların işlendiği toplumun hukuksal, siyasal ve toplumsal kurallarına göre kabul edilemeyecek şiddet anlatılmak istenmektedir. Bu çerçevede kurulu rejimin kendisini korumak için hukuk kurallarına uygun olarak kullandığı cebir terörizm değildir.

Terörizmle mücadele adına devlet terörizmine başvurmakta; bazen de, terörist stratejileri kullanarak iktidarını sürdüren hükümetlere destek vermektedirler. Bu tür hükümetleri devirmek için mücadele eden gruplar doğrudan kendi hükümetlerine destek veren hükümetleri de vurmakta ve küreselleşen iç savaşlar söz konusu olmaktadır. Destek olmasa bile, bir devletin kendi ülkesinde başka devletlere zarar veren terörist faaliyetlere göz yumması, devletlerin kendi ülkelerinde başka devletlere zarar veren faaliyetleri önleme görevi ile bağdaşmaz. ABD'nin işgali altında bulunan Irak'ta koşullar belli olmakla beraber. pkk(terör örgütü)'nın bu ülkedeki varlığının ila-nihaye sürmesini kabullenmek ya da görmezden gelmek mümkün değildir.

2 Dinsel Açıdan Meşrulaştırılmaya Çalışılan Terörizm ve Küresel Terörizm

Tarih boyunca, dinsel fanatizmin terörizme başvurduğu ve bunu söylemiyle meşrulaştırmaya çalıştığı görülmüştür. Ne dinsel fanatizm ne de bu fanatizmin terörizme başvurması her hangi bir dine mahsus bir durum değildir. Dünyanın bütün büyük dinleri terörizme karşı olmasına rağmen, her dinden fanatiklerin gerçekleştirdiği ve kendi dinsel söylemleriyle meşrulaştırmaya çalıştıkları terörizm örnekleri bulmak mümkündür. Bu tür terörizmin en korkunç örneklerinden birisi, Katolik inançlarına karşı gelenleri araştırıp cezalandırmak için kurulan engizisyon mahkemelerinin uygulamalarıyla ortaya çıkmıştır. İsrail Başbakanı İzak Rabin Kasım 1995'de Tanrı’nın emrini yerine getirdiğini söyleyen bir Yahudi fanatik tarafından öldürülmüştür. Günümüzde daha çok İslami söylemle meşrulaştırılmaya çalışılan terörizm ön plana çıkmaktadır. Bunun İslam korkusuna yol açmasına izin verilmemelidir. Amerika'da medya herhangi bir delil olmadan Oklahama Alfred Murrah Federal büro binasının bombalaması olayını İslami grupların üzerine atmış, bunun doğru olmadığı sonradan ortaya çıkmıştır. Terörizmin dini söylemle meşrulaştırılmasını Müslümanlığa bağlamak son derece yanlıştır ve sonuçları herkese zarar verecektir. Bununla beraber, böyle fanatik örgütlerin varlığını ve durumun ciddiyetini göz ardı etmek de mümkün değildir. Bu örgütlerin
sponsorluğunu yapan ve kontrol eden bir devlet bulunmamaktadır. Söz konusu örgütler uluslararası boyutta serbest hareket eden devlet altı aktör özellikleri göstermektedirler (şekil III’deki terörist örgütün d1i vurması). Örgüt yapısını oluşturan bağlar son derece gevşektir. Hatta bazı olaylarda organik örgütsel yapıların dahi bulunmadığı görülmektedir. Basın yayın organlarından yansıyan söylemlerden etkilenen ve daha önce herhangi bir organik örgütsel bağlantısı bulunmayan fanatiklerin harekete geçerek örgüt adına eylem yaptıkları görülmektedir. Bir anlamda örgüt eylemle tezahür etmektedir. Fiil enstrümantal özellikler göstermektedir. 11 Eylül saldırılarında görüldüğü gibi, hareketin doğurduğu neticenin büyüklüğü ciddi güvenlik sorunları yaratacak boyuttadır. Meşruiyetin sağlanması için dinsel söyleme başvurulmasına rağmen siyasi bir ajanda mevcuttur. El-Kaide ABD'yi Suudi Arabistan'dan ve genel olarak bütün körfez bölgesinden çekilmeye zorlamaya çalışmaktadır.

Müslüman dünyada işbirlikçi olarak gördükleri ve gerçek İslam'a ihanet etmekle suçladıkları bütün rejimleri yıkmak ve bütün Müslümanları gerçek İslam ilkelerine göre hükmeden Pan-İslamik bir halifelik etrafında toplamak istemektedirler. Ortaya çıkan bu yeni özellikleriyle terörizm, batı değerlerinin dünyaya hakim olmasını ifade eden küreselleşmeyle mücadele etmek için kullanılmaktadır. 11 Eylül 2001 bunun çok tipik bir örneğidir. Usame Bin Ladin, Soğuk Savaş döneminde Afganistan'ı işgal eden Sovyetler Birliği'ne Karşı, bizzat Amerika Birleşik Devletleri tarafından yaratılmış bir savaşçıydı. Bu çerçevede 11 Eylül terörü sadece sonuçları itibariyle değil, kaynağı itibariyle de, küreselleşmeye, yani onu doğuran soğuk savaşa bağlı olarak ortaya çıkmıştır. 11 Eylül terörünün hedeflerinin simgesel özellikleri de son derece çarpıcıdır. Pentagon Amerika Birleşik Devletleri'nin askeri gücünü, New York'taki Dünya Ticaret Merkezinin İkiz Kuleleri ise, uluslararası sermayenin ekonomik egemenliğini
simgeleyen hedeflerdi. Yani 11 Eylül terörü, Amerika'yı vurmuş gibi görünse de, aslında küreselleşme sürecine karşı yapılmış bir saldırıdır. Amerika Birleşik Devletleri bu sürecin lideri olduğu için saldırıya uğramıştır. Ciddi bir baş belası haline gelen küresel terörizme son vermek için sebepleri ortadan kaldırmak; bu maksatla, siyasi istikrar, barış ve refah ümidi veren bir örnek göstermek yararlı olabilir. Bu amaçla Türkiye'nin ılımlı İslam devleti olarak gösterilmesi laik yapısıyla bağdaşmaz. Bu noktada bir yumuşama beklenmesi, Türkiye'deki demokrasinin sürmesi ve gelişmesi açısından son derece yanlış olup kabul edilmesi mümkün değildir.

Sonuç

Esas olarak etkiye dayalı bir siyasi mücadele yöntemi olan terörizme, hem iç siyasette hem de dış siyasette başvurulabilmektedir. Terörizmin kullanıldığı farklı bağlamlar, terörizmin çeşitlenmesine ve değişik özellikler kazanmasına yol açmaktadır. Yeni bağlamlarda değişik özellikler taşıyan türlerin ortaya çıkması eski bağlamlardaki kullanımları sona erdirmemekte ve eski türleri ortadan kaldırmamaktadır. Terörizm farklı bağlamlarda kullanılmakta ve farklı özellikler gösteren terörizm türleri birlikte boy göstermektedirler.

Devlet terörizminin en önemli kaynağını oluşturan totaliter rejimlerin büyük ölçüde ortadan kalkmasına rağmen, yaygın işkence olayları, değişik tipteki diktatörlüklerin varlıklarını sürdürebilmek için devlet terörizmini kullanmaya devam ettiklerini göstermektedir. Özellikle bu devletler iç siyasetlerinde olduğu kadar dış siyasetlerinde de terörizme başvurmaktadırlar. Sayısı azalsa da hala terörizme sponsorluk yapan devletler vardır. Bu tür desteğe sahip terörizm, daha yıkıcı olmakta önlenmesi de daha zor olmaktadır. Küreselleşmeye karşı şiddete dayalı direniş küresel terörizmi doğurmaktadır. Bu çerçevede terörizme başvuran örgütler, bir
devletin kontrolü altında bulunmamaktadırlar. Devlet altı örgüt ve aktör kimliği göstermektedirler. Örgütsel yapılarını oluşturan bağlar son derece gevşektir. Oldukça yıkıcı olan eylemlerini dinsel söylemle meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.

SUNUM 1 BİTMİŞTİR

BU BÖLÜM ALTINDA YER VERİLECEK OLAN ÇALIŞMALAR TÜRKİYE CUMHURİYETİ GENELKURMAY BAŞKANLIĞI TARAFINDAN DÜZENLENEN "KÜRESEL TERÖRİZM VE ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ’’ SEMPOZYUMU'NDA YAPILAN SUNUMLARDAN OLUŞMAKTADIR.

Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumun’’daki düşünce ve yorumlar bildiri sunan yazarlara aittir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konudaki düşüncelerini yansıtmamaktadır. Bu Sempozyum Bildirileri içinde geçen resimler ve makalelerin her hakkı saklıdır. Ancak, kişiler tarafından yapılan çalışmalarda referans gösterilerek kullanılabilir.










SUNUM 2 SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GEÇİŞ VE TERÖRİZM

Dr. Boaz GANOR (İSRAİL)

11 Eylül 2001 tarihinden sonra uluslararası terörizmin çehresi değişmiştir. Bu noktadan sonra dünya bu tarihe kadar bilinmeyen terörizmin şiddeti ve kapsamını içeren yeni bir tehditle yüzleşmiştir. Maruz kalınan uluslararası terörizmin önemini anlayabilmek için, 1970’li yılların sonları ve 1980’li yılların başlarından itibaren etkili olan Sovyet Ordusu’nun eski komünist rejimi Müslüman mücahitlere karşı desteklemek amacıyla Afganistan’a saldırması nedeniyle patlak veren Afganistan savaşına gitmemiz gerekir. Buna karşılık mücahitlerde tüm Müslüman dünyasından ikinci süper kuvvet olan Sovyetler Birliği’ne karşı kendilerine yardım etmeleri çağrısında bulunmuştur.Bu çağrıya gönüllüler cevap vermiş ve Afganistan’ın her tarafında Sovyet Ordusu’na karşı savaşmışlardır. 10 yıl sonra, mücahitler ve İslam taraftarlarından oluşan grup bir araya gelerek şaşırtıcı bir zafer kazanmışlar, Afganistan’dan komünist güçleri uzaklaştırmışlardır. Din olgusu ile çarpışan savaşçılar, parlak bir zafer kazanmışlar, ‘’Allah’ın onlarla birlikte olmasından’’ başka bir şeye ihtiyaçları olmadığını, Allah’ın onları zafere ulaştırdığını ve sadece Allah’ın güç dengelerini değiştirebileceğine inanmışlar ve bunun da onları zafere taşıdığını belirtmişlerdir.

Uluslararası Terörizm Tehdidi

Günümüzde görevlerini tamamlamış olan Radikal Müslüman Grupları üç bölüme ayırabiliriz : ilk grup Afganistan’da kalan Usame Bin Laden’e bağlı “El-Kaide” terör örgütü bünyesinde birleşmiş gruptur. Diğer grup kendi ülkelerine geri dönerek bölgesel Dinsel motifli terörist organizasyonlara (Afganistan’da gönüllü olarak savaşanlardan bazıları halen de bu organizasyonlar içinde terörist faaliyetlerine devam etmektedirler) katılmışlardır. Üçüncü ve son grubu oluşturanlar da ana vatanlarına dönmek isteyen, fakat korku ve olumsuz etkilerden dolayı kendi ülkelerine girmelerine hükümetleri tarafından izin verilmeyenlerin oluşturduğu gruptur. Resmi olarak reddedilme ile silahlanmışlar, batı ülkelerinden politik sığınma hakkı talep etmişlerdir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere batı dünyasına radikal eylemcilerin yayılmaları bu şekilde gerçekleşmiştir. Bu ‘’Afgan Gaziler’’ Batıda yerleşmiş, bir çok olayda, uykuda olan terörist hücreleri olarak faaliyet göstermişler, yeni katılanlar ve ruhani liderler radikal İslam hiyerarşisine göre yerel ve diğer Müslüman göçmenlere katılım konusunda yardım etmişlerdir.

Batı dünyasını ve ılımlı Arap Müslüman rejimleri tehdit eden İslamcı radikal yapı bu şekildedir. Bin Laden tarafından yönlendirilen bu radikal İslam düşüncesi, tüm dünyaya yayılarak, dünyanın her tarafını fethetmek ve yalın şekilde ifade etmek gerekirse radikal İslam’ın ve onun kurallarının hakim olmadığı hiç bir yer kalmamasına dayanmaktadır.

İslam dininin Musevilik ya da Hıristiyanlık veya başka bir din ile karşılaştırıldığında az ya da daha çok şiddet yanlısı olduğu fikrini ifade edemeyiz. Gerçekte, aşırı İslamcıların ılımlı Müslüman’lara bakışları, bir Yahudi ya da Hıristiyan’a bakışlarından farklı değildir. Hatta daha da doğru ifade etmek gerekirse, ılımlı Müslüman’ların Müslümanlığın kabul görmüş konseptlerine aykırı olduğu, aykırı davrandıkları bu kesim tarafından savunulmaktadır.

Bin Laden’in İslam’ı tüm dünyaya yayma yolundaki büyük amacına üç aşamada ulaşmayı düşündüğü görülmektedir. Birinci aşama, kendi benimsediği İslam anlayışını Orta Asya ve Orta Doğu’da bulunan Müslüman Ülkeler’e yaymaktır. Neden özellikle bu ülkeler? Çünkü, halihazırda bu ülkelerde radikal İslamcı organizasyonlarının çok sayıda taraftarı vardır. Radikalizmin nüvesini oluşturan İslamcı hareketin yoğun ülkelerini sayacak olursak bunların, Afganistan, Pakistan, Mısır, İsrail, Filistin Otoritesi, Suudi Arabistan, Ürdün.. vb. ülkeler olduğunu görmekteyiz. İlk aşama başarıldığında bu ’’İslam’’ ülkeleri ikinci aşama için zemin oluşturacaklar Radikal İslam’ın Arap olmayan diğer ülkelere ya da Müslüman kesimin azınlıkta olduğu ülkelere: Türkiye, Sovyetler Birliği’nde mevcut olan eski Müslüman
Cumhuriyetler, Batı Çin’deki Xinjiang bölgesi, Filipinler, Endonezya, Malezya ve diğerleri gibi. 11 Eylül saldırısından sonra meydana gelen terör olaylarına bakacak olursak çoğunun Müslüman ülkelerde olduğunu görmekteyiz. Bu ülkeler; Türkiye, Fas, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Pakistan, Endonezya sayılabilir. Genellikle bu terörist saldırılar, ekonomisi turizme dayanan ülkelerdeki istikrarı sarsmaya yönelik saldırılardır. Bu sayfanın da başarılmasını müteakip, İslamcı radikalizmin son safhasına ulaşılmış olunacak, bu da batılı ülkelerde bu hareketi etkin hale getirmekten oluşmaktadır.

Bin Laden ilk aşamayı başarma yolunda Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin planlarının ılımlı Müslüman rejimlerle çatışmasını sağlayarak ABD Kuvvetlerinin ve etkilerinin Arap topraklarından çekilmesi gerektiğini kabul ediyor veya en azından inanıyordu. Bu ülkelere örnek olarak ta Suudi Arabistan, Kuveyt gösterilebilir. Etkin olarak, ABD’nin bu ılımlı Müslüman devletlerden izolasyonu sağlanmadan radikal İslam’ın bu ülkeler içinde yaygınlaştırılması güç olarak görünüyordu.

Bin Laden Amerikan çıkarlarına karşı terörist saldırıları, kendi mesajını kuvvetlendirecek yıldırım saldırı propagandası ile birleştirerek başarmayı planladı. Terörist saldırılar zinciri Eylül 2001 tarihinde meydana gelen korkunç New York ve Washington terörist saldırıları ile kendini gösterdi. 9/11 saldırıları ABD veya onun ekonomisini tahrip etmeyi ifade etmiyordu, korku yaratıp ABD yönetimi üzerinde baskı sağlayarak politikalarını değiştirme hedefine hizmet ediyordu. Fakat bu terörist saldırılar kendi içinde Amerikalıların izole edilmesi için yeterli değildi; etkili bir propaganda ile desteklenmesi gerekliydi. Bu nedenle, bin Ladin amacına yönelik olarak Amerikan kamuoyunu görüntülü ve sesli mesajlar ile etkilemek için bir propaganda kampanyası başlattı. Fakat Amerikalılar bu korkunç terörist saldırılar ile terörize edilemezdi. Korkuyorlardı, fakat reaksiyonları Bin Laden’in başarmak isteği amacın aksine bir vatanseverlik dalgası yaymıştı.

İslam’ı savunanlar ve onları destekleyenler terörist saldırıları açıklarken, Amerikan militarizmine ve sömürgeciliğine karşı bir savunma savaşı yaptıklarını ifade ediyorlardı. Fakat İslam’ı savunanlar Amerikan birliklerine karşı değil, Coca-Cola, McDonalds, İnternet, ve Microsoft’a karşı savaşıyorlar. Batı yaşam tarzı, modernizm, Amerikan kültürü tarafından tehdit edildiklerini hissediyorlardı. Bu Amerikan ayrımcılığının hiç bir şeyi çözemeyeceğini ifade eder.

SUNUM 2 / BÖLÜM 2 SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GEÇİŞ VE TERÖRİZM

Dr. Boaz GANOR (İSRAİL)

Uluslararası radikal İslam terörizm problemi bir şahsın problemi değildir. Osama Bin Ladin, ya da tek organizasyon El-Kaide daha ziyade, değişik alt kültürlerden gelen; Arap ve Müslüman ülkeler, batılı ülkelerde ve üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan Müslümanlar vb. gruplardan oluşan çok büyük, küresel hedeflerine ulaşmak isteyen uluslararası terörist şebekesidir. Bu terörist şebekesinin varlığı aslında modern tarihte tek ve yeni bir olgu değildir. Dünya geçmişte de 1960 ve 1970’li yıllarda Sovyetler birliğinin idaresi altında Komünist ve anarşist değişik terörist şebekelerin varlığına şahitlik etmiştir. Fakat radikal İslami terörizm aydınlanan dünyaya tahmin edilemeyen bir tehdit oluşturuyordu. Bu tam olarak bir sebep teşkil etmesinden ziyade bir kaç değişik tehlikeli kombinasyonun birleşimi olan bu grup tek bir vücuttur.

• Kökten dinciler dünya çapında radikal İslami düşünceyi yayma hedeflerini belirtilen ilahi komuta şebekesine bağlı üyeler vasıtasıyla aşırı şiddet ve terörizm vasıtasıyla yapabileceklerine inanıyorlardı. Bu zorlu savaşa inanış (Kutsal savaş) bu faaliyetlere katılanları tehlikeli hale getiriyordu, çünkü bunu tartışma ve uzlaşma olmaksızın Allah’ın
isteği olarak görüyorlardı. Savaş için ellerinden gelebilecek ihtiyaç neydi? Bunlar yanlış düşünce ile kökten dinci ayaklanma vasıtasıyla İsrail ile Filistin arasında çatışma yaratma amaçlanıyordu. Buna rağmen, radikal İslamcı terörizmin temeli ulusal çatışmadan ziyade dinsel kaynaklarla besleniyordu. Filistin çatışması sadece Bin Laden ve onun yardımcılarına hizmet ediyor, gerçekte, onlar Filistin Halkı’nın kaderi ile ilgilenmiyor, bunu sadece İslamcı sebepleri birleştirme yönünde kışkırtma ve bir fikri telkin etme yönünde istismar ediyorlardı. Bu kapsamda, aksine İsrail radikal İslam hareketinin ateşlenmesinde sebep olarak görülemez. İsrail batı ile işbirliği içinde olması nedeniyle ve radikal İslamın Avrupa ve batıya yayılmasını önleme yolunda şemsiye görevinde olan bir kurbandır.

• Geçmişteki diğer terörist organizasyonların ümitleri tükenmiş, orta tabakaya ait öğrencilerden oluşan bir anlık devrimci militanlarının aksine radikal İslam adına savaşanlar acemi değildir. Tersine, bir çok durumda, tecrübesi olan, tecrübesini Afganistan savaşı esnasında kazanmış savaşçılardır.

• Bu şebekenin üyeleri diğerlerinin aksine daha önce uygulanmış olan terörist metodları intihar saldırısı vb.. uygulamaktan asla çekinmezler. Yoğun dinsel duyguların bir sonucu olarak, bu tür terörist saldırıları İslam dinine aykırı olmasına rağmen icra etmekten şehitlik mertebesine ulaşacaklarına ve cennette yaşayacaklarına inandıklarından dolayı mutluluk duyarak icra ederler. İntihar saldırısı “saldırıyı yapanın da hayatını kaybettiği bir saldırı” türüdür. Terörist saldırı esnasında kendini öldürmeksizin saldırının başarılı olamayacağının farkındadır. Saldırı, teröristin giysisinin altına bağladığı patlayıcı madde ya da aracına yüklediği patlayıcıların aktif edilmesi ile gerçekleştirilir.

İntihar türü saldırıları değişik çeşitlerinin olması ve yanlış algılamalar sebebiyet verilmemesi için doğru olarak tanımlamak önemlidir:

Bir çok elverişli durumda, terörist saldırıyı icra edenin saldırı esnasında en iyi durumu kullanma yönünde bilgilendirildiği (örneğin otobüsü uçuruma doğru gitmeye zorladığı vb…) anlaşılmaktadır. Teröristin yakın zamanda hayatının tehlikede olmasına rağmen, yapacağı eylemde kendini öldürme zorlaması olmadığı sürece kendi hayatını tehlikeye atmama şansı vardır, bu bir “intihar saldırısı” olarak düşünülemez. Gerçek bir intihar saldırısında, terörist kendini öldürmeksizin intihar saldırısının gerçekleşemeyeceğinin bilincindedir. İntihar saldırısı modern terörizmde en etkili saldırı yöntemidir. İntihar saldırıları taktiğini kullanma, hedef seçilen bölgede duruma göre uygun zaman ve yer seçimi yapıldığında saldırının etkili olma şansını artırır. Bu garanti en üst düzeyde zayiat(Teknik anlamda bir zaman bombası ya da uzaktan kontrollu bomba kullanımı)’tır. İsrail’de, intihar türü eylemlerin oranı tüm terörist saldırıların içinde 2001-2004 yılları arasında %50’den azdı. Buna karşın kayıplara bakıldığında intihar türü eylemlerde meydana gelen kayıplar %50’nin üzerindedir. Bu kapsamda intihar bombacısı “akılllı bomba” gibidir bir taşıyıcı patlayıcı maddeyi uygun yere taşır ve uygun zamanda patlatır. Ancak bu tür eylemi yapmak terörist organizasyonlar için tek bir amacı içermemektedir.

Titizlikle icra edilmiş bir saldırının sonuçları bir çok kayıp ve zararın yanısıra medyada da geniş bir yankı yaratmasıdır. Teröristin büyük bir kararlılık ve eğilimle kendini kurban etmesi, öldürmesi medya için haber yapmaya değer bir olaydır. İntihar saldırısında, teröristin bombayı patlamasıyla birlikte hemen hemen saldırının başarısı garantidir. Bir intihar saldırısını, terörist hedefine doğru yönelmişken engellemek son derece zordur. Güvenlik güçleri teröristi planladığı hedefine ulaşmadan durdurmayı başarsa dahi teröristin bombasını patlatıp zarar verme ihtimali mevcuttur. İntihar saldırılarının bir kaçış planına ihtiyacı yoktur. Eylemi yapan ve suçu işleyen kişinin, eylem sırasında ölmesi sebebiyle, eylemden sonra yakalanma ve güvenlik güçleri tarafından sorguya çekilme gibi korkusu da bulunmaktadır. Dolayısıyla bundan sonraki eylemlerin tehlike altına girmesi söz konusu değildir. Tüm bunlar (yukarıda belirtilmiş olan tanım çerçevesinde) terörist saldırıların “örgütlü saldırılar” olduğunu göstermektedir. Bir terörist örgüt tarafından başlatılmaları, hazırlanmaları ve düzenlemeleri sebebiyle, terörist saldırılar “kişisel girişimlerin” sonucu değildir. Terörizmin bu etkili modern taktiği, yöntem olarak, gerek örgütsel düzeyde, gerekse eylemi gerçekleştiren tarafından rasyonel (akılcı) bir karar alma sürecinin sonucudur. İslamcı radikal intihar eylemcisi, şehidin ve ailesinin önemli ödüllere layık olacağına, kendisinin ve ailesinin sosyal statüsünün öldükten sonra iyileşeceğine/artacağına inanmaktadır. Burada şehidin ailesi saldırılar sebebiyle onur ve övgünün yanı sıra para ile de ödüllendirilir.

Terörist saldırılardan sağlanan sözü edilmiş “faydaların’’ yanı sıra, “şehit” olan kişi (kendi inancına göre), cennette sonsuz bir yaşam, akrabalarından 70 kişiye cennette bir yaşam vaadi imtiyazı ve cennette kendisine hizmet edecek 72 hurinin olması gibi bazı kişisel faydalar da elde etmektedir.

Uluslararası radikal İslami terörist ağın liderlerince yapılan açıklamalar ve saldırıların sistemdeki diğerleri tarafından başarılı bir şekilde önlenmesi, küresel radikal İslamcı teröristlerin gerektiğinde amaçlarını gerçekleştirmek uğruna, hiç acımadan ya da pişmanlık duymadan, kimyasal, biyolojik ya da hatta nükleer silahlar gibi konvansiyonel olmayan araçlar da kullandıklarını göstermiştir. Konvansiyonel olmayan saldırı olasılığını belirlemek için olası konvansiyonel olmayan saldırı çeşitlerini tasnif etmek faydalı olacaktır.



SUNUM 2 / BÖLÜM 3 SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GEÇİŞ VE TERÖRİZM

Dr. Boaz GANOR (İSRAİL)

Post-Modern Terörizm


Saldırıları, saldırılarda kullanılan maddelere kimyasal, biyolojik, nükleer ya da radyolojik- göre tasnif etmek yaygınken, bu tasnifi ulaşılması tasarlanan sonuca göre de yapmak mümkündür. Bu bağlamda konvansiyonel olmayan araçlarla gerçekleştirilen saldırılar “sınırlı” olabileceği gibi “sınırsız” da olabilir. “Sınırlı” bir konvansiyonel olmayan saldırı genel terörist bombalamalardan sadece kullanılan yöntem açısından farklılık göstermektedir. Konvansiyonel bir saldırı durumunda olduğu gibi, sınırlı konvansiyonel olmayan bir saldırı, saldırı mahallinde ya da yakın çevresinde çok sayıda insanın ölümüne sebep olmayı hedeflemektedir. Ve konvansiyonel terör saldırılarında olduğu gibi, bu tip terör saldırıları da, çok sayıda ölüme sebebiyet vermek ve halk arasında endişeyi arttırmak suretiyle medyanın ve halkın dikkatini terör örgütünün mesajlarına ve taleplerine çekmeye çalışmaktadır. Bu, gerçeği değiştirmek için dolaylı bir hareket tarzıdır. Sınırlı bir konvansiyonel olmayan terör saldırısı, kapalı bir yere kimyasal madde yaymak, yiyecek ve su kaynaklarını kirletmek ya da seçilmiş bir mahalde patlayıcılar aracılığıyla radyolojik etkiler yaymak yoluyla da gerçekleştirilebilir.

ŞEKİL: Kimyasal saldırılar genellikle kapsam açısından “sınırlı” olmakla birlikte biyolojik saldırılar, Anthrax ya da diğer bulaşıcı olmayan hastalıkları gibi bir kaç örneğin dışında, genellikle “sınırlı değil”dir. Radyolojik saldırılar kapsamı açısından “sınırlı”yken, nükleer saldırıların, boyutları ve etrafa saçmış oldukları şiddetli ekolojik etki düşünüldüğünde her zaman “sınırsız” olmuşlardır.

“Sınırlı” saldırıların aksine, “sınırsız” saldırılar sadece belirli ve odaklanılmış bir kamu alanında zarara ve kıyıma sebebiyet vermeyi veya endişe yaratmayı amaçlamamaktadır. Daha ziyade büyük alanları (şehir, kasaba, köy, belirli bir coğrafi alan, vs.) yıkmayı ya da kirletmeyi hedeflemektedir.

Bu iki çeşit saldırının kavramsal temelleri birbirinden farklıdır: Taktik ya da sınırlı, konvansiyonel olmayan terör, siyasal gerçekliği korkutma yoluyla değiştirmeye yarayan bir manivela vazifesi görmeyi amaçlarken; sınırsız, konvansiyonel olmayan terör ise çok sayıda insanı yok ederek, büyük coğrafi alanları kirletmek, vs. suretyile siyasal gerçekliğin kendisini fiili olarak değiştirmeye çabalamaktadır. Bu çeşit bir saldırının kamunun morali üzerindeki -insanların hükümet kurumlarına ve değerlerine olan güvenini tamamen sarsacak kadar kötü bir psikolojik etkisi olabilir. Bu etki olmadan dahi sınırsız ve konvansiyonel olmayan saldırılar, saldırılan mahalde çok büyük ve uzun süreli zararlara neden olabilmekte ve aynı zamanda gerçekliği değiştirebilmektedir. Bu nedenle “sınırlı” konvansiyonel olmayan saldırılar, modern terörizmin en uç noktası olarak değerlendirilmelidir. “Sınırsız” konvansiyonel olmayan terörizm ise aslında post-modern terörizm olgusudur.

“Sınırsız” konvansiyonel olmayan terörist saldırılar için terörist örgütler öncelikle nükleer ya da biyolojik silahları, ardından kimyasal silahları tercih etmektedir. Radyolojik maddeler genel itibariyle bu tip saldırılara uymamaktadır. En temel sorulardan biri: Bir terör örgütünün konvansiyonel olmayan teröre yöneleceği ihtimalinin göstergeleri nelerdir? Bir örgütün hem operasyonel kabiliyeti ve hem de böyle bir saldırıyı gerçekleştirmek için motivasyonunun bulunması gerekmektedir. Uluslararası terörizmin 11 Eylül sonrası eğilimlerine dayanan ve terör örgütünün motivasyonu ve operasyonel kabiliyetinin anahtar göstergelerine göre, sınırlı konvansiyonel olmayan bir saldırının gerçekleşmesi ihtimali sınırsız saldırıların gerçekleşmesi ihtimaline göre çok daha kuvvetlidir. Ancak radikal İslamcı terörist örgütlerin sınırsız konvansiyonel olmayan saldırılarda bulunma motivasyonuna sahip olabilecek ve operasyonel kabiliyet kazandıkları anda böyle bir saldırı gerçekleştirmek isteyebileceklerdir.


SUNUM 2 / BÖLÜM 4 SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GEÇİŞ VE TERÖRİZM

Dr. Boaz GANOR (İSRAİL)

Terörizmle Mücadele Denklemi


Terörizmle mücadele denklemi, terörist eylemlere girişme güdüsü ve bu güdüyü gerçekleştirebilme kabiliyetinin bir bileşimidir. Bu iki temel şart geçmişteki, bugünkü ve gelecekteki terörizmin boyutlarını ve özelliklerini belirlemektedir. Terörizm denkleminden hareketle, terörizmle mücadele denklemi oluşturulabilir. Terörizmle mücadele ederken terörist örgütlerin eylemlere girişmelerini azaltacak ya da önleyecek ve teröristlerin saldırılarda bulunma güdülerini azaltacak ya da ortadan kaldıracak çok çeşitli faaliyetlerde bulunmak
gerekmektedir. Kuşkusuz her iki değişkeni de zayıflatmak umut edilmektedir; fakat terörizmle mücadeledeki temel çelişki, terörist örgütlerin bir eyleme girişme kabiliyetine zarar vermek üzere yürütülen harekatlar başarılı oldukça, sadece teröristlerin mevcut motivasyonlarının daha da çok kuvvetlendiğini görmekteyiz. 2. Şekil, bu çelişkiyi göstermekte ve operasyonel kabiliyeti azaltacak araçlarla terörist eylemlerde bulunma motivasyonunu düşürmek arasındaki gerekli terörizmle mücadele bileşimini sunmaktadır.

Şekilde “terörizmin seviyesi”ni gösteren doğru, üzerindeki alanda terörist eylemlerin gerçeklemesi olasılığının bulunduğu ve altındaki alanda terörist eylemlerin gerçekleşmeyeceğini belirten doğrudur. Kırmızı çizgi, bir terör örgütünün belirlenmiş bir noktada, zamanında terörist eylemde bulunmasını sağlayan motivasyon seviyesini gösterirken, mavi çizgi örgütün belirli bir zamanda eylem gerçekleştirme kabiliyetini temsil etmektedir.

Şekil, bir grup insanın belirli bir siyasi amacı gerçekleştirme motivasyonuyla başlamaktadır (A). İlk başta, motivasyon seviyesi, bir terörist saldırıyı gerçekleştirmek için gerekli olan eşiğin altındadır. Fakat daha sonra pek çok sebepten ötürü, aynı grup, sivillere karşı şiddet eylemlerine girişmek, ki bu terörizmdir, suretiyle amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu durum, motivasyonun asgari eşiğin üstüne çıkmasıyla vuku bulmaktadır. Bu noktada, bir örgütte bir araya gelen insanlar, terörist saldırılarda bulunmalarını sağlayacak yetenekleri kazanmaya çalışmaktadırlar (C). Bu yetenekler bir terörist saldırıda bulunmak için asgari yeterliliği geçtiğinde (“terör” çizgisini geçtiğinde), örgüt artık bu saldırıyı gerçekleştirmekle mesuldür. Bu nokta da terörizmle mücadele eden ülke terörist örgüte karşı etkin taarruza yönelik karşı-terör faaliyetlerine girişmektedir (D). Bu karşıterör faaliyeti örgütün operasyonel yeteneklerini azaltmakta ve bu eylem ne kadar odaklı ve başarılı olursa olsun, örgütün yeteneklerini terör çizgisinin altına - terörist bir eylemde bulunmak için gerekli asgari yeteneğin bulunduğu seviyeye çekmektedir. Ancak taarruza yönelik karşı-terör faaliyetlerin etkisi, ne kadar etkili de olsa, kısa sürelidir. Belirli bir süre geçtiğinde ise (E), örgüt zararını onarmak ve operasyonel yeteneğine gelen zararı telafi etmek için çalışmaktadır. Ardından yetenek çizgisi bir kez daha terörizm eşiğini geçene kadar yukarı çıkmaya başlamaktadır. Aynı zamanda, belirtildiği gibi, taarruza yönelik karşı-terör faaliyetleri ya da yöntemleri, örgütün terör eylemlerine yönelme motivasyonunu arttırmakta, hatta belki de tırmandırmaktadır. Motivasyondaki artış bir süre sonra, ülkenin taarruza yönelik karşı-terör faaliyetlerinden önceki halinin daha üstünde bir seviyede sabitlenmektedir.

Eğer ülke, terör örgütüne (F) karşı etkili ya da etkin olmayan bir taarruza yönelik faaliyet izlerse örgütün operayonel yeteneği zedelenmeyecek ve sadece intikam saldırlarında bulunma
motivasyonu artacaktır.

Etkili bir taarruza yönelik karşı-terör faaliyeti planlamak ve yürütmek karmaşık ve zor bir görevdir; ancak bu zorluk, bir terör örgütünün motivasyonu ortadan kaldırmaya yönelik mücadele etmekle kıyaslandığında göreceli olarak göz ardı edilebilecek bir zorluktur. Bu
durumda terör örgütünün motivasyonuyla mücadelede alınabilecek en nihai tedbir, terör örgütlerinin siyasi isteklerine boyun eğmek ya da bunlara razı olarak ortaya çıkabilir. Bunun terörizmle mücadelede uygun bir alternatif olması düşünülemez. Zira teröristlere karşı
verilecek her türlü taviz, onların taleplerinin artmasına ve yeni taleplerle ortaya çıkmalarına sebep olacaktır. Etkili ve iyi bir terörle mücadele politikası için terörizme sebep olan motivasyonları azaltacak adımlar atmak son derece önemlidir. Bu adımlar, örgütü destekleyen insanlara insani yardım, sosyal refah faaliyetlerini, eğitim ve bu sektörde tanıtım, örgütü destekleyen grupların temsilcileriyle müzakere etmek- terörist eylemlere karşı olan ya da en azından bu eylemlere karışmamış ve karışanlarla gizli olarak irtibatta olmayan kimseler. Tüm bu faaliyetler, çatışmayı yatıştırmayı, şiddet içermeyen yollardan bir çözüm ve geçici anlaşma ortaya koymayı, insanları kazanmayı ve bir çözüm yolu olduğuna inandırmayı amaçlamaktadır. Etkili bir taarruza dayalı terörle mücadele faaliyetinin olası etkisi, ne kadar ani ve somut olursa; motivasyonla mücadele tedbirleri uzun vadeli olacaktır. Bunlar ne kadar etkili olursa, etkilerini gelecek yıllarda da, gelecek nesilleri vurgulamaya gerek yok, görmek o kadar mümkün olacaktır. Akabinde terörist faaliyetlere girişme motivasyonunun seviyesi düşmektedir (G).

Motivasyondaki bu düşüş, teröristlerin hislerini temsil etmek durumunda değildir. Ancak esas olarak örgütü destekleyen insanların hislerini temsil etmektedir. Terörle mücadelede atılacak olan adımlar, onların terörizmi desteklemelerini önlemek için öncelikli olarak bu insan topluluğunu hedef almalıdır. Ayrıca bu yolla teröristler izole edilecek ve örgütün en zorlu ve karalı kısmına yönelik taarruz tedbirleri almak daha kolaylaşacaktır. Aslında motivasyonla mücadele tedbirlerinin amacı, teröristleri destekçilerinden uzak tutmaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, motivasyonla mücadele tedbirleri ne kadar etkili olursa, zaman içerisinde terörist saldırılara girişme motivasyonunun seviyesinde (terör eşiğinin altına kadar) bir düşüş bekleme ihtimalimiz de artmaktadır (H). Öte yandan motivasyondaki bir düşüş, terörist saldırılarda bulunabilme yeteneklerini etkilememektedir. Bu, sınırı bir motivasyonun sonucu tükenmiş eylemlerin olduğu, fakat eylemlere girişme yeteneğinin, onları gerçekleştirmek için gerekli olan eşikten daha çok olduğu, patlayıcılarla dolu bir varilin üzerinde oturan biriyle karşılaştırılabilir. Bu durumda, operasyonel kabiliyetleri kısıtlamadan, motivsayonda geçici bir artışa sebep olan herhangi bir faktör (bir ülke tarafından taarruza yönelik bir faaliyet, örgüt içi ya da örgütler arası ilişkiler, dış baskılar, vs.) bir terörist saldırıya ya da ardarda terörist saldırılara sebep olabilir. Bu nedenle, etkili bir terörizmle mücadele kampanyasında ihtiyaç duyulan kombinasyon, örgütün en zorlu ve kararlı kısmına, liderlerine, eylemcilerine, fiziki ve finansal alt yapısına, bir daha kendini toparlayamayacak ve operasyonel yeteneklerini geliştiremeyecek şekilde yönelik taarruz tedbirleri almakla birlikte teröristleri destekçilerinden uzak tutmak için girişilecek olan motivasyonla mücadele faaliyetleridir (I).



Üçüncü milenyumun başında görünen odur ki, terörizm tabiatı ve etki alanı itibarıyla modern batı medeniyetine karşı somut ve ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Böylece, radikal İslami terörizme karşı mücadelede, uluslararası işbirliği için yeni yaklaşımlara duyulan ihtiyacın aciliyeti artmıştır. Artık, bilinen formüller temelinde uluslararası işbirliğinin oluşturulması ve geliştirilmesi yeterli görülmemektedir. Daha ziyade, uluslararası ortak karşı terörizm kampanyasının geliştirilmesi gerekmektedir. Uluslararası işbirliğinden ortak karşı terörizm kampanyasına geçiş sadece semantik bir değişimi değil, bunun yanında ortak bir mücadele ruhuna ve uluslararası seviyede ortak hareket etme konusundaki yeni bir anlayışın oluşmasına işaret etmektedir. Doğal olarak, uluslar arası ortak karşı terörizm kampanyasına geçiş yukarıda belirtilen işbirliğinin geliştirilmesine ve genişletilmesine duyulan ihtiyaç ile çelişmemektedir. Bununla birlikte, daha etkin uluslararası bir çaba için, karşı terörizmin bütün öğeleri ve katmanları ile ilgili ortak altyapıların oluşturulması da gerekmektedir.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
Devamı

SUNUM 2 / BÖLÜM 5 SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDEN GEÇİŞ VE TERÖRİZM

Dr. Boaz GANOR (İSRAİL)


• “Terörizmle Savaşan Milletler Cemiyeti’nin Kurulması”

Terörist Örgütler ve terörizmi destekleyen ülkelere karşı etkili bir tepki gösterebilmek maksadıyla daimi statülü uluslararası bir anti-terörizm kuruluşu oluşturularak, bu kuruluşa terörizmle ilgili faaliyetlerde bulunan ülke ve örgütleri tespit etme, tanımlama ve bunlara karşı uygulanacak yaptırımları ve izlenecek hareket tarzlarını belirleme yetkisi verilmelidir. Bu kuruluş açıkça tanımlanmış ve kabul görmüş bir otorite temelinde çalışmalıdır. Bu kuruluş bünyesinde değişik ülkelerden gelen ve küresel terörizmle ilgili konularda çalışan uzmanlar bulunacak, yapılan çalışmalar neticesinde her yıl terörizmi destekleyen ülkelerin listesi yayımlanacaktır. Daha sonra, bu listede yer alan ülkelere karşı, terörizmle ilişkilerini kesmeleri veya sınırlandırmaları maksadıyla ve terörizme verdikleri destek ölçüsünde, uluslararası yaptırımlar uygulanabilir.

Tüm bu bahsedilen konuların hayata geçirilmesi için öncelikli olarak “terörizmin tanımı” ve “terörizmle ilişkili faaliyetlerin ve değişik seviyelerinin sınıflandırılması” konusunda uluslararası seviyede genel bir görüş birliğine ihtiyaç duymaktadır. Ancak, başlangıçta az sayıda ülke tarafından kurulacak ve daha sonra diğer ülkelerin de katılımı ile güçlenecek bir “Terörizmle Savaşan Ülkeler Cemiyeti” vasıtasıyla hedeflerin bazılarının gerçekleştirilmesi mümkün olsa da, bu yöndeki uluslararası bir girişimin başarısız olma ihtimali yüksek görülmektedir. Birleşmiş Milletler (BM) bu rolü üstlenmelidir. Fakat geçmiş tecrübeler göstermektedir ki, BM’in uluslararası terörizme ve özellikle de terörizmin sponsorlarına karşı etkin bir kampanyaya önderlik etmesi beklenmemelidir.

• Yasama ve Yargı Faaliyetleri

Terörizm suçları için uluslararası bir mahkeme kurulmalıdır. Bu mahkeme ile, terörizm suçlarına hiçbir vurgu yapılmadan sadece suç veya savaş suçları işledikleri zannıyla şahısları yargılama yetkisine sahip Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanının kuruluşundan beri gözlemlenen terörizm suçlularının yargılanması ile ilgili boşluk doldurulabilir. Böylelikle, uluslararası terörizm suçları mahkemesi terörizmin beynelmilel kabul edilmiş tanımı ve redife edilmiş uluslararası yasalara uygun olarak teröristlerin yargılanmaları görevini ifa edecektir. Bu mahkeme ayrıca, uluslararası kuruluşların gerektiğinde terörizm konusunda yeni yasal düzenlemeler geliştirmelerini de teklif edebilecektir.

• İstihbarat

“Terörizmle Savaşan Ülkeler Cemiyeti” dünya üzerindeki terörist örgütlere karşı kendi istihbarat kaynaklarını kullanmalıdır. Bu kuruluşun uluslararası istihbarat organı gerçek zamanlı ikaz verileri (real-time warning data), ve terörist örgütlerin karakteristikleri, imkan kabiliyetleri, niyetleri ve hareketleri ile ilgili bilgileri temin edecektir.

• Akademik Faaliyetler

Terörizm diğer hiç bir vakanın olmadığı kadar büyük bir disiplinler arası meseledir. Hemen her akademik disiplin (Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler, Ortadoğu Çalışmaları, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, bilgisayar bilimi, hukuk, biyoloji, kimya, fizik ve pek çok diğerleri.) terörizmin bir yönü ile ilgilidir. Bu sebeple, terörizmle mücadele yönetimi mümkün olduğunca geniş bir perspektif ve analitik kabiliyet gerektirmektedir. Akademik sistem elde mevcut tüm bilgi ve veriler ile teçhiz edilmelidir. Bu çabaların bir parçası olarak, en üst düzeyde akademik beyinlerin katılımı ile uluslararası akademik bir araştırma ağı kurulmalıdır. Bu akademik ağ terörizmin önlenmesi konusundaki araştırmalara
yönlendirilmeli, gerekli finansal kaynaklar sağlanmalı, dünya üzerindeki değişik araştırmacılar arasında irtibatlar tesis edilmeli, çalışma grubu toplantıları düzenlenmeli ve ortak akademik veri tabanlarının tesis edilmesine yardım edilmelidir.

• Eğitim ve Bilgilendirme Faaliyetleri

Bu hayati meselede uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek için, terörizmle mücadele eden ülkeler ile diğer ülkelerdeki eğitim ve bilgilendirme faaliyetlerinin uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. Uluslararası uzmanların bir araya geleceği bir yapı oluşturularak, ortak halkla ilişkiler ve eğitim faaliyetlerinin düzenlenmesi ve farklı ülkelerdeki eğitim sistemlerinin uyum içinde çalışmaları sağlanmalıdır. Bu yapının, özellikle radikal İslami endoktrinasyon karşıtı mücadelenin bir parçası olarak, Müslüman ülkelerdeki eğitim ve bilgi sistemlerine destek sağlaması önem arz etmektedir.


Kontr-Terörizm konusunda çeşitli ülkeler tarafından elde edilmiş tecrübeler, bu konuda yeterli tecrübeye sahip olmayan diğer ülkelere yardımcı olmak maksadıyla kullanılabilir. Bu konudaki bilgiler ortak eğitim faaliyetleri (ortak kontr-terörizm kursları, personel değişim programları, taktik eğitimler, stratejik eğitimler, vb.) yoluyla karşılıklı olarak iletilebilir.

Bir diğer işbirliği yöntemi de teknolojik bilgilerin paylaşılmasıdır. Teröristlerin uzak mesafeden tespiti ve etkisiz hale getirilmesi, dinleme, gözetleme, komuta kontrol ve istihbarat faaliyetlerinin icrası, patlayıcı maddelerin, kimyasal ve biyolojik ajanların tespiti ve etkisiz hale getirilmesi, toplumsal olaylara müdahale (kalabalığın kontrolü) ve asayişin yeniden tesisi maksadıyla çeşitli teknolojik imkanların geliştirilmesi için ortak bir çaba sarf edilmelidir. Bütün bu alanlardaki ortak uluslararası teknolojik çabalar nihai sonucun istenilen düzeyde olmasını sağlayabilir, araştırma-geliştirme maliyetini azaltabilir ve faaliyetlerin icrası için gereken zaman dilimini kısaltabilir. Ortak teknoloji timleri, tüm çabalarını çeşitli ülkelerde kazandıkları teknik tecrübelere dayandırırken, klasik teknik problemleri ve ürün geliştirme sürecindeki engelleri kolaylıkla aşabilirler.

Uluslararası anlaşmalar sistemi ülkelerin kendi sınırları dahilinde üslenmiş olan yabancı terörist örgütlere ve terörist örgütlere yardım sağlayan kuruluşlara karşı işlem yapmalarını temin edecek yaptırımları ihtiva etmelidir. Ülkelerin terörizmin finans kaynaklarına (terörist eylemler için yardım toplanması, para aklama, sosyal yardımlaşma görüntüsünde fonların kamufle edilmesi) yönelik önleyici tedbirler almalarını temin eden ve bankaların terörist örgütlerin veya faaliyetlerinden şüphe duyulan kuruluşların bankacılık işlemleri ile ilgili bilgileri güvenlik güçlerine bildirmesini zorunlu kılan yasal düzenlemeler de yapılmalıdır. Bunlara ilaveten, teröristlerin ve destekçilerinin iadesi, terörist örgütlere üye olmanın ve terörizm kapsamındaki faaliyetlerin (İntihar bombacılığı, gasp, cinayet ve sabotaj) yasaklanması, bir ülkeye belirli durum ve şartlarda diğer bir ülke topraklarında terörist örgütlere karşı kontr-terörist operasyonları icra etme hakkı verilmesi gibi hususları öngören uluslararası yasal düzenlemeler de gerçekleştirilebilir.

Her şeyden önce, “terörizm” teriminin uluslararası kabul görmüş, objektif bir tanımı yapılarak, bu konuda bağlayıcı ortak bir paydanın formüle edilmesi gerekmektedir. Bu tanım mümkün olduğu kadar dar ve sınırlı olmalı, böylece ortak bir anlayış için mümkün olan en geniş temel oluşturulmalıdır. Bu çerçeveye uyan bir tanım şöyledir: “Terörizm belirli politik sonuçları elde etmek maksadıyla sivillere karşı yöneltilmiş bilinçli şiddet kullanımıdır.” Bu tanım, saldırganların hedeflerinin ne ölçüde adil ve meşru olmasına bakılmaksızın hiçbir zaman kabul edilemez bir noktanın sivillere karşı bilinçli şiddet kullanımı (Terörizm) olduğunu vurgulayarak, teröristlerin hedefleri ve eylem tarzları arasında bir ayırım yapmaktadır.

Uluslararası topluluk, uluslararası “küresel cihad” terörizminin dünya güvenliğine yönelttiği tehdidi kabul etmeden, medeni ülkelerin şahsi çıkarları değişmeden, kontr-terörizm faaliyetlerinin bir ülkenin en önemli görevi olduğu gerçeğini vurgulamadan ve “terörizm” teriminin uluslararası kabul görmüş bir tanımını benimsemeden, terörizmle mücadele konusunda gerekli olan uluslararası kuruluşları hayata geçirmeye, modern ve post-modern terörizm tehdidi ile savaşabilmek için ihtiyaç duyulan uluslararası stratejileri uygulamaya muktedir olamayacaktır.



BU BÖLÜM ALTINDA YER VERİLECEK OLAN ÇALIŞMALAR TÜRKİYE CUMHURİYETİ GENELKURMAY BAŞKANLIĞI TARAFINDAN DÜZENLENEN "KÜRESEL TERÖRİZM VE ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ’’ SEMPOZYUMU'NDA YAPILAN SUNUMLARDAN OLUŞMAKTADIR.

Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumun’’daki düşünce ve yorumlar bildiri sunan yazarlara aittir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konudaki düşüncelerini yansıtmamaktadır. Bu Sempozyum Bildirileri içinde geçen resimler ve makalelerin her hakkı saklıdır. Ancak, kişiler tarafından yapılan çalışmalarda referans gösterilerek kullanılabilir.










SUNUM 3 YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR

Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)



Günümüz terörizminin temel aldığı “fiili propaganda” kavramı ilk olarak 19 ncu yüzyılda İtalyan Cumhuriyetçi Carlo Pisacane tarafından ortaya atılmıştır. Bu inanışa göre şiddet toplumun algılamasını etkilemede tek güvenilir katalizör görevindedir. İlk olarak insanların dikkatini çeker, sonra da peşinden sürükler. Pisacane 1857 yılında fikirlerini Bourbonlar’a karşı uygulamaya koymaya çalışırken öldü ancak yöntemleri kısa sürede İrlanda’ya bağlanmak için mücadele eden Fenianların yaşadığı Britanya adalarındaki teröristler tarafından benimsendi. İngiliz yönetimine karşı başkaldırı Mart 1867’de bastırılınca Fenianlar hareketlerini anakaraya taşıdılar ve biri polis memuru on üç kişiyi öldürdüler. Geniş çaplı bombalama eylemlerinin başlamasında çekinen İngiliz İçişleri Bakanlığı Robert Anderson isminde genç bir Anglo-İrlandalı hakimin himayesinde tam yetkiyle donatılmış kendi “Gizli Servis Teşkilatı”nı kurdu. Tamamen şans eseri Anderson, Amerika’da Fenianlar ile yakın ilişki içerisinde olan bir İngiliz’i işe aldı ve aralarına sızmasını sağladı.

Thomas Billis Beach, Henri le Caron takma adını aldı ve Illinois Lockhart’ta kendisinin komutanı olduğu bir kamp kurdu. Kısa zamanda yükseldi. Önce IRA’nın Askeri Örgüt Sorumlusu, ardından Genel Müfettiş oldu ve Anderson’ı IRA faaliyetlerini en ince ayrıntısına kadar bilgilendirdi.

1880’lerin başında Fenianlar anakarada yeni bir bombalama hareketi başlattılar. Bunun sonucunda yedi yaşında bir erkek çocuğu hayatını kaybetti ve Başkent Polis Kriminal Soruşturma Dairesi özel bir Fenian Şubesi kurdu. Bu asi hareket 1882’de Dublin’de Phoenix Park’ta yürüyüş yapmakta olan İrlanda’dan Sorumlu Başsekreter Lord Frederick Cavendish ve onun daimi müsteşarı Thomas Burke’nin bir suikast sonucu öldürülmesiyle tırmanışa geçti. Terörist faaliyetler 1883 yılında Londra’da patlayan ona yakın bombadan adını alan Dinamit Savaşı’nda zirveye ulaştı. İçişleri Bakanı Sir William Vernon Harcourt sonunda adı Özel Şube olacak bir oluşumu başlattı. Kendisi gelişmeleri “bu anlık tedavisi olan geçici bir olağanüstü hal değildir. Fenianizm, İngiliz idaresine karşı süregelen bir komplodur. Bu komplo benim ömrümü aşacaktır ve onu tespit ve kontrol edecek sürekli bir teşkilat lazımdır” şeklinde tanımlamıştır. Mart 1883’te Başkent Polis Teşkilatı göreve seçilme nedeni için “İrlandalı hergelelerin dilinden anlar ve onlarla iletişim kurabilir” yazan Binbaşı Nicholas Gosselin’in idaresinde bir ajanlar ağı ile çalışan İrlanda Bürosu’nu kurdu. Başlangıcı çok hayırlı olmadı. Kurulmasından neredeyse bir yıl sonra Fenian Dinamitçilerinin anakarada düzenlediği bir dizi bombalı saldırıya doğrudan bir tepki olarak Scotland Yard ofislerinin altındaki umumi tuvalette bir bomba patladı ve binanın büyük bir kısmını tahrip etti, çok ciddi düzeyde de yaralanmalara neden oldu. Ancak Büro hayatta kalmayı başardı ve dört yıl sonra Özel Şube adını aldı ve bugüne dek terörle mücadelede İngiliz polisinin ana merkezi olmaya devam etti.

Pisacane’nin görüşleri 1878’de Rus devrimciler tarafından da benimsenmişti, Narodnaya Volya (Halk İradesi). Ancak devrimcilerin terörizme çekingen bir biçimde yaklaşmaları Pisacane’nin toplumda kabul görmüş fikirleri değiştirmek için şiddet kullanma konusundaki görüşünü anlayamadıklarının bir göstergesiydi. Narodnaya Volya, Çar’ın yönetiminin kilit elemanları olarak adlandırılabilecek kimseleri, üst düzey memurları ya da kraliyet ailesi mensuplarını öldürme girişimlerinde bulundu. Örgütün mensupları “bir damla bile gereksiz kan akıtılmamalı” görüşüne sıkı sıkıya bağlandı. Kendi kendilerine getirdikleri uygulanması imkansız kısıtlamalar yüzünden kendi faaliyetlerini sekteye uğrattılar. Mart 1881’de nihayet başarılı olana dek Çar II. Aleksandır’a sekiz başarısız suikast girişiminde bulunmuşlardı. Başarılarının anahtarı dört ayrı bombacı kullanmış olmalarıydı. Bunlardan biri üzerindeki bombayla hem kendini hem de Çar’ı öldürdü. Gurubun üyeleri ardarda yakalandı ve asıldı. Ancak yeni nesil bu başarısızlıklardan hiç bir ders çıkarmadı. Bir terörist 1905’de Grandük Serge Aleksandroviç’e suikast hazırlığında iken grandükün yanında çocukları olduğunu gördü ve eylemden vazgeçti.

Terörist saldırılar devam etti ve 20 nci yüzyılın ilk yarısında daha da gelişti. En dikkate değer olanı Arşidük Franz Ferdinand’ın Bosnalı bir Sırp devrimci olan Gavrilo Princip tarafından öldürülmesi ve Sinn Fein’in bağımsız bir İrlanda Devleti kurmak için 1919’dan 1921’e kadar başarıyla yürüttüğü eylemler idi. Ancak terörizm asıl İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanma adına girişimlerde bulunması ile birlikte dünya çapında yaygın bir hale geldi. Yahudi Irgun terörist örgütü 1937’de Nazi Almanya’sından kaçıp gelen çok sayıdaki Yahudi’ye karşı başlayan Arap isyanına misilleme olarak Filistinli Araplar’a karşı saldırılar düzenlemeye başladı. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Irgun, Filistin’i Milletler Cemiyeti’nin manda yetkisiyle idare eden İngilizler’e
karşı yürüttüğü faaliyetler ile ilgili olarak ateşkes ilat etti. Ancak 1944’ün başlarında müttefiklerin savaşı kazanacağı belli olduğunda tekrar terörist faaliyetlerine geri döndüler. Muhaliflerini siyonizmin iyi bir düşünce olduğuna ikna etmek amacı ile değil bir Yahudi devletinin kurulmasının önündeki engelleri aşmak maksadıyla İngiliz askerlerine ve Arap köylerine karşı Polonyalı bir Yahudi olan Menachim Begin’in idaresinde bir dizi saldırı başlattılar.

Irgun’un ve kardeş Yahudi terör örgütlerinin eylemlerini destekleyen en önemli etmen – ki bu bunları izleyen tüm yıkıcı faaliyetlerin de temeli olmuştur düşmanlarının askeri açıdan kendilerinden çok daha fazla imkan ve kabiliyete sahip olduğunu dolayısıyla bu savaşı kazanamayacaklarını idrak etmeleridir. Ancak öte yandan terörü kullanma imkanına sahiptirler ve düşmanları aynı şeyi yapacak olsa bu sefer uluslararası camiayada büyük bir rezalet ile karşılaşırlar. Düşmanları teröre karşı terörü kullansa bile bu sefer de bu durum Yahudi grupların eylemleri için daha fazla destek sağlar. Sonuçta kendi davaları için oluşan destek o kadar büyür ki daha fazla terörist eylem ihtimali bile dengeleri kendileri lehine çevirir ve İngilizler ikna olurlar.

Irgun, terörü daha önce görülmemiş boyutlara taşıdı. Temmuz 1946’da Kudüs’teki King David Hotel’i bombaladı ve 91 kişi hayatını kaybetti. Yirminci yüzyılın sonlarındaki ve yirmi birinci yüzyılın başlarındaki bombalama eylemleri gözönünde bulundurulduğunda dahi bu eylem hem tüm zamanların en kanlı terörist eylemlerinden biri hem de Pisacane’nin görüşlerini tam manasıyla yansıtarak modern terörizmin atası olmuştur. Son derece kanlı bir eylem olmasına karşın King David Hotel’e düzenlenen saldırı görevini yapmış ve dünya kamuoyunun dikkatlerini Siyonist davaya çekmiştir ayrıca İsrail devletinin kurulmasına doğrudan Filistinli ve İslami terör örgütlerinin ortaya çıkmasına da dolaylı olarak katkı sağlamıştır.

Irgun’un benimsediği yaklaşım benzer neticeler ve tartışmalar ile Kıbrıs’ta İngilizler’e karşı ve Cezayir’de Fransızlar’a karşı tekrarlandı. Fransızlar Cezayir’de teröre terör ile karşılık vermeye kalktılar ve hem Cezayir halkını hem de dünya kamuoyunu karşılarına aldılar ve durumu çok daha kötü bir hale sürüklediler. Elde edilen bu başarılar neticesinde terörizm yeni bir saygınlık kazandı. Terörist liderler BM’de ağırlanan ulusal liderler haline geldiler ve terörizmin işe yaradığı kanıtlanmış oldu.


SUNUM 3 / BÖLÜM 2 YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR

Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)

Filistin ve Kıbrıs’ta teröristlere karşı alınan mağlubiyetler ve pek çok sömürgede giderek artan bağımsızlık ihtirası İngilizler’i terörizm ile mücadele konusunda daha etkin yöntemler aramaya yönlendirdi. Aradıkları yöntemi 1958-60 yıllarındaki Malezya Hadisesinde buldular. Geçimlerini topraktan sağlayan ve sürekli olarak hareket halinde olan asilerin halk desteğine ihtiyacı vardı. Halkın asilere destek sağlamak konusundaki istekliliği bağımsız bir devlete ve
hükümete sahip olmak kadar kendi yaşam koşullarının iyileşeceğine duydukları inançtı. İngiliz general Sir Henry Briggs başlangıç aşamasında “siyasi uzlaşma” adını taşıyan ve Chin Peng liderliğindeki komünist teröristlere verilen desteği kesmeyi ve bağımsız Malezya’nın batı yanlısı bir hükümete sahip olmasını amaçlayan bir politika geliştirdi. Daha çok “kalpleri ve zihinleri” fethetmeyi hedefleyen bu politika askeri genel bir planın bütünleşik bir parçası olacaktı. Söz konusu politika İngiltere’nin savaş sonrası Askeri İstihbarat Başkanlığını yapmış olan General Gerald Templer tarafından uygulamaya konuldu. Templer 1952 yılının başında Chin Peng’in komünist asilerinin İngiliz Komisyon Üyesi Sir Henry Gurney’i öldürmelerinin ardından sömürgeye gönderildi. En başından başlayarak halkın “kalbini ve zihnini” fethetme planını uygulamaya koydu. Sömürgeye varmasından bir müddet sonra “normal sivil hükümet ile acil durum yönetiminin iki ayrı unsur olduğu düşüncesi herkesin iyiliği için ortadan kaldırılmalıdır. Bu işin silahlı kısmı sorunun sadece yüzde 25’idir, kalan 75’i ise bu ülkenin insanlarını arkamıza alabilmektir” açıklamasında bulundu.

Templer beraberinde etkisiz Malezya İstihbarat Teşkilatı’na taze kan aşılamak ve kapsamlı bir istihbarat ve askeri keşif girişimi oluşturmak niyetiyle MI5 elemanlarını da getirdi. Bu girişimin askeri istihbarat (hem ordu İstihbarat Teşkilatı hem de SAS Komandoları) ile MI5’i, Malezya İstihbarat Teşkilatı (MI5’in yerel bir benzeri) ve Malezya Emniyet Teşkilatı Özel Şubesi’ni bir araya getirmesi amaçlanıyordu.

SAS, komünist gerillalara verilen yerel desteği kesme ve İngilizler’in yerel halkın “kalbini ve zihnini” fethetmesinin önündeki engelleri tespit edip ortadan kaldırma işine koyuldu. Dikkatli bir biçimde aşamalara yayılan bir harekat ile 400’den fazla köy özel olarak kurulan kamponglara, ya da başka deyişle yeni köylere, asilerden uzağa taşındı ve birer birer bu köyler komünist etkisinden arındırıldığının bir göstergesi olarak “beyaz” olarak etiketlendi.

Eski bir İngiliz İstihbarat elemanının da söylediği gibi “istihbarat Templer yöntemi için kilit öneme sahipti. Ordu İstihbarat Teşkilatının katılımı giderek daha konvansiyonel ordu istihbarat faaliyetlerine dönüştü ve polis teşkilatındaki Özel Şube’nin yerini almaya başladı.

SAS’ın bu polis/ordu istihbarat birimi tarafından idare edilen siyasi uzlaşma girişiminde oynadığı rol büyük ölçüde insiyatifi asilerin elinden alıp bağımsızlık sonrası hükümetin eline vermekti. Eksik olan ise terörist örgüt hakkında, savaş düzenleri ve ikmal durumları hakkında bilgiydi. Temel görevimiz her türlü istihbarat yöntemini ikmal maddelerinin temin edildiği köy ve kasabalardan gelen muhbirler, askeri devriyeler tarafından basılan kamplardan toplanan belgeler, mahkumlar ve hava fotoğrafları kullanarak onları takip etmekti. Yeni yılın başında Chin Peng’in o zamanda dek son dört aydır nerede olduğunu biliyorduk ve ben ayrıldığımda ise Peng’in son altı haftadır nerede kaldığı bilgisine sahiptik. Sonunda ona o kadar yaklaştık ki Tayland’a kaçtı.”

Çok iyi düzeyde entegre edilmiş istihbarat ve asgari düzeyde kuvvete dayalı “kalplerin ve zihinlerin fethi” operasyonu aralıklı olarak ve farklı ölçeklerde imparatorluğun sona eriş döneminde kullanıldı.

Belki de en iyi örneği 1970-76 yılları arasında SAS’ın modeli mükemmel hale getirdiği Umman’da uygulandı. Bir İngiliz Kara Kuvvetleri Eğitim Takımı (BATT) görünümü altında Dhofar’ın başkenti Salalah’ta üslenen İngilizler komşu Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’ndeki Marksist hükümet tarafından gönderilen sözde Umman Kurtuluş Halk Cephesi (PFLO) adındaki komünist asi kabile mensupları ile bir gerilla savaşına giriştiler. Bu esnada kansız bir darbe ile halk tarafından pek de sevilmeyen babasını deviren Sultan Kabus bir dizi reform başlattı. SAS tarafından desteklenen Sultan su, elektrik tesisleri ve tıbbi tesisler ile Dhofarlı Jebel’deki yerel halk katılımını artırmak ve asilere verilen desteğin önüne geçmek için televizyon da dahil olmak üzere iletişim altyapısını kurdu. Asıl muharip kuvvet SAS tarafından eski silah arkadaşlarına karşı çarpışmaları için eğitilen ve eski asilerden oluşan ufak takımlar halindeki Fırkat idi. SAS, zırhlı bir keşif birliği, bir saha istihkam birliği, askeri istihbarat birlikleri ve Umman Hava Kuvvetleri’nin Jaguar taarruz uçaklarını kullanan RAF pilotları ve İran Şahı’nın Ummanlı askerleri de dahil olmak üzere pek çok İngiliz kuvvetinden destek alıyordu.

1960’ların sonu ve 70’lerin başında Avrupa ve Ortadoğu’daki terörist grupların sayısında çok büyük bir artış yaşandı. İsrail devletinin oluşması ve 1948, 1956 ve 1967’de üç Arap-İsrail savaşının yaşanması Ürdün, Lübnan, Suriye ve Mısır’daki mülteci kamplarında son derece kötü şartlar altında yaşayan bir milyon Filistinli’nin evsiz kalmasına neden oldu. Mısır, Suriye ve Ürdün kuvvetlerinin 1967’deki Yedi Gün Savaşı’nda maruz kaldıkları aşağılanma Filistinliler’i, Pisacane’nin teorisini destekler nitelikte, artan oranda uçak kaçırma eylemlerine itti. FKÖ her ne kadar süphe götürmez derecede her terörist saldırıda mütecaviz tarafı oynasa ve kurbanları genelde siviller olsa da bu terör eylemleri Arap-İsrail çatışmasının kamuoyu tarafından algılanışını değiştirdi ve dikkatleri hakları ellerinden alınmış çok sayıda Filistinli Arap’a yöneltti. FKÖ’nün BM’deki baş gözlemcisi Zerzi Labib Terzi gelişmeleri şöyle açıklıyordu “ilk uçak kaçırma eylemleri dünyada bir bilincin oluşmasını sağladı ve medya ile dünya kamuoyunun fikirlerini, 20 yıl boyunca BM’nin kapısını aşındırmak ile kıyaslandığında, çok daha etkin bir biçimde değiştirmeyi başardı”. Bu inkâr edilemez gerçek FKÖ’nün ve ondan kopan grupların özellikle Suriye ve Irak tarafından ve farklı düzeylerde de bilfiil şiddete bulaşmamış diğer Arap devletleri, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler tarafından desteklenen çok sayıda saldırı yapmasına neden oldu.

Terörizm ayrıca Avrupa’da büyüyen bir endüstri haline gelmiştir. Ayrı devlet veya eski kolonilerden bağımsızlık elde etmeyi amaçlayan İngiltere, İspanya, Fransa ve Hollanda’daki grupların yanında, Batı Almanya ve İtalya’da kapitalizme ve kendi hükümetlerinin faaliyetlerine kaşrı çıkan sol kanat grupların da ilgisini çekmektedir. Fransa ve İngiltere ise, terör saldırılarını başlatmak için Londra ve Paris’i üs olarak kullanan Ortadoğu’lu teröristlerle başetmek zorunda kalmıştır. Avrupa kökenli gruplar ise Kuzey İrlanda’da IRA tarafından idare edilmiş; IRA’nın bu bölgedeki faaliyetleri, bölgenin birleşik bir İrlanda’ya katılmasını engellemeye kararlı ve sözde “Sadık” terörist grupların yaratılmasını körüklemiştir. Fakat bunlara ayrılıkçı Bask örgütü ETA, Korsika Milli Kurtuluş Cephesi ve çeşitli ayrılıkçı gruplar ve daha politik gruplar olarak İtalya’da Kızıl Tugaylar ve Kızıl Ordu Hizibi, Batı Almanya’da Baader-Meinhof grubu da dahildir. Batı Avrupa’nın içinde böyle grupların ortaya çıkması ve bu grupların kovuşturulması için mahkemelerin kullanılması; terörist harekat güvenliğinin ve doğrudan bir sonuç olarak da onları yakalamak için kullanılan yöntemlerin keskinleştirilmesine neden olmuştur.

Karşı-terör teşkilatlarının yüzyüze kaldığı en büyük sorunlardan biri de, teröristleri yakalarken ve mahkemeye çıkarırken, sanıkları korumak için uygulanan kuralların ve savcılık makamının mahkemede kullandıkları tüm kanıtları elde etmek için başvurdukları yöntemlerin açıklanmak zorunda kalınmasıdır. 1990’ların başlarında polisin veya güvenlik ya da istihbarat servislerinin istihbarat kaynaklarını ifşa edecek kanıtları açıklamada gösterdikleri isteksizlik, ortalama bir mahkeme davasının düşmesine neden olmuştur. Bilgi veren bir kişinin kimliğinin ya da gizli istihbarat toplama tekniğinin açıklanmasından ne pahasına olursa olsun kaçınılmalıdır; yargıç, savunma makamının bilgi veren kişinin veya istihbarat toplama yönteminin açıklanması yönündeki taleplerini desteklediği için, çok sayıda dava düşürülmek zorunda kalmıştır. Bilgi veren kişiyi korumak adına bir davayı düşürmek riskli olsa bile, bir polis memurunun dediği gibi, “sanıkları, içlerinde kendilerini ele veren bir bilgi kaynağı olduğuna dair uyarır; onlar da bu kişiyi de eleme yöntemiyle bulmaya çalışacaklardır. Bu ise bilgi veren kişinin hayatına mal olabilir.” Fakat korunması gereken sadece bilgi kaynağı durumundaki bu kişiler değildir. Teşhis yöntemleri de zarar görebilir. Scotland Yard İstihbarat eski Müdürü John Grieve, “Buradaki tahterevalli durumu, onların da karşı-istihbarat faaliyeti yapmasıdır. Durmadan bu işi nasıl başardığımızı bulmaya çalışıyorlar” demektedir.


SUNUM 3 / BÖLÜM 3 YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR

Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)

Bir davanın devam ettiği ve sanığın suçlu bulunduğu hallerde bile, çetenin diğer üyeleri, kanıtın açıklanmasından, kendi karşı-tedbirlerini geliştirip kaynakları kullanışsız hale getirebilecekleri yöntemlere kadar, polisin kullandığı bütün usuller hakkında yeterince bilgi sahibi olmaktadır. Alman terörist Kızıl Ordu Grubu, hayli profesyonel bir örgüt haline gelmiştir, güvenli evlerden ayrıldıklarında arkalarında hiçbir parmak izi bırakmamayı daima başarmaktadırlar. Fakat Bundeskriminalamt (BKA), yani Alman federal polisi, teröristlerin klozetlerin altını kontrol etmeyi gözden kaçırdığını keşfetmiştir. Açık mahkemede parmak izleri kanıt olarak sunulduğunda, teröristlerin savunma avukatları daima bu parmak izlerinin örgütün güvenli evinin neresinde bulunduğunun kendilerine açıklanması konusunda ısrar etmiştir. Savcılık makamı başarılı olsa da, BKA bir daha asla bir klozet kapağının altında parmak izi bulamamıştır. Güvenlik nedeniyle Kızıl Ordu Grubu, güvenli ev olarak kullandıkları yerlerin kirasını ve elektrik faturalarını nakit olarak ödemektedir. Ancak Almanya eskisine oranla nakit paranın kullanılmadığı bir ülke haline geldiğinden, BKA müfettişleri, saldırıların gerçekleştirildiği yerlere yakın evlerden hemen hemen saldırının yapıldığı tarihlerden ayrılan kişileri ve faturaları nakit olarak kimin ödediğini bulmak için elektrik şirketinin bilgisayarlarını kontrol edebilmiştir. Kızıl Ordu Grubu’nun avukatları mahkemede bu tekniğin açıklaması için karşı tarafı zorlamasının ardından, teröristler nakitle ödeme yapmayı bırakmıştır.

Grieve’in söylediğine göre, savunma avukatları sürekli olarak, polisin istihbarat teknikleri hakkında ne bulabilirlerse öğrenmeye çalışmıştır. “Bizim için önemli olan, bütün gizli oyuncaklarımızı göstermeden işi nasıl başaracağımız” diyen Grieve, şöyle devam etmiştir: “Avukatlar için istihbarat yasak bölge. Ellerini kesinlikle herşeye bulaştırmak istiyorlar. Sadece ortaya çıkan sonuçla ilgilenmiyorlar, süreci de bilmek istiyorlar. Buna bizim canlı bilgi kaynağı elde etme tekniklerimiz de dahil. ‘Mikrofon neredeydi? Frekansı neydi? Odada nereye konulmuştu? Hep bunun gibi şeyler. ‘Araştırma timleri neredeydi? Ne tür teknik araçlar kullandınız? İçinde bulunduğunuz arabanın rengi neydi? Bize herşey hakkında herşeyi anlatın. Ya da davadan vazgeçin’ diyorlar. Elimizde eğer zayıf bir yargıç varsa, bütün bu şeyleri açıklamaya zorlanıyoruz ve bugüne kadar hiçbir avukat bize gelip de ‘bu bilgileri müşterime söylemem’ demedi. Açığa çıkarılan bilgi miktarı o kadar muazzam ki. Bu, bizim için büyük bir sorun, gerçekten de büyük bir sorun.”

MI5 eski Genel Müdürü Stella Rimington’a göre, polisi etkileyen tek sorun bu değildir. “Münferit operasyonları ve hassas dediğimiz yöntemleri mahkemenin nasıl göreceğine dair önceden fikir sahibi olma konusunda hep bir belirsizlik yaşıyoruz. Bu gibi hassas tekniklerin çoğu her ne pahasına olursa olsun korunmak zorundadır, çünkü yerlerine başka bir şey konulamaz, telafi edilemezler. Bunun anlamı bazen şudur: Mahkemeye verilmekle sonuçlanabilecek durumlarda en etkili soruşturma yöntemlerini kullanamıyoruz. Bazı hallerde yargıcın kararı, davanın düşmesi yönünde olabiliyor çünkü söz konusu bilgiler o kadar hassas oluyor ki bunun hiçbir şekilde açıklanması mümkün değildir.” MI5’in artık hangi avukatın davaya bakacağını öğrenmeden yaptığı hiçbir operasyon yoktur, böylece her adımda, kullanılması gereken bütün kanıtların mahkemede açıklanabilecek yöntemler kullanılarak toplanmamasına dikkat ediliyor.

Fakat 1980’lerde, terörizmin yarattığı dramatik etkiyi kanıtlayan bir diğer sorun daha ortaya çıkmıştır. Suriye ve İran tarafından teşvik edilip eğitilen Şii Lübnanlı gruplardan Hizbullah (Allah’ın Partisi) ve İslami Cihad, Beyrut’ta çok sayıda yüksek profilli adam kaçırma (Batılıları) olayı ile isim yapmıştır. Fakat modern terörizm açısından, bu grupların 1983 yılında gerçekleştirdikleri bir dizi saldırının bundan çok daha önemli olduğu öne sürülebilir. Nisan ayında Beyrut’taki Amerikan elçiliğine düzenlenen ilk saldırıda 69 kişi ölürken; Ekim 1983’te ise aynı günde 241 ABD’li deniz piyadesi ve 59 Fransız askeri öldü; bir ay sonra Sidon’daki İsrail askeri hükümet binasına düzenlenen üçüncü saldırıda da 67 kişi öldü. Kitle terörizmi sahneye çıkmış; İsrail ve Fransa misillemede bulunurken, ABD verdiği tepkide yetersiz kalmış gibi görünmüştür. Bu da Amerika’nın zayıf ve yaralanabilir olduğu şeklinde net bir mesaj vererek; İsrail’e verdiği desteği kesmesi için ABD’ye saldırma yönünde İslami grupları cesaretlendirmiştir.

İslami teröristlerin toplu katliamlara yeniden başlamasının üzerinden on yıl geçmiş olsa da, 1983 saldırıları şüphesiz ki yeni bir terörist türünün ortaya çıkışına işaret ediyordu. Bu yeni teröristlerden kaynaklanan tehdidin özelliklerini belirlemek örneğin Geçici IRA veya 1970’lerin Filistinli hava korsanlarının davranışlarını belirlemekten çok daha kolaydı. Batıda sadece birkaç kişi bunların şiddet içeren metotlarını ve bu metotların 1970lerin “olağanüstü” teröristleri tarafından kullanılmasını doğru bulurken, özellikle taleplerine dikkat çeken televizyon ve gazetede yer almak için tasarlanan saldırıları anlamak ve hatta teşhis etmek kolaydı. Bu teröristlerin içinde yaşadıkları toplumun kendine özgü durumundan memnun değillerdi ve istedikleri değişiklikleri mecbur kılmak için şiddet kullanıyorlardı. Amaç aslında öldürmek değil maksimum düzeyde halkın dikkatini çekmek, amaçlarını halka tanıtmak ve isteklerine olan direnci kırmaktı. Aşırı şiddete ters etki yapar gözüyle bakılıyordu. Ne zaman meydana gelse – çoğu zaman bu gibi gruplar tarafından benimsenen hücresel yapı bağımsız bireyler üzerinde kısa süreli kontrol kaybına yol açtığı için – bu, destekçilerini ve hatta kendi grupları içindeki birçok kimseyi soğuttu. Fakat yeni tür teröristler aynı tür varsayımlar altında çalışmıyorlardı. Onlar kendilerini toplumun şimdi var olan şeklinin bir parçası olarak görmüyorlar ve onların kendi tarikatlar üyeleri dışında kalan kimseye itibarları yok. İnanmayan herkes, feda edilebilen, sadece ahlaki olarak kabul edilebilir değil fakat aslında zorunlu olan rasgele toplu şiddet uygulayan – gerçekten inananın boyun borcu olan kutsal bir görev- kişi olarak görülür. Batılı terörizmle mücadele dernekleri için başka bir problem batılı toplumla ve belli başlı İslami terörizmi anlamayı ve önceden bildirmeyi çok daha kolaylaştıran taleplerin aynı tutulmamasıdır.

1994 yılında Cezayirli teröristler tarafından Fransa Havayolları’na ait Airbus A300 uçağının kaçırılması bu duruma uygun bir örnek teşkil etmiştir. İlk varsayım bunun teröristler tarafından kendi ülkelerindeki iç savaşa dikkat çekmek amacıyla yapılan bir girişim olduğuydu daha çok 1960ların sonunda ve 1970lerin başında Filistinlilerin çok fazla uçak kaçırmaları biçiminde. Bu düşünceyle, saldırının gerçek değeri rehinelerin çıkarılması için uzun süren görüşmeler sırasında ulaşılan dünya çapında bir reklâmdan elde edilecekti. Aslında, teröristler uçağı Eyfel Kulesine uçurmayı ve mümkün olduğu kadar çok insanı öldürmeyi planlamışlardı. Eğer Fransız yetkililer planı keşfedip uçak Marsilya havaalanındayken uçağa başarılı bir saldırı yapmamış olsalardı onlar bunu başaracaklardı. Daha sonra 1995’de, Filipin polisi, bir düzine Birleşik Devletler yolcu uçağına bomba yerleştirip onları Pasifik üzerinde eş zamanlı olarak patlatmayı planlayan terörist şebekesini çökertti.


SUNUM 3 / BÖLÜM 4 YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR

Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)

Ortak komploculardan biri olan Abdul Hakim Murad, 1993‘de başarısızlıkla sonuçlanan New York‘daki Dünya Ticaret Merkezini havaya uçurma girişimi ile ilişkilendirildi ve baskınlarda elde edilen bilgi Ramzi Ahmed Yusuf’un mahkumiyetine sebep oldu. Saldırının arkasındaki tezgâhlayıcı olan Yousef, kendi servetinden Batı karşıtı kutsal bir savaşa para aktarmak için kendisinin kurduğu El-Kaide (Başlangıç Noktası) denilen bir organizasyonu kullanıyormuş gibi görünen Usame Bin Ladin adlı bir Suudi’ye ait Pakistanlı bir pansiyonda kalmak suretiyle biraz zaman geçirmiştir. Pakistanlı Murad, “intihar görevine hazırlanmak için” ticari pilot lisansı aldığı New York, Teksas, Kaliforniya ve Kuzey Carolina‘daki uçuş okullarına nasıl devam ettiğini açıkladı. O, küçük bir uçağa el koyup patlayıcılarla doldurmayı ve bu uçağı birkaç bin insanı öldürme niyetiyle CIA Langley Merkezine doğru uçurmayı planlamıştı. Filipinlilerin FBI‘ya gönderilen sorgu raporu aşağıdaki cümleyi ifade ediyordu: “Onun en çok arzu ettiği şey intihar niteliğinde özel bir görevi gerçekleştirmektir.”

Yusuf gibi Murad da 1980’lerin ortasında bin Laden tarafından kurulan bir organizasyon olan El Kaide ile bağlantılıydı. Bin Laden, Suudi kraliyet ailesine bağlı büyük bir inşaat firmasının başkanı olan Yemenli bir inşaatçının oğluydu. Önemli Filistin terör örgütü Hamas’ın arkasındaki ilham kaynağı olarak görülen bir adam olan ünlü Filistinli Dr. Abdullah Azzam’ın etkisinde kaldığı Cidde Üniversitesinde öğrenim gördü. Bin Ladin’in aile serveti Afganistan ‘daki Ruslara karşı savaşmak için Mücahit bir Örgüt kurmasına yardımcı oldu. Afgan Bürosunun, Suudi ve Mısır hükümetleriyle ve Pakistan İstihbarat Servisi Pakistani Inter-Service Intelligence (ISI) ile bağlantıları vardı. Ama 1988’de bin Ladin Azzam ile Azzam’ın Ahmet Şah Mesut ‘a 11 Eylül saldırılarından iki gün önce El Kaide teröristleri tarafından öldürülünceye kadar Kuzey İttifakını yöneten batı destekli Mücahit lidere - verdiği destek yüzünden bozuştu. El Kaideyi kurması bundan sonra oldu.

1990’larda, El-Kaide, temel İslami öğretileri takip etmediklerini hissettikleri rejimlere karşı savaşan bütün Müslümanlara yardıma başladı. Bunlar, Irak Kuveyt’ten çıkarıldıktan sonra yabancı askerleri ayrılmaya zorlama sözünü tutmayı başaramayan Mısır, Cezayir ve Suudi Arabistan’dı. Ayrıca Bosna, Kosova, Keşmir, Dağıstan, Çeçenistan, Çin’in Xinjiang Uygur bölgesi, Filipinler ve Endonezya‘da savaşan Müslüman güçlere yardım etmek için ilk Mücahitleri gönderdi. Fakat aynı zamanda, Amerika’ya ve Birleşik Devletlerin dünya çapındaki çıkarlarına karşı saldırılar planladı. Bunun planlanması, 1993 ‘de Kara Şahin Düştü olayında Birleşik Devletler’in 18 askerinin ölümüne müteakip Clinton yönetiminin Delta/US Rangers özel operasyon görev gücünü Somali’den erken çekmesi nedeniyle güçlendirilen bir görüş olan Amerika’nın bir kağıttan kaplan olması dayanak noktasına dayandırılmış bir şekilde devam etti.

“Somali’deki büyük zafere” El-Kaide’nin katılımını iddia eden sonradan ortaya çıkan bir El-Kaide belgesi, askeri gücüne rağmen politikacıların savaş alanlarından dönen ceset torbalarını görmekteki görünen gönülsüzlüğü nedeniyle Amerika’yı zayıflatmanın kolay olduğu inancını açık bir şekilde belirtiyor. “Somali deneyimi, Amerikan gücünün abartılmış doğasını ve Vietnam kompleksinden hala kurtulamadığını doğrulamıştır. Personel ve liderlik seviyesindeki psikolojik çöküşü açığa çıkaran gerçek bir savaşta çamura saplanmaktan korkuyor. Vietnam’dan bu yana, Amerika tamamen garantilenmiş kolay savaşlar arıyor. Grenada adasında, sonra Panama’da ve sonra Libya’yı bombalayarak ve tarihteki en büyük askeri, politik ve ideolojik dolandırıcılık olan Körfez Savaşı komedisinde utanç verici bir macera serisine girmiştir.”

1995’e kadar, Bin Ladin Suudi vatandaşlığını kaybetmişti ve kişisel servetinin en yüksek olduğu seviye olan 200 milyon dolarla El-Kaide için sermaye sağlayan birkaç işe sahip olduğu Sudan‘a yerleşmişti. Sonra 1996’da, önemli bir El-Kaide üyesi olduğunu iddia eden bir adam, Cemal Ahmet El Fadıl, El-Kaide hakkında bilgi vermeyi önererek Afrika’daki bir Birleşik Devletler elçiliğine geldi. “İnsanlar hakkında bilgiye sahibim” dedi. “Onlar sizin hükümetinize karşı bir şey yapmak istiyor. Belki Birleşik Devletlerde bir şeyler yapmayı deneyecekler ve Birleşik Devletler Ordusu ile dışarıda savaşabilirler ve ayrıca bazı elçilikleri bombalamayı deneyebilirler.”

CIA, Ladin’in ve El-Kaide’nin faaliyetlerini izlemek için terörizmle mücadele merkezi içinde kod adı Alex olan özel bir harekât kurdu ve Mayıs 1996 ‘da Amerika’dan gelen baskının sonucunda Sudan kişisel servetinin bir kısmına el koyarak Bin Ladin‘i kovdu. El-kaide’yi ve eğitim kamplarını İslami lider Taliban’ın ülkenin kontrolünü yeni yeni eline almaya başladığı Afganistan’a taşıdı. Bir ay sonra, 19 Birleşik Devletler askerini öldüren bomba yüklü bir kamyon, Suudi Arabistan’daki askeri kışlada patladı. El Fadıl’ın tahmin ettiği ikinci saldırıya bir örnek meydana gelmişti. Birleşik Devletler istihbaratı tarafından korunan El Fadıl, şimdi yeni, olağanüstü değerli bir kaynaktan elde edilen bilgiyle karşılaştırılabilecek olan El-Kaide’nin nasıl faaliyet gösterdiği hakkında bir rapor sağladı. El-Kaidenin Londra temsilcisi, New York’tan bin Laden için Inmarsat uydu telefonu almıştı. Kendisi, MI5 tarafından gözetim altında tutuluyordu ve telefonun numarası otomatik olarak İngiliz sinyal istihbaratı ve kripto analiz merkezin GCHQ ‘ya verilmişti. Dinlemeler, Khobar Kuleleri saldırısı ve beş Amerikalı çalıştırıcının öldüğü Riyad’daki Suudi Ulusal Savunma Üssüne Kasım 1995’deki saldırının Birleşik Devletlerin çıkarlarına yapılan saldırılar serisinin ilki olduğunu göstermişti. CIA Terörizmle Mücadele Merkezinin yazdığı çok gizli bir rapor Bin Ladin’in uydu telefonuna Khobar Kuleleri saldırısının meydana geldiğini doğrulayan bir arama geldiğini, saldırı için kendisini kutlayan Mısır İslami Cihat lideri Aywan El Zevahiri tarafından arandığını, El-Kaide liderinin birçok diğer teröriste Riyad bombalamasının ilk,
Tahran saldırısının ikinci saldırı olduğunu ve “devamının geleceğini” söylediğini anlatır.

Bu telefonda ve buna bağlı diğerlerinde geçen konuşmalardan elde edilen ve El Fadıl’ın bilgisiyle birleştirilen bilgiler, batılı istihbarat servislerinin El-Kaide organizasyonun detaylı bir resmini çıkarmasını olanaklı kıldı. Bin Ladin, Amerika ve Batıya karşı kutsal bir savaş açmaya istekliydi. El-Kaideyi tamamen kontrol ediyordu. Bir danışma meclisi, Şura Meclisi tarafından kendisine tavsiye veriliyordu. Bu karar grubu dört farklı komiteyi, Politik Komite, Danışma Komitesi, İdari ve Finansal Komite ve en önemlisi olan Askeri Komiteyi kontrol ediyordu. Bunun beş bölümü vardı: Komite başkanı, Bin Ladin’in en etkili ikinci ismi olan ve bütün askeri harekâtlardan sorumlu olan Muhammed Atıf tarafından yönetilen komite; savaş eğitim bölümü; savaş harekât bölümü; nükleer silahlar bölümü; ve Kütüphane ve Araştırma bölümü. Askeri komite eğitim kamplarını yönetiyordu ve harekâtları planlıyor ve hazırlıyordu. Harekâtlar hiçbir erkeğin (organizasyonda hiç kadın yoktu) bilmesi gerekenden fazlasını bilmediği klasik bir hücresel yapı kullanıyordu.

El-Kaide, diğer önemli İslami gruplar arasında, her ne kadar planın en ince ayrıntısı bile Bin Ladin ve Atıf tarafından onaylansa da onların operasyonlarını finansa ederek ve birçok radikal terör organizasyonu için bir koruyucu organizasyon, bir anti-Amerikan terörist cephe gibi davranarak etkisini yaymaya başlamıştı. Finansman ve önemli eğitime karşılık olarak, gruplar kendi isimleri kadar El-Kaide’nin ismini kullanarak El-Kaidenin ayrıcalık dizisinin yerleşmesine neden olan terörist saldırılarını gerçekleştirdi. Kendi kamplarında yapılan eğitim fonksiyonu, El-Kaide’nin bu grupların her birinin aktif üyelerini etkili bir şekilde onların içine sızarak ve etkisini daha da yayarak etkilemesini sağladı. Bunlar, iki ana Mısırlı dini grubu, Mısır İslami Grubu ve El-Kaide’nin birçok üyesinin alındığı Mısır İslami Cihad’ı içeriyordu.

Fakat bunlar ayrıca aşağıdaki grupları dâhil etmek için yayıldı: Fas İslami Kurtuluş Cephesi (MILF); Filipinler’deki Ebu Sayyaf Grubu (ASG); Endonezya’daki İslâmi Cemaat ve Laskar Jundullah Milisleri; Cezayirli iki grup – Silahlı İslâmi Grup (GIA) ve Selefçi Vaaz ve Muharebe Grubu (GSPC) – ve Harekat-ül Cihad, Haraket-ül Mücahidin ve Hizbil İslâm’ı da içeren bir dizi Keşmirli grup, Ayrıca Hamas ve Hizbullah ile de yakın bağlantılar vardı. El-Kaide ayrıca Avrupa’daki ve hatta Amerika’nın kendi içindeki Müslüman gruplar arasında etkisini yaydı.


SUNUM 3 / BÖLÜM 5 YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR

Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)

El-Kaide’nin hızla Amerika ve Batı için genel olarak tek en tehlikeli terörist tehdit olduğu açıktı. 1998’e kadar, birkaç kaynaktan elde dilen istihbarat, Bin Ladin’in Birleşik Devletler toprağına, New York’a ve Washington’a saldırılar düşündüğünü gösteriyordu. Muhalif İrlanda Cumhuriyetçi gruplar İngiltere’ye olan en büyük terörist tehdit olarak kaldı. Fakat yabancı terörist gruplar arasında El-Kaide en önemli hedefti ve hem MI6 hem de GCHQ’nun terörizmle mücadele gündemlerine hakim oldu. Ondan sonra 7 Ağustos 1998’de, 224 kişiden sadece 12’sinin Birleşik Devletler vatandaşı olduğu insanları öldürmek suretiyle bu defa Kenya ve Tanzanya’daki Birleşik Devletler elçiliklerine bomba yüklü araçlarla saldırarak yeniden vurdu. Al Fadıl’ın üçüncü uyarısı doğru çıkmıştı. Başkan Clinton, El-Kaide’ye ait
olduğu düşünülen Sudan’daki kimyasal ürün fabrikasına ve Bin Ladin ve önemli ortaklarının bir toplantı yapmasının beklendiği Afgan eğitim kamplarından birine cruise füzesi saldırısı emretti. Bu bir istihbarat faciası olacaktı. Sadece kimyasal ürün fabrikasının sahibi Bin Ladin ile bir ilgisinin olmadığını iddia ederek ortaya çıkmadı aynı zamanda terörist lider füze saldırısından altı saat önce Afgan eğitim kampını terk etmişti. Kendisi ve baş danışmanları beraber toplantı yapıyorken kampın saldırıya uğramış olmasındaki tesadüf o günlerde dikkatini çekmediyse bile kısa bir zaman sonra aslında bunun bir tesadüften ibaret olmadığını öğrenecekti.

Birleşik Devletler görevlilerinden bir veya bir kaçı Khobar Kuleleri saldırılarını takiben telefon konuşmalarını ayrıntılı şekilde anlatmak suretiyle Bin Ladin’in uydu telefonunun gizlice dinlendiğini Amerikan basınına sızdırdı. Birleşik Devletler yönetiminden üst düzey bir yetkili “O uydu telefondan bir daha haber almadık” dedi. Fakat Londra’dan alınan uydu telefonu kullanımda değilse, GCHQ başka telefonlar için bir irtibat numarası dizini oluşturmuştu. Bunların bazıları teröristler tarafından güvenli değil diye atılacaktı, fakat yeni telefon ağının resmini oluşturmaya yetecek kadarı kalacaktı. GCHQ ayrıca Nairobi bombalamasında MI6’nın yardımıyla bombalayanlardan birine, Amerika’ya iade edilen ve üç suç ortağı ile birlikte bombalamadaki rolü nedeniyle ömür boyu hapse mahkum olan bir
Suudi vatandaşı Muhammed Raşit Davut El Ahali‘ye götüren bir faksı da içeren El-Kaide’nin Londra temsilcisine gönderilen faksları izledi.

1998‘in sonlarına doğru Bin Ladin’in mümkün olursa nükleer silahlar 1998‘in sonlarına doğru Bin Ladin’in mümkün olursa nükleer silahlar dahil her tür silahın kullanımını araştırdığı aynı zamanda saldırılarını Birleşik Devletler topraklarına yapmakta kararlı olduğu açıktı. Bu yılın eylülünde, El-Kaide teröristlerinin patlayıcı dolu bir uçağı bir Amerikan havaalanına uçurmayı planladıklarını gösteren bir rapor vardı. Sonraki birkaç ay içinde, istihbarat El-Kaide’nin New York ve Washington’daki hedefleri vurma niyetiyle Birleşik Devletler’de bir harekat hücresi kurmayı planladığını ve Bin Ladin’in dört önemli istihbarat görevlisini vurmak için bir ödül verdiğini gösteriyordu. Bir istihbarat değerlendirmesi, Bin Ladin’in “aktif bir şekilde Birleşik Devletler hedeflerine planlar yaptığını” gösteriyordu ve birkaç raporun “Onun ciddi bir şekilde Birleşik Devletleri kendi toprağında vurmaya meraklı olduğunu” gösteriyordu. Tenet, vekillerine El-Kaide karşısındaki başarılarına rağmen “Misillemenin kaçınılmaz olduğunu hepimiz kabul ediyoruz ve bunun kapsamı daha önce tecrübe ettiklerimizden çok daha fazla olabilir. Savaştayız. Ne CIA içindeki ne de ülkedeki hiçbir kaynağın veya insanın bu çabada kaybedilmesini istemiyorum” dedi. 1999 yılı boyunca, birkaç ülkenin istihbarat ve güvenlik güçlerinden alınan El-Kaide’nin Birleşik Devletler’de saldırılar planladığını gösteren raporlar vardı.

Şimdiye kadar, dünya çapındaki güvenlik güçleri ve geniş bir istihbarat ağı terörist konular hakkında işbirliği yapıyordu. Büyük biçimde Körfez Savaşı’ndan önce kurulan Birleşik Devletler ve Avrupa ağı üzerine kurulmuş olan ağ örgüsü, dost birkaç Arap ülkesini, Rusya’yı ve eski Sovyetler Birliğinin diğer üyelerini ve Filipinleri, Malezya’yı ve Singapur’u içeren Uzak Doğudaki ülkeleri dahil etmek için genişletilmiştir. Bu, milenyuma yakın zamandaki birkaç saldırı kurma girişiminin önlenmesini ve şüphelilerin tutuklanmasını garanti altına aldı. Önlenen bu saldırıların en önemlilerinden bir tanesi, asıl şüpheli Kanada’dan Amerika’ya girmeye çalıştığı sırada yakalanınca önlenen Los Angeles Uluslararası Havaalanı’nı bombalamak suretiyle savaşı Birleşik Devletler’in kendisine götürme planıydı. İkinci bir saldırı, yeni bin yılı kutlamak için Ürdün’deki Hıristiyanlık açısından kutsal olan yerleri ziyaret etmekte olan Amerikalı ve İsrailli turistler hedef almıştı. Filistinli militanlar, Yeni Bin Yılın ilk ışıklarını kutlamak için Ürdün’ü ziyaret etmeyi amaçlayan çoğunlukla Amerikanlar, İsrailliler ve Avrupalılar tarafından tamamen rezerve edilen Amman’ın merkezindeki 400 odalı Radisson Otelini yerle bir etmek için 16 ton TNT kullanmayı planladılar. Diğer hedefler, Hıristiyanlık açısından kutsal olan iki yeri ve İsrail tarafına doğru olan iki sınır geçişini kapsadı. Plan yapım aşamasında üç yıldan daha fazla sürmüştü fakat teröristler El-Kaide desteğini alınca plana daha bir hız verilmişti.

Onların saldırıları gerçekleştirmek için parasal desteğe ihtiyacı vardı ve bir arabulucu yoluyla, dünya çapındaki diğer İslami militan gruplarla bağlantıları kurmaktan sorumlu olan El-Kaide’nin önemli bir üyesi Ebu Zübeyde ile irtibat kurdular. Grubun üyelerini El-Kaide’nin Afganistan’daki eğitim kamplarından birine göndermeden önce Pakistan’ın Peşaver kentinde bir pansiyonunda sakladı. Ebu Zübeyde kendisi ve grup arasındaki mesajların dinlenme olasılığını en aza indirmek için çok sıkı kurallar koydu. Grubun bir üyesi, El-Kaide ile iletişim bağlantılarını sürdürmek için tahsis edilmelidir. Grubun diğer hiçbir üyesi, onunla bağlantıya geçmeyecekti. Tahsis edilen temsilci, kapsanan ve istekli gönüllüler olması gereken herkese kefil olmak zorundaydı. Hiç kimseye operasyonda yer alması için baskı yapılmayacaktı. Grubun bütün hedefleri ve saldırıların zamanlaması, El-Kaide tarafından onaylanmalıydı.

Grubun liderlerinden biri olan Raed Hicazi, kendisini sorgulayanlara patlayıcı kullanımı konusundaki eğitimini tamamladıktan sonra Ebu Zübeyde tarafından bir bölüme nasıl götürüldüğünü anlattı. Kendisine üzerinde aşağıdaki kelimeler yazılan bir kağıt verildi: “Bağışlayıcı, Merhametli olan Allah aşkı için, Allah uğruna kendimi Usame Bin Laden’e adamaya söz veriyorum. ”Bunu sesli bir şekilde okuduktan sonra, artık “Cihat bölgelerinin herhangi birinde” Bin Ladin’in adıyla hareket etmeye yetkili olduğu söylendi. Bu, bazen saldırıları hemen planlamak ve uygulamak fakat daha çok saldırıları gerçekleştirme zamanı gelinceye kadar halkın arasına karışmak için eve veya hedef ülkelere gönderilmeden önce Pakistan’da kabilelerin yaşadığı bölgeler eğitim kampları veya pansiyonlara devam eden özel olarak seçilmiş El-Kaide “üyelerinin” birçoğuna uygulanan standart bir uygulama gibi görünüyor.

Fakat Ebu Zübeyde için uygulanan operasyonel güvenlik önlemlerine rağmen, Ürdün polisi planı takip ediyordu ve Kasım 1999 sonunda Ebu Zübeyde “al-yowm al-fiya” olarak tanımladığı yeni bin yılın ilk gününde saldırıların gerçekleşmesi iznini verdiği zaman dinliyordu. 5 Aralık 1999’un ilk saatlerinde, Ürdün polisi teröristlerin saldırılarını planladığı Amman evine baskın yaptı ve bir düzine adamı tutukladı. Dokuz ay sonra, askeri bir mahkeme planlanan saldırılara dahil olmaları nedeniyle 22 teröristi suçlu buldu. Bunlardan, ikisi gıyabında cezalandırılan Raed Hicazi ve Ebu Zübeyde dahil altısını ölüm cezasına çarptırıldı.

Bir ay sonra, bir grup El-Kaide teröristi Malezya’da buluştu. Buluşmaya katılanlar arasında bilinen bir El-Kaide oyuncusu Halit El Midhar ve ayrıca henüz tanınmayan birisi olan Nawag El Hamzi vardı.

Malezyalı yetkililer, CIA’ye bunların toplantıda olduklarını söylediler fakat FBI‘ya bu gayrı resmi olarak söylendiği halde, bu kişilerden hiçbiri bunların Birleşik Devletler’e girmelerine izin verilmesini önleyecek olan Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı izleme listesine koyulmadı. Şimdi geçerli olan El-Kaide karşıtı büyük bir uluslar arası harekatla, tutuklamalar Frankfurt Noel Pazarını ziyaret eden turistlere yönelik düzenlenen bir saldırıyı önlemek suretiyle 2000 ve 2001 yılı boyunca devam etti. Ürdünlü tutukluların başarısının direk bir sonucu olarak, MI5 Londra’da El-Kaide’ye bağlı şüpheli GIA teröristlerine yönelik üç aylık bir gözetim olan Auden Operasyonunu düzenledi. 13 Şubat 2001’de altı Arap, Özel Şube tarafından yapılan şafak baskınlarında tutuklandı. Altı evin ve bir İslami kütüphanenin sonraki
araştırmaları Manchester ve Birmingham’daki baskınlara götüren birkaç tane daha bilgisayar diskini ortaya çıkardı. Tutuklananlar arasında Ömer Ebu olarak da bilinen El-Kaide’nin Avrupa ağının ruhsal lideri olarak görülen ve önlenen Milenyum saldırılarına katılmasından dolayı Ürdün mahkemeleri tarafından gıyabında 15 yıl hapis cezasına çarptırılan Filistinli din adamı Ebu Katada vardı. Ebu Katada gelir desteği alıyor olmasına rağmen, batı Londra’daki
evindeki polis 180,000 Sterlin nakit para, ABD Doları, İspanya Pesetası ve Alman Markı buldu. İngiltere ve Almanya tutuklamalarını İtalya, Almanya, İspanya ve bir El-Kaide grubunun New Delhi’deki Birleşik Devletler Elçiliğine bomba saldırısı planladığı Hindistan’daki seriler takip etti.

 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
[FONT='Verdana','sans-serif']SUNUM 3 / BÖLÜM 6[FONT='Verdana','sans-serif']YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR[FONT='Verdana','sans-serif']Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)[FONT='Verdana','sans-serif']El-Kaide’nin İngiltere ve Avrupa çapındaki birkaç diğer ülkedeki ağ örgüsü, birçok değişik seviyede işler. Davanın basit bir destekleyicisi olan ve Müslümanların yoğunlukta olduğu kentlerdeki birkaç camideki Ebu Katada gibi militan din adamları tarafından benimsenen dini
yaklaşım tarafından çekilen insanların ilk katı var. Bunlar, normal, yasalara uyan bir hayat yaşayan ve camiyi ziyaret etmekten, gösterilere katılmaktan ve tahrik edici garip ifadeler kullanmaktan başka herhangi bir şey yapmayan çoğunluğu temsil ediyor. İkinci kat, Afganistan’daki eğitim kamplarından birine katılmaya ikna edilen daha küçük bir insan grubundan oluşur. Kamplara katılanların çoğu, Taliban’ın yanında savaşarak devam ederdi fakat terörist faaliyetlerde yer alma fikrinden vazgeçerdi. Üçüncü kat, kamplara katılanların arasından El-Kaide’nin kendi düzenlediği operasyonlar için uygun bulunarak seçilenlerden oluşuyordu. Bunlar, Afganistan’daki müttefik operasyonlar sırasında öldürülünceye kadar bütün operasyonları planlamakla görevli olan askeri komitenin başkanı Muhammed Atıf’ın yönetimi altına giriyordu. Atıf sonradan bu görevde Mısır İslami Cihad lideri ve Bin Ladin’in yakın sır arkadaşı Aywan El Zevahiri ile değiştirildi.

Bush yönetimi 2001’in başlarında göreve geldiğinde yetkililer, El- Kaide ile mücadele etmenin önemi konusunda onu baskı altına aldılar ve ikna edici unsur olarak da Kasım 2000’de Yemen de 17 Amerikan Üssü’ne yapılan saldırı sonucu 17 denizcinin öldürülmesini gösterdiler. Beyaz Saraydaki Terörizmle Mücadele grubunun başkanı olan Richard Clarke, El-Kaide’yi çökertmeyi hedefleyen bir dizi öneriyi özetledi. “El-Kaide’ye Karşılık Vermek: Eski Duruma Dönüş” başlıklı bir sunumda Clarke, El-Kaide’nin bütün dünyadaki fonlarının dondurulmasını, sahte bağış kampanyaları ile para toplama yollarının engellenmesini ve El-Kaide’nin terörist ayaklanmalara ekonomik olarak destek verdiği Filipinler; Özbekistan; Yemen gibi ülkelere yardımlarda bulunulması gerektiğini savundu.

Fakat buradaki kilit plan, Afganistan içlerinde özel harekat görevlerinin geniş ölçekli kullanımını, El-Kaide kamplarına hava saldırıları düzenlemeyi ve Taliban’ı yok etmek için Kuzey ittifakına artırılmış fonlar sağlamayı kapsamaktaydı. Füze savunması çevresinde odaklanan yönetimin savunma öncelikleri hakkında ileri sürülen savlar ve yapılan tartışmalar arasında hiç biri, 9/11 diye adlandırılan, El-Kaide’nin 4 uçağı kaçırıp 3 tanesinin Dünya Ticaret Merkezine ve Pentagon’a yönlendirip, diğerini de düşürüp 3,000 insanın ölümüne sebep olana kadar hayata geçirilmeyecekti.

Bu saldırılar Amerika için, Japonya’nın Pearl Harbor’a düzenleyeceği saldırıyı tahmin edememesinden bile çok daha kötü bir istihbarat hatası olarak kabul edildi. Açıkçası FBI, bu olaylarda olabileceği en üst düzeyde beceriksiz bir görüntü çizmiştir. CIA, Dış İşleri Bakanlığı’nın gözetim listesinde bulunan al-Mihdar ve al-Hamzi isimlerini saldırıların hemen öncesine kadar belirleyememesinde ve El-Kaide’nin bilgilerini eline geçiremediğinden dolayı eleştirildi. Saldırıların eşiğinde, eski bir görevli eski çalışma arkadaşlarının canlarının sıkacak ortamlara girmekten kaçındıklarını belirtmişti ve Jim Pavitt bu iddiaya karşı çıkmıştı. Bununla birlikte CIA, El-Kaide ve diğer terörist örgütlerle mücadele etmede bazı temel sıkıntılar yaşadı. Bunun sebebi kısmen, “hoş olmayan“geçmişe sahip kişileri işe almak konusunda uygulanan yasaklamaydı ve bu terörist bir örgütün içine sızmaya kalkışıldığında karşılaşılan açık bir engeldi. Fakat çok çok daha büyük olan sorun, teşkilatın Pakistan gizli servisiyle olan ilişkisiydi. Sovyetlerin Afganistan’ı işgali sırasında başlayan ilişkileri bağlamında bile bir türlü açıklanamayan sebeplerden dolayı CIA ISI ile, Afganistan içlerine tek taraflı operasyonlar düzenlemeyeceğine dair bir anlaşma yapmıştı. ISI’nin Taliban’ın bir numaralı destekçilerinden biri olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu anlaşmanın CIA’in El-Kaide’ye karşı düzenleyeceği operasyonları engellemesi çok da şaşırtıcı gelmiyor. Neyse ki, İngilizler’le olan istihbarat ilişkisi o kadar sağlam ki, bu konu oluşturması gerektiği kadar sorun oluşturmadı. Daha önce ABD teşkilatlarının bir şey yapması engellendiğinde nasıl olduysa bu seferde, İngilizler yardıma yetişti. CIA’in aksine, MI6 Afganistan’da eskiden beri çok güçlüydü ve orada bir kaç tane ajanı bulunmaktaydı, ve açıkçası bunlardan bir kaçı El-Kaide ve Taliban’ın içindeydi. CIA’in Harekatlar Müdür Yardımcısı Jim Pavitt, teşkilat’ın 1990’lar boyunca Afganistan’ı göz ardı ettiği iddialarından duyduğu rahatsızlığı ifade etti. Pavitt “Eğer birisinin, benim ve CIA’in Sovyetlerin Afganistan’ı terk etmesinden sonra bu bölgeyi terk ettiğimizi ve 11 Eylül’e kadar bu bölgeye gerekli dikkati ve özeni göstermediğimizi söylediğini duyarsanız, sizlerden bu insanlara bu bölgeye nasıl müdahale edileceğini, hangi operasyonların yapılacağını, hangi bölgesel askeri lideri destekleneceğini, ve hangi bilgilerin toplanacağını nereden bildiğimizi sormanızı istiyorum. 11 Eylül’den önce de orada olduğumuz gerçeği çok basit ve açıktır” dedi.

En büyük sorun, El-Kaide’nin çok sıkı bir biçimde işleyen hücresel yapısıydı. Bu şu anlama geliyordu. Örgütün içerisinde çok iyi yerlerde bulunan ajanlar bile bazen bir sonraki operasyonun ne olacağı konusunda bir bilgiye sahip olamıyorlardı. 11 Eylül saldırılarını
yürüten El-Kaide eylem grubunun bazı üyeleri başka uçaklarında kaçırılacağının farkında bile değildi ve belki de, bindiklere uçağa ne olacağı konusunda bile bir bilgileri yoktu. Pavitt, “Ortaya çıkan bu terör hücreleri genellikle küçük ve bu hücrelere katılan, terörist faaliyetler gerçekleştiren bütün terörist personel çok dikkatli bir biçimde gizleniyordu. Çok önemli bilgileri, hedefleri, zamanlamayı ve uygulanacak metodu tam olarak bilen personel sayısı çok düşük seviyede olmak zorundaydı. Bu kontrol seviyesine, bu çeşit bir bölümleşmeye, disiplin derinliğine ve bağnazlığa karşı hala şüphelerim var ve 30 yıllık deneyimimi bu iş için kullanıyorum. Akıllı bir iç hücre personelinin bulunmaması veya bizimle işbirliği yapabilecek bir hava korsanı 11 Eylül’de meydana gelen korkunç katliamı önlememizi sağlayacak gerekli ön bilgiyi bize verebilirdi.

İngiliz Parlamentosunun İstihbarat ve Güvenlik Komitesi tarafından yürütülen araştırma, MI5, MI6, ve GCHQ’yu herhangi bir suçlama konusunda affetti. Fakat komite, temel sonuç olarak şunu dile getirdi: “ tehdidin boyutu ve Batılı ülkelerin bu seviyede sofistike yapısı olan teröristler hususundaki hassasiyeti ve teröristlerin hayatları konusundaki aldırmazlıkları yeterli seviyede anlaşılmamıştır.” Bu açıklama istihbarat ve güvenlik teşkilatlarını çok şaşırttı. Komite’nin böyle bir karara varması inandırıcı değildi. Son bir kaç yıldır, terörizm hakkında biraz bir şeyler bilen birisi şunun farkındadır:

a) Birkaç modern grup var ve bunlar çoğunlukla Kökten dinci İslami gruplar fakat tamamen İslamcı değiller. Bunlar, insanların onlar hakkında ne düşündüklerini önemsemeyen insanlar ve mümkün olduğunca insan öldürmekten mutlu oluyorlar ve

b) El-Kaide bunlar içerisinde en büyük tehdidi oluşturan grup. Daha da önemli olan ise, komitenin kararını raporunun ilk sayfasının birinci paragrafıyla ilişkilendirmek imkansızdır. Bu bölüm o zamanlar JIC Başkanı ve İngiltere İstihbarat Koordinatörü olan John Scarlett’ten bir alıntı yapıyor; “Usame Bin Ladin ve yandaşlarını çok büyük bir tehdit oluşturduğu 11 Eylül’den önceki periyotta var olan ciddi farkında olma durumu” vardı ve o yaz Amerika içerisinde “çok yüksek sayıda ölümlere” sebep olacak muhteşem bir terörist saldırı planlıyorlardı.


[FONT='Verdana','sans-serif']SUNUM 3 / BÖLÜM 7[FONT='Verdana','sans-serif']YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR[FONT='Verdana','sans-serif']Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)[FONT='Verdana','sans-serif']Bu saldırılara ilişkin istihbarat Mart 2001’de gelmeye başladı, kaynağa göre, bir grup El-Kaide teröristi, ki bunlardan birsi Amerika’da yaşıyordu, gelecek ay Amerika’ya saldırmayı planlıyordu. 1990’ların sonunda rapor edilen ama asla gerçekleştirilmeyen operasyonlara benziyordu. Fakat Nisan’da, diğer kaynaklardan gelen kanıtlarla bu ihtimal daha da güçlendi. Hiç bir saldırı gerçekleşmemesine rağmen, istihbarat servisleri olası bir saldırının Mayıs ve Haziran aylarında gerçekleşebileceği konularında “çalkalanıyordu.” GCHQ ve onun ABD’deki eşdeğer birimi Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA), çok yakında terörist bir saldırı olacağını gösteren 30’dan daha fazla telefon konuşmasına ve elektronik postaya rastladı. Bu işaretlerin hiç birisi saldırının nerede ve ne zaman olacağı konusunda hiç bir ipucu vermiyordu. Haziran ayına gelindiğinde, El-Kaide ile ilişkisi bulunduğu düşünülen şüphelilerin İngiltere, Kanada, ve Amerika’daki hareketleri izleniliyordu ve bir takım El-Kaide teröristinin “şehitlik” için hazırlanmakta olduğu söyleniliyordu. Scarlett Haziran’da yapılan bir üst düzey toplantıda İstihbarat ve Güvenlik Komitesine belirli bilgilerin eksikliğinden dolayı önemli endişeler vurgulanıyor. ABD çıkarlarına karşı olması muhtemel saldırılar, çok olası ama onların doğaları ve hedefi bilinmiyor” diye açıklamada bulundu. Kısa bir zaman öncesine kadar Afganistan’da bulunan bir ajan “herkes yakında gerçekleşecek bir saldırıdan bahsediyor” diye bir bilgi vermişti. Üst düzey idareciler için Temmuz’da düzenlenen bir istihbarat brifingi Bin Ladin’in “gelecek haftalarda ABD ve/veya İsrail çıkarlarına karşı önemli bir saldırı düzenleyeceğini, saldırının göz alıcı olacağını ve ABD çıkarlarına ve tesislerine çok büyük zararlar vermeyi hedeflediğini, saldırı hazırlıklarını tamamlandığını ve saldırının hiç bir uyarı olmadan veya çok az bir uyarı verilerek yapılacağını” tahmin etmişti.

Eğer FBI işini doğru dürüst yapıyor olsaydı bile, saldırıların başarıya ulaşamayacağı konusu tartışılır. Yukarıda bahsedilen bütün uyarılara ve şüpheli teröristleri uçuş dersleri aldıklarına ve bu dersler boyunca bir uçağın nasıl indirileceği konusuyla hiç ilgilenmediklerine dair kendi iç bilgilere rağmen FBI, Federal Havacılık Örgütüne iç uçuşlardaki güvenlik çevrelerinin geliştirilmesini gerekli kılacak bir tehdidin olmadığını bildirmişti. Saldırılardan sonra, saldırıları tahmin etmekteki başarısızlığın suçlularını arama işine girişerek işleri daha da kötü bir hale soktu. Bu olay, çok gizli istihbarat bilgilerinin sızmasının çok da önemli değilmiş gibi bir hava yarattı.

NSA ve GCHQ’nun El-Kaide’nin haberleşme ağına sızabilme yeteneği büyük oranda engellendi, yine de neyse ki, tamamen kesilmedi; 1998’e kadar bin Ladin’in uydu telefon görüşmelerinin alınmasına kadar devam etti. Şimdilerde, saldırıları araştıran kongredeki komiteye ait istihbarat kaynak malzemelerinden sızmalar olduğuna dair işaretler var. NSA saldırılarla ilgili sözde bir kaç telefon konuşması belirledi ama bunları saldırıların bir gün sonrasına kadar kopya etmeyi başaramadı. Bu bilgi sızma olayının arkasındaki motive edici güç açıkçası NSA’nın bu iki mesajın gizlilik derecesini iptal etmedeki isteksizliğidir. Bilginin sızması özellikle, bu konuyu halka sızdırarak gizlilik derecesinin kaldırılması üzerine tasarlanmıştı. Fakat, iki konuşmanın tam metni neredeyse kesin bir şekilde, söz konusu telefonların bir daha hiç konuşulmadığının yanında bu telefonları arayan diğer numaraların da bilgi sızdırdıkları gerekçesiyle bir daha kullanılmadığını garanti ediyordu. Bu bilgi sızıntıları El- Kaide’yi takip etme çabalarını engelledi. Durumu daha kötüleştiren şey şuydu; mesajlar esasında NSA tarafından değil de GCHQ tarafından belirlendi ve kopyalandı, bu yüzden bu bilgi sızması transatlantik bilgi değiş tokuşuna zarar verme riski taşıyordu ve bu da İngiltere’nin Arap dili ile ilgili dinleme çalışmalarını ele alma konusundaki uzmanlığı göz önünde bulundurulduğunda, bu bilgi alışverişinin ABD’nin El-Kaide teröristlerini izleme çabaları açısından çok önemli olduğu bir kere daha ortaya çıktı. Bilgiyi sızdıran kişi şüphesiz ki, Amerikan halkının bu iki mesajın elde edildiğini bilmesini istemişti. Fakat bu bilgini ifşa edilmesi hiç bir sorun çıkarmadı. Her gün milyonlarca telefon konuşmasının ve elektronik postanın NSA ve GCHQ tarafından tarandığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu iki konuşmanın kopyalandığı hız oldukça iyiydi, bu hız bize onlara en yüksek öncelik olmasa da öncelik verildiğini gösteriyor. Bunun temel sebebi, bu konuşmalar “El-Kaide ile ilgili olabilir” başlığı altında listelenmiş olmasıydı fakat bunların kime ait olduğu bilinmiyordu. Açık olan şey, ABD’nin yaptığı araştırmalardan yapılan bu aptal ve sorumsuz bilgi sızdırılması işi Amerikan halkının El-Kaide teröristlerinden korumak adına hiç bir işe yaramadı. Eski bir düşmanda öç almak için kullanan ABD yönetiminin tepkisi de hiçbir işe yaramadı. Aksine, 11 Eylül saldırılarının eşiğinde bir çok Arap ülkesinde bile var olan uluslararası sempatiyi boş yere harcamış oldular. ABD’nin teröre karşı yürüttüğü savaşın ilk saldırıları uluslararası destekten fazlasıyla yararlandı ve bin Ladin’i yakalamak ve öldürmek ise gerçek bir olasılıktı. Fakat bu fırsat, Irak’ı işgal etmekte gösterilen acelecilikle yok edildi. Makul, yasal ve hatta haklı çıkarılmış olsun ya da olmasın Irak’ı işgal etmek açıkçası konu dışı bir durumdu. İşgal’in zamanlaması bin-Ladin ve El-Kaide’nin en zayıf oldukları zamanda tehlikeden kurtulmalarına yardımcı oldu ve kullanılan metotlar Afganistan’da var olandan daha tehlikeli ve etkili bir terörist eğitim alanı elde etmelerini sağladı.

11 Eylül saldırılarının hemen ardından ABD ve müttefikleri tarafından benimsenen yaklaşımlardan çoğu Müslümanları El-Kaide’nin silahları üzerine sürmek üzere tasarlanmıştı fakat Irak’ın işgalinden sonra hiç biri işe yaramadı. Savaş sonrası Irak’ı kontrol etmedeki zorluk, müttefiklerin Iraklıları idare edecekleri yeni bir hükümet kurmalarını gerektiğini konusunda önceden uyarılarda bulunan İngiliz yetkililer tarafından önceden tahmin edilmişti “fakat bu yıllar boyunca bir millet inşa etmeyi kapsayacaktı.” O sıralar Tony Blair’in dış siyaset danışmanı olan Sir David Manning, “Yönetimin zorluklara yeterli dikkati göstermeme riski vardı. Başarısızlığın bir seçenek olmadığı fakat bunun onların bundan kaçınacağı anlamına gelmediği konusunda aynı fikirdeydiler” dedi.

Savaş sonrası Irak için makul bir planın olmayışı yabancı savaşçıların mor-ötesi İslamcı terör geçmişi bulunan Ürdün’lü Ebu Musab el-Zarkabi tarafından önderlik edilen isyancılara katılması için zemin hazırladı. Batılı tutsakların bıçaklarla kafalarının kesildiği korkunç videolar El-Kaide’ye, Bin-Ladin ve el-Zawahiri’nin elektronik haberleşmelerini ve hareketlerini Pakistan’nın kabilelerin yaşadığı bölgelere yoğunlaştırmalarını zorunlu kıldı ve taze bir güç sağladı. 2004’ün sonlarına doğru el-Zarkawi kendi Tevhid ve Cihat isimli isyancı gruplarını açıkladı, El-Kaide Irak’taydı. El-Zarkawi ile Bin Ladin arasındaki ilişki hala daha yoğun. El-Kadie Sünni- Müslüman bir örgütken, liderliğinde bulunan kişiler Ürdünlülerin Irak’lı Şii nüfusu Amerikalılarla birlikte gerçek düşmanları olarak görme konusundaki
kararlılığının Arap dünyası içerisindeki gerçek destekçilerinin onlara verdiği desteği baltalayabileceği konusundaki endişelerini vurguladı.



SUNUM 3 / BÖLÜM 8 YENİ DÖNEMİN TERÖRİZME ETKİLERİ VE TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR

Mr.Michael SMITH (İNGİLTERE)

El-Kaide 11 Eylül saldırılarının ardından başka saldırılar düzenlemeye devam etti. Bu saldırıların içerisinde, doğalgaz taşıyan bir kamyonu Tunus’taki bir sinagogun önünde patlatıp 19 kişinin ölümüne sebep olma; 2002 Ekiminde 202 kişinin ölümüne sebep olan Bali’deki patlama; Kenya’da Mombasa’da İsrailli bir kişiye ait bir otele bombalı intihar saldırısı düzenleyerek üç bombacı ve üç İsrailli ile birlikte 16 kişinin öldüğü bombalı saldırı da var. Irak’ın işgalinin hemen ardından bir takım bombalama eylemleri gerçekleştirildi.Bunların bazıları Amerika’nın müttefiklerini hedef almıştı ve ABD ve onun koalisyon müttefiklerine ve onların Irak’ta devam eden varlıklarına verilen desteği yok etmeyi amaçlamıştı. Bu bombalama serisine Mayıs 2003’de Kasablanka’da koordine edilmiş beş bombalı eylem gerçekleştirerek başladılar. Bu patlamalarda, 12 bombacının da içlerinde bulunduğu 45 kişi hayatını kaybetti. Bu patlamaları altı ay sonra İstanbul’da patlayan dört bomba takip etti, bu saldırılar iki sinagogu; İngiliz Konsolosluğu’nu; ve İngilizlerin sahip olduğu bir bankayı hedef aldı. Saldırılarda 58 kişi öldürüldü. Çok daha büyük ölçekteki terörist saldırılara alışkın olan dünya bu olayları nispeten çok küçük olaylar olarak kabul etti. Fakat Mart 2004’de, 10 bomba Madrid’in merkezinde dört kalabalık banliyö treninde arka arkaya patladı ve 190 kişinin ölümüne 1400’den fazla kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Söz konusu saldırı, dikkate değer bir başarı sağladı çünkü saldırıların devamında binlerce insan İspanya başkentinin sokaklarına dökülüp İspanya hükümetini Irak’taki birlikleri geri çekmeye zorladı. İntihar saldırıları 7 Temmuz 2005’de Londra’ya geldi ve bir Londra otobüsünde ve metro trenlerinde koordineli bir şekilde patlattıkları bombalarla 56 kişiyi öldürdüler. İki hafta sonra, daha kötü organize olmuş bir grup tarafından benzer bir saldırı planlandı ama fünye ateşleme yapmadığı bu plan için başarısızlığa uğradı. El-Kaide daha sonra, 7 Temmuz saldırılarını düzenleyen intihar bombacıların bu eylemi El-Kaide adına yaptıklarını söylediği, İngiliz hükümetini Irak Savaşı’na bulaştıkları için suçladığı ve el-Zarkavi’yi övdüğü bir video yayınladı. Bu olay teröristlerin Pakistan’da eğitildikten sonra rutin bir biçimde videoya alındığını göstermektedir. Parlamento’nun İstihbarat ve Güvenlik Komitesi tarafından bu yıl içerisinde ilerleyen dönemlerde bir rapor yayınlanana kadar gerçek durum açıklığa kavuşmayacağı halde, bu makalenin yazıldığı sıralarda İngiliz istihbarat ve güvenlik servislerinin iddia edilen başarısızlıkları hususunda tartışmalar devam etmekteydi.

Sokaklarda savaş çağrısı yapan vaizleri gözlem altında tutup Pakistan’daki Kabile Bölgeleri’ndeki eğitimlerinden dönen ve bu vaizlere sadakat yemini etmek için onları ziyaret eden teröristleri belirlemek yerine bu vaizleri görevlerinden almak gibi refleks karşılıklar veren politikacılar arasında İslami terörizmin düşman olduğuna dair anlaşılabilir bir endişe hala varlığını korumaktadır. Her terörist bu şekilde takip edilemez ama bu bir çoğunu gözlem altında tutmak için iyi bir yöntemdir. Bu tip insanları sokaklardan uzaklaştırmak, politikacıların bir şey yapmak istediklerini göstermek için göz doldurucu bir teşebbüstür ama bu ters etki yaratan başka şeylere sebep olur. Politikacılar, sofistike bilgi alma yöntemleriyle elde edilen bilgilerin mahkemelerdeki davalarda kullanılması gerektiğine dair ve terörist saldırıları önleme imkan ve kabiliyetimize çok az katkıda bulunan yeni yasaların çıkarılmasına ilişkin talepleri ile istihbarat ve güvenlik servisleri içerisinde bir takım endişelere sebep oldular.

Mevcut islami teröristler yapmayı planladıkları cinayet ve kargaşaya sebep olan olayların ölçeği açısından kendilerinde önce gelenlerden çok farklı olduklarından dolayı geleneksel terörle mücadele yöntemlerinin gereksiz olduğunu savunan özellikle ABD’de bir çok insan var. Bu çok tehlikeli bir yanlış anlama. Teröristlerle mücadele etmenin en etkili yolu onların destek almalarını sağlayan koşulların ortadan kaldırılmasıdır. Neyse ki bu, ABD ordusu içerisinde nüfuzlu mevkilere sahip komutanlar tarafından paylaşılan bir görüş. Samara’da Şii-Müslüman bir türbeye zarar verilmesinden sonra artan şiddet olaylarına rağmen, Irak’ta ihtiyatlı da olsa umut etmek için bir ortam var. Eğer Sünni isyancılar, önlerinde bulunan daha iyi örgütlenmiş terörist örgütler gibi geleceklerine hizmet etmenin en iyi yolunun hükümet içerisinde yer almak olduğu hususunda ikna edilebilirlerse, o zaman Sünni üçgenindeki nüfus el-Zarkavi gibi yabancı isyancılara sırtını dönebilir. Müttefik birliklerin Irak’tan çekilmesi, El-Kaide’nin gerçek düşman olarak gördüğü taraf değiştiren devletlerdeki El-Kaide’ye odaklanacak. Bu olay söz konusu devletleri bu örgüte karşı daha önce davrandıkların çok daha fazla zorlayıcı davranmaya zorluyor ve el-Zarkavi ve onun diğer Müslümanlara saldırmak gibi psikopat isteği üzerindeki gerginlik, El-Kaide’nin aldığı desteğin temelini baltalayabilir. El-Kaide esasında, politikacıların ve medyanın bizi inandırdığından çok daha narin ve hassas. El-Kaide kesinlikle mağlup edilebilir fakat el-Kaide, şiddeti, Ortadoğu’daki duruma Batı’nın getirdiği çözümden kurtulmanın en etkili çözümü olarak gören Müslüman dünyasındaki insanların kalplerini kazanmak için planlı bir çalışma içerisine girecek. ABD ordusu içerisindeki savaşa karşı Uzun Savaş yapılması yönünde takınılan yeni tavır iyi bir başlangıçtır.


SUNUM 3 BİTMİŞTİR.




BU BÖLÜM ALTINDA YER VERİLECEK OLAN ÇALIŞMALAR TÜRKİYE CUMHURİYETİ GENELKURMAY BAŞKANLIĞI TARAFINDAN DÜZENLENEN "KÜRESEL TERÖRİZM VE ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ’’ SEMPOZYUMU'NDA YAPILAN SUNUMLARDAN OLUŞMAKTADIR.

Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumun’’daki düşünce ve yorumlar bildiri sunan yazarlara aittir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konudaki düşüncelerini yansıtmamaktadır. Bu Sempozyum Bildirileri içinde geçen resimler ve makalelerin her hakkı saklıdır. Ancak, kişiler tarafından yapılan çalışmalarda referans gösterilerek kullanılabilir.










SUNUM 4 TERÖRİZME DESTEK VEREN KAYNAKLARLA MÜCADELE

Dr. Kimberley Thachuk (ABD)


Terörist destek yapılarıyla nasıl mücadele edileceği ikilemiyle karşılaşılınca, geniş çaplı potansiyel ve gerçek faktörler dikkate alınmalıdır. Geçmiş yıllarda, talihsiz fakat belki de küreselleşmenin kaçınılmaz zaafı, kötü niyetli kurumlarla ve gündemlerle gittikçe artarak uyum sağlayabilen bireyleri ve grupları ortaya çıkarmıştır. Uluslararası toplumun başı zaten beladayken, teröristler, organize suçlar, korsanlar ve silahlı uluslararası değersiz girişimciler ve köle ticareti gibi devlet karşıtı yeni bir kimseler topluluğu tarafından bütün dünyadaki devletlere saldırılıyor. Bu diğer güçlü gruplarla birlikte teröristler, bu çağa özgü yeni ve gelişmiş teknolojik gelişmeler ve olanaklarla silahlanmıştır. Sonuç olarak, uluslararası uygar toplum için bir bilmece ortaya çıkmıştır: Bu gibi devlet karşıtı büyük düşmanlarla mücadele etmek aynı zamanda uluslararası düzenin çıkarı için birlik ve işbirliği içinde kalmak. Problemin özünde, bu tehditlerin, kendi ülkelerinde eşzamanlı olarak kendi güçlerini artırırken devletler arasındaki müşterek ruhu giderek artan bir şekilde zayıflatması vardır; devletler şimdiye kadar terörizme karşı koyma önlemleri ve nedenlerle uğraşırken, teröristler, yavaşça ve sistemli bir şekilde kendi ev sahiplerini öldüren fırsatçı ve ölümcül bir virüs gibi davranıyorlar. Bu gerçeğe dayanarak, devletler, çok yanlı ve ikili işbirliği alanlarını geliştirmelidir ve uluslararası katillere ve hırsızlara karşı tek bir güç haline gelmelidirler.

Uluslararası düzeyde roller ve ilişkiler giderek bulanıklaşıyor ve karmaşık bir hal alıyor. Devletler teröristleri barındırabilir, mafya patronları devletleri yönetebilir, teröristler belli makamlara seçilebilir, suç teşkil eden girişimler teröristleri finanse edebilir ve terör taktikleri suçlular tarafından kullanılabilir. Yakın küresel anarşinin bu ortamında diğer devlet karşıtı kimselerle birlikte teröristlerin hayatta kalmak ve büyümek için sayısız entrikaya başvurmaları çok da sürpriz değildir. Bunlar yasal işler yapma ve hayır kurumlarını istismar etme dahil para getiren çeşitli planlar üretmekle kalmamış aynı zamanda önceden organize suç örgütlerinin tek girişimi olarak düşünülen suçla ilgili tezgahları derinlemesine araştırmışlardır. Ayrıca, resmi desteğin olmayışı, bunların kendi faaliyetleri için politik ve genel destek aradıkları anlamına gelmektedir. Bu hususta, beklenmedik bir paraya rastlamışlardır. Zayıf ve yozlaşmış devletleri istismar etmenin ikili stratejilerini kullanarak, aynı zamanda bozulmuş ve tecrit edilmiş vatandaşlardan anlayış ve destek dileyerek, belli sayıdaki terörist gruplar, cezadan muaf olacakları uluslararası harekatları yönetecekleri güvenli bölgeleri verimli ve etkili bir şekilde şekillendirmeyi başarmışlardır. Bu problem çok yaygın olmaya başladığı için, bu artık dünyadaki toplumların üstesinden gelmesi gereken bir sorun olmuştur. Aslında, devlet seviyesindeki terörizme karşı koyma stratejileri önemli uluslararası destek ve işbirliği ile üstlenilmezse çok az bir başarıya sahip olacaktır. Bu taktikle çok fazla ilgili bir konu da değildir. Her devlet, muhtemelen başarılı bir şekilde gerekli sayıda teröristi öldürebilir. Gerçek test, hem devlet seviyesinde hem de uluslararası toplum için geniş kapsamlı sonuçları olan uzun vadeli bir strateji olacaktır. Bu yüzden, terörizme karşı koyma önlemlerine öncelik vermek veya kısa vadeli çabuk yapılan taktikleri benimsemek yerine kapsamlı, terörizmin esnek istilasına etraflı bir şekilde hitap eden uzun vadeli bir strateji geliştirilmelidir.

Terörist Desteğin Temel Dayanakları

Teröristlerin harekatları ve varoluşları için güvendikleri üç temel kritik destek dayanaklarının olduğu tartışılabilir: finans kaynakları; cezadan muaf olmak; ve vatandaş desteği/faaliyetlerini pasif kabul etmek. Bu gruplar muhtemelen diğer faktörler tarafından desteklenirken, bu üç dayanak tartışılır biçimde terörist tezgahlarının başarısının ve üyelerinin hayatta kalmasının dengelendiği üç ayaklı tabureyi simgeler. Finansmanla ilgili olarak, paranın taşındığı ve kullanıldığı metotların yanında sermayenin kaynaklarının anlaşılması akışın durdurulmasında çok önemlidir. Küresel bir ekonomide, terörist gruplar için, para bulmadan ve parayı taşımadan uluslar arası harekatlar yapmak nerdeyse imkansız olacaktır. İkinci dayanak, cezadan muaf olma, genellikle teröristler ve yandaşları tarafından yozlaşmış ve zayıf hükümetlerin istismar edilmesinin sonucudur. Görünüşte terörist tezgahların denetlemeden ve devlet yetkililerinin engellemesinden bağımsız olarak planlamanın en kolay yolu sadakatini alamıyorsa kamusal görevlerini kiralamaya gönüllü olanların sessizliğini, etkisizliğini satın almaktır. Bu hususta, teröristler, zayıf devletlere giriş sağlamak ve sonra devletlerin egemen statülerini kullanmak ve hükümetleri uluslararası suç planları için kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmek amacıyla organize suçlar tarafından uzun zamandır kullanılan metotları kullanmışlardır.

Bir kere sağlam bir şekilde yerleşince ve finansal açıdan silahlanınca, vatandaşlar tarafından destek veya en azından toplumun söylenmeden anlaşılan kabulü desteğin son dayanağı olur. Vatandaşlar tarafından kabul görme ve/veya itaat çoğu zaman sadece ülkeler arasında değil aynı zamanda ülkelerdeki şehirler ve bölgeler arasında bile değişebilen karışık ve birbirini kapsayan belli sayıda psikolojik ve sosyolojik durumdan oluşur. Politik kültür, tarihi miras, dinin öne çıkması, medyanın rolü, ekonomi, siyasal liderlik, vb. gibi faktörlerin hepsi teröristlerin yapabildikleri şeylerin miktarında hayati bir rol oynar. Ayrıca, bu olağandışı durumlar teröristlerin üye alıp almadıkları ya da nasıl aldıkları ve ev sahibi halktan yeni üyeler yetiştirip yetiştirmedikleri veya nasıl yetiştirdikleri açısından önemlidir.

Üstelik bu faktörler çok sıklıkla birbirleriyle ilişkilendirilir ve bunları soba borusu tarzında ifade eden stratejiler muhtemelen başarısız olacaktır. Örneğin, sadece terör finansmanı konularının üstesinden gelmek, birçok terörist para toplama yolunun toplumsal desteğe ve sık sık ödeme yapılan yozlaşmış memurların diğer tarafa bakmaya olan istekliliklerine güvenmesi gerçeğini inkâr eder. Ya da, göz yumulamayacak olan şey çoğunlukla zayıf hükümetlerin yapamadıkları ya da yapmaya gönüllü olmadıkları yerlerde sempatik müttefikler kazanmak amacıyla hizmet ve sözde-hükümet fonksiyonlarını yerine getiren terörist gruplar tarafından toplumsal desteğin elde edilmesidir. Terörizmle mücadele etmek için stratejileri anlamak ve bütünleştirmek bunun temelini oluşturan ve bunu güçlü tutan faktörlerin dikkatli bir şekilde incelenmesini gerektirir. Detaylara verilen dikkat terörist desteğin üç ana dayanağının eş zamanlı olarak ifade edilmesini garanti altına alacaktır. Böyle yaparak, teröristlerin güvendiği sıkı denge sadece çürük olmaktan çok değişken ve güvenilmez olmaya daha eğilimli olacaktır.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
SUNUM 4 / BÖLÜM 2 TERÖRİZME DESTEK VEREN KAYNAKLARLA MÜCADELE

Dr. Kimberley Thachuk (ABD)

I. Terörün Finans Kaynakları


Her zaman teröristler için düşük sevideki devlet desteği ile, bir çok terörist grup günlük harekat giderlerini, malzeme ve bilgi alımlarını, eğitim, iletişim ve seyahat için giderlerini karşılamak için suç teşkil eden tezgahlara yönelmişlerdir. Birçok organize suç planları gibi teröristlerin suçları, çabuk bir dönüş yapmıştır ve önemli miktarda nakit para elde edebilir. Birçok durumda, terörist grupları kimin oluşturduğunu ve organize suç örgütlerini kimin oluşturduğunu görmek zor olabilir, bunların suçla ilgili faaliyetleri de aynı şekildedir.

Aslında, sermayesini büyütmek amacıyla bu iki toplum arasında ad hoc iletişimin olduğuna dair tahminler vardır. Bazı terörist para kaynakları hala yardımları ve bağışları, yayınların satılmasını (hem yasal hem yasa dışı) ve yasal işlerden elde edilen paraları içerirken, teröristler giderek artan bir şekilde kolay para için suç teşkil eden işlere yönelmişlerdir.

Organize suçun etki alanı ve şimdi ise terörist grupların para getiren faaliyeti olarak düşünülen en az dört tane temel suç teşkil eden faaliyetleri vardır. İlaveten, bunlar tehdit, adam kaçırma, kumar, sahte mal ticareti, şantaj, belgede sahtecilik, banka soygunu, kimlik hırsızlığı, kredi kartı dolandırıcılığı ve benzerleri gibi bir çok daha az suç içeren bir çok şeyi kapsar. 3 Ana faaliyetler, uyuşturucu madde, silah, insan ve nükleer madde kaçakçılığı ve kara para aklamayı kapsar. Bu zincirler birbirine bağlı ve gayrı resmidir ve stratejik olarak veya bir amaca yönelik olarak işlenmiş olmasından çok taktiksel açıdan yararlı olarak düşünülmelidir.

Uyuşturucu ticareti
Silah ticareti
İnsan kaçakçılığı ve ticareti
Kitle imha silahı(KİT) kaçakçılığı


Suç teşkil eden faaliyetlerden elde edilen kazanç gerçekten çok fazladır. Kesin olarak ölçülmesi imkansız olsa da, dünyanın toplam ürününün yüzde iki veya yüzde beşi arasında olduğu yada yaklaşık olarak 600 milyar Dolar ile 1.8 trilyon Doların yıllık olarak yasadışı finansal işlemlere dahil olduğu tahmin ediliyor. Uyuşturucu ticareti tek başına 300 veya 500 milyar Dolar, insan ticareti yaklaşık 7 milyar Dolar, sahtecilik 150 ile 470 milyar Dolar arasında, bilgisayar suçları 100 milyar Dolar ve küçük çapta silah ticareti 1 ile 4 milyar Dolar arasında “dünyadaki toplam kazançtan” kar elde ediyor”.

İşlerin birçoğu teröristlerin kötü niyetli nedenlerini göstermektedir. Örneğin, Kasım 2002‘de FBI savaş silahları ile ilgili iki büyük uyuşturucu madde işini durdurmaya yardım etti. Birinci olayda, bir Amerikan ve iki Pakistanlı beş metrik ton esrar ve 600 kilogram eroini El-Kaide operasyonlarına göndermeyi planladıkları dört uçaksavar füzesi için satmaya çalışıyorlardı. İkinci olayda, askeri nitelikli organizasyon, Kolombiya Birleşik Savunma Güçleri’nin, dört üyesi, 25 milyon Dolar nakit para ve kokaini beş konteynır Varşova Paktı silahları için satmayı planlıyorlardı. Silah zulası, 9,0000 hücum tüfeği, 300 tabanca, 53 milyon atımlık cephane, 300,000 el bombası ve birkaç roket-pervaneli bomba atarı içeriyordu.

ABD’nin Dışişleri Bakanlığı’na göre, dünyanın en büyük 25 terörist grubunun en az bir düzinesi dünya çapındaki uyuşturucu ticaretiyle bağları vardır. Bu terörist grupların bazıları, Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), Kolombiya Birleşik Savunma Gruplarını (AUC), Ulusal Özgürlük Ordusunu (ELN), Parlayan Yol, Filistin İslami Cihat, El-Kaide, Özbekistan İslami Hareketi, Hizbullah, Kürdistan İşçi Partisi (pkk(terör örgütü)), Bask Vatan Ve Özgürlük (ETA) Tamil El-amin Özgürlük Kaplanları ve Abu Sayyaf’ı kapsar.

Uyuşturucu madde ticareti yanında, sermayeyi büyütmek için, terörist gruplar, sayısız ülkeyi içeren bir çok karışık, çoğu zaman dolambaçlı tezgahlar kullanırlar. Suçu işleyenler, bunu üretenler gibi takip edilmeyecek kadar karmaşıktır. Örneğin, Haziran 2003‘de İtalyan mali polisi beş Tunuslu’yu ve bir Faslı’yı tutuklamak suretiyle Milano içinde ve çevresinde kırk yeri hedef almışlardır. İçlerinde bir imam da olan şüpheliler, Cezayir Vaaz ve Savaş Salafist Grubuna (GSPC) finansal ve lojistik destek sağlamakla suçlandılar. Onlara yapılan suçlamalar, yanlış beyan, yasa dışı göç, sahte belgeler alma, terörist bir organizasyona yardım etmek ve çalıntı araba ticareti arasında değişiyordu. Bunların ayrıca terörist amaçlar için para elde etmek amacıyla öncüler olarak yasal işler yaptıklarına inanılıyor.

Nerdeyse gerçeküstü bir değişimle, prezervatifler, son kullanma tarihi geçmiş Viagra gibi yeniden paketlenen ilaçlar, Armani ve Chanel parfümleri gibi kozmetikler, şampuanlar ve kremler, çikolatalar ve diğer yiyecek ürünleri, yedek araba parçaları ve CDler gibi günlük eşyaların korsan satışını yapan suç teşkil eden diğer sahte faaliyetlerin yanında El-Kaide sahte Vazelinin Dubai ’den Britanya’ya götürüldüğü bir düzenle ilişkilendirilmiştir. OECD ‘ye göre, sahtecilik dünya ticaretinin yaklaşık %7 ‘sine denk geliyor.

Aslında, sahtecilik ve kaçak ticaretinin “kurbansız bir suç” olarak algılanma eğilimi olmuştur. Ama, Birleşik Krallık’ın Organize Suç Görev Kuvveti raporları, sadece 2000 yılında Kuzey İrlanda ve İrlanda Cumhuriyeti arasındaki Kuzey İrlanda’daki askeri nitelikli gruplar tarafından yapılan yakıt kaçakçılığından ve sahte tütün ürünlerinden kaynaklanan gelir kaybının 568 milyon Dolara ulaştığını ifade ediyor. Sahte ürün kaçakçılığı yaparak suçluların elde ettikleri kazançların bir tanesi, bugüne kadar yakalananların cezalarının uyuşturucu ticareti yapanların cezalarından daha hafif olmasıdır. Bundan dolayı, askeri nitelikliler Güney İspanya’dan eroin sevkiyatı yapıyor diye bilinirken, Doğu Avrupa‘dan sahte tütün ürünleri daha az riskle aynı kazancı sağlıyor. Geçici İrlanda Cumhuriyet Ordusu (PIRA) olayında, 1 milyon ile 15 milyon Dolar arasında bir paranın terörist harekatları devam ettirmek için gerektiği hesap edilmiştir. PIRA‘nın sahte ürün ve mal kaçakçılığından tahmin edilen para elde etme kapasitesinin 7.7 ile 12.3 milyon Dolar arasında olduğu tahmin ediliyor.

En önemli amaç tabi ki, terörist saldırıları olmadan önce durdurmaktır. Önemli miktarda para ve insan kaynakları, teröristleri araştırmaya ve yasa önünde tezgahlarını kanıtlamaya adanmıştır. Bununla birlikte, bu göründüğünden çok daha zordur. Genelde, terörizme karşı koyma çabaları çoğu zaman çok politik ve bu yüzden duygusal olarak yapılmışken, organize suçlar karşısında uluslar arası işbirliği dünya kamuoyu tarafından bir çok nesilde denenmiştir.

Politik Tavsiye 1

Teröristleri anlamak ve suç teşkil eden faaliyetlerden hapsetmek ve bu yüzden hala plan aşamasındayken terörist entrikaları men etmek için uluslararası ortaklarla yakın bir biçimde çalışın. Ayrıca, sağlam ve çoğu zaman imkansız olan kanıt varken suç teşkil eden faaliyeti değil bir terörist faaliyeti yapmasına engel olun. Bu birini terörizm için denemedeki politik yükün aynısını taşımasa da, görünüşte sonuç terörizmin olmasında daha küçük bir olay olacaktır. Teröristleri, terörist hareketler yaparken veya planlarken araştırmak ve tutuklamak yıllar sürebilir ve sayısız kaynağı ve politik kapitali tüketebilir; çoğu zaman karşılanması zor olan terörist tezgahları için mahkemeler yüksek kanıt standartları ister. Bundan kaçınmak için, teröristlerin suç teşkil eden faaliyetlerde bulunması gerçeği terörist planlarla olan bağlantılar hemen belli olmasa bile yetkililer için onları tutuklamak ve alıkoymak için bir fırsat sunar. Birçok terörizme karşı koyma uzmanı teröristlerin komploları ve terörist faaliyetleri için yargı önüne getirilmesi gerektiği hakkında tartışırken, onları suç teşkil eden faaliyetlerden tutuklamak onları sokaklarda alacak ve bu yüzden gelecek terörist tezgahlara engel olacaktır. Al Capone organize suç faaliyetine katılmaktan yakalanmadı, aksine vergi kaçırma ve vergi iadesini belgeleyememesi nedeniyle suçlanmıştır. Aldığı on bir yıllık hapis cezası etkili bir şekilde onun suç kariyerine son verdi.


SUNUM 4 / BÖLÜM 3 TERÖRİZME DESTEK VEREN KAYNAKLARLA MÜCADELE

Dr. Kimberley Thachuk (ABD)

Para Hareketleri


Hem yasal hem de yasadışı işlere bulaşırken, bunlar özellikle devam eden operasyonlarla ilgili olduğu için teröristler para hareketlerini saklama yeteneğine sahip olmalıdır. Bu, paranın kaynağı gizlemek için aklanıp aklanmamasına veya el altından dünya çapında yayılmış terörist faaliyetleri bir birine bağlamak için dağıtılıp dağıtılmamasına bakılmaksızın önemlidir. Eğer yasal kanallar yoluyla idare edilirse, teröristlerin yüz yüze kalacağı en büyük sorun bankacılık rapor gereksinimleridir. Özelde, 11 Eylül’den beri, çok başarılı yasa uygulamaları ve para işlemleri üzerine daha katı kontroller yüzünden, teröristler yeraltına gitmeye zorlanmışlardır. Bu yanıltıcı bir şekilde terörist para hareketlerini izlemek için daha fazla telaffuz edilen bir problem yaratmıştır. Şimdi daha önce hiç olmadığı kadar şimdiki birçok para aklama anlaşmalarının kapsamı dışında olan gayri resmi para aklama ve kullanma ağlarına güven vardır.

Birçok isim alan ama genelde “Havale” terimi adı altında gruplanan gayri resmi finansal transfer sistemlerinin rolü, terörizm için büyük ilginin olduğu Orta Doğu, Güney Asya ve Güneybatı Asya’da geniş çapta kullanılmaktadır. Havale sistemi, tam olarak takastan ve kapital kontrollerinden kaçınma girişimi ve ayrıca vergiden ve banka ödemelerinden kaçmak için bir metot olarak ortaya çıkmıştır. Sistem, bazı devletlerde asırlarca olmasa da yıllarca kısmen güvenli ve maliyeti düşük serbest pazar işlem aracı olarak hizmet vermiştir. Yasa uygulama ve terörizme karşı koyma perspektifinden, Havale sistemi ile olan problem kesinlikle ödeyen ve alacaklı arasındaki işlemi kayıt eden belge izlerinin yok olmasıdır.

Yasa uygulama ve terörizme karşı koyma havale işleminin iki amacına odaklanırken, havaleyi anlamak için anahtar alacaklı ve ödeyen arasındaki havaledar ağı ve bunlar arasındaki göze çarpan dengeleri kurmak için kullandıkları mekanizmalardır. Bir ülke vatandaşının gönderilen ülkedeki benzer havaledar yoluyla bir ödeme ayarlayan yerel havaledar’a ödeme yaptığı tipik bir havale işlemi, iki havaledar arasında çözülmemiş bir denge bırakır. Havaledarlar arasında dengelerin kurulduğu yollar, sistemin işleyişinin temelidir. Benzer şekilde, havale işlemine katılan iki ülkeden en azından biri takas veya kapital kontrollerini ya da vergi cezasını devam ettirir. Bu yüzden, katılan iki havale arasındaki net dengelerin basit bir para transferi nerdeyse imkansızdır. Aslında, bu havaleyi bankalardan gerçekten ayıran şeydir.

Havaledarlar arasındaki dengelerin kurulumu tipik bir şekilde çeşitli havaledarlar arasında ve çoğu zaman üçüncü ülkelerdeki işlemleri içeren kompleks finansal ve bazen ticari işlemleri (sıklıkla az veya fazla faturalama ile) kapsar. Bu, havale üzerine düzeltmeleri uygulama girişimlerinin nerdeyse başarısızlığa mahkum olmasının nedenidir. Havale düzenlemeden kaçınmak için vardır ve asırlar boyunca havaledarlar bu işte çok iyi olmuşlardır.

Bireyler ve küçük işletmeler, sınır ötesi finansal işlemleri gerçekleştirmek için bir yola sahip olmalıdır. Eğer devletler ve uluslararası toplum para hareketlerini izlemek istiyorsa, dürüst vatandaşlara işlemleri yapmak için verimli, yasal ve ekonomik bir yol sağlamalıdırlar. Takas ve kapital eliminasyonunun bir kombinasyonu yoluyla yasal ticaret yollarının kullanımını yaygınlaştırmak için, küçük işlemlerde yapılan kontroller (en azından, dışarıya yapılan transferlerde yapılan kontroller), resmi finansal pazar servisleri ile birlikte – bankaları içeren fakat aynı zamanda kooperatifleri koruyan – garantiye alınmalıdır.

Politik Tavsiye 2

Yasal işlemlerin resmi kanallara aktarılmasına bu sayede suç teşkil eden ve terörist transferlerin aralarında saklandığı Havaleler yoluyla geçen işlemlerin miktarını büyük ölçüde azaltmaya yardımcı olun. Zaman içinde, miktardaki düşüş, işlemlerinin amaçlarını saklama gereği duyan ve Havale sistemini kullanan gruplar anlamına gelmelidir.


SUNUM 4 / BÖLÜM 4 TERÖRİZME DESTEK VEREN KAYNAKLARLA MÜCADELE

Dr. Kimberley Thachuk (ABD)

II. Yozlaşma : Cezadan Muaf Tutulmayı Satın Alma


Para aklama/kullanma ve yozlaşma arasındaki ilişkiyi anlama terörist faaliyetle mücadele etmede önemli ve çoğu zaman gözden kaçan bir şeydir. Yozlaşma, terörist gruplar için ikinci ana destek dayanağı olarak hizmet verir. Bu sıfatla, bu kendi üyelerinin kovuşturma ve ortaya çıkarmaya olan bağışıklığını korumak zorunda olan terörist gruplar için cezadan muaf olmayı garanti altına alan ve kendi operasyonlarını yetkililerin engellemesinden uzak tutmayı sürdüren önemli bir olanak sağlayıcıdır. Yozlaşma sadece terörist faaliyetlerin devlet tarafından kontrol olanağını en aza indirmez aynı zamanda kaçınılmaz olarak gerçek bağımsızlığın uygulanmasını önler. Minimum düzeyde, birçok devletin sınırlarında akıcı bir şekilde eş zamanlı olarak çalışmak için gizli ağların ortaya çıkarma ve tutuklamadan muaf olmak için bir garantisi olmalıdır. Resmi yetkililerin ve politik liderlerin rüşvet, yolsuzluk, gizli anlaşmalar, ve/veya tehdit kullanımına yönlendirilmesi bu istisnayı garantileyecek bir araçtır. Dürüst olmayan memurların yasadışı şekilde elde edilen parayı aklamasına izin vermek teröristleri tutuklama ve alıkoyma girişimlerini güçleştirmeye yarar. Esas olarak, rüşvetten elde edilmiş parayı aklamak, teröristlerin becerikli bir şekilde kendileri ve ortaya çıkarma arasına ikinci bir tampon koymalarını olanaklı kılar; resmi devlet gücünün arkasında olduğu için bu tabakanın içine girmek daha zordur. Ne yazık ki, bu sadece bir veya iki tane yozlaşmış kamu görevlisini yok etme meselesi de değildir. Başarılı kısıtlamalar ve daha sıkı kontroller ve dikkat, para kullanımı ve aklanmasına karşı zaten dayanıksız olan devletlerdeki kamu görevlilerinin başarılı ve tasarlanan yönlendirilmesindeki bir artışın müjdecisi olacaktır.

Teröristleri yeraltına çeken yasadışı para işlemlerinin başarılı bir şekilde yasaklanması ile bir veya iki itaatkar kamu görevlisinin tutuklanması sadece terörist grupların daha fazla itaatkar kamu görevlisini yerleştirmeleri anlamına gelecektir. Şimdiki zamana rağmen, 1980lerde ve 1990ların başında Kolombiya gibi ülkelerde görüldüğü gibi, çıkarlar büyüyebilir. Basit rüşvetin durduğu Kolombiya‘daki bu dönemde, kamu görevlilerine uyuşturucu kartelleri
tarafından bir mermi veya rüşvet (“kurşun veya gümüş” seçeneği) arasında bir seçim yapma şansı verilmiştir. Böyle yaparak, bu mafyalar bir defaya mahsus yasa dışı iş faaliyetlerini garanti altına almayı, cezadan ve kovuşturmadan muaf olmalarını devam ettirmeyi ve kamu görevlilerini devletin vatandaşları için en basit düzeni bile garanti altına almakta yeteneksiz olduğu noktasına zorlamak yoluyla Kolombiya kurumlarının yasallığının nerdeyse tam olarak aşınmasına katkı sağlamayı başarmışlardır. Aslında, bu yozlaşmanın keskin kenarı; çoğunlukla birkaç eli yağlamakla başlayan şey sıklıkla bağımsız gücün şiddetli ve kanlı bir şekilde kaçırılmasıyla son bulur.

Kendi açılarından, terörist gruplar, hükümetleri kaçırmak için yozlaşmayı kullanma yeteneği bakımından organize suç gibi diğer devlet karşıtı aktörlerle ilgili daha büyük avantajdan yararlanırlar. Bunlar, dini ve ideolojik popüler etkisinin paha biçilmez boyuta sahiptirler. Bu yüzden, kamu görevlilerini yönlendirmeleri diğer giderlere nazaran önemli bir gider oluşturabilir. Maruz bırakılırsa, toplumun görüş açısından bu gibi yozlaşma topluma özelde zararlı olarak görünmez. Bu böyledir, çünkü teröristler yaptıkları yozlaşmanın sahip olabileceği herhangi negatif etkiden daha önemli olan ilk, önemli ve uzun vadeli amaçları varmış gibi görünür.

Konunun özünde, hükümetin vatandaşların sadakatini kontrol edip edemediği veya şimdi diğer grupların gücü elinde tutup tutmadıkları vardır. Hükümet kendi yasalarıyla kısıtlanmamışsa, yada üyeleri yozlaşmış ve yasanın üstünde görünüyorsa veya hükümet güçlü gruplar yoluyla itaati sağlayamıyorsa, hükümetin “haklılığı” yada meşruluğu hakkındaki inanç ciddi şekilde yok olacaktır. Bu durumda, yapılacak mücadele kaybedilmiş olabilir ve teröristler ve diğer güç simsarları toplumda köklerini sağlamlaştırmış olabilir.

Aslında, bunun gibi bir durum özel güç simsarları için bir mıknatıstır. Yasadışı işleri yürütmek, komplolar hazırlamak, teröristleri eğitmek ve düzenin olmadığı ve kamu kurumlarının kayırma ve yolsuzluk ile dolu olduğu bir sistemde bu daha kolaydır. Baskı unsurları ve daha sonra vatan hükümet yerine grupların elinde olunca, toplumlar daha keyfi ve kişisel olarak motive olunan çıkarlara tabi olur. Bazı bölgelerde asileri, uyuşturucu mafyalarını, Lübnan‘daki Hizbullah, Burma‘daki WA ve Meksiko‘daki Tijuana Kartelini içeren ülkenin bazı sektörlerinde sanal olarak hükümetin yerine geçerek barınma, eğitim ve adalet gibi kamu hizmetlerini sağlayan terörist grupların içinde olduğu aşırı bir sözde hükümet ortaya çıkabilir. Bu işler alıcılara ne kadar bağışlayıcı görünse de, bu kendi kendine
atanan liderler, insanlar tarafından demokratik olarak seçilmemiştir ve yozlaşmış güdülerle hareket etmektedirler. Bunlar kendilerini bazı ideolojilerle birleşmiş büyük miktarda para ile gösterirler ve hassas yargılama yetkilerini çiğnemek için sevgisini yitirenlere hoş görünürler ve bunları kendileri için “uygun duruma” getirirler. Bu gibi durumlar sadece Afganistan ve Somali‘de olduğu gibi yabancılaşma ve umutsuzluk duygularını kullanmaya eğilimli kişiler için başlangıç zemini olarak hizmet eder.

İlave olarak, bazı yan devlet gruplarının zorlayıcı etkisi, birkaç ülkede devletin yasalarını uygulama birimlerine zaten rakip olmuşlardır; sıklıkla bu suçlular adli görevlilerden ve güvenlik güçlerinden daha iyi donanımlıdır. Bazı terörist gruplar, sık sık sonradan çoğunu kendi derneklerine aldıkları askeriye ve polisin faaliyetlerinden kendilerini haberdar eden gelişmiş istihbarat ağlarına sahiptirler. Planlanan baskınlar ve tutuklamaların ne zaman olacağı ve soruşturmaların nasıl devam edeceği hakkında bilgi sağlaması için polise para verilir. Savcılara ayrıca davacı olmamaları için, yargıçlara suçlu bulmamaları için ve adli görevlilere hapishaneye giren mahkumları çıkarmaları için rüşvet verilir. Bunun gibi cezadan muaf olma daha büyük güce dönüşür ve toplumları değişken kurallara açık bırakır. Sonuç olarak, bu bölgelerdeki vatandaşlar, çoğunlukla herhangi bir otoriter devlette olduğu kadar keyfi kurallara tabi olurlar. Hem otoriter devletin hem de yozlaşmış devletlerin karakteristiği olan özgürlük ve kişisel güvenliğin yokluğu aynı şeye denk gelir, ama ikinci durumda baskı basit bir şekilde hükümet yerine gruplar tarafından uygulanır.

Günün sonunda, vatandaşlar, neredeyse kontrolsüz gücün egemen olduğu kurumların yerine kişilere olan yaygın ve çoğunlukla sağlam olmayan inancın olduğu sistemlere tabidir. Bu gibi bölgelerdeki insanlar resmi düzeyde sadece kurumlara tabi olabilirken, gayri resmi düzeyde herhangi bir otoriter devlette olduğu kadar keyfi kural tabidir. Aslında, yeni aşırı grupların güç kazanmasını önlemek için, sadece uzun süren ve işleyen bir hükümet ihtiyacı var değil aynı zamanda bu hükümet yerel liderlerden gücü alabilmeli ve vatandaşların hayatında
daha görünür ve güvenilir yetkiyi temsil etmelidir. Küresel çapta komplolar üreten grupların uluslararası düzeni ve güveni kısmen cezadan muaf olma ile tehdit edebilmesi daha çok egemenliğin stratejik parçalarının kaçırılması yoluyladır.

Bunlar ilk olarak yozlaşma problemini ifade etmezlerse, hükümetlerin kendi sınırları içinde faaliyet gösteren terörist gruplara saldırma umudu çok azdır. 11 Eylül‘den hemen sonra, INTERPOL başkanı Ronald Noble, şöyle dedi: “En karmaşık güvenlik sistemleri, en iyi yapılar ya da eğitilmiş ve kendini adamış güvenlik personeli faydasız (teröristlerle savaşmada) eğer bunların içerden basit bir yozlaşma ile temeli çürütülüyorsa” Yozlaşma, artık sadece ticaretin tekerleklerini yağlamak değil fakat terörist grupların sinsi yardımcısıdır.

Politik Tavsiye 3

Ülkeler hem kamu hem de özel sektörlerdeki yozlaşmayı yok etmek için ortak çaba göstermelidir. Terörist gruplara komplolar planlamak ve suç teşkil eden girişimler yapmak için yer bırakmamak onların hem şimdiki hem de gelecekteki operasyonlarını engelleyecektir. Yozlaşma bulvarını kapatmak onların herhangi bir ülkeye girme ve orda uzun süre devam etme olasılığını azaltmada önemli olacaktır. Yozlaşma sınır tanımayan ve uluslararası terörizm ve organize suç karşısındaki savaşın kazanılması isteniyorsa hitap edilmesi gereken uluslararası bir problemdir.

Ülkeler yozlaşmaya katılan bu kamu görevlilerini ismi ile medyada topluma göstermeli ve bunları diğerleriyle karşılaştırmalıdır. Medyanın rolü bu anlamda çok önemli olmalıdır. Yozlaşma faaliyetlerini yok etmedeki hükümetin pozitif davranışını reklam yapmada bu önemli bir unsurdur. Özgür basın yozlaşmayla savaşmayı daha kolay yapmalıdır. Medya, yozlaşmaya yok etmek için toplumsal destek sağlamaya yardımcı olabilir. Yozlaşma karşısındaki savaşın bir parçası topluma bunu yok etmek için bir şeylerin yapıldığını göstermektir. Bu yozlaşma karşıtı mücadelenin görünür yapıldığı anlamına gelmektedir. İnsanlar bir şeylerin yapıldığını ve yozlaşmış davranışın en küçüğünden en büyüğüne kadar cezalandırıldığını bildiği için toplum düşüncesini değiştirecektir. Hangi koşul ve insan dahil olsa bile kanunun gözetlenmesi ülkedekiler için görünür hale gelmelidir. Bu bir kere insanların gözünde doğru şekilde yer almaya başladı mı, onlar en küçük suçu bile kabul etmemeye başlayacaktır. Bu biçimde, terörist gruplar için gönüllü destek yapısı olarak yozlaşmanın politik kültürü ortadan kaldırılacaktır.


SUNUM 4 / BÖLÜM 5 TERÖRİZME DESTEK VEREN KAYNAKLARLA MÜCADELE

Dr. Kimberley Thachuk (ABD)

III. Vatandaş Desteği


Aslında, herhangi bir toplumdaki terörist grupların desteği için kararlılığın ve değişimin açıklamasına temel olan -toplumun temel normları ve inançları - politik kültür kavramıdır. Genel olarak kültürleşmenin değişik formlarıyla başarılı nesillere aktarılan ve tam bir bağ oluşturan politik kültür; hükümet, siyasal partiler, yargı sistemi ve hatta terörist gruplar ve bunların neden olduğu şeylere karşı bireylerin ve toplumların sahip olduğu genel değerler ve tutumları ifade eder. Bu kavram kendini insanların neden terörist olmak için alınabileceği ve vatandaşların düşük bir yüzdesinin desteğinin bile terörist desteğin üçüncü önemli dayanağını olduğu hakkında bir tartışmaya katar.

İnsanların neden terörist oldukları ve neden bunların bu kadar çok yandaş yurttaşının kınamadığı fakat affettiği ve hatta terörist hareketleri desteklediği sorusu çok karmaşıktır. Daha genel tartışmalardan biri, yoksulluk, cahillik ve mahrumiyetin dertleri çözmede terörist metotlar kullanma eğilimini kışkırtmasıdır. Fakat bu düşünce biraz boş görünmektedir. İnsanların fakir ve eğitimsiz oldukları için terörist olduklarını iddia etmek, kendileri ve çocukları için daha iyi bir gelecek hazırlamak için çabalayan genel olarak çalışkan vatandaşlar olan fakir insanlara yapılan bir kötülüktür. Aslında, 21. yüzyılın birçok terörist beyni iyi eğitimlidir ve kendi toplumlarının orta hatta üst sınıflarındandır. Daha makul ve belki de daha anlaşılabilir bir uyarıcı, El-Kaide, Peru‘s Sendero Luminoso, IRA ve hatta şimdi ortaya çıkan Timothy McVeigh gibi grupları neyin birleştirdiğidir. Bu, politik, ekonomik ve/veya sosyal olanakların kendi toplumlarında elde edilebilir olmasıyla ilgili her ne kadar olası olmasa da, etrafında organize olabilecekleri bir alternatif toplum görüntüsü veren alternatif ideolojilerin (Politik İslam, Marksizm-Leninizm, İrlanda Milliyetçiliği ve milis hareket) varlığı ile bütünleşmiş derin bir hoşnutsuzluk duygusudur. Herhangi bir toplumda, küçük düşürme, saygınlığın yitirilmesi, statü kaybı ya da oy hakkının elinden alınması duyguları, kültürel ve etnik tansiyonu yükseltebilir ve şiddetli sosyal ve politik hareketlere katkıda bulunabilir.

11 Eylül’den sonra Amerikalılara en korkunç gelen sorulardan biri “Neden bizden nefret ediyorlar?” idi. Bu soruyu cevaplama girişiminde, bazı vatandaşların teröristlere verdikleri destekle mücadele etme hakkında daha değerli ip uçları ortaya çıkarılabilir. Fikir liderleri hakkında, International Herald Tribune gazetesi ile birlikte Pew Research Center tarafından 2001 sonunda kamuoyu yoklaması yapılmıştır ve bazı açıklayıcı düşünceler gün ışığına
çıkarılmıştır.15 Bu ülkelerdeki yoklamaya katılan insanlar, çoğunlukla “Amerikalıların artık savunmasız olmanın nasıl olduğunu bilmelerinin iyi olduğunu” hissettiler. Bu gibi düşüncelerin dünyanın fakir, zayıf ve savunmasız insanları açısından hoş olmayan, fakat belki de anlaşılabilir ‘’schandenfreude’’yi yada Amerikan değerlerine olan daha genel bir düşmanlığı temsil edip etmediğini anlamak zordur. Bunlar ayrıca Birleşik Devletler politikalarının zengin ve fakir devletler arasındaki farka katkıda bulunduğu düşüncesini dile getirdi. AB’nin bir şekilde içinde olduğu görünen ve/veya gerçek tarihi politik dertlerle bütünleşen bu durum, en azından El-Kaide’nin patolojisine şekil vermiştir. Örneğin Ortadoğu’da sömürgecilik, Arapların İsrail’in kurulması ve devam etmesini önleyememesi ve Filistinlilere karşı İsrail‘i desteklemede AB açısından geçmişte ve günümüzde destek kaydı ile birlikte çifte standart, İran, Irak ve Suudi Arabistan‘daki gibi güvenilmez insan hakları kayıtlarına rağmen rejimler ve Amerikan politikalarının diğer bazı çeşitleri yerel halkın bazı sektörleri arasında nefret yada şiddet olmasa da çok derin bir kızgınlığa neden oldu. Bu yüzden, sadece birkaç tanesi fanatik terörist faaliyetlere başvururken, diğerleri bu gibi nefret dolu şiddeti ne affediyor ne de onaylıyorlar.

Başka bir deyişle, 11 Eylül’den sonra yüzleşilen şey sadece 1980 ve 1990ların tanıdık terörizmin daha etkili ortaya çıkması değil aksine niteliksel olarak farklı ve tehditkar bir olgudur. Bunu çevreleyen mücadelenin ve dini ortamın doğal yapısı, sadece modern dünyaya olan kızgınlık değil çoğu insan için bunu yok etme kararlığını ortaya çıkarmıştır. Bu arada, gelişmiş araçların ve metotların elde edilebilirliği eğilimli olanlara herhangi birine, herhangi birisine karşı felaket yıkımı zorla kabul ettirme yeteneği verir.

Aslında, modern teröristler onları direkt olarak etkileyebilecek özel politikalardan çok kendilerine zorla kabul ettirilen ve durdurmaya güçleri olmadığı eğilimlere olan düşmanlık – modernleşme, küreselleşme, laiklik, batılılaşma, ve demokratikleştirilme – tarafından daha çok yönlendiriliyorlar. Bu kendi içinde teröristlerin kendi çevrelerinde buldukları desteği yok etme kararlılığında önemli bir şekilde durumu güçleştiren bir faktördür. Araplar ve İslami çevrelerce karşılaşılan problemlerin kaynağı olarak Batıyı (ve en çok da Birleşik Devletleri) basma kalıp almak yoluyla, teröristler ve onların destekçisi propagandacıları hayatından memnun olmayan herhangi birini sanal olarak dahil ederek sempatizanlarının, destekçilerinin ve potansiyel yeni üyelerinin potansiyel temelini büyük ölçüde genişletiliyorlar.

Onların bakış açısı, eğer birisi durup bir dakikalığına bütün Müslüman aleminde isyanlara ve bombalamalara neden olan 2005 sonunda Danimarka ve diğer Avrupa gazetelerinde Hazreti Muhammed Peygamberin karikatürlerinin yayınladığını düşünürse tamamen değersiz olmadığını anlayacaktır. Bunun Müslümanlara acı verici ve küçük düşürücü olması, özgür basın haklarının olduğunu söyleyen batıdakilerin tamamen aklından çıkmış gibi görünüyor.
Özgür basını kullanmak bir çok ülkenin yararlandığı bir özgürlükken alaycı karikatürleri yayınlamanın ciddi haberciliğe bir katkısının olmadığı aksine Müslümanları küçük düşürmek ve basma kalıp hale getirmek için zayıf bir şekilde gizlenmiş bir girişim olduğuna dikkat edilmelidir. Bunun gibi bir mesaj sadece zaten kuşkulu ve şekilsiz nedenleri ile vatandaşlara iyi görünmeye çalışmak için yeni yollar arayan teröristlerin işine yarar. Şubat 2006’da, Malezya Başbakanı Abdullah, “İslam’ın değerinin düşürülmesi ve Müslümanların kötülenmesini, inkar etmeden, Batının ana toplumunda çok yaygın olduğunu” görmüştür”. Dahası, modern iletişim yoluyla, bunun gibi olaylar İslam Dünyası’nda şiddete varan nerdeyse hazır olan ve kışkırtıcı duygusal çekimlere yol açmaya açıktır.

Neden zengin, eğitimli insanlar terörist olur? Birinci ve belki de en önemli olan, muhtemelen onların kendi isteklerini gerçekleştirecek yeteneğe sahip olmadıklarını hissetmeleridir. Bir çok toplumda (tabi ki hepsinde değil), vatandaşların hükümetin ve toplumun işlerine daha çok hoşnutsuzlukla bakmaları gibi yerine getirilmeyen politik, ekonomik ve sosyal beklentilerin krizi olmuştur. Onlar inanılır ve sorumlu hükümetlerin olmadığını, zaten çatlamış toplumları ayırma eğilimi içinde olan sadakati, yolsuzluk, savurganlık ve kamu parasının ciddi şekilde yanlış tahsis edilmesi ile acı veren kamu kurumlarını görüyorlar. Onlar ayrıca, eğer paylarını ödeyecek kadar güçlü ve zenginse güvenli bölge bulan ve suçları, ahlaksızlığı ve kanunsuzluğu toplumu hasta eden ve daha da fazlası işsizlik ve çevresel bozulmanın durumunun kötüleşmesine sebep olan suçluların cezadan muaf olmasını görüyorlar.

SUNUM 4 / BÖLÜM 6 TERÖRİZME DESTEK VEREN KAYNAKLARLA MÜCADELE

Dr. Kimberley Thachuk (ABD)

Nerdeyse küresel olan demokratikleşme eğilimine rağmen, keyfi hükümetlerin görünüşleri genel adaletin çoğu zaman olmadığı ve yasaların adaletsizce uygulandığı Brezilya, Peru, Arjantin, Endonezya ve Nijerya‘dakiler kadar farklı kalıyor. İnsanlar, kendi çıkarları için çalışma niyetinde olanlara karşı artan bir nefret duygusu ve yabancılaşma hissediyorlar. Onlar, onların dünden veya geçen yıldan veya on yıl öncesinden daha iyi olmadıklarını görüyor ve aksine küreselleşmenin hediyelerini toplayanlarla kendileri arasında her zaman büyüyen bir boşluk olduğunu görüyorlar. Onlar şiddet içeren bir terörist toplum arzulamıyorlar, ya da terörizmi desteklemiyorlar fakat onlar hükümetlerinin değişim için bir araç olarak davranamaması veya davranmaya gönülsüzlüğü nedeniyle iyiliğe inanmıyor, kötümser olmuş ve boyun eğmişlerdir. Bu gibi düş kırıklığı ne kadar saçma olsa da alternatif mesajlar için toplumun toleransını artırır. Eğer toplum öfkeli ve iyi bir nedenden dolayı demoralize olmuşsa, teröristlerin propagandasının karışık olması gerekmez; eğer yol açılmışsa, teröristlerin sadece biraz güzel konuşmaya ve bunu coşkuyla destelemeye ihtiyacı vardır. Birçok devrim bundan daha azıyla başlamıştır. İyi bir geleceğin anahtarı bunun gerçekten olabileceğinin umut edilmesidir. Politik kültür kendi başarılı geleceğini ne kadar dönüştürür ve ona yatırım yaparsa, şiddet sosyal ve ekonomik hoşnutsuzluğu çözmek için o kadar az ölçüde bir seçenek olur. Özel güç simsarların, liderlerin, yozlaşmış hükümetin ve terörist gruplar için yeni üyelerin, kendi çocukları için barışı, düzeni ve zenginliği sağlamış olan bir toplumda ayağını sağlam olarak basacak bir yeri güvence altına alma şansları düşük olacaktır. Bu sadece eğer insanlar yatırımlarının kazanç sağlayacağını ve hükümetin bunu onlardan geri almayacağını gördüğü zaman olur. Bu yüzden, daha iyi bir gelecek için umudu gerçekleştirmek ve yasallık krizini düzeltmek daha güçlü bir durumdaki devlette hükümetin yatırım yapmasını da gerektirecektir; devleti güçlendirmek sadece devletin zorlayıcı gücünü güçlendirmek demek de değildir. Bunu garantilemek için sosyal ve ekonomik istikrar olmasına rağmen, hükümetler en azından düzeni korumalıdır. Bu işi yaparken, güvenlik güçleri ve polis veya askeri birimler sorumlu kılındıkları yasanın çerçevesinde hareket ettiklerini garantilemek için sıkı bir şekilde denetlenmelidir. Aslında, ezici hükümetler ezici olurlar çünkü tam olarak onlar aksi takdirde zayıf ve temel faaliyetlerini etkili ve verimli bir şekilde yapamazlar. Sonsuz güç verilirse çoğu yozlaşır; devletin baskıcı gücünün en büyük payını kendilerine ayırmak demokratik işlemlerin sorunu yeteri kadar çabuk çözmediğine inanıldığında çok cazip olabilir. Güçlü bir devlet yürütme ve savunma kadar etkili bir yargı sistemine, önemli hizmetlerin etkili dağıtımına, sağlıklı ve canlı bir ekonomiye ihtiyaç duyar. Ayrıca, hükümet tarafından ekstra yasal güç kullanılması ne kadar cazip olsa da, sonunda hükümetin kendinin meşruluğunu yok eder.

Politik Tavsiye 4

En çok dikkat izleme, tutuklama, alıkoyma, kovuşturma ve teröristlerin cezalarının uygulanmasına verilmelidir. Bu sorumluluk yanında sonuçların gereğinden fazla olmasını taşır. Birincisi, yasanın çiğnenmesi cezalandırılmalıdır. Fakat yasalar çerçevesinde. Bu liberal demokrasilerin anti-terörist politikalarının teröristlerin duygularına katıldığı düşünülen halkın kesimlerine karşı misilleme içermemesidir. Bu yüzden, demokratik hükümetler şiddete halkın belirli kesimlerine karşı rasgele güç kullanarak tepki verirse, bunlar sadece teröristlerin yaptığı gibi aynı uygulamaya başvurmakla kalmaz aynı zamanda yasadışı grubun halkın üyeleri arasında sağladığı desteği azaltmak yerine oluşturur.

Bütün bunlardan başka, en büyük dikkat, insanları küçük düşürmeyi önlemeye verilmelidir. Bu olursa, saygınlığın kaybolması için ortaya çıkan derin öfke hiçbir para ve zenginlikle onarılamaz ya da düzeltilemez. Savaş yasası ve olağanüstü hal yasasının bildirileri bu yüzden şiddet karşıtı mücadeleyi güçlendirme eğiliminde olmaz aksine teröristlerin neden oldukları desteğe hizmet eder. Hükümetin teröristlere nasıl davrandığına ve bunun teröristlerin destekçisi ya da potansiyel olarak sempatik olan halk tarafından nasıl anlaşıldığına gerekli özen gösterilmelidir. Halk tarafından teröristlere verilen desteğin miktarını yavaşça ve dikkatlice azaltmak için hükümet toplum ve toplumun geleceği için en iyi yapıyor gibi görünmelidir. Bu insanların bütün olarak terörizmi, suçu ve yozlaşmayı artık desteklememe kararı gibi bir politik kültürü içermelidir. Bu bakımdan kötüye gitmek teröristlerin lehine bir kayıptır; teröristler tarafından istila edilmiş bir devlette hükümetin hataları taraftarlar bakımından daha pahalıya mal olur. Aslında, bu teröristlerin halkın en küçük biriminde bile desteğe sahip oldukları yerlerde sıfır masraflı bir oyun olarak görülmelidir.

Hükümet insani çabaların mümkün olması gibi beklentilerin garantörü olabilir. Bir hükümet iyi çalışıyorken, politik süreç engelsiz ve devamlı olarak çatışmayı çözer. Bununla birlikte, bir hükümet meşruluğu kaybedince, vatandaşlar durumun iyileşeceği hakkında büyük ölçüde kaygısız ve kuşkulu olmak ya da hükümetin genel adaleti sağlayamıyor diye öfkelenmek ve günlük problemleri çözmek için alternatifler aramak arasında gidip geleceklerdir. Kurumlar giderek güvenirliği ve daha da önemlisi meşruluğu kaybettikçe, toplumun onların operasyonlarını finanse etmeye olan isteklilikleri azalır ve özel adalet ve alternatif mesajlar çoğunlukla gözde çatışma çözüm mekanizmaları olur. Toplum desteği bu yüzden belki de teröristlerin hayatta kalmaları için en önemli şeydir ve hükümetin uğraşması gereken en zor mücadeledir. Bu, bu gibi şeyler için hem hükümetlerin ne kadar kötü bir şekilde iş yaptıklarını hem de teröristlerin gösterdiği gelişimi hemen yansıtan sosyal bir skor tahtasıdır. Teröristler sosyal nefretin ve yabancılaşmanın sesidir veya sesi gibi görünür bu yüzden bu imajı tersine çevirmek hükümetlerin görevidir.

Sonuç

Terörizmle mücadele etme, sürekli hayatta kalmak için teröristlerin güvendikleri desteğin üç temel önemli dayanağını anlamayı gerektirir. Teröristler çok iyi adapte olabilirler ve başarılı bir şekilde küresel sistemin ve devletlerin zayıflıklarını kendi lehlerine kullanmışlardır. Son yıllarda, bir çok grup gereksiz yere kurnaz suçlu yapılar haline gelmiştir. Dahası bunlar, yozlaşmış ve etkisiz hükümetlerden bıkmış olan sempatizan toplumlardan destek sağlamalarına izin veren kültür çatlaklarını bulmuşlardır. Sevgisini yitirmiş olan insanların sadece bir kısmı terörizme yönelirken, mesaj yayılmıştır. Devlete has yetenekleri olan bu devlet dışı aktörler küreselleşmenin meyvelerinden faydalanmıştır: Hızlı iletişim ve seyahat ve sınır ötesi işlemlerinin yapılma kolaylığı. Bunlar, Müslümanlara hor, kötü niyetli ve bozulmuş olarak yansıtılan Batı tarafından yönlendirilmiş gibi görünen küreselleşme, batının laik kültürü ve serbest pazar sistemleri üzerine odaklanabilecek olan soğumanın özellikleri için bütün gayretini toplamışlardır.

Aslında, terörist gruplar küreselleşmenin ve onun hoşnutsuzluklarının zayıf noktasını beceriyle kullanmışlardır. Bunlar sadece yabancılaşmış toplumlardan destekçiler toplamakla kalmamış aynı zamanda kızgın vatandaşlardan para ve malzeme desteği sağlamışlardır. Bunlar, zayıf hükümetleri yozlaştırmış ve gasp etmişler ve sadece kendi biçimsiz ve daha fazla şiddet içeren amaçları için politik kültürleri kötüye kullanmışlardır. Bu mücadele
uluslararası toplumda bu problemlerle kapsamlı ve geniş bir şekilde başa çıkacak stratejiler üretmek açısından ortak bir çabaya ihtiyaç duyacaktır. Teröristlerin hayatta kalmalarının yattığı denge devrilmelidir; sadece yapının sallanmasına neden olmak ve terörist gruplara dengelerini geri kazanmak ve buna uymak için zaman vermek yeterli değildir. Terörist desteğin üç temel dayanağına, bu grupları yapılarını tekrar kuracakları alternatif destekleri olmayacak şekilde bırakarak, eş zamanlı ve geri dönülemez bir şekilde zarar verilmelidir.

SUNUM 4 BİTMİŞTİR

BU BÖLÜM ALTINDA YER VERİLECEK OLAN ÇALIŞMALAR TÜRKİYE CUMHURİYETİ GENELKURMAY BAŞKANLIĞI TARAFINDAN DÜZENLENEN "KÜRESEL TERÖRİZM VE ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ’’ SEMPOZYUMU'NDA YAPILAN SUNUMLARDAN OLUŞMAKTADIR.

Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyumun’’daki düşünce ve yorumlar bildiri sunan yazarlara aittir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konudaki düşüncelerini yansıtmamaktadır. Bu Sempozyum Bildirileri içinde geçen resimler ve makalelerin her hakkı saklıdır. Ancak, kişiler tarafından yapılan çalışmalarda referans gösterilerek kullanılabilir.










SUNUM 5 KÜRESEL TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR ÇERÇEVESİNDE EDİNİLEN TECRÜBELER

Prof. Dr. Ali L. Karaosmanoğlu


“Terörizm” (ve “Terörle Mücadele”) terimini tanımlamak sorunludur. Her ne kadar Arap Devletleri Ligi ve Birleşmiş Milletler gibi çeşitli uluslar arası kuruluşlar bu terimi çeşitli şekillerde tanımlamış olsalar da, bu tanımların hiç biri üzerinde uluslararası toplum tarafından ortaklaşa uzlaşı sağlanamamıştır. Hatta bu tanımları kabul eden devletler dahi çoğu zaman uygulamada bu tanımları genellikle görmezden gelmiştir.“Terörizm” kafa karıştırıcı ve değer-yüklü (value-laden) bir kavramdır. Kafa karıştırıcıdır çünkü pek çok farklı şekilde kullanılmakta ve anlaşılmaktadır. Değer-yüklüdür çünkü genelde ahlaki olarak negatif çağrışımları vardır. Buna karşın bizim siyasi ve stratejik analizdeki ihtiyacımız değer-bağımsız (value free) ve nötr bir tanımdır. Ancak bu terörizm ve terörle mücadele üzerine çalışmaların tamamıyla ahlaki etmenlerden yoksun olması gerektiği manasına gelmez. Sadece ahlaki kaygıların politik muhakeme ve stratejik görünümü engellememesi gerektiğini ifade eder.

Bu makalenin amacı terörizm tanımının problemleri ile uğraşmak veya terörizmi tanımlamaya (ya da yeniden tanımlamaya) çalışmak değildir. Kendisini “kürt İşçi Partisi” olarak tanıtan pkk(terör örgütü)’ya özel atıflarda bulunarak etnik ayrımcı terörizm ile dinci terörizm ve El- Kaide terörizmi hakkındaki deneyimlerimizden sonuçlar çıkartmaktır (veya, muhtemelen, halihazırda bildiklerimizi onaylamaktır). Özellikle aşağıdaki konulara yoğunlaşacağım: terörizm ve terörizmle mücadelede devletin ilgisi; terörle mücadelede askeri kuvvet ilgisi ve sınırları; terörizm ve terörle mücadelede politik hedefin ilgisi.

Kritik uluslarası ilişkiler teorisini savunanlar, Clausewitz’ci paradigmasının terörizmi çalışmak için uygunsuz olduğunu ileri sürmektedir. Clausewitz’in On War (Savaş Üzerine) eseri devlet merkezli politik kültürün bir ürünüydü, buna karşın, çağdaş uluslararası sistemde çok farlı bir “rasyonellik” anlayışı ve amaçlara sahip olan devlet dışı birimler, mesela terörist örgütler, önemli bir güvenlik problemi oluştururlar. Bence bu tartışma Clausewitz’in çalışmasının aşırı basitleştirilmesine ve yanlış yorumlanmasına dayanmaktadır

Biri etkin ayrımcı ve diğeri dini-İslami olmak üzere iki tip terörizm ilk bakışta birbirlerinden çok farklıdır. Bununla birlikte pek çok ortak özellik gösterirler. İkisi de politik hedefler peşindedir. İkisi de devlet dışı varlıklar olarak örgütlenmiştir. Uluslararası bağlantıları vardır.

Belli devlet ve devlet dışı varlıklar bunların sponsorluğunu yapar ve destekler. Sivil ve/veya askeri ve diğer güvenlik görevlileri ve tesislerine karşı politik çıkarlarını sağlamak için kasıtlı şiddet uygularlar. Üstelik her iki durumda da terörizme karşı savaşan temel aktörler devletlerdir. Benzerlikler bir yana en çarpıcı farklılıklardan biri muhtemelen bulunduğu düzeydir. El-Kaide bir kaç dakika içerisinde 3800 kişiyi öldürdü. Buna karşın pkk(terör örgütü) yirmi yıllık bir süreç içerisinde 30,000 can almıştır. Manhattan’da katliamın boyutu o derece büyüktü ve uçakların yıkıcı kuvvet olarak kullanılması o kadar korkutucuydu ki, 9/11 (11 Eylül) felaketi önceki tüm terör tecrübelerini gölgede bıraktı.Adam Roberts’ın uygun bir şekilde ifade ettiği gibi “Bu, gerçekten çağdaş analiz içerisinde oluşmuş gibi gözükmektedir. Bu büyük bir hatadır.

Devletler, Devlet Dışı Varlıklar ve Politik Hedefler

Benim bu makalede temel iddiam terörizmin (ve terörizmle mücadelenin) politik bir eylem olduğudur. Bunun temel unsurlarından biri politik amaca ulaşmak için şiddet uygulanmasıdır. Ancak terörizmin bu temel açısı genelde gözden kaçırılmış veya farklı çağdaş bakış açıları tarafından örtülmüştür. Öncelikle terörizmi “insan kötülüğünün en uç dışa vurumu”4 olarak gösterme eğilimi vardır. Birleşik Devletler’deki Neo-muhafazakarlar “[terörizme] sebep olan
kökleri anlama çalışmalarını aldatıcı veya çelişkili ve ahlaki temizlikten uzağa doğru atılan ilk adım” gözüyle bakmaktadır. Terörizmin bu tip bir ahlaki (veya dinden esinlenen) ele alınışı problemin politik boyutunun reddedilmesi ve uygunsuz stratejik cevaplar verilmesine yol açabilecek riskler taşır. Üstelik bu politika tasarlayanların alternatif stratejik seçenekler geliştirme konusunda entellektüel kapasitelerini sınırlayacaktır. Mary Kaldor Birleşik Devletler’de “Soğuk Savaş okulunda yetişmiş neo- muhafazakarlar için seçilen tepkinin II. Dünya Savaşı’nın bir nevi yeniden oluşturulması ve 9/11’in Pearl Harbor’la karşılaştırılması önlemezdi. Terörle mücadele, Soğuk Savaş gibi, totaliterliğe karşı güçlü bir özgürlük savaşı olarak görüldü”.

Kritik düşünce ekolü tamamıyla farklı bir perspektif benimsemiş ancak, teröre karşı Neo-muhafazakarların terörle savaşını eleştirirken, terörizm ve terörle savaşı bunların politik ve stratejik anlamlarından ayırmışlardır. Bu ekolün öncüleri (baş aktör) Clausewitz’ci devlet merkezli paradigmanın savaşı çalışmak için ilgisiz bir hale geldiğini ileri sürmektedir. Bu nedenle “devlet amacı” silahlı çatışmaların temel nedeni olmaktan çıkmıştır. Bu sav Martin
van Creveld tarafından göze çarpıcı bir şekilde ortaya konmuş ve Mary Kaldor, Ken Booth ve T.V. Paul gibi liberal bilginler tarafından benimsenmiştir.

Mary Kaldor “yeni savaşları”, “eski savaşlardan”, ayırt eder ki bundaki “Calusewitz’den alıntı yapma amacı “muhalifi isteklerimizi gerçekleştirmeye zorlamak”tır. Yeni savaşların bir kategorisini “ağ savaşı” olarak tanımlar. Bu savaşlar “devlet dışı ve devlet oyuncularının silahlı ağları” tarafından yapılmıştır. Devlet dışı oyuncular “karizmatik bir lider etrafında örgütlenen paramiliter gruplar, belli bir bölgeyi kontrol eden savaş lordları, terörist hücreleri ...” gibi varlıklardır. Savlarının başlangıç noktası “yeni savaşların” “Clausewitz’ci savaşlarından” temelden farklı olduğudur.

Ken Booth “sonuçların/araçların ikilisi (dualizm)”ni eleştirir ki bunların “Machiavelli ve Clausewitz de dahil olmak üzere Batı politika teorisine derin bir şekilde iyice yerleşmiş” olduğunu ileri sürer. Terörizme karşı askeri kuvvet kullanımının dualist düşüncenin bir sonucu olduğuna dikkati çeker. “Terörizme karşı dualist tepki, El- Kaide’nin sonunu getirmek için askeri yollara öncelik verir. Dualist olmayan tepki nihai sonuçların olmadığını, ve herşeyin iyi olması için, sadece ahlaki ve yasalarca düzenlenen süreçlerin insanların aradığı ahlaki ve yasalarca yönetilen bir dünya yaratmakla uyumlu olduğunu kabul eder.” Bu eleştirel sav açısından dualist olmayan bir yaklaşım sivillerin korunmasını ve şiddet içeren yolların sadece “kaçınılmaz” olduğu zaman kullanımına ve tamamıyla savunmaya dayalı bir terörizmle mücadeleye yol açacaktır. Bu yaklaşımın zafer tanımını yenileyeceğini ve terörle mücadelenin “askeri bir olaydan çok politik bir süreç haline geleceğini” savunur.

T.V. Paul, Booth ve Kaldor gibi, çağdaş uluslararası sistemin artık devlet merkezli olmadığını vurgulayarak Clausewitz’ci çerçevesinin alakasız olduğunun altını çizer. Radikal sistematik değişikliklere karşın, “Savaşın Clausewitz’ci düşüncesindeki devlet çıkarlarına hizmet etmesi kavramı devlet eyleminin entellektüel temeli olmaya devam etmektedir”.

SUNUM 5 / BÖLÜM 2 KÜRESEL TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR ÇERÇEVESİNDE EDİNİLEN TECRÜBELER

Askeri stratejinin temelleri, muhalifi, eğer saldırının bedeli getirisinden fazla ise savaşa girmeyen ve gider/gelir hesapları yapan mantıklı bir eylemci olarak görür. Bu, Paul’a göre terörizme karşı savaşan devlet görevlileri için temel problemler ortaya çıkarır çünkü terörist hasım Clausewitz’ci aynı mantığını desteklemez. Netice itibariyle; saldırı, savunma, caydırma ve zorlama gibi belirli temel stratejik kavramların eyleme geçirilmesi terörizmle mücadelede ciddi sorunlar ortaya çıkarabilir. Yine de aynı makalede, T.V. Paul yarar gözeten akılcılığın bir şeklinin teröristlerin hesaplarında mevcut olduğunu ifade ederek iddiasını yumuşatır.

Çıkarımlarını paylaşmamak mümkün olmamasına rağmen, Kaldor, Booth ve Paul’un görüşlerinin üç temel eksikliği vardır. Birincisi, terörizmle mücadelede askeri gücü ve devletin rolünü aşırı derecede azaltır. Son zamanlara kadar ulus-devlet (ya da sadece devlet) güvenlik çalışmalarının ana konusu olduğu doğruydu. Netice itibariyle, ulusal güvenlik anahtar konudur. Ancak, küreselleşmenin bir sonucu olarak, sivil toplumlar ve ülkeler arası ilişkinin yoğunlaşması ‘bireysel güvenlik’ ve ‘sosyal güvenlik’i öne çıkarmıştır. Bu gelişme dünya politikalarında ‘ülkelerin öneminin karşılaştırılmasını’ da gündeme getirmiştir. Ayrıca, terörizm ve Kitle İmha Silahlarının yayılması gibi günümüz dünyasında en çok kaygı veren tehditlerin sınırlar aştığı ve bölgesel bir özelliğe sahip olmadığı en azından ilk bakışta doğrudur.

Ancak işaret edilen, bu değişime rağmen ülkenin dünya politikalarından ve uluslar arası güvenlik planlarından çıkarılmakta olduğudur. Aksine, bölgesel bütünlük ve ülkenin bağımsızlığı önemli güvenlik konusu olmaya devam etmektedir. Güvenliğe ilişkin yeni kavramlar mevcut ulusal güvenlik düşüncesine dahil edilmekte ve bunu aşırı derecede sınırlar aşan bir konuya dönüştürmektedir. Çağdaş ülke, sınır geçen silahlı saldırı ihtimalinden daha fazla kaygı verici risklerle karşılaşmaktadır. Sadece ulusal önlemlerden ziyade terörizmle mücadelenin konusu olduğu için - çoğu durumda ülke en iyi şekilde uluslararası ve sınır aşan işbirliğine güvenen politikalar aracılığıyla korunabilir. Birey ve sivil toplumun korumasını ve güvenliğini temin etmek ve küreselleşmeden kaynaklanan riskleri yönetmek için ülkeden daha iyi donanımlı başka bir kurum yoktur.

Christopher Coker şunu ifade eder: ”... küreselleşmeyi; faaliyette olduğu kurumları ve politik manzaranın özelliklerini yok etmeden değiştiren bir süreç olarak görmeliyiz. Bölgesel coğrafya ya da bölgesellik veya bölgeler üstünü gerektirmez: bunlar halen daha karmaşık ilişkiler içerisinde bir arada bulunabilir. Devlet ve ulus gibi sosyal yapının doğasını değiştiriyor olabilir ancak ne devlet ne de ulus başkası ile değiştirilmemiştir.”

İkincisi, Clausewitz’ci paradigmasının araçlar/sonuçlar ikilemi, düşmanı yok etmeksizin tümüyle savunmaya yönelik stratejiyi veya politik sürecini engellemez. Savaş, politik amaçları takip eden (devlet ya da devlet dışı) politik topluluklar aracılığıyla sürdürülür. Politika her zaman silahlı çatışmalara dahildir. Clausewitz’ci kavramsal çerçevesinde, askeri zafer hem araç aynı zamanda hem de sonuçtur. Fiziksel kuvvet askeri zaferi elde etmek için gereklidir. Diğer bir deyişle, bu savaş aracıdır; düşmana isteklerimizi dayatmak bu aracın hedefidir. Savaşın asıl hedefi politik amacı yerine getirmektir. Bu amaç sanki savaşın kendisinin gerçekten bir parçası olmayan bir şeymiş gibi göstererek hedefin yerini alır. Dolayısıyla, Ken Booth’un ifade ettiğinin aksine, Clausewitz’ci paradigmasında, araçlar ve sonuçlar birbirinden ayrılmaz. Her ikisi de politik hedefin içinde bütünleşiktir ve bir bütünü oluşturur. Aynı zamanda, şiddet tehdidi ve şiddetin kullanılmasını dışlamayan dinamik bir politik süreci meydana getirir.

Üçüncüsü, Clausewitz, silahlı çatışmalara girenlerin her zaman silahlı kuvvetlere sahip ülkeler olduğunu farz etmedi. “ Bunun gerilla ve insanların isyanına ilişkin öğretisindeki durum olmadığını fark eden ilk kişi olabilirdi.” Clausewitz’in çalışmasını belirli bir uluslararası sistemle birleştirmek bir hata olur. Savaşın politik-stratejik görünümü modern devlet sisteminin ne özelliği ne de sonucudur. Bir yandan, her savaş diğer savaşlardan farklıdır. Özellikleri tarihsel dönemler, teknolojik gelişmeler ve diğer pek çok unsura göre değişebilir.

Terörizmle savaş şüphesiz ki 18nci ve 19ncu yüzyıldaki savaşlardan farklıdır. Diğer bir yandan, her savaş politik hedefleri gerçekleştirmek amacıyla şiddet kullanma kapasitesine sahip - devlet ya da devlet dışı – siyasi organize gruplar tarafından gerçekleştirildiği için diğer savaşlara benzer. Bu; Clausewitz tarafından detaylı bir şekilde anlatılan savunma, saldırı, sınırlı savaş, zorlama (isteklerimize boyun eğme), çatışma gibi belirli temel kavramların her tarihsel dönemi ve uluslararası sistemi aştığını gösterir. Clausewitz tarafından ısrarla vurgulandığı üzere savaşın insan boyutu ve ahlaki unsurlarına ilişkin öncelik en önemli sürekliliktir.
 

Gök Yeleli Bozkurt

New member
Katılım
29 Nis 2008
Mesajlar
1,947
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Bozkurtlardan Birine Sorun
SUNUM 5 / BÖLÜM 3 KÜRESEL TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR ÇERÇEVESİNDE EDİNİLEN TECRÜBELER

Prof. Dr. Ali L. Karaosmanoğlu

El-Kaide


Pek çok kişi El-Kaide’yi uzun dönem stratejisi ve politik hedefi olmayan dindar nihilistlerin bir örgütü olarak düşünür. Düşmanın ortadan kaldırılmasının başlı başına bir zafer olacağına dair kutsal bir sebepleri olduğu iddia edilmektedir. Yıkıcı eylemlerini Tanrı adına işlediklerini düşünmektedirler. “Mücahidler düşmanları gibi kayıplarını, zaferlerini ve yenilgilerini hesaplamazlar... kayıplar değerlendirmelerinde ana unsur değildir.” El-Kaide militanlarına göre, yenilgi düşmanın zaferini göstermez. Hatta bu, zayıflayan maneviyat açığını yüksek teknolojiyi kullanarak kapatmaya çalışan düşmanın zafiyetinin bir göstergesi olabilir.

Bu mantık El-Kaide mücahitlerinin, İslami öğretileri marjinal bir şekilde yorumlamaktan kaynaklanan dini inançları sayesinde motive olduklarını göstermektedir. Aynı zamanda, bu, mücahitlerin eylemlerini sürdürmeleri için yüksek bir manevi güce sahip olduklarının altını çizer. Ancak, bu, El-Kaide’nin bir örgüt olarak siyasi bir hedefi olmadığını göstermez.

Usame Bin Ladin’in dünya görüşü tartışıldığı üzere Selefi Mücahit hareketi tarafından şekillendirilmiştir. İlki, tüm Müslüman topraklarını Müslüman olmayan güçlerin elinden kurtarmak (tahrir); ikincisi, Mısır, Suriye, Irak ve diğerleri gibi mevcut ulus-devletleri kaldırarak tüm Müslüman topraklarını birleştirmek (tevhid); üçüncüsü, topraklar ulusdevletler ortadan kaldırılarak özgürlüğe kavuşturulduğunda ve birleştirildiğinde, nihai hedef hilafeti tekrar kurmaktır.

Müslümanların büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilmemesine karşın, İslamın Selefi yorumu, yukarıda belirtilmiş olan amaçlara yönelik olarak İslami öğretilerin ana görüşünü çarpıtmıştır. Bernard Lewis’in konuya uygun olarak işaret ettiği gibi İslam Selefi öğretisi Hıristiyanlığın Ku Klux Klan öğretisine benzemektedir. Selefi hareketinin İslam dininin geleneksel ana görüşünü düşman olarak görmesine rağmen Batı dünyası görüşlerinin bunu gerçek İslam olarak nitelendirmesi dikkate alınmalıdır.

Bununla birlikte, El Kaide, Müslüman toprakların özgürleşmesi amacına öncelik veriyor gibi bir izlenim yaratmaktadır. Bu, bir ölçüde pragmatizme dönüş anlamına gelmektedir. Profesör Robert A. Pape’in yaptığı araştırma “intihar terörünün, önemli bölgesel tavizler elde etmek maksadıyla, modern liberal demokrasileri baskı altına almak üzere stratejik bir mantığı takip ettiğini” göstermektedir. Robert Pape’in yaptığı gözlemsel araştırma, teröristlerin yurtları
olarak gördükleri topraklardaki yabancı kuvvetlerin varlığına son verme şeklinde ortaya çıkan toprak kazanımı teröristlerin temel siyasi amacı olduğunu doğrulamaktadır. Bunun yanı sıra, Pape, şu görüşleri öne sürmektedir: “ Yabancı kökenli her işgal intihar terörüne sebep olmamaktadır. Bu nokta, çoğu insanın düşündüğü biçimde gerçekleşmeyen dinin ilgilendiği bir noktadır. Aslında işgalin intihar terörü kampanyası başlattığı her olayda işgalci ile işgal edilen toplum arasında dinsel farklılık ortaya çıkmaktadır. Dinsel farklılık, terörist liderlerini özellikle tehlikeli biçimlerde şeytanlaştırmaya yol açmaktadır. Diğer bir deyişle, din, motivasyon kaynağı sağlamaya ve moral açısından kuvvet kazanmaya hizmet etmektedir.

Fransız İslam bilgini Oliver Roy, yabancı işgaline farklı bir açıdan bakmaktadır. Teröristlerin izlediği stratejinin “Birleşmiş Milletler’i iyice sıkışacakları ve bataklığa batacakları umuduyla Müslüman ülkeleri istila etmek zorunda bırakmak olduğunu savunmaktadır. Teröristler, doğrudan işgal gerçekleştirmeden Müslüman toplumların dini duygularını kışkırtamayacaklarını bilmektedir.” Taliban’ın Amerikan konvansiyonel askeri gücü tarafından yenilgiye uğratılmasından önce, El Kaide, “askerlerini” eğittiği ve talimatlarını dünya genelinde yaydığı bir üsse sahipti. El Kaide ve Taliban, Afganistan’da Tora Bora’dan ayrılmalarıyla, yeni bir güvenli sığınak aramaya başladı. Yeni bir güvenli sığınak arayışı temel hedefleri haline geldi. Irak’ta ortaya çıkan kaotik durum, El Kaide ve Taliban’a
yeni fırsatlar sundu.

El Kaide iki yönde organize olmaktadır ve gerçekleştirdiği operasyonlar yerel ve küresel olmak üzere iki düzeyde ele alınmaktadır. El Kaide sıkı yapılanmış bir ağ değildir. Yerel cihad kuvvetlerinin kendilerine ait yerel komuta ve organizasyonları vardır. Irak, Çeçenistan, Keşmir, Filipinler ve Endonezya’da savaş alanlarında çatışmaktadırlar. İstanbul, Londra ya da Madrid’de meydana gelen terörist eylemlerin El Kaide ile doğrudan yapısal bağlantısı olmayabilir. Ancak, yakın ideolojik ve duygusal bağlantısı vardır. Ama aynı zamanda El Kaide’nin cihad söylemi küresel bir nitelik kazanmıştır. Bunun da ötesinde, uluslararası ağ, yeni teröristlerin alınması ve eğitilmesinde önemli bir rol kazanmıştır.

Terör savaşı, El Kaide’nin devlet yapısında bir yapılanma olmamasına karşın, devletler ve orduların cepheleşmede yer aldıklarını açık bir şekilde ortaya koymuştur. El Kaide, Taliban’ın yenilgiye uğramasına kadar bölgesel olarak Afganistan topraklarında konuşlanmıştır. Sudan gibi çok sayıda ülke tarafından desteklenmiştir. Terör savaşı, Birleşik Devletler’in önderliğinde koalisyon ülkeleri tarafından yürütülmüştür. İleri teknolojik silahlarının kullanılması askeri gücün etkili ve Afganistan’da bulunan Taliban ve terör gruplarını parçalamada etkili ve yararlı olduğunu ispat etmiştir. Ancak, bunların başarıyla kullanımının sınırları vardır. Koalisyon güçleri bütün terörist liderlerini ele geçirememiştir. Örneğin, Usame Bin Ladin hala özgür ve aktiftir. Karşı terörist istihbaratı mükemmel olmaktan çok uzaktır. Irak’ta yapılan stratejik hatalar, terörizme karşı yapılan mücadelede askeri gücün potansiyel kullanımını önemli ölçüde engellemiştir. İlk olarak, Irak’ın işgal edilmesinin nedeni tartışılmaktadır. İkinci olarak, Irak’taki koalisyon güçleri ülkeyi işgal etmede başarılı olmuştur. Ancak, savaş sonrası istikrarı sağlayamamışlardır. Üçüncü olarak, Amerikan stratejisi Saddam rejimini Irak Devletinden ayıramamıştır. Rejimin bertaraf edilmesi,
çok sayıda grubun kendi menfaatlerini takip etmek adına birbirlerine karşı şiddet kullandıkları iç savaş durumunu yaratarak devlet ve toplumun tahrip olmasıyla sonuçlanmıştır. Netice itibariyle, terörizmi engelleme aracı olarak demokratikleşmenin sağlanması, Ortadoğu’nun yapısı içinde tartışmaya açık bir durumdur.


SUNUM 5 / BÖLÜM 4 KÜRESEL TERÖRİZMİN ULAŞTIĞI BOYUTLAR ÇERÇEVESİNDE EDİNİLEN TECRÜBELER

Prof. Dr. Ali L. Karaosmanoğlu


pkk(terör örgütü)


pkk(terör örgütü)’nın temel amacı her zaman siyasi olmuştur. 1970’lerde, devrimci Marksist-Leninist bir örgüt olarak kurulmuştur. Örgüt yandaşları; “Kürtlerin baskıcı sömürülmesini” kınamaktadır. Amaçları, Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde “Marksist-Leninist doğrultuda idare edilecek bir demokratik birleşik Kürdistan devleti kurmak” olmuştur. pkk(terör örgütü) gelişiminin ilk on yıllık dönemi süresince, Türk Devleti, terör örgütünün yapısını ve kapasitesini doğru teşhis etmede zorluk yaşamıştır. Türk hükümetleri, örgütü “bir avuç eşkıya” olarak nitelendirmiştir.

Anlayış eksikliği, güvenlik kuvvetlerinin hazırlanmasını yavaşlatmış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin pkk(terör örgütü) ile mücadele edebilmek için etkili strateji geliştirmesi neredeyse on yıllık bir süreci almıştır.

Bu arada, pkk(terör örgütü), Avrupa ve Ortadoğu’da çok sayıda bağlantısı olan tipik bir sınır ötesi terör örgütü haline gelmiştir. Bölgesel ve Avrupa hükümetleri ve sivil toplum örgütleri tarafından aktif olarak desteklenmiştir. Mali üssü Batı Avrupa olmuştur. Bunun da ötesinde, pkk(terör örgütü), çoğu Avrupa ülkesinde istihdam ve propaganda merkezleri edinmiştir. Suriye, militanların korunmasını ve eğitim tesislerini sağlamıştır. 1980’lerin ikinci yarısında, pkk(terör örgütü) yavaş yavaş daha aktif ve hareketli bir hal almıştır. Hedefleri, askeri birimlerin yok edilmesi ve toprak kazanma olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Güvenlik devriyeleri ve Jandarma karakollarına saldırmışlardır. Buna ilâveten, asker ve sivilleri öldürerek fabrikalar, köyler, okullar ve ulaşım araçları gibi sivil hedeflere saldırılar düzenlemiştir.

1990’lı yılların başında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin stratejisi savunma özelliğinden ayrılıp saldırı özelliğine geçmiştir. Genelkurmay, pkk(terör örgütü) ile mücadelesinde “çatışma alanı hakimiyet kavramına” dayanan yeni bir strateji benimsemiştir. Sayısal ve ateş gücü üstünlüğünden faydalanıp kontrol etme yoluyla bölgeyi yeniden kurmak bu yeni stratejinin gerekliliği olmuştur. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonraki dönemde Irak hükümetinin 36. paralelin kuzeyinde son bulması Türkiye’nin güvenlik durumunu karmaşık bir hale getirmişti. Bölge, Kuzey Irak’ ta faaliyet göstermeye başlayan PKKlı teröristler için bir sığınak haline geldi. İki Körfez Savaşı arasında, Türk Silahlı Kuvvetleri pkk(terör örgütü) kamplarını vurmak ve onların lojistik yollarını bozmak amacıyla yaklaşık olarak 70 kere Irak topraklarına operasyonlar düzenlemek zorunda kalmıştı. Türkiye’nin sınır ötesi harekatlarının sıklığı, Kuzey Irak’ta Türk askeri varlığını içeren fiili (de facto) bir güvenlik bölgesinin oluşumuyla sonuçlanmıştı. Bu strateji, pkk(terör örgütü)’nın askeri tehdidinin büyümesini engellemeye katkıda bulunmuştu.

Bu stratejinin diğer bir boyutu ise Suriye üzerindeki askeri baskıydı. Suriye desteği, pkk(terör örgütü)’nın güçlenmesi ve Türk topraklarına sızmalarına katkı yapan en önemli etkendi. Ankara’nın, Şam yönetimini pkk(terör örgütü)’ya yaptığı yardımı kesmeye ve Öcalan’ı Suriye’ den kovamaya ikna etmek için gösterdiği diplomatik çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Ekim 1998’ de Türk hükümeti Şam’ a bir ültimatom verdi ve Türk zırhlı birliklerini Suriye sınırında konuşlandırdı. Askeri zorlama işe yaradı ve Suriye yönetimi pkk(terör örgütü)’ ya yaptığı yardımlara bir son verirken pkk(terör örgütü) lider kadrosunu da Suriye’ den dışarı attı.

Türkiye, sonunda ülkedeki pkk(terör örgütü) eylemlerini önlemede başarılı olmuştu. Yine de, bölgede bugün bile Kuzey Irak’taki birçok yerleşim bölgesini kontrolleri altında tutan sayıları üç bini aşan silahlı pkk(terör örgütü) unsuru mevcuttur. Ankara, pkk(terör örgütü)’nın, Irak’taki savaş sonrası kararsızlık ortamından faydalanarak Türkiye’ye baskınlar yapmaya devam edebileceğinden büyük endişe duymaktadır. pkk(terör örgütü) terörizminin sonlandığını söylemek ise imkânsızdır. Türkiye’nin askeri zaferine karşın pkk(terör örgütü), Güneydoğu Türkiye ve Kuzey Irak’ ta belli miktarda siyasî nüfuzunu yürütmeye devam etmektedir. Unsurları da, ara sıra ve önemsiz olsa da, bazı terör eylemleri yapmaya devam etmektedirler. Askeri alandaki yenilgiden sonra pkk(terör örgütü), ayrılıkçı hareketi siyasi alana taşımak üzere adımlar attı. pkk(terör örgütü), siyasî bir organizasyon kurup adını da Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi (KADEK) olarak koyarken siyasi amacını da “Marksist-Leninist bağımsız bir devlet’den “demokratik Türkiye”ye kaydırmıştır. Bu yeni hedef, Türkler ve Kürtler’den oluşan “iki kurucu millet” üzerine kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir anayasa tasarlamaktan oluşuyordu. Fakat bu adımlar da KADEK’ in pkk(terör örgütü)’dan farklı olmadığı ve değişenin sadece dış görünüm olduğu gerçeğini değiştirmedi. 2003 Mayıs’ında Dışişleri Bakanlığı KADEK’ i Yabancı Terör Örgütleri listesine dahil etti. Örgüt bunun üzerine adını bir kez daha değiştirdi: Kürdistan Toplum Kongresi (kongra-gel(terör örgütü)) ve 2004 yazında şiddet eylemlerine kaldığı yerden devam etti. Bu esnada, kürt “Halkın Demokrasi Partisi” (HADEP) eski üyelerinden oluşan bir grup “Demokratik Toplum Hareketi”ni başlattı. Bu hareket yasal bir kürt siyasi hareketi olarak kabul edildiyse de, üyeleri kongra-gel(terör örgütü) ve Abdullah Öcalan ile yakın temas kurmaktan çekinmediler. Bu gelişmeler Demokratik Toplum Hareketi gibi siyasi örgütlerin eski pkk(terör örgütü) hareketine artan siyasi bir kişilik kazandırdığına dikkat çekmektedir. Diğer taraftan, şüphesiz ki, pkk(terör örgütü)’nın (veya kongra-gel(terör örgütü)) şiddet ve terörist taktiklerden vazgeçtiğinden emin olmak için çok erkendir.

Değişen siyasî durumunun diğer bir yönü de Türkiye’nin kökten bir dönüşüm sürecinden geçiyor olmasıdır. Türkiye, kapsamlı bir liberalleşme ve hukuk, politika ve ekonomi alanlarında yeniden yapılanma programı başlatmıştır. Bu tedbirler, daha fazla demokratikleşme ve AB kriterlerini karşılamak için bir istek tarafından harekete geçirilmiştir. Reform paketleri, diğer tedbirlerin yanı sıra kültürel hakları, ifade ve dernek kurma özgürlüklerini genişleten tedbirleri de içermektedir. Ülkenin güneydoğu bölgelerinde uygulanmış olan olağanüstü güvenlik önlemleri kaldırıldı. Hala reformların uygulanmasına ilişkin problemler olmasına rağmen AB kuralları ile uyum süreci devam etmektedir. Reform sürecinin etkili ve düzenli bir şekilde sürmesi için Türkiye bir barış ortamına ve güvenli sınırlara ihtiyaç duymaktadır. Irak’ın muhtemel bölünmesi, bölgedeki mevcut dengeleri tehlikeli bir biçimde bozabilecek ve demokratikleşme sürecinde bir gecikme etkisi yaratabilecektir. Böyle bir olasılık pkk(terör örgütü)’ya Irak’taki silâhlı unsurlarını tekrar Türkiye’ye intikal ettirmesi için bir fırsat yaratabilecektir.

Sonuç

Bu çalışmanın ana iddiası, deneyimlerimizin, terörizmle olan mücadelemizde Clausewitz paradigmasının uygunluğunu teyit etmesiydi. Klâsik stratejik düşünce, katı ahlâkçı ve stratejik yaklaşımlar veya terörizm ile mücadelede benimsenen uygunsuz stratejiler için suçlanmamalıdır. Clausewitz’in kuramsal çerçevesi, neyin değişip değişmediği ile süreklilik ve süreksizliklerin neler olduğunu daha açık bir şekilde görmemize yardım eder. El-Kaide ve
pkk(terör örgütü) hakkındaki kısa incelememiz önemli süreklilikler arz etmektedir. Şiddet riski ve siyasi topluluklar arasındaki silahlı çatışmalar, uluslararası ilişkilerin kalıcı bir özelliğidir. Yasal tanımları bir kenara bırakırsak, terörizmle mücadele, siyasi ve stratejik anlamda, bir savaştır. Değişik türde bir savaştır, ama nihayetinde savaştır. Çatışan taraflardan birinin devlet dışı bir oluşum olması, stratejik ifadeyle bu mücadelenin doğal olarak savaş olmasını değiştirmiyor.

Teröristleri “kötü” insanlar veya “bir avuç haydut” diye tanımlamak gibi katı ahlâkçı yaklaşımlar, stratejik olmayan hareketlere yol açma riskini taşımaktadır. Teröristler siyasî hedef sahiptirler. Siyasî hedeflerine ulaşmak için kuvvet kullanırlar. Teröristlerin araç/sonuç hesapları Batı’da geliştirilen “akılcılık modelleri’yle uyumlu olmayabilir. Onların farklı bir “akılcılık” anlayışına sahip olması gerçeği amaç ve hareketlerinin siyasî ve stratejik yapısını etkilemez. Aslında, siyasî hiçbir hareket tamamen “akılcı” olamaz, ama makul olabilir.

Terörizmle etkili bir şekilde savaşmak için askeri kuvvet faydalıdır ve belli koşullar altında gereklidir. Askeri kuvvetlerin taarruz amaçlı kullanımı Taliban ve pkk(terör örgütü)’ya karşı oldukça etkili olmuştu. Ayrıca, Türkiye’nin deneyimi, askeri tehdit kullanımının terörizme destek veren ülkeleri, verdikleri bu destekten vazgeçmek zorunda bırakmada başarılı olduğunu göstermiştir. Sadece askeri kuvvet kullanarak terörizmden kurtulmak çok zor, hatta imkânsızdır. Bütün terörle mücadele stratejileri, terörizmin ve savaşın sonlandırılmasının siyasî yapısını dikkate almalıdır. Bu sebeple, askeri olmayan (siyasi, sosyal, ekonomik) tedbirlerin yürürlüğe konması gerekli olabilir. Clausewitz paradigmasını tekrar hatırlarsak askeri zafer, savaşın sonlandırılması için sadece gerekli ama asla yeter olmayan bir şarttır; sonuçta, savaş, sadece siyasî araçlarla sonlandırılabilir.”

SUNUM 5 BİTMİŞTİR

SUNUM 6 BÖLÜM 1


ÖZEL BİLDİRİ
“TERÖRİZMLE MÜCADELEDE KOALİSYON ŞEKLİNDE
TEŞKİLATLANMANIN ORTAYA ÇIKARTTIĞI AVANTAJLAR,
YARARLAR VE PROBLEM SAHALARI”
Korg. Karl EIKENBERRY (ABD)1
Teşekkür ederim. Buradan konuşacağım.
Öncellikle beni davet ettikleri için TMMM’ne teşekkür ederim.Yeni
kurulan böyle bir merkezde konuşmak benim için büyük bir onurdur.
Gösterilen yoğun ilgiden de anlaşıldığı üzere merkez olağanüstü bir
potansiyele sahiptir. Ayrıca terörizmle mücadele eden askeri şahısları
da saygıyla selamlamak istiyorum. Özellikle iki dönem Afganistan’da

1 ABD Kara Kuvvetleri / Afganistan Müşterek Kuvvetler Komutanlığı Komutanı. Korgeneral Karl
Eikenberry Afganistan Müşterek Kuvvetler Komutanıdır. Mevcut görevinden once, Hawaii’de
bulunan Camp H.M Smith’deki ABD Pasifik Komutanlığının Stratejik Planlama ve Politika
Böümünün Başkanlığını yapmıştır. Bulunduğu görevler içerisinde, ABD, Kore ve Avrupa’da
mekanize, hafif, hava indirme ve piyade komando birliklerinin komutanlığı ve karargah subaylığı
görevleri vardır. En son olarak , Hawaii 25 nci Piyade Tümeni (Hafif) Tümen Yardımcı
Komutanlığı görevinde bulunmuştur. Çok çeşitli stratejik, politik ve siyasi-askeri görevlerde
bulunmuştur. Bu görevler içerisinde, ABD güvenlik koordinatörlüğü ve Afganistan, Kabil’de
bulunan Askeri İşbirliği Bürosunun Başkanlığı vardır. ABD Harp Okulu mezunudur ve Harvard
Üniversitesi’nde Doğu Asya Araştırmaları konusunda, Stanford Üniversitesi’nde de Siyaset
Bilimi üzerine master yapmıştır. Ayrıca, Harvard Kennedy Devlet Okulundan Ulusal Güvenlik
konusunda burs almıştır. Üstün Hizmet Madalyası, Liyakat Madalyası ve Bronz Yıldız sahibidir.
Birleşik Devletler Askeri Eğitimi, Taktikleri, stratejileri, Çin Askeri Tarihi ve Asya-Pasifik güvenliği
konularında sayısız makaleler yazmıştır.

omuz omuza çalışma onuruna eriştiğim TSK’ne Afganistan’da
yaptıkları katkılardan dolayı şükranlarımı arz etmek istiyorum. Türkiye
hükümetinin Afganistan için yaptığı katkılar olağanüstüdür. Liderlik
açısından kilit bir rol oynamışlardır.
Konuşmama bir hikaye ile başlamak istiyorum. Bu, balonla ABD
semalarında uçan iki kişinin hikayesidir. Balonun pilotu ile
seyrüsefercisinin uçuş sırasında kafaları karışır ve bulutların da
etkisiyle kaybolurlar. Seyrüseferci biraz alçalıp bulutlardan kurtulmayı
ve nerede olduklarını anlamayı önerir. Pilot kabul eder. Bir süre
alçaldıktan sonra etrafında büyük bir otoparkın olduğu çok büyük bir
bina görürler ve biraz daha alçalırlar. Arabasına doğru yürüyen bir
adam görürler. Seyrüseferci adama bağırarak sorar “Hey, nerdeyiz?”
Adam cevap verir: “Balonda”. Bu cevap üzerine tekrar yükselirler. Beş
dakika sonra seyrüseferci pilota “Ben nerede olduğumuzu biliyorum”
der ve ekler “Washington’da Pentagon’un üzerindeyiz”. Pilot sorar
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” Seyrüseferci cevaplar “Beş
dakika önce aldığımız cevaptan” der ve “Düşün biraz cevap çok kısa
ve doğruydu fakat bir işe yaramadı”
Ben de konuşmamı çok özet ve gerçekleri ortaya koyarak, sizlere
fayda sağlayacağını düşünerek yapacağım.
Yapmaya çalışacağım şey fiilen olayların içindeki bir kişi olarak
gözlemelerimi size aktarmaktır. Bu sabah burada mükemmel
akademik ve teorik takdimler yapıldı. Bu tür konferansların en güzel
yanı dinleyicilere farklı bakış açılarını sunmasıdır. Benim konuşmam
daha çok tecrübelerime dayanacak.
Konuşmam üç ana alt başlıktan oluşacak. İlk olarak Afganistan’da
işlerin nasıl gittiğini anlatacağım. Yaptığımız işin tam olarak ne
olduğundan bahsedeceğim: Yaptığımız “İstikrar harekatı mı, bir isyanı
bastırma mı yoksa terörizmle mücadele mi? Afganistan’da yaptığımız
açık bir şekilde terörle mücadele kapsamındadır. Bugün yapacağım
konuşma da terörizmin tanımına girmeden bu çerçevede olacaktır.
İkinci olarak Afganistan’da gözlemlediğimiz dört büyük geçiş
sürecinden bahsedeceğim. Son olarak ise koalisyon kavramı üzerine
konuşacağım. Terörizmle mücadele için oluşturduğumuz
koalisyonların ortaya çıkardığı fırsat ve tehditler ile ilgili olarak
değerlendirmelerde bulunacağım.
Şu an hangi durumda olduğumuz ve Afganistan’da karşılaştığımız
zorluklar ile başlamak istiyorum. Bu benim Afganistan’da ikinci
dönemim. Bu bölgedeki ilk görevim 2002-2003 yılları arasındadır. O
dönemde askeri işbirliğinden sorumlu birliğin başındaydım. Bu birimin
görevi Afgan Milli Ordusu’nu kurmaktı. Vurgulamam gerekir ki Afgan
Milli Ordusu’nun temellerini TSK atmıştır. Diğer bir görevimde
güvenlik birimlerinin reformuydu. Bu 2002-2003 yılları arasındaydı.


SUNUM 6 NIN DEVAMI

2004 te bölgeye tekrar döndüm ve şimdi koalisyon güçlerini
komutanıyım.
22 ülkenin kara, hava ve deniz piyade unsurlarından oluşan
yaklaşık 20000 kişilik bir kuvvette emir komuta etmekteyim. Benim
amirim, hepinizin tanıdığını sandığım, Merkezi Kuvvetler Komutanı
General Abizade’ dir. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı birimleri ile de yakın
koordine içerisinde çalışmaktayım. NATO ISAF komutanı General
Moore Devilco ve NATO Afganistan Kıdemli Sivil Temsilcisi Hikmet
ÇETİN ile yakın işbirliği içerisindeyiz. NATO ISAF ile ilgili olarak
konuşacağım. Bu benim çalışma alanım.
Emrim altında iki ana birlik var. Bunlardan ilki bir Tümgeneral
tarafından sevk ve idare edilen Bombrian Hava Üssü’nde konuşlu
olan operasyonel birliktir. Manevra ve operasyon birliklerini içerir.
Diğer birlik ise yine bir tümgeneral tarafından sevk ve idare edilen
Afgan Ordusu’nu ve Alman Hükümeti’nin katkılarıyla polis teşkilatını
kurmakla görevli olan komutanlıktır.
Bu üç konu hakkında konuşmak istiyorum. Önce şu an işler nasıl ?
Burada anlık olarak olayları değerlendirmek güzel bir yöntem olabilir.
Emrim altındaki birimleri filmin sadece bir karesine değil bütününe
bakmalarını salık veriyorum. Anlık olarak bir olayı değerlendirmek
sizleri karamsarlığa itebilir. Anlık değerlendirmeler korkunç olabilir.
Afganistan filminin bütününe bakmalısınız. Bunu neden söylüyorum?
4,5 yıldır bu mücadelenin içersindeyiz. 4,5 yıl önce nerdeydik?
Teröristler, Taliban, Afganistan’ın %90 nını kontrol altında tutuyordu.
Milli güvenlik birimleri yoktu.Ekonomi iflas etmişti.4,5 yıl sonra bugün
neredeyiz? Politik olarak nerdeyiz? 2003 yılında bana bugün nerede
olmamamız gerektiğini sormuş olsaydınız, bir anayasanın
yapılmasının gerektiğini söylerdim ki bugün bu yapılmıştır. Serbest
ve adil bir seçimin yapılmasından söz ederdim, bugün bu da
tamamlanmıştır. Parlamento seçimleri Eylül 2005 te yapıldı.
Afgan Güvenlik kuvvetlerinin durumu nedir? Hemen hemen yoktan
başladık işe. 45 yıldan fazla bir süredir bu ülkede güvenilir bir
güvenlik kuvveti yoktu, 35 yıldan fazla bir süredir de polisin varlığında
söz edilemez. Şu an geldiğimiz nokta ise 30000 kişilik bir ordu, aktif
bir Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı’dır. Afganistan
Ordusu tamamıyla Devlet Başkanı Karzai’nin kontrolü altındadır ve
gelecek için umut vermektedir.
Afgan Polisi’nin oluşturulması çalışmaları ise 2002 yılında
Almanya’nın liderliğinde başlamıştır. Zaman içerisinde daha çok
uluslararası katkı sağlanmıştır. Özellikle son altı ay içersinde
uluslararası katkı belirgin şekilde artmıştır. Teçhizat, eğitim, terfi
sistemi, İçişleri Bakanlığı’nda çok belirgin gelişmeler olmuştur. Bu

çalışmaların olumlu sonuçlarını çok yakın bir gelecekte göreceğimize
inanıyorum.
4 yıl önce çok az sayıda çocuk okullara giderken bugün 2 milyonu
kız olmak üzere 6 milyon çocuk okullarda eğitim görmektedir.
Karayolları ağı oluşturulmuştur, altyapı ve sosyal hizmetler yeniden
yapılandırılmıştır.
Elbette önümüzde bir sürü zorluk vardır. ABD büyükelçisi
Afganistan’daki durumu şu şekilde tanımlamıştır: “Savaşı
kazanıyoruz, fakat henüz kazanmadık” Şimdi izin verirseniz geçiş
sürecinden bahsedeceğim. Bunlar benim görüşlerim. İlk olarak
Afganistan’daki uluslararası askeri kuvvetler ile ilgili olarak
konuşacağım. Koalisyon Kuvvetlerinin liderliğinden NATO ISAF
liderliğine. Bunu açıklamama izin verin. NATO 2003 yılından beri
Afganistan’dadır. NATO 2003 yılında uluslararası yardım misyonu
sorumluluğunu almıştır. O zaman Kabil’in sorumluluğunu almıştı.
2004 yılında sorumluluk sahası kuzeye, Mayıs 2004 yılında da batıya
doğru genişledi. NATO’nun Afganistan’da yaklaşık 15000 kişilik bir
kuvveti bulunmaktadır. Kabil’den Kuzey’den ve Batı’dan sorumludur.
Bu yaz, ya da yazın sonu, sonbaharın başlangıcında ne olacaktır?
NATO sorumluluk sahasını güneye doğru genişletecektir. Biz bunu
Güney Komutanlığı diye adlandıracağız. Politik bir kararın alınması
gerektiğini düşünüyoruz. Bu sene sonuna doğru NATO’nun bütün
Afganistan’ın sorumluluğunu alması olasıdır.
Şu an ne gibi değişiklikler oluyor? NATO’nun sorumluk sahasını
genişletmesi ile birlikte bir çok değişiklik olacaktır. NATO sorumluluk
sahasını genişletiyor. Örneğin Kanada güneydeki tugayın
sorumluluğunu “Operation Enduring Freedom” kapsamında üzerine
almıştır. Kanada’nın Kabil’de piyade muharebe grubu bulunmaktadır.
Mayısta İngilizler HELMAND bölgesine taşınacaklardır. Bu yaz
Romanya ZABOL bölgesine gidecek ve bir ABD piyade bölüğünü
emrine alacaktır. Bu değişiklikler hep OEF şemsiyesi altındadır ancak
bu yaz bu birlikler NATO komutası altına girecektir. Bununla birlikte
doğuda herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Orada bir ABD tugayı
görev yamaktadır. Oradaki tek değişiklik bir süre sonra NATO
bayrağının dalgalanması olacaktır.
Koalisyon kuvvetlerinin komutanı olarak bu misyonun başarısı ile
ilgili olarak son derece olumlu düşüncelere sahibim. Çeşitli endişeleri
olan Afganlılara ne demeliyim? Onlara söyleyeceğim NATO’nun 26
muhteşem üyesinin olduğudur. NATO’ nun Afganistan da başarılı
olacağına inancımız tamdır. Güneyde geçiş dönemi başladığında
uluslararası destek orada daha fazla olacaktır.


SUNUM 6 NIN DEVAMI

İkinci önemli geçiş askeri merkezli olmaktan ziyade askeri olmayan
konularda olacaktır. Bu konuların bazıları bu sabah görüşülmüştür.
Bazı alanlarda biz askerlerden çok uluslararası hükümetlere iş
düşmektedir. Adalet sisteminin, ekonomik sistemin oluşturulması gibi,
iyi bir devlet teşkilatının kurulması gibi. Afganistan’da düşman güçlü
değil, fakat devlet teşkilatı çok zayıftır. Bölgesel yeniden yapılandırma
timleri, askeri yapılarından ziyade askeri olmayan yapılara
dönüşmektedir.
Üçüncü önemli geçiş ise Afganistan’da uluslararası liderliğin yerini
Afgan liderliğine bırakması. 4.5 yıldan sonra artık bizim varlığımızdan
ziyade Afgan varlığı söz sahibi olmalı. Onların devlet teşkilatı, adalet
sistemi, iç güvenlik sistemi, sosyal sistemi ayağa kalkmalı ve
sorumluluğu üzerine almalı. Afgan Güvenlik Kuvveleri’nin etkili olması
bizim NATO ISAF ile birlikte en önemli önceliğimiz. Biz Afgan Milli
Ordusu ve Polis Kuvvetlerinin yeteneklerini artırmak için var
gücümüzle çalışıyoruz.
Afganistan operasyonun diğer operasyonlardan en önemli farkı biz
harekete geçtiğimizde bağımsız bir ülke olmasıdır. Bu yüzden amaç
bu bağımsızlığı kuvvetlendirmek olmalıdır. Bir kere daha vurgulamak
istiyorum ki burada Afgan Güvenlik Kuvvetleri’nin yeniden
yapılandırılması kapsamında yaptığımız sadece taburlar, tugaylar
oluşturmak değil, etkili bir kurumsallaşmış yapı oluşturmaktır. İyi bir
personel sistemi, lojistik sistemi oluşturmalısınız ve bunlar tamamıyla
sivil bakanlıkların ve Genelkurmay Başkanlığı’nın kontrolü altında
olmalıdır. Bu bağlamda Afganistan’da iyi bir program uyguladığımızı
düşünüyorum.Geçiş dönemi ile ilgi olarak konuşmak istediğim
dördüncü nokta ise Afganistan harekatını nasıl gördüğümüz ile ilgili.
Şimdi üçüncü başlık hakkında konuşacağım ki bu, bugün için bana
verilen konudur: Terörizmle mücadelede koalisyon güçlerinin
karşısına çıkan sorun ve fırsatlar. Müsaade ederseniz önce fırsatlar
ile ilgili olarak konuşmak istiyorum. İlk olarak koalisyon güçlerinin bir
araya gelerek oluşturduğu kuvvetten bahsetmek gerekir. Tek bir ülke
böyle bir kuvvet oluşturamaz ve bu önemlidir. 4, 5 yılda yapılanlar ve
gelişmelerle ile ilgili olarak konuştum, fakat daha alınması gereken
çok yol var. Sabıra ve sürekliliğe ihtiyacımız var. İkinci olarak
koalisyon riski azaltıyor. Böyle bir harekatı tek bir ülkenin yapması
durumunda düşman karşısında daha hassas olacaktır. Koalisyon
kuvveti sadece koalisyon güçlerinin değil, ev sahibi ülkenin de
kredibiletisini artırmaktadır. Ev sahibi ülke harekatın uluslararası
olduğunu söyleyebilir. Üçüncü olarak koalisyon güçlerinin taktik ve
yöntemlerdeki farklılığından söz edilebilir. Bu mücadele yaratıcılık ve
süreklilik gerektirir. Burada, Afganistan’da beraber çalıştığım Türk
Kara ve Hava Kuvvetleri’nden bazı meslektaşlarımı görüyorum. Size


bir örnek vereceğim. Türk Ordusu’nun istikrar harekatlarındaki
katkıları olağanüstüdür. Devriyelerde kullandıkları taktik ve yöntemler
muhteşemdir. Bunlar herkesin örnek aldığı konulardır. Burada İngiliz
Ordusundan Albay Richard Smith’i görüyorum. İngilizler’in Afgan Milli
Ordusu için oluşturdukları Subay Aday Okulu’da bir örmektir.
Dördüncü konu ise oluşturulan ağlarla ilgili. Düşmanın oluşturduğu
ağı yenilgiye uğratmak için kendi ağınızı oluşturmalısınız. Bir ağa
ancak başka bir ağ ile saldırabilirsiniz. Bu ancak koalisyon
kuvvetlerinin ev sahibi ülke ile işbirliği yapmasıyla başarılabilir.
Şimdi koalisyon güçlerinin karşılaştıkları güçlükler ile ilgili
konuşmak istiyorum. Öncelikle Winston Churchill’in söylediği gibi
“koalisyon kuvvetleriyle savaşan tek şey koalisyon olmadan
savaşmadır” sözüne katılıyorum. Koalisyon kuvvetlerinin bazı
maliyetleri vardır. NATO olsun, ISAF olsun bunu hep dikkate almak
zorundayız. Koalisyon kuvvetlerine katıldığınız/oluşturduğunuz zaman
politik baskının buna engel olacak kadar fazla olmadığından emin
olmalısın. Koalisyon oluşturulmadan önce başarılamayacaklar
konusunda çok fazla tartışma olur. Ülkeler başarılması gerekenlerden
çok başarılamayacaklar konusunda konuşurlar.
İkinci söylemek istediğim şey politik sorular ile ilgilidir. Bu asker
kişiler olarak hep karşılaştığımız zor bir durumdur. Buna benzer
operasyonlarda kuvvet koruma ile misyonu koruma arasında bir
denge sağlamanız gerekir. Bununla ne demek istiyorum? Kuvvet
koruma kendi güvenliğinizi sağlamadır. Misyonu koruma demek yerel
halk ile yeterli irtibatı sağlamak demektir. Kendi güvenliğiniz sağlamak
için aldığınız tedbirler zaman zaman misyonun gereklerini yerine
getirmenize engel olabilir. O zaman denge nedir? Bu hepimiz için bir
sorundur.
İkinci olarak istihbarat paylaşımı koalisyon kuvvetleri için önemlidir.
NATO ve ISAF arasındaki istihbarat paylaşımı etkileyicidir. Ancak bu
her zaman bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü olarak milli
lojistik ile koalisyon lojistiği ile ilgili konular gelmektedir. Bunun için
alınabilecek en etkili tedbir ortak kullanım için bir havuz oluşturmaktır.
Sorunlar ile ilgili olarak iki konuda daha konuşacağım. Bunlardan
birincisi bir yerde uygulanan bir yöntemin başka bir yere
uymayabileceğidir.
Son olarak vurgulamak istediğim sorun ise benim Afganistan’daki
gözlemlerime dayanmaktadır. Buradaki sorunlara gerek asker kişi
olarak bizler, gerekse bütün hükümetler bir bütün olarak
yaklaşmalıdırlar. Daha önce de belirttiğim gibi askeri alandan askeri
olmayan alana doğru bir geçiş süreci yaşamaktayız. Sadece askeri
değil askeri olmayan güvenlik konularını da hesaba katmalıyız:
Yeniden yapılandırma çalışmaları, hükümet ve adalet reformu.

Sadece olaylara bölgeye askeri birlikler konuşlandırmak olarak
bakmamalıyız. Örneğin bu safhada Afganistan’da piyade birlikleri
kadar yol yapımına, kurumsallaşmaya, güvenliğe katkı sağlayacak
unsurları düşünmeliyiz. Birlik konuşlandırmayı planlarken nereye
kadar diye de somalıyız. Bence bu önemli bir noktadır.
Bir bölgeye yaptığım bir gezide o bölgedeki yapılandırma işleri ile
ilgili sorumlu komutan ve bir manevra birliğimizin (tabur) komutanının
verdiği brifingdeki bir yansıda şöyle demekteydi “Benim en güçlü
silahım projelerimdir” Makineli tüfek, havan değil, projeler. Yollar,
okullar. Bunlar askeri birliklerin işi değil elbette. Güvenlik durumu
daha iyiye gitmekle birlikte, sivil toplum örgütlerini çekecek durumda
değil henüz.
Askeri birlikler nasıl ve ne zaman bölgeden çekilecekler? Bu askeri
birliklerin tek başlarına karar veremeyecekleri bir durum. Bu bir
kolektif mücadele. Konuşmamı bitirmek istiyorum. Burada bana
konuşma onurunu veren herkese çok teşekkür etmek istiyorum.
Bugün burada olan herkesi temin ederim ki kazanıyoruz. Afganistan
da kazanıyoruz. Zaferin gerçek sahibi ise Afganistan Hükümeti.
Hükümet kazanıyor. Fakat daha çok zamana, sabra ve katkıya
ihtiyacımız var.
 
Üst