Serbest Ticaret Antlaşmasının Osmanlı Ekonomisine Etkileri

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Daha önceki dönemlerde başlayan süreçlerle güçlü bir şekilde ilişkisi olmasına rağmen, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde; ekonomik, sosyal ve siyasi alanda sıra dışı gelişmeler meydana gelmiştir. “Avrupa’nın Hasta Adamının” itibarî uluslararası pozisyonunun ve kapladığı alanın dikkat çekici şekilde azalması, Osmanlı devlet yapısının
hayatiyetini sürdürmesine değil; ayrıca gösterişli bir şekilde güçlenmesine engel olmamıştır. Yapının güçlenmesi, Avrupa’nın siyasi ve iktisadi çıkarlarının buna ihtiyaç duyması ve Osmanlı bürokrasisinin sistemli çabalarının çakışması sonucu gerçekleşmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalı komşuları çok açık bir askeri siyasi üstünlüğe sahipken Osmanlı Devleti’nin hayatiyetini devam ettirmesinde, büyük güçler arasındaki rekabet kadar Osmanlı ülkesinin çok büyük bir açık pazar olarak yabancı tüccar ve girişimcilere imkan sağlaması da etkili olmuştur. İnalcık; Sırbistan, Yunanistan ve benzeri bölgelerdeki ayaklanma ve bağımsızlık hareketlerinin, o bölgeleri ticari açıdan tahmin edilemez ve kontrolsüz hale getirmesinin; “Büyük Güçler”in(Great Powers), tek bir otorite tarafından kontrol edilen ve düzenlenen büyük bir pazarı tercih etmelerinin Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin güçlenmesinde etkili olduğunu söylemektedir.
19. Yüzyılda yıllık %0,8 olarak tahmin edilen dikkat çekici nüfus artış hızı, büyük eyaletlerin kaybedilmesine rağmen 1800 yılındaki 26 milyon seviyesine kısa sürede ulaşılmasını sağlamıştır. Nüfus yoğunluğundaki bu artış, ekonomik gelişme için itici güç vazifesi görmüştür. Nüfus artışının; tarım sektörü için daha fazla rençber, yerli sanayi için daha büyük bir pazar, büyük altyapı yatırımları için daha fazla işgücü sağlaması ekonomik gelişmeyi desteklemiştir.
Buhar makinesinin 18.yüzyıl sonlarında icadı ve ulaşım araçlarına uygulanması, insanların ve malların taşınmasını köklü bir şekilde değiştirmiştir. Demiryollarının gelişmesi iç ulaşımda mesafelerin önemini azaltmış, taşıma maliyetlerinin düşmesine neden olmuştur. Osmanlı ülkesine modern ulaşım araçları genellikle yabancı girişimlerle gelmiş olup, bu araçların sermayeleri batıdan gelmekte ve yine batılı mühendisler tarafından yapılıp, işletilmekteydiler.
1800 yılında Osmanlı deniz taşımacılığının büyük kısmı Türk ve Rum armatörler tarafından işletilen Osmanlı bandıralı yelkenli gemilerle yapılmaktaydı. İstanbul’a buharlı gemi ile gerçekleştirilen ilk sefer 1828 yılında bir İngiliz gemisi tarafından yapılmış, kısa bir müddet sonra diğer ülkelere ait buharlı gemiler de İstanbul’a düzenli sefer yapmaya başlamışlardır. 1880’lerin sonlarına doğru Osmanlı limanlarından yapılan uluslar arası taşımacılığın %90’ı yabancı armatörlere ait olan buharlı gemilerle yapılmaktaydı. Buharlı gemilerin taşımacılıkta hakim duruma gelmesinin nedenleri arasında yelkenli gemilerin 200 tona kadar yapılabilmesine rağmen buharlı gemilerin 3000 tondan fazla kargo taşıyabilmeleri, daha hızlı ve daha güvenli taşımacılık yapmaları gösterilebilir.

Osmanlı Devleti’nin kendi fonlarıyla inşa ettirdiği demiryolu uzunluğu toplam hat uzunluğunun sadece %10’unu oluşturmaktaydı. Demiryollarının büyük kısmı devletin kilometre başına gelir garantisi verdiği yabancı şirketler tarafından yapılıp, işletiliyordu. Bu verilen kilometre garantileri nedeniyle taşınmak istenen yük miktarı daha fazla olmasına rağmen; şirketler, işletme masraflarını azaltıp daha çok kâr elde etmek için gereğinden az sefer gerçekleştirmişlerdir. Sefer sayısının az olması nedeniyle Anadolu’daki tarımsal üretim fazlası, nüfusunun fazla olmasından dolayı tarım ürünlerine devamlı ihtiyaç duyulan İstanbul’a taşınamamış, İstanbul’un gıda ihtiyacı gemilerle getirilen ithal buğdayla karşılanmak zorunda kalınmıştır. Yabancı demiryolu şirketleri gelir garantilerinin bir sonucu olarak daha az sefer yaparak kârlı duruma geçerken; İstanbul’a getirilen buğday da yabancı komisyoncular tarafından imparatorluktan ayrılan eski Rumeli topraklarından getiriliyordu. Bu iki vakanın bir sonucu olarak Osmanlı toplumu hem verimsiz çalışan demiryolu sistemine yaptığı fazla ödemelerle, hem de kendi kaynaklarıyla karşılayabileceği bir ihtiyacı dışardan ithal etmenin getirdiği ilave yüklerin altına girmiştir. Demiryolu hatları yabancı sermaye tarafından yapılıp işletildiği için imparatorluğun temel ulaşım ihtiyacını karşılamaktan ziyade önemli tarımsal alanların ihracat yapılabilecek limanlara bağlanmasını amaçlamaktadırlar. Demiryolları, bölgelerarası ticari entegrasyonu gerçekleştirmek veya ulusal bir ekonominin gelişmesine katkıda bulunmaktan çok, Avrupa sermayesi için ekonomik ve politik nüfuz alanları oluşmasını sağlamıştır.
Osmanlı ticaretindeki tekellerin doğal bir savunucusu durumunda olan yeniçerilerin 1826 yılında yok edilmesi, Baltalimanı Antlaşması ve 1839 yılındaki “Hatt-ı Şerif”; daha sonraki dönemde Osmanlı Devleti’nin dünya piyasalarına entegre olmasının önemli kilometre taşlarını oluşturmaktadır.
Uluslararası ticaret, bölge içi ve bölgeler arası ticaretin de dahil olduğu Osmanlı ticareti içinde 19. yüzyıl boyunca payını arttırmış, ve bu artan pay içinde Avrupa ile yapılan ticaret hem hacim olarak, hem de itibarî önem olarak artmıştır. 1840-1870 yılları arasında Osmanlı ithalat ve ihracatının her birinde %5 civarında yıllık bir artış gerçekleşmiş ancak ithalat rakamı her zaman için ihracatın önünde seyretmiştir. İnalcık’tan alınan aşağıdaki tablo incelendiğinde Osmanlı Devleti’nin devamlı olarak bir Dış Ticaret Açığı problemi yaşadığı görülecektir.
Osmanlı Dış Ticareti 1830-1910 (milyon Sterlin)
Dönem İhracat İthalat

1830-1840 4,2 5,1


1840-1850 6,0 6,9


1850-1860 9,8 12,3


1860-1870 15,4 18,3


1870-1880 18,6 20,8


1880-1890 15,5 16,0


1890-1900 17,7 18,6


1900-1910 23,0 26,0
 
Son düzenleme:

CANBULAT

-Otağ Hanı-
Katılım
21 Mar 2008
Mesajlar
4,111
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
Tanrı Dağları Yaylağım, Orhun Nehri Sulağım
Bu tabloyu incelerken Osmanlı Devleti’nin ithal ettiği işlenmiş sanayi mallarının fiyatlarında, seri üretim ve uzmanlaşmadan dolayı olarak artan oranlı bir düşme eğilimi olduğu da göz önünde tutulursa; mamul mal fiyatlarında düşme yaşanırken ithalat rakamının artmasının, ithalat hacminde bir artıştan kaynaklandığı anlaşılacaktır. Nüfusla ilgili olarak önceki paragraflarda verilen bilgi de göz önünde tutulursa, –nüfusun yüzyıl başındaki değerlerine tekrar ulaşması- ithal sanayi mamullerinin Osmanlı piyasalarında büyük bir hakimiyet kurduklarını anlamak kolaylaşacaktır.
Tekstil, özellikle pamuklu dokuma, Osmanlı Devleti’nin yaptığı ithalat içinde başı çekiyordu. Aynı zamanda İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne yaptığı ihracatın da 2/3’ünü pamuklu dokumalar teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti’nin ihracatında, ithalata göre bir çeşitlilik görülüyordu. Üzüm, ham ipek, incir, zeytinyağı, halı ihracatın lokomotiflerini oluşturuyordu. El halıları, Osmanlı ihracatındaki tek işlenmiş kalemdi.
Ayndönemde, ulaşım altyapısının gelişmesiyle birlikte iç ticarette de büyük bir gelişme gerçekleşmiştir. Nüfusun %20’sini oluşturan şehirli nüfus iç ticaret için önemli bir pazar oluşturuyordu. Köylüler de kendi kişisel tüketimleri için üretim yapmaktan vazgeçip şehirlerden talep edilen tütün ve pamuk gibi ürünleri yetiştirmeye yönelmişlerdir.
18. yüzyılın sonlarında Müslüman tüccarlar Osmanlı ticaretine hakim durumdaydılar. 19 yüzyıl içinde, Müslüman tüccarların Suriye’deki vilayetlerdeki güçlü pozisyonları, Anadolu vilayetlerinde biraz azalmakla birlikte İstanbul’da oran olarak Müslümanların etkinliği en aza inmekteydi. Batılı ve gayrimüslim tüccarların, İstanbul ve Anadolu’nun batısında faaliyetlerini yoğunlaştırmasının altında Avrupalı diplomatların bu bölgelerde artan etkinliğini yatmaktaydı. Batılı diplomatlar, kendi vatandaşlarını ve vatandaşlarıyla ticari ilişkide bulunan azınlık tüccarlarını himaye ediyorlardı, sorunlarını çözüyorlardı ve/veya yeni iş ilişkileri kurmalarına yardımcı oluyorlardı. Azınlık tüccarları, Baltalimanı antlaşmasının imzalanmasıyla vergi ve diğer konularda ayrıcalıklı duruma geçtiler.
1. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan sürede Osmanlı İmparatorluğu tarımsal bir ekonomik temele dayanmaya devam etti. Nüfusun %80’i tarımla uğraşıyordu. 1800 yılıyla kıyaslandığında yüzyılın sonlarında tarımsal üretimin içeriğinde büyük değişmeler olmuş, tarımsal üretim miktar olarak artmıştır. 1838 yılından sonra yabancı tüccarlardan gelen talep üretimin içeriğinin değişmesine neden olmuştu. Artık köylülerin büyük çoğunluğu, tütün pamuk gibi ihraç edilebilecek ürünler ekip bunların satışından elde edilen gelirle ailelerinin ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmeye başladılar.
İngiliz Konsolosları’nın hükümetlerine gönderdikleri raporlar, 19. yüzyılda Anadolu insanının yaşama koşullarının anlaşılmasında faydalı olacaktır. Trabzon Konsolosunun gönderdiği rapora göre; halk son derece kötü evlerde oturmakta, ahşap veya kerpiçten yapılan evler rüzgar, yağmur gibi dış etkenlere karşı son derece dayanıksız olup “hiçbir İngiliz emekçisinin içinde oturmak istemeyeceği” koşullara sahiptir. Köylüler ağır vergiler altında ezilmekte, daha önceki dönemlerde yangın, deprem, sel gibi doğal afetler gerçekleştiğinde köylülere yardımcı olmak için hükümet tarafından indirilen vergiler -19. yüzyılda yaşanan mali bunalımla birlikte
değiştirilmeden alınmaya başlanmıştır. Her küçük toprak sahibinin –maraba olsun olmasın- hemen her kiracının boğazına kadar borç batağına batacağı açıktır. Daha önceki dönemlerde çiftçiyi destekleyen devlet mekanizmaları ortadan kalkmış, afetler, ürünün az olması gibi olaylar nedeniyle çiftçi hayatını idame ettirebilmek için borç almak zorunda kalıyordu. O dönemde halka destek olmak için kurulmuş kooperatif veya saygın bir bankacılık sistemi olmadığından, çiftçiler sadece Ermeni tefecilerden borç alabiliyorlardı. Bu tefecilerin istediği faizler %24 ile %60 arasında değişiyordu. Ayrıca vadesinde ödenmeyen borçlar için bileşik faiz uygulanıyordu. Borcun faizini ödeyebilmek için elindeki hayvanları ve tarlaları satmak zorunda kalan köylülerin borcun anaparasını ödeyebilmeleri nadir görülen bir durumdu.Tarım araçlarının ilkelliği de tarımsal verimi düşüren nedenlerden birisi olarak Trabzon Konsolosu’nun raporunda zikredilmektedir. Gübre çok az ve sistemsiz bir şekilde kullanılmakta ve köylüler, üretimi arttıracak toprak altı drenajı ve ürün rotasyonundan tamamen habersiz bir şekilde ziraat yapmaktaydılar. Selanik Konsolosu’nun raporunda ise köylülerin giyim tarzından bahsedilmekte olup İngiliz malı pamuk ipliğinden yapılmış kumaşların yoğun bir şekilde kullanıldığı belirtilmektedir
19. yüzyılda Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Güney ve Doğu Asya’ya kadar pek çok çevre ülkesinde bir yandan dünya pazarları için meta üretimi yaygınlaşırken, bir yandan da zanaatlere dayalı tarım-dışı üretim faaliyetlerinin ithal mallarının rekabeti karşısında gerilediği ve yıkıldığı görülmektedir. Osmanlı zanaatleri de aynı süreç için bir istisna oluşturmamaktadır.
“İngiltere’de ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde Sanayi Devriminin birinci dalgası, pamuklu tekstil dalında, diğer sanayi dallarında görülenden daha büyük verim artışlarına ve fiyatlarda da daha hızlı düşüşlere yol açmıştır. Öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve diğer sanayi öncesi çevre ekonomilerinde tekstil, hem istihdam bakımından hem üretim değeri olarak tarım dışı üretimin en önemli dalı durumundaydı. Dolayısıyla, Avrupa ihraç malları arasında 19 yüzyılda çevre ülkelerinde en geniş ve en hızlı tahribata yol açan kalem, pamuklu tekstil ürünleri olmuştur.”
19 yüzyılın başlarında, tekstil üretiminde bulunan zanaatkârlar üç grupta toplanabilir: a) Başkalarını da çalıştırmakla birlikte, kendileri de çalışmaya devam eden imalathane sahipleri; b) Kentsel bölgelerde yaşayan ve tümüyle ücret geliri ile geçinen mülksüzleşmiş zanaatkârlar; c) Toprak ve kırsal alanlarla bağları tümüyle kopmamış ve mevsimlik ücret gelirleri kırsal gelirlerini destekleyici nitelikte olan zanaatkârlar.
1838’den sonra imzalanan Serbest Ticaret Antlaşmalarıyla ithal mallardan %5 gümrük alındıktan sonra nereye nakledilirlerse nakledilsinler ilave bir vergi alınmamaktaydı. Yerli üreticiler ise mallarını bir bölgeden diğer bir bölgeye nakledecekleri zaman %12 oranında iç gümrük ödemek zorunda kalıyorlardı. Devlet gelirlerini arttırmak amacıyla yapılan bu düzenleme, zanaatlerin yıkılma sürecinin en can alıcı döneminde, ülke içinde üretilen malları ithal mallarından daha yüksek oranda vergileyerek, yerli üretimin ve iç pazarın yıkımını kolaylaştırmıştır.

Şevket Pamuk’un yaptığı hesaplamaların sonuçları incelendiği zaman; “1820 ile 1. Dünya Savaşı arasındaki dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içine giren ithal malı pamuklu kumaş ve pamuk ipliği miktarının yüz kattan fazla artmış olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı dönemde, kişi başına pamuklu tekstil ithalatı da 50 kattan fazla artmıştır. Bu muazzam istilanın sonucu olarak, 1910’ların başında toplam tüketim içinde ithal mallarının payının yüzde sekseni aşmış olduğunu görüyoruz.” İthal malların pazardaki toplam payını arttırması sonucu işsiz kalanların durumu incelendiğinde 187.500 iplik eğiren kişi ve 18.250 dokumacının işsiz kaldığı görülecektir. Bu boyutlarda bir işsizlik dalgasının sosyal problemleri tetikleyeceği ve gelir dağılımını bozucu etkide bulunacağı rahatlıkla söylenebilir.
Osmanlı zanaatlerinin diğer alanlarına bakıldığında da daha farklı bir tablo ile karşılaşılmamaktadır. 1800 yılından itibaren Avrupa’da makine tekniği ipekli dokuma alanında hammadde ihtiyacını arttırmış, Yakın ve Uzak Doğu memleketlerinden alınan ham ipeğe daha fazla ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Avrupa’da yeni teknik vasıtalarla elde edilen ipekli kumaşların ithalinde düşük vergi alınması, yerli dokumacılığı geriletmiştir, buna mukabil kozacılık ve ipekçilik canlandı. Yabancı tüccarların istedikleri malı satın alabileceklerini söyleyen 1838 Serbest Ticaret Antlaşmasının sonucu olarak yabancı tüccarlar Bursa’da üretilen kozaların büyük çoğunluğunu satın almışlar ve İstanbul’daki ipekli dokuma tezgahları hammadde bulamadıkları için kapanmışlardır.
 
Üst