Naz Makamı Ve Leylâ’nın Aşkı

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
http://tasavvufdefteri.wordpress.com/2010/11/10/dusunce-damlalari-17-161-170/

Leylâ onurlu bir hanımdır ve “Mecnûn”un bu geçici “aşk” anlayışını beğenmemektedir. Mecnûn’un Allah Aşkı”na “metres ve kuma” fonu olmak istememektedir. Leylâ kıskançtır.

***

Naz…
Farsçada tatlı cilve, tatlı işve anlamlarına gelen bir kelimedir. Tasavvufta sevgilinin âşığına güç vermesi demektir. Halk ve tasavvuf edebiyatında naz genellikle sevgilinin âşığa yaptığı eziyet, eza ve cefâ anlamında kullanılmaktadır. Aşkta naz acı cilvelerdir. Sevgili kendisinin gerçekten sevildiğini anladığı anda sevene eza ve cefâ yapmaya başlar. Her sevgilinin ezası ve cefası farklı olmakla birlikte bazı ortak noktalar vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Hafif nazlar…
Başkalarına yakın davranarak kıskandırmak,
ümitsizlik vermek,
saklanmak,
ilgisiz görünmek,
değer vermiyormuş gibi yapmak,
randevu vermemek,
verilen randevuya lüzumsuz bahanelerle gitmemek gibi şeylerdir.

Ağır nazlar…
Açıkça sevmeyeceğini söylemek ama ümit vermeye devam etmek,
başka birisini fiilen severek düelloya varacak kadar rekabet ortamı hazırlamak,
aşkını test etmek için ağır hakaretlerde bulunmak,
gerçekleşmesi imkânsız koşulların ardına gizlenmek,
kendisi istemedikçe bir daha bulunmamak üzere başka bir yere göç etmek gibi şeylerdir.

Sevgilinin hafif veya ağır nazları gözü, aklı, mantığı ve bilinci kör olmuş âşığı asla usandırmaz. Naz iltifat kabul edilir. Sevgilinin başa attığı taş sanki gül destesidir, yarılan baştan akan kan sanki aşk şarabıdır. Sevgili ne yaparsa ondan gelen herşey hoştur, gerisi boştur.
Aşığın her türlü eza ve cefaya katlandığını gören sevgili sevilmekten dolayı adeta şımarır ve can yakıcı cilveler yapmaya başlar…
Sevgilinin acı ile karışık haz veren cilveleri âşığı hem üzer hem de sevindirir.
Sevgili âşığın hüznünü ve sevincini gördükçe daha çok nazlanmak için sürekli yeni numaralar yapar,
sitemleri duymazlıktan gelerek vuslatı sürekli erteler. Fakat fazla vurdumduymazlığın seveni usandırıp küstüreceğinden de korkarak istenileni azar azar, gıdım gıdım verir. Verir vermesine ama verdiklerinin karşılığını geriye çok çok alır, kaşıkla verdiğini kepçeyle ister ve an gelir aşığın elinde ne var ne yok hepsini gasp ederek geriye hiç bir şey bırakmaz.

Fazla naz aşığı nasıl usandırır?…
Sevgilinin “fazla naz”ı vuslatı imkânsız kılıyorsa aşk “imkânsız aşk”a dönüşmüşse dahi “gerçek âşık” usanmaz. Başka sevgili aramaz. Aşkından dönmez.
“Fazla naz”dan usanan “gerçek âşık” değildir. Sevgilinin en ağır hakaretlerine, aşağılamalarına, tepelemelerine mâruz kalan âşık düştüğü rezil durum karşısında elâlemden utanıp aşkından dönmüşse o hiçbir zaman “âşık” olmamıştır. Ve dönekliği de bu nedenle bir hata, kusur ve ihanet değildir gâyet normaldir.
“Fazla naz”ı sevgilinin tebessümü ve daha çok yakınlaşma isteği kabul eden “gerçek âşık” ise ne yapar? Mecnûn’un yaptığını yapar… İşte “Leylâ ile Mecnûn” destanından bir manzara:
Mecnûn Leylâ’nın mahallesine her adım attığında Leylâ’nın korumaları tarafından dövülerek kenardaki bir çöplüğe atılır. Saatlerce kendinden habersiz yatar. Ayıldığı zaman çöplükte gezinen uyuz köpekler Mecnun’un yüzündeki yaraları yalarlar, üzerine çiş ederler, çöplüklerini kıskanarak elbiselerini ısırıp parçalarlar. Mahallenin çocukları etrafında toplanıp “deli deli tepeli, kulakları küpeli” çığlıklarıyla taşlarlar. Tekrar üstü başı kan revan içinde kalan Mecnûn’a Leyla’nın korumalarından birisi acıyıp onu çöplükten uzaklaştırmak ister, “bu köpeklere ve çocuklara karşı kendini neden savunmuyorsun” der. Mecnûn da “… ama o köpekler Leylâ’nın mahallesinin köpekleri ben onlara nasıl hoşt derim, çocuklar Leylâ’nın mahallesinin çocukları ben onları nasıl azarlarım? Leylâ’yı nasıl üzerim?” der. Olay Leylâ’ya anlatılınca yanakları sinirden al al olur ve kendisini böyle bir “zırdeli”nin sevmesinden utanarak “çattık bir deliye… benim onu ciddiye aldığıma sakın inanmayın” der.
Mecnûn Leylâ’nın fazla nazından usanmamıştır ama Leylâ Mecnûn’un “aşk”ından usanmıştır.
Naz makamı…
Beşerî aşkın… eza ve cefalarına katlanabilen Mecnûnlar sonunda Leylâ’larından sıyrılarak {kendisinden gayrı “âşık ve mâşuk” olmayan Hak}’ka yönelirler. “İlâhî aşk” makamına ulaşırlar. Bu makama ulaşanlar “Leylâ”dan ve dünyadan gelen her türlü ezâ ve cefâyı Hak’kın nazı ile aynı sayarlar. Leylâ’nın eza ve cefâsını Hak’kın nazı, Leylâ’nın candan da tenden de bezdiren cilvelerini Hak’kın cilveleri olarak görmekten başka çâre olmadığını anlarlar. Hak’dan başka bir şey görmez ve O’ndan başka bir şey sevmez hale gelen âşıklar kendilerini “naz makamı”nda bulurlar.
Hak sevdiğine nazlanacaktır ve Hak’kın nazını çekmenin adı da “naz makamı”dır.
Hak’ka ulaşmayı herkes gibi ben de burada Mecnûn (erkek) motifi üzerinden gösterdim. Kadınlar sanki Hak’ka ulaşamaz sadece beşerî aşkta takılır kalırlarmış imajını biraz beslemiş gibiyim ama biraz sonra beşerî aşkta asıl takılıp kalanın Mecnûn olduğunu izah etmeye çalışacağım. Leylâ’nın “Mecnûn”da nasıl bir aşk yakaladığını bilinenin aksine gerçek aşkı Leylâ’dan anlayabileceğimizi anlatmayı da deneyeceğim…
Aşk makamları…
Aşk.. basamak basamaktır.
İlk basamak “beşeri aşk”tır. Mecnûn’un Leylâ’yı ve Leylâ’nın Mecnûn’u bedensel ve ruhsal sevgi, tutku ve beğeni ile sevmesidir.
İkinci basamak “ilâhî aşk”tır. Mecnûn’un Leylâ’da ve Leylâ’nın Mecnûn’da Hak’kı müşahede ederek sevmesidir.
Üçüncü basamak “aşık ve mâşuk” arasında farkın kalmayarak ayniyetin başladığı makamdır. Bu makam “vuslat-cem-teklik-tevhid” hali ile anlatılan “aşk makamı”dır. Bu makamda “ilâhî” kelimesi de düşmüş sadece “aşk” kelimesi ve anlamı kalmıştır.
Kısaca tekrar edersek “aşk”ta üç basamak, üç makam vardır:
1-“Beşerî aşk”,
2-“ilâhî aşk”
3-“Aşk”

Aşk basamaklarını sadece erkek ve dişinin sevgileri, tutkuları ve beğenileri üzerine kuramayız. Anne’nin bebeğine aşkını, babanın evlâdına sevgisini, Celâleddin’in Şemseddin’in zatına muhabbetini, anne kuşun yavru kuşu ölümüne sevmesini, sarmaşığın kavak ağacına sarılmasını, güneşin dünyayı cezbetmesini, atomun elektronu çekmesini de hesaba katmalıyız. Her şey başka bir şeye herhangi bir şekilde bağlanarak gerçek aşka yükselebilir.
“Âşık” beşerî aşkın eşiğine basmadan Leylâ’nın beşerî ezâ ve cefasına katlanmadan “ilâhî aşk”a ulaşamaz.
İlâhî aşk’ta Leylâ’dan tecellî eden her şeyi Hak’tan bilmeyen, Leylâ’nın beşeriyetinden tecellî eden naz ve cilveleri Hak’ka bağlayamayan Cenâb-ı Hakk ile vuslata yani son basamak olan “aşk makamı”na eremez.
Makamsız aşk …
Aşk.. “gerçek aşk” boyutunda basamak basamak, makam makam, perde perde değildir.
“Gerçek aşk”ta;
“beşerî aşk”
“gerçek olmayan aşk”
“ilâhî aşk”
gibi ayrımlar da yoktur aslında.

“Gerçek aşk”ta sadece ve sadece “aşk” vardır.
“Sadece aşk”ın ne demek olduğunu anlamak için Mecnûn’un makamlı ve Leylâ’nın makamsız aşklarını irdelemeye devam edelim…
Leylâ ve Mecnûn’un aşk farkı…
Mecnûn’u düşünün. Leylâ’yı düşünün.
Leylâ Mecnûn’a neden ezâ ve cefâ yapmaktadır?
Leylâ zannedildiği gibi naz yapmamaktadır, tatlı tatlı naz yapmamaktadır… Mecnûn’a gaddarca resmen bir zulüm yapmaktadır. Çünkü Mecnûn Leylâ’nın aşkını “gerçek aşk” olarak görmemekte Hak’ka ulaştıracak gelip geçici “beşerî aşk” basamağı olarak görmektedir.
Hangi hanım kendisinin “ikinci sınıf” bir sevgili olmasını ister? Birinci sınıf “gerçek sevgili” “Hak” imiş de “Leylâ” Hak’ka ulaştırıcı bir vesile imiş de, beşeri aşk ilâhî aşka aracı olacakmış da… falan filan. Mecnûn’un aşk hikâyesi bu minval üzere uzadıkça uzar ve sonunda Leylâ durağını geçer gider ve “gerçek sevgili (?)”ye ulaşır.
Leylâ onurlu bir hanımdır ve “Mecnûn”un bu geçici “aşk” anlayışını beğenmemektedir. Mecnûn’un Allah Aşkı”na “metres ve kuma” fonu olmak istememektedir. Leylâ kıskançtır.
Aşk’ta “kıskançlık” yoksa aşk da yoktur.
Leylâ Mecnûn’u “gerçek aşk” ile sevmekte ve Mecnûn’u kendisinden başka her varlıktan kıskanmaktadır… özellikle Mecnûn’un vehim ve hayalindeki Hak imajından kıskanmaktadır.
Fakat Mecnûn Leylâ’da Hak’kı, Hak’ta Leylâ’yı sevmek gibi bir yanılgı içindedir. Ve bu nedenle Leylâ Mecnûn’a kadınlık duygusunun verdiği kıskançlık ile gaddarca zulüm etmektedir. Mecnûn’u gelip geçici aşktan kurtarmak için onun “aşk felsefesi”ni her gördüğü yerde aşağılamakta, hakaret etmekte, kovmaktadır.
Leylâ tüm gayretlerine rağmen maalesef Mecnûn’u Hak’kın aşkını Leylâ’nın aşkına tercih etmek yanılgısından kurtaramayacaktır.
Mecnûn Leylâ’da Leylâ’yı göremeyecek ve ebediyen Leylâ’da Hak’kı görmek vehim ve hayalinden kurtulamayacaktır. Hak’kın platonik sevdalısı olacaktır. Ebediyen Leylâ’daki “gerçek sevgi”yi “aşk”ı tadamayacaktır. Leylâ’yı asla göremeyecektir.
Mecnûn zannedildiği gibi Leylâ’nın nazını çekmemektedir. Mecnûn kendi hayal dünyasında Hak’ka naz yapmaya çalışmaktadır. Leylâ’yı bir naz objesi olarak kullanmaktadır. Hak’kı Leylâ ile kıskandırmak için Leylâ’yı delice sevmektedir. Ve böylece.. Hak’kın Leylâ’yı kıskanarak kendisini sevmesini beklemektedir. Ve hâlâ beklemektedir. Ve ebediyen bekleyecektir. Hak’ka âşık olmanın “Hak’ka âşık olamamak” ile mümkün olduğunu anlayamadığı için ebediyen bekleyecektir.
Leylâ’nın aşkı…
Leylâ’nın aşkında makamlar, mevkiler, basamaklar, boyutlar, ayrımlar yoktur.
Leylâ’nın aşkı tek kelime “Mecnûn”dur.
Leylâ’nın aşkı “gerçek aşk”tır.
Leylâ’nın aşkı “aşk”tır.
Ötesi berisi, lâmı cimi yoktur.

Leylâ “âşık gibi âşık”tır.
Leylâ “tek”e âşıktır.
Leylâ’nın “tek”i “Mecnûn”dur.
Leylâ “tek aşk”lı bir “aşk” istemektedir.
Leylâ’da “sevgiliye yolculuk” yoktur, hicran (ayrılık) ve vuslat (kavuşma) yoktur.. “aşk” vardır.

Leylâ’nın aklı ve kalbi aşk labirentleriyle ve aşk kavramlarıyla karmakarışık değildir..
Leylâ’da “aşk”ın farklı anlamları yoktur.

Leylâ “aşk”ı bulmuştur ama Mecnûn’un hatasıyla “Mecnûn”suz kalmıştır.
Leylâ “aşk”ının yarısını Mecnûn’un elinden alamamıştır.
Bu nedenle.. Leylâ’nın aşkı ebediyen yarım aşktır.

Yarım hoca imandan, yarım hekim candan ettiği gibi yarım aşk da Leylâ’yı “aşk”tan uzak düşürmüştür.
Amatör âşık…
Mecnûn’un aşkında makamlar, mevkiler, basamaklar, boyutlar, ayrımlar vardır.
Mecnûn’un aşkı ecemice ve amatörcedir çünkü…Mecnûn’da “Hak”kı ve “Hak’kın Leylâ tecellisi”ni aynılaştırmak, cem etmek, “iki”yi bir görmek” için büyük bir uğraş vardır. Hâlbuki bir de birdir, iki de birdir, üç de birdir. Bir olan nasıl tekrar bir olur. İkiyi iki “görmek”, üçü üç “görmek” ve hepsini bir “bilmek” en gerçek görüştür. Mecnûn’un aşkı “bilmek” üzere kuruludur ve “görmek” eksiktir.
Mecnûn’un aşkında vuslatsız sonuçlanmaya mahkûm Hak’ka doğru bir seyri süluk.. aşk yolculuğu vardır. Mecnûn Hak’ka vuslat etmeyi umarken “Leylâ”dan da olmuş ve böylece ne Hak’ka ne de “Leylâ”ya ulaşmıştır… “aşk”sız kalmıştır. İki arada bir derede şaşkın kalmıştır.
Mecnûn Dimyat’a ak pirince giderken evdeki kara bulguru da kaybetmiştir.
Tasavvufî aşk…
Tasavvufî aşk bir başkadır.
Tasavvufî aşk Leylâ’nın aşkıdır.
Tasavvufî aşk Mecnûn’un aşkı değildir.

Tasavvufî aşk;
nazsızdır,
niyazsızdır,
makamsızdır,
mevkisizdir,

Tasavvufî aşk;
âşıksızdır,
mâşuksuzdur,
hicransızdır,
vuslatsızdır,

Tasavvufî aşk;
“Aşk”tır.

Tasavvufî aşk;
kısaca… Leylâ’nın aşkıdır…

Tasavvufî aşk Hak’kın vehim ve hayaliyle tamamlanmayan âşık ve mâşuk ile tamamlanması gereken bir aşktır.
Tasavvufî aşk Hak’kın vehim ve hayaliyle tamamlandığı zannedilen yarım yamalak bir aşk olmayınca yenilir yutulur lokma olmaktan çıkmıştır. Ve bir halk ozanı boğazına takılan aşkı sazına vurduğu mızrapla şöyle anlatmaktadır.
***
**
*

GÜZEL ÂŞIK… DEMEDİM Mİ…
Güzel âşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi?

Yemeyenler kalır naçar
Gözlerinden kanlar saçar
Bu bir demdir gelir geçer
Duyamazsın demedim mi?

Bu dervişlik bir dilektir
Bilene büyük devlettir
Yensiz yakasız gömlektir
Giyemezsin demedim mi?

Çıkalım meydan yerine
Erelim Ali sırrına
Can ü başı Hak yoluna
Koyamazsın demedim mi?

Aşıklar kara bahtlı olur
Hakk’ın katında kutl’olur
Muhabbet baldan tatl’olur
Yiyemezsin demedim mi?

Pir Sultan Abdal Şahımız
Hakk’a ulaşır râhımız
On İk’imam katarımız
Uyamazsın demedim mi?

(Pir Sultan Abdal 16.yy.)
***
Allah nazsız niyazsız makamsız mevkisiz aşkı Leylâ gibi isteyen herkese nasip etsin.
Kemal Gökdoğan




 
Üst