1550 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman zamanında meydana gelen asayişsizlik olaylarının başını ‘Suhteler’ Medrese Talebeleri çekmekte idi. Suhteler olayların girmek istemiyorum zira içinden çıkılamayacak kadar detaylı bir konudur. Burada anlatmak istediğim Kıbrıs Adası’nın Osmanlı yönetiminde bir sürgün yeri olarak görüldüğüdür.
“...Umumi arzu üzerine Amasya Sancak Beyi Şehsuvar Bey, Canik sancağının yardımına memur olunarak, ansızın suhte toplantısını bastı ve yüzlercesini perişan etti. İstanbul’a bu konuda verdiği bilgiye göre, medreselilerin sancak bölgesinde yaptıkları cinayet ve işkenceler tüyler ürpertici idi. Bir çok insanlar, elleri ayakları kesilmek, sinirleri çıkarılmak gibi akla gelmedik işkencelerden sonra öldürülmüş, bir çokları da dayak altında can vermişti. Bütün halka korku salmış, haraç aldıkları da şikayet edilmişti. Kışın evlerinde akraba ve dostları ile rahat oturan bu fesatçılar, bahar gelir gelmez harekete geçip, suhte cemiyetlerin toplayarak, bütün yaz etrafı soyduktan sonra, yine kışın evlerine dönüp, topladıkları mal ve paralarla sefahat ediyorlardı. Kadılar, müderrisler, müftüler, imamlar, hatipler ve ahaliden pek çokları, malları ve canları korkusundan, artık suhtelerle uyuşmayı, onlara yardım etmeyi en çıkar yol olarak bulmakta idiler. Onun için suhtelerin şerleri tamamen ortadan kaldırılmak istense bile, hiç kimse onları ele vermeyeceği için bunda başarı sağlanamayacaktı. Bu durum karşısında şikayetçi heyetin ve Şehsuvar Bey’in birlikte teklif ettikleri tek çare, suhteler ile bütün akraba ve ailelerinin, ya tamamen öldürülmeleri, yahut hepsinin Kıbrıs’a sürülmeleri idi. (Prof. Dr. Ahmet AKDAĞ)
1570’li yıllara Sultan 2.Selim devrine gelindiğinde; bu arada çok işlek olduğu anlaşılan Anadolu-Kefe ticaret yolunun isyancılar yüzünden işlemez halde olduğu tüccarlar tarafından İstanbul’a şikayet ediliyordu. Boyabat bütünüyle suhtelerin baskısı altında idi. Bu sırada ticaret için denizyoluyla Sinop’a çıkmış bulunan Leh tüccarları, Amasya yönüne hareket ettikleri sırada, aynı isyancı suhteler tarafından yolda basılarak hepsi de öldürülmüş, on bin altın, o kadar gümüş ve öteki eşyalarına el konulmuştu. Hükümet sıkı bir takibat ile cinayeti işleyen Hızır isimli suhteyi yakalattı ve İstanbul’a getirtti. Sanığın Lehli tüccarları nasıl öldürdüklerine ait anlattıkları çok ilgi çekici ve bütün suhte isyanlarının, bu kadar gayretlere rağmen, neden bastırılmadıklarının sebebini izah eder içerikte idi. Hızır’ın itirafına göre, suhteler cinayeti işlemişler, fakat bütün paraları ve malları Alaybeyi Ahmet Bey, hocaları Sarı Osman, Hisar Kethüdası Ramazan, gümrük emininin kardeşi ve öteki ehl-i örf, yani hükümetin kendi resmi adamları aralarında paylaşmışlardı. Şu halde suhtelere bu soygunu yaptıran gene memurlardı. Hatta, kethüda Ramazan, suhtelere rehberlik ederek, tüccarların arkasından götürmüş idi. Hükümet, suhteler dışında ilgili olanlara ancak yağma edilen serveti ödettirdi, bazılarını da Kıbrıs’a sürdü. (Prof.Dr. Ahmet AKDAĞ)
1574 yılının Eylül ayında Külek Kalesi Dizdarı (Kale Komutanı) olan Kansu’nun eşkıyadan olup bazı adamlarıyla Ekrâd-ı İzzeddinlü Kadısı Nurullah’ın yolunu kestikleri ve adamlarını dövüp, hapsettikleri haberinin Adana Sancakbeyi İbrahim Bey tarafından merkeze bildirilmesi üzerine Dizdar Kansu’nun yakalanarak Kıbrıs’a gönderilmesi emredildi.
1576 yıllarında Sultan Üçüncü Mehmet zamanında İskilip civarlarında bir isyancı grubunun başı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yol kesen ve köy basan bir grubun başı olan Eğri Sipah, 1576 yılında Çorum Sancak Beyi Mahmut Bey tarafından yakalanıp, yakalandığının İstanbul’a bildirilmesi üzerine Bab-ı Ali’den Sadrazam Semiz Ahmet Paşa tarafından yollanan bir emir üzerine Eğri Sipah ve çetesinin elebaşıları idam edilmiş geri kalanları Cezire-i Kıbrıs’a (Kıbrıs’a) kürek mahkumu alarak gönderilmişlerdir.
Sultan Üçüncü Murat, 1576 yılında İçel Sancak beyine yolladığı bir fermanında, Köseli aşiretinden Ramazan ve etrafındakilerin yakalanarak Kıbrıs’a sürgün gönderilmelerini, tekrar başkaldırıp isyan ederlerse Kıbrıs’a sürülmekle kalmayıp en ağır cezanın verilmesini istemekte idi.
Sadrazam İbşir Mustafa Paşa başlattığı isyanından vazgeçerek 28 Ekin 1654 günü Sadrazam olarak İstanbul’a girdiğinde ilk icraatı düşmanlarının azli ve mallarının müsaderesi oldu. Bazı adamları da öldürtmekten çekinmedi. Moralı defterdarı önce azille hapsettirdi, sonrada Kıbrıs’a sürgün emri vererek yolda idam ettirdi. Eski sadrazamlardan Melek Ahmet Paşa’yı, Van valiliği ile İstanbul’dan zorla uzaklaştırdı. Mevkufatçı (hazineye ait gelirleri toplayan görevli) ve reis-ül küttap da hapsedildi. Sonradan mevkufatçı ile Melek Ahmet Paşa’nın kethüdasını karadan Kıbrıs’a sürmek bahanesi ile yolda öldürttü.
1656 yılında İstanbul’da saltanat kurmuş olan Kadızadeler bir süre sessiz durdularsa da sonradan huzursuzluk çıkartınca Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa araya girerek onları bu olaylardan vazgeçirmek istedi ise de karşı koymaları üzerine cezalandırılmalarına hükmeden bir fetvayı şeyhülislamdan alarak yakalananları Kıbrıs’a sürdü.
1732 yılına Sultan 1. Mahmut yönetimine geldiğimizde, Urfa, Maraş, Malatya bölgelerindeki aşiretler huzursuzluk içerisinde idiler. Bu göçebelerden bir çoğu Rıka çevresine iskân edilmek istenmişse de, bütün uğraşlara rağmen kesin bir başarı elde edilememiştir. Yine bu havali yani, güney halkından bazı zümreler eşkıyalık ve şekavetle uğraştıklarından, bunlar yakalanarak aşiretleriyle birlikte Kıbrıs’ı iskân etmek amacıyla adaya sürgün gönderilmişlerdir.
1788’li yıllarda Âyanlık müessesesi de devletin başına bela olmuştu. Bunlardan Mamuriye Kazası (Ankara yakınlarında) Âyânı durumun İstanbul’a bildirilmesi üzerine, birkaç senedir âyânlık halkıyla, çeşitli zulümler yapan Abdulmuin Bey’in Kıbrıs Adası’nda Magosa Kalesi’ne hapsedilmesi konusunda Sultan Birinci Abdülhamit’ten “emr-i alişân” gelmiş, fakat Abdulmuin bu emre karşı gelmiş, sürgün yerine gitmemiş, mali kuvveti sebebiyle rüşvet vererek kendisini kurtarmayı başarmıştı. Daha sonrada zulümlerini sürdürmeye devam etti.
Gene aynı yıllarda (1788) Adana bölgesinde Küçükalioğlu Halil Bey isyanından sonra, Adana bölgesinin muhafazasına memur edilen Adana Mütesellimi Abdullah Paşa ile Adana halkı arasında çıkan kavga ve mücadele ölümle sonuçlandı. Her iki taraftan birkaç nefer ve adam telef olduktan sonra, Abdullah Paşa takımı dükkanları yağma ve talan ederek fukaraya zarar vereceklerinden bahisle Adana halkı arz ve mahzarlarla, Sultan Birinci Abdülhamit’e ve Sadrazam Koca Yusuf Paşa’ya şikayet etmek üzere Adana müftüsünü birkaç nefer kimse ile İstanbul’a götürdüler. İstanbul’dan gelen haberde, Abdullah Paşa’nın rütbesi kaldırılarak, Kıbrıs Adası’nın Magosa kalesine sürgün edilip Adana vilayeti Yusuf Paşa’ya tevcih olundu.
NOT: Çalışma kendime ait olup çeşitli kitaplardan derlenmiştir.