Rauf Denktaş Makaleleri-Nereye Kadar

KÜLTEGİN

Genel Koordinatör
Katılım
18 Şub 2008
Mesajlar
1,731
Tepkime puanı
1
Puanları
0
Konum
Tanrı Dağlarında
Rum idaresi Güney’de kalmış olan Türk emlâkini “Kıbrıs’ın Meşru Hükümeti” sahtekârlığının arkasına saklanarak istimlâk etmekte veya istediği şekilde kullanıp gasbetmektedir. En önemlisi, bu emlâk ile ilgili olarak mal sahiplerine haklarını ve tazminatlarını “Kıbrıs meselesinin kapsamlı çözümünden sonraya” bırakan bir yasa ile sureti haktan görünmektedir. Ayni idare Kuzeydeki Rum emlâki için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye’nin aleyhine davalar açmakta tazminat kararları ile Türkiye’yi sıkıştırmaktadır. Türkiye bu davalarda muhatap olmakla kalmadı, Loizudu davasında dört yıl verilmemiş olan tazminatı şimdiki hükümet ödemek suretiyle işleri içinden çıkılmaz bir hale getirmiş oldu. Bu da yetmedi Güneydeki Türk emlâkinden hiç bahsetmeksizin Kuzeyde Rumların haklarını koruyan, ve AİHM tarafından Türkiye’nin bir alt kuruluşu addedilen, Tazmin komisyonu kurarak Rumlara toprak iadesine ve tazminat ödemeye başlandı.

Maraş’ta gasp edilmiş vakıf topraklar üzerine bina edilen mülk için tazminat ödemeye mahkûm olan Türkiye, vakıf topraklarla ilgili hakkını savunmaktan aciz kaldı. Bu gidişata göre Rumlar Kuzey’deki mallarına sahip çıkmaya devam ederken, Rum idaresi “istimlâk” adı altında Güneydeki Türk mallarını gasbetmeye devam edecek. Böylelikle, Rumların yasasında da belirttikleri gibi kapsamlı bir çözümden sonra ele alınması gereken karşılıklı tazminat sorunu Rumlar tarafından şimdiden halledilirken, Türkler bekleme odasında hava almakla yetinecek.

Siyasi duruma gelince. Annan Planına “kandırılarak da olsa” EVET demiş ve bize de dedirtmiş olan Türk Hükümeti imzaladığı EK Protokol ile (AB’nin şaşmayan anlayışına göre) eli kanlı, terörist, toplu mezar yapımcısı, gaspçı Rum idaresini “meşru hükümet” olarak tanımak mükellefiyeti altına girmiştir. AB Türk hükümetinden bu protokolü Büyük Millet Meclisinden geçirmesini ve “mükellefiyetini yerine getirmesini” ısrarla ve her fırsatta istemektedir. Rum ve Yunan hükümetleri de “bu mükellefiyet altında gördükleri AKP Hükümetinin yeniden ve tek başına seçilerek” bu mükellefiyetini yerine getireceği inancı ile hareket etmekte, AKP’nin tek başına iktidar olması için dua etmektedir. Bizdeki korku ve endişe AKP Hükümeti tek başına göreve geldiği takdirde “ben yaptım, oldu” yaklaşımı ile böyle bir yanlışı yapar mı? AB’ye , ABD’ye ve Yunanistan’a “Kıbrıs meselesini halledeceğiz” sözleri verilmiş. Kırk yıldır yanlış politika ile meselenin çözülmeyişinden Türk tarafının - özellikle Denktaş’ın - sorumlu olduğu kabul edilmiş; Soyer Hükümetine “meseleyi iki toplumlu, iki kesimli federasyon” olarak halletme yetkisi verilmiş; Annan Planına EVET deyip EVET dedirtmek suretiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetin’den, eşit egemenlikten vazgeçildiği kayda geçirilmiş; askeri çekme vaadi verilmiş ve hatta 1960 Antlaşmalarına göre kalıcı olan 650 kişilik Türk Alayının bile adadan çıkması her üç yılda masaya yatırılacak.... Kırmızı Çizgimizi kimse bilmiyor. Sayın Cumhurbaşkanı Sezer’in devlet olarak ortaya koyduğu “iki devlete dayalı ve Türkiye’nin garantörlük haklarını içeren” milli formülünü ne AKP Hükümeti ne de CTP Hükümeti ağzına almıyor.

Durum bu. Rum tarafında yapılan kamu yoklamalarında P’ye yakın Rum’un Türklerle bir arada yaşamak istemediği kanıtlanmış. İngiliz Bakan HOON “durum bu olduğuna göre konfederasyon gerekir” diyor, yani iki devletli bir anlaşma. Türk Hükümeti gidişattan memnun. Hamasetle olmaz diyor ve soruyor: Asker mi çektik, toprak mı verdik? Cevabı, bilenler için basit: Evet Askeri çekme ve toprak verme vaadinde bulundunuz; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yaşayacak demediniz. Sormak hakkımız değil midir? Nereye gidiyoruz? Ve “her şey iyi gidiyor, hamasete gerek yok” sözleriyle nereye kadar avutulacağız?
 
Üst