Bugün gelinen nokta itibariyle NATO, gelecekle ilgili varlığını sürdürmek adına tarihinin en tartışmalı dönemini yaşamaktadır.
Yarını tartışılır duruma gelen Dünyanın bu en büyük organize güvenlik gücünün, Varşova ülkelerinin dağılması, karşılıklı güç dengelerinin bozulması, tehdit algılamasının değişmesi, yeni düzende ortaya çıkan devletlerin güvenlik ihtiyaçlarının belirmesi ve son günlerde Dünyayı sarsan ekonomik kriz nedenleriyle varlığını geleceğe taşıyıp taşıyamaması yüksek sesle konuşulmaya başlandı.
İkinci Dünya savaşından, savaşın tüm yıkıcı etkileriyle askeri ve ekonomik olan çöküntü içinde olan Avrupa, kuzey doğusunda beliren Bolşevizm etkilerinden korunmak için sığındıkları NATO, bu görevini etkin bir şekilde 1980`lerin sonlarına kadar kesintisiz olarak yapmıştır. Kırk yıllık bu süre içinde Avrupa`nın galipleri ve yenikleri, üzerlerinde bir Sovyet baskısı olmadan ekonomilerini düzelterek Dünyanın sayılı gelişmiş devletleri haline gelmişlerdir. Ayrıca kendi aralarında kurdukları Avrupa Birliği ile de yeni bir güç odağı olmuşlardır.
Eski kıtanın aktör devletleri özgür Dünya Liderliğini elli yıldan beri Atlantik`in öte yanındaki ABD`ne bırakmışlar, bu güvenlik şemsiyesi altında kendi güç ve ekonomik dengelerini sağlamaya çalışmışlardı. Ancak Atlantik`in batısında ki bu hırçın müttefik, 1980`lı yıllara kadar bölgesinde (Küba ve Güney Amerika) ve Aya Kıt`asındaki Kominizim tehdidine karşı giriştiği savaşı kazanmasının verdiği güçle Dünyanın en etkili silahına dönüşmüştü. Amerikalı NATO bu dönemde dünyanın, kominizim tehlikesine karşı en etkili silah gücüydü. Tüm Avrupa devletleri bu gücün varlığından son derece memnundu. Zira, kendi güvenliklerini Amerika başkanlığında kurulmuş bir silahlı organizasyona ihale ederek kafalarında güvenlik sorunu olmadan ekonomik kalkınmalarını geliştirmişlerdi.
Ancak, doksanlı yılların başlarında Komünizmin kalesinin çökmesi, Varşova paktı ve Yugoslavya`nın dağılması ile eski kıtada tehdit algılaması değişerek güç dengeleri bozulmuştu. Yıllarca nükleer tehdidi ve milyonlarca zırhlı aracı ile bütün Avrupa Devletlerinin uykularını kaçıran bu devin yıkılması dünya barışına derin bir oh çektirmesi yanı sıra Dünya`da başka tehdit odaklarının da doğmasına neden olmuştu.
Kuzey Atlantik Antlaşması (The North Atlantic Treaty – NATO)’nın imzalandığı tarihten Soğuk Savaş döneminin bitimine kadar, antlaşmayı imzalayan 12 ülkeye 1952 yılında Türkiye ile Yunanistan, 1955 yılında Almanya ve 1982 yılında İspanya katılmış ve böylece NATO müttefiki sayısı 16’ya çıkmıştır. 1994 Ocak ayında Brüksel’de yapılan zirve toplantısında müttefik liderler, ittifak kapılarının, Washington Antlaşmasının ilkelerini ileriye taşıyabilecek ve Kuzey Atlantik sahasında güvenliğe katkıda bulunabilecek diğer Avrupa ülkelerinin üyeliğine açık olduğunu tekrar teyit etmişlerdir.
NATO’nun genişlemesi, İttifakın, Avrupa – Atlantik sahasında güvenliğinin güçlendirilmesi ve yayılması konusundaki temel amacı doğrultusunda atılmış bir adımdır. Bu adım üçüncü ülkeleri tehdit etmemektedir. NATO’nun temel hedefi, üyelerinin güvenliğini sağlamak ve Avrupa – Atlantik sahasında barışı korumak olan bir savunma ittifakı olmaya devam etmektir. İttifak dışında hiçbir ülkenin genişleme süreci ve bu süreçle ilgili kararlar üzerinde veto veya söz hakkı yoktur.
1995 yılında, müttefikler, İttifaka gelecekteki katılımlar konusundaki “Niçin” ve “Nasıl” sorularını ele almışlardır. Bunun sonucunda ortaya çıkan “NATO’nun genişlemesi üzerindeki çalışma” 1995 Eylül ayında NATO ülkeleri ile ilgili ortak ülkelere yayımlanmıştır. Çalışmada belirlenen ilkeler, NATO’nun yeni üyeleri davet etme konusundaki yaklaşımının temelini oluşturmaktadır. “Niçin” sorusu üzerindeki çalışma, Soğuk Savaşın sona ermesi ve Varşova Paktının dağılması nedenleriyle Avrupa – Atlantik sahasının bütününde, yeni bölünme çizgileri yaratmadan, güvenliğin iyileştirilmesi için, hem bir gereksinmenin hem de eşsiz bir fırsatın ortaya çıktığı sonucuna varmıştır.
Genişleme ile ilgili “Nasıl” sorusuna yönelik çalışma, geçmişte olduğu gibi gelecekte de ittifak üyeliğinde yapılacak bir genişlemenin Kuzey Atlantik Antlaşmasının 10. maddesi uyarınca gerçekleşeceğini teyit etmektedir. Yeni üyeler, kabul edildikleri andan itibaren her türlü haktan yararlanabilecekler, antlaşmanın getirdiği tüm üyelik sorumluluklarını üstlenecekler, tüm ittifak üyelerince benimsenmiş olan ilkeleri, politikaları ve yöntemleri kabul edecekler ve bunlara uyacaklardır.
Temmuz 1997 Ayında Madrid’de yapılan zirve toplantısında, müttefik devlet ve hükümet başkanları Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’yı İttifak’a katılım görüşmelerine davet etmişlerdir. Bu davetin ardından başlayan çalışmalar 1999 ilkbaharında sonuçlanmıştır.
23 – 24 Nisan 1999 tarihlerinde yapılan Washington Zirvesinde; Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın üyeliğe kabulünün yanı sıra, dokuz ülkenin (Romanya, Slovenya, Estonya, Letonya, Lituanya, Bulgaristan, Slovakya, Makedonya, Arnavutluk) NATO’ya üye olmaya yönelik gayretleri takdirle karşılanmış; ancak, hiç bir ülkeye üyelik takvimi ve önceliği verilmemiştir.
Bunun yerine, NATO’ya üye olmaya istekli ülkelere, konuya ilişkin hazırlıklarını yönlendirmek için “Üyelik Eylem Planı (Membership Action Plan)” önerilmiştir. Söz konusu plan, üyelik için aşağıda belirtilen beş alanda, belirlenen standartlara ulaşmak için yapılması gereken faaliyetleri içermektedir:
- Siyasi ve ekonomik konular,
- Savunma konuları ve askeri konular,
- Kaynak konuları,
- Güvenlik konuları,
- Yasal konular.
ittifak’a katılmaya istekli olan ülkeler (Aspirant Countries), üyelik eylem planına göre, yıllık milli hazırlık programlarını düzenlemektedirler. Üyelik eylem planı ve ülkelerin milli hazırlık planları dikkate alınarak tespit edilen beş faaliyet alanında müşterek faaliyetler icra edilmekte ve 26+1 formatında toplantılar düzenlenmektedir. Üyelik eylem planına halen Makedonya, Hırvatistan ve Arnavutluk katılmaktadır.
2 Nisan 2004 tarihinde NATO Karargahında düzenlenen bir törenle 7 davetli ülkenin (Bulgaristan, Romanya, Letonya, Estonya, Lituanya, Slovenya, Slovakya) NATO’ya katılışını müteakip, üye sayısı 26’ya ulaşmıştır.
28-29 Haziran 2004’te icra edilen NATO İstanbul Zirvesi’nde, Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya için Üyelik Eylem Planı’na (MAP) devam edilmesine; Ukrayna’nın Üyelik Eylem Planı’na dahil edilmesi için çalışmaların sürdürülmesine karar verilmiştir. Bosna-Hersek, Sırbistan ve Karadağ ise Kasım 2006'da icra edilen Riga Zirvesinde resmen davet edilerek Barış İçin Ortaklık (BİO) üyeleri arasına dahil olmuşlardır. Bu genişleme ile BİO üye ülkelerinin sayısı 23'e ulaşmıştır.
2 Aralık 2008`de başlayan NATO Dışişleri Bakanları toplantısı önümüzdeki sene Nisan ayında yapılması öngörülen, Strazburg-Kehle Zirvesine giden süreçte önemli bir aşama teşkil etmiştir. Strazburg-Kehle Zirvesi, NATO’nun kuruluşunun 60. yıldönümüyle örtüşmektedir.
Zirvenin başlıca gündem maddeleri, ittifakın Rusya ile ilişkileri ve Afganistan'daki durum. NATO'nun Rusya ile ilişkilerindeki düğüm noktası ise Ukrayna ve Gürcistan'ın üyelik başvuruları. Rusya, ikisi de eski Sovyet cumhuriyetleri olan bu iki ülkenin NATO'ya katılmasına şiddetle karşı. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush, NATO'nun askeri ittifakını yeniden canlandırmak amacıyla önerilerini ortaya koydu. Bush, öncelikle NATO'nun artık Rusya'ya karşı bir savunma sistemi olmadığının altını çizdi. George Bush, kendi ifadesiyle "özgürlük çember”inin, Ukrayna ile Gürcistan'ın da aralarında bulunduğu yeni NATO üyelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini belirtti.
Bush, Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya'ya da ittifaka katılmaları yolunda davette bulunulacağını da ekledi.
Zirvede bir diğer tartışmalı konunun, Afganistan'da Taleban'ı bozguna uğratmak için çalışan NATO güçlerine desteği canlandırma ihtiyacı olduğunda birleştiler.
NATO`nun bu son toplantısı, üyeleri arasında NATO`nun geleceği konusunda ki endişelerinde su yüzüne çıkmasına neden olmuştu. Özellikle Avrupa`lı üyelere için genişleme yeni katılacak olan Gürcistan ve Ukrayna için duyulan endişe, rahatsız edici olmaya başlamıştı. Zira bu iki ülkede güvenlik bakımından birer kara delik gibi gözüküyorlardı. Avrupalı uzmanların “parçalı bir bulmaca”ya benzettikleri NATO, yeni katılacağı üyeleri bu bulmacanın parçalarını daha çok çoğaltmaktan öteye gitmeyecekti.
Amerikalı uzamanlar için ise NATO`nun geleceği iki engelle sınırlandırılmıştı. Bunlar; yıllık 700 milyar dolar bütçesi olan bu sistemi küresel kriz nedeniyle artık finanse edemeyecek durumda olması. Diğeri ise, Amerika`nın gittikçe güçlenen Rusya ile karşı karşıya gelmek istememesi.
Kararsız yeni üyeler, ekonomik kriz ve gittikçe güçlenen Rusya bütün bu küresel belirsizlik içinde gittikçe büyüyen terörizm ve Somali kıyılarında baş gösteren korsanlık, NATO`nun geleceğini tartışılır hale getiren nedenler. NATO tüm bu sorunları aşmak için önünde duran en iyi seçenekleri değerlendirmek, yeniden yapılanmak ve küresel gelişmelere hızla ayak uydurmak zorunda. Bu da, ABD’nin, mikro milliyetçiliklerden arınmış uluslar arası özel bir askeri teşkilatlanma ile NATO bünyesinde kurulacak yeni acil müdahale gücünü oluşturması gerekmektedir.
Bu projenin kökleri, Sovyetler Birliği'nin çözülüşüyle birlikte NATO'nun 1990 Roma zirvesinden itibaren değiştirdiği politikalarda yatıyor. NATO'daki değişim süreci, iki kutuplu dünya sonrasındaki koşullara 'iç uyum' ve 'dış uyum' olmak üzere iki başlık altında geliştiriliyor.
Dış uyum başlığı altında, NATO'nun Doğu Avrupa ülkelerini de içerecek şekilde genişlemesi ve Rusya ile yakın ilişki kurulması öne çıkıyor.
İç uyum da kendi içinde üç başlığa ayrılıyor:
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası'nın oluşturularak, Avrupa'nın kendi savunma yeteneğini geliştirmesi. AGSP, NATO'nun AB ile de bağını oluşturuyor.
Birleşik Müşterek Görev Gücü'nün oluşturulması. Burada 'birleşik' ve 'müşterek' sözcükleri ile, kara, deniz ve hava kuvvetlerinin birlikte planlanarak modüler güç haline getirilmesi ve çokulusluluk anlatılıyor.
Yeni Komuta Yapısı. NATO'nun 1990'da 60 küsur olan komuta karargâhı, şu anda 20'lere düşürülmüş bulunuyor. NATO'nun kendi sınırlarına gelecek tecavüz üzerine kurulu kriz politikası, artık sınırları dışındaki krizlere ağırlık veriyor. Bu komuta yapısına bağlı olarak güç yapısı da değişiyor.
Yeni Güç Yapısı
NATO'nun Yeni Güç Yapısı'nda iki düzey var:
Yüksek Hazırlık Düzeyli Güçler (High Readiness Forces-HRF). Bunlar kriz bölgelerine ilk müdahaleyi yapmak üzere örgütleniyorlar.
İkincil Hazırlık Düzeyli Güçler (Forces at Lower Readiness-FLR). Bunlar da yaklaşık 90'ıncı günden itibaren operasyonun yaygınlaşmasında görev üstleniyorlar.
NATO'da halen bir HRF var. O da Almanya Rheindalen'deki ACR, acil müdahale gücü.
Şu anda yürüyen çalışma, NATO güçlerine iki HRF, iki de FLR katmayı amaçlıyor.
Yüksek Düzeyli Kara Gücü olarak ACR'nin yanı sıra tescil edilecek iki yer için beş aday arasında ciddi bir rekabet var.
Adaylar şunlar:
1.Fransa'nın Strasbourg merkezli ve Fransız, Alman, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg askerlerinden oluşan Avrupa Kolordusu, Eruocorps,
2.Almanya Münster merkezli ortak Alman-Hollanda Kolordusu,
3.Valencia'daki İspanyol Kolordusu,
4. Milano merkezli İtalyan Kolordusu,
5.İstanbul'daki 3'üncü Türk Kolordusu.
ABD henüz bu adaylardan yalnızca 3'üncü Kolordu'ya destek vermektedir.
NATO'nun FLR adayları arasında ise Selanik'teki Yunan C Kolordusu ve Polonya'nın Szczcin (Seçin) kentinde kurulu Polonya, Almanya, Danimarka ortak kolordusu öne çıkıyor.
Bütün bunlar dünya çapında güç yapısının yeniden örgütlenişinin artık siyasi yapıya bağımlı geliştiğini ve Türk ordusunun da bu uyum çalışmalarının tam ortasında olduğunu gösteriyor. (Murat Yetkin, Radikal, 21.04.2002)
Sonuç olarak; NATO, yeni teşkilat yapısı ile Avrupa Gücünü oluşturarak, kendi koruma şemsiyesini kurması gelecekte oluşabilecek tehditlere karşı Atlantik`in ötesinden gelebilecek yardımlardan çok kendi öz savunma sistemini kurmaya başlamalıdır.
NATO, için yeni üyelerin seçimi ve üyeliğe kabulü kriterleri gözden geçirilerek, organizasyona sorun yaratabilecek üyelerin katılım şartları gözden geçirilmelidir.
NATO, görev tanımını ve tehdit değerlendirmesi yeniden tanımlanarak üyelerin 5. maddeyi keyfi uygulamalarına son verecek tedbirler alınmasını sağlanılmalıdır.