Lefkoşa’nın Yalnız Camileri

BACANAK

New member
Katılım
12 Haz 2008
Mesajlar
133
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Lefkoşa’nın Yalnız Camileri
resimyaratir.aspx
Yalnız camiler, ıssız camiler, garip camiler, tenha camiler ama ille de eski ve tarihi camiler yüreğimde ince bir sızıdır.

Çünkü beş-on-yirmi yıllık yeni camilerin tenhalığı belki zaman, yer ve sosyal doku tercihindeki zoraki ve yanlış seçimlerin propaganda kokan katlanılabilir sonucudur ama eski; elli yıllık, yüz yıllık, beşyüz yıllık, bin yıllık camilerin tenhalığı, terk edilmişliğin küf kokan kokusunu yansıttığı için içinizi acıtır.
Hâlbuki onlar yıpranmış ve yorgun siluetleriyle bulundukları koordinatın, altında Türk mührünün tapu senetleridir.
O harita paftasını, o coğrafyayı Türkleştirirler.
Bu yazının konusu, eski Lefkoşa’nın, 74-75’de tanıştığım ve sadece 1 kilometrekarelik bir alana sığışmış camileridir.
Ege Adaları, Batı Trakya ve Balkanlar’ın bütünündeki, depo-gece kulübü olarak kullanılmakta olanlar başka bir zaman ele alınacaktır.
Lefkoşa Selimiye (Ayasofya) ile başlayacağım.
En popüler Ayasofya’lar dört tanedir. İstanbul, Trabzon, Magosa ve Lefkoşa… Son ikisi, ilklerden aşağı yukarı 100 yıl sonra fethedildiği ve zaman zaman yabancı hâkim otoritenin eline geçtiği halde şimdiye kadar kesintisiz cami olarak kullanılmışlardır. İstanbul ve Trabzon Ayasofyalar ise 1453 ve 1461’den bu yana kesintisiz Türk hâkimiyeti altında oldukları halde halen her ne hikmetse “müze” durumundadırlar.
UNESCO Genel Direktörü Mayor; Ayasofya Müzesi'nin Müslüman ibadetine açılmaması için elinden geleni yapacağını ifade etmiştir. (Daha fazla bilgi için bakınız: “Dört Ayasofya”, Hüseyin Mümtaz, Ortadoğu Gazetesi, 5-6 Şubat 1994)
21 Ağustos 2005 tarihli “Lefkoşa-Gazze-Bakü Kodlarına Soros Müdahalesi” başlıklı yazımızda da şunları yazmışız:
“Yanılmışız veya sevinmekte erken davranmışız.
Annan Plânı kabul edilmediği halde neye ve hangi akla hizmet ettiğini bir türlü anlayamadığımız; KKTC'deki sınır kapılarının tek taraflı açılması ve 31 yıldır cami ve müze olarak kullanılan kiliselerin Rum ibadetine sunulması olayından sonra duyduk ki Kuzey Kıbrıs'ta -Ferdi ve Şürekâsı- bir adım daha atmaya hazırlanıyor.
-Lefkoşa Sur İçi- trafiğe kapatılacakmış, açılacak yeni Lokmacı Barikatı kapısı ile de Arasta esnafının ticari hayat kolaylaştırılacakmış. Ne kadar –masum- değil mi?
Ama -İstanbul Sur İçi- projelerinden kulağımız delik olduğu için bit yeniği aradık.
Lefkoşa Belediye Başkanı Kutlay Erk; -trafiğe kapatılacağı- için Sur içinde kalan Selimiye (Ayasofya) Camiinde de artık namaz kılınamayacağını, -iki toplumlu etkinliklerde- kullanılmak üzere müze haline getirilecek Selimiye Camiinden cenaze kaldırılamayacağını; namazların -sur dışındaki- camilerde veya Dikmen mezarlığında kılınması gerekeceğini söylemiş.
Fakat Selimiye'nin Lüzignan üslûbu revnaklarının gölgesinde kılınan cenaze namazları bir tarihti, toplumun vicdanıydı. İngiliz zamanında, EOKA devirlerinde, Türk toplumunun, olabildiğince -kalabalıklaşarak- gücünü, birlik ve bütünlüğünü sergilediği bir semboldü.
Kimler o musalla taşından son yolculuğuna yollanmamıştı ki…
Vah vah vah…
Demek bir devir kapanıyor.
Kıbrıs'ta geçirdiğimiz uzun yıllar boyunca, adanın neresinde görevli olursak olalım bayram namazlarını mutlaka Selimiye(Ayasofya)'de kılmaya dikkat ederdik.
-Kılıç hakkı- olarak camileştirilen kiliselerde namazın zevkini bilen bilir…
Demek o bayram namazları da, namazdan sonra Lefkoşa Sancağı ile Tekke Bahçesi arasındaki köşebaşında kalan -Efe'nin Gaavesi-nde arkadaşlarla içilmesi âdet haline getirilmiş olan çaylar da olmayacak artık.
Zaten o da kapanmış.
-Gençliğim Eyvah!-
Demek 1571'le başlayan bir devir kapanıyor.
İngiliz'in bile yapamadığını Kutlay Erk yapıyor ve Selimiye'yi -iki toplumlu etkinliklerde- kullanmak üzere kapatıp, müze yapıyor”.
Geçen ay yine ama bu sefer “alıcı gözüyle” Sur içini dolaştım.
75’te Laleli Camii’ni, İplik Pazarı Camii’ni, Haydarpaşa Camii’ni ve Selimiye’yi “cami” olarak tanımıştım.
O, açıldığı-açılacağı için güya Arasta-Lokmacı esnafının bayram edeceği Lokmacı kapısı’ndan Arasta’ya girip sinek avlayan esnafın arasından doğru devam edince ''St. Sophia Cathedral''ine çıkarsınız.
Şimdi öyle olmuş. Öyle tabelâ asılmış. Halbuki biz onu 1571’den bu yana “Selimiye” olarak bilirdik.
Ben gittiğimde bir hayli Rum vardı.
“Cathedral”in kapısında ayakkabılarını çıkarıp başlarını örterek içeriye girme zorunda kalmalarından hınzır bir zevk duydum.
Hele bir de tam o an öğle ezanı okunmaya başlamaz mı?
Ama yine de Selimiye Camii ve çevresini, AB fonlarıyla önce ''AB'leştirme'' sonra ibadete kapama, sonra da uygun vakitte ortodoks ibadetine açma çabaları ''göz kamaştırıyor''.
Selimiye’nin hemen yanıbaşında, aynı bahçe içinde dev bir ''restorasyon''. İngilizce tabelaya göre ''AB finansmanıyla'' St. Nicholas Church'un onarımı gerçekleştiriliyor.
Kamuoyunu uyutmak için, ''Bedesten'' adı altında…
Selimiye'nin arka tarafında düzenlenmiş, tertiplenmiş bir geniş alan var..
Tam orta yerinde de BOZKURT…
Meydanı geçip, Turizm Bakanlığı’nın yanındaki ara sokağa girerseniz çifte minareli; İskeçe, Kosova, Rodos, Edirne yahut Amasya’da rastlayabileceğiniz nefis bir Türk kasaba sokağı karşılıyor sizi.
Sağdaki yapı, benim bildiğim zamanlarda Haydar Paşa Camii idi.
Haydar Paşa Camii de uzun bir süredir ''St. Catherine Church'' namıyla ve ''Nicosia Master Plan'' çerçevesinde ve yine AB fonlarıyla ''korumaya alınmış'', ibadete kapatılmış. Pleksigals tabelâda Türkçe, Rumca ve İngilizce öyle yazıyor.

Geri dönün, Büyük Han’ı geçince İplik Pazarı Sokağı’nda evler arasında 1825 yapımı İplik Pazarı Camii vardır. Tek şerefeli minare örme taş külahlı olup pek az minarede bu özellik vardır. Halen camii olarak kullanılmaktadır ama…
Görüldüğü gibi önü “işgal edilmiş”tir. Cemaat park edemez. Ama AB’liler park eder.
Sokağı devam edince 1974-75’de Büyük Hamam’ı görürdük.
Ama 2008’de meğer aslında “Saint George Lâtin Kilisesi” olduğunu öğreniyoruz.
Bu arada Laleli Sokağı’ndaki bahçe içinde havuzlu, bol çiçekli 1974’ün Laleli Camii’nin de (yapımı 1828) aslında bir şapel olduğunu, sonradan minare eklenerek oluşturulduğunu öğreniyoruz.
Ben uzaklardan gelip her gün üşenmeden sabah kahvesini Sarayönü’nde ya da Büyük Han’da içen bir “turist” olarak farklılıklar ve değişiklikler karşısında şaşkınlıklar içinde kalıyorum da Sarayönü ve Selimiye civarından her gün geçenler, eski Lefkoşa'nın süratle yabancılaştığının farkında mı acaba?
Geçmişe, geleneğe, göreneğe, kültüre ve tarihe…
Kendilerine yabancılaştıklarının farkındalar mı?
“Cami”ler önlerine takılan üç dilli tabelâlarla yalnızlaşıyor, tenhalaşıyor, ıssızlaşıyor, küsüyorlar.
Evet, Rumlar gezerken zoraki başlarını örtüp, ayakkabılarını çıkarıyorlar ama “camilerde Rumca” konuşuyorlar.
Camiler, Annan Plânı ve AB sürecinde “Rumlaşıyor”…
Kırılıyor, üzülüyor, garipleşiyorlar.
Peki ya biz?
 
Üst