Bu tabloyu incelerken Osmanlı Devleti’nin ithal ettiği işlenmiş sanayi mallarının fiyatlarında, seri üretim ve uzmanlaşmadan dolayı olarak artan oranlı bir düşme eğilimi olduğu da göz önünde tutulursa; mamul mal fiyatlarında düşme yaşanırken ithalat rakamının artmasının, ithalat hacminde bir artıştan kaynaklandığı anlaşılacaktır. Nüfusla ilgili olarak önceki paragraflarda verilen bilgi de göz önünde tutulursa, –nüfusun yüzyıl başındaki değerlerine tekrar ulaşması- ithal sanayi mamullerinin Osmanlı piyasalarında büyük bir hakimiyet kurduklarını anlamak kolaylaşacaktır.
Tekstil, özellikle pamuklu dokuma, Osmanlı Devleti’nin yaptığı ithalat içinde başı çekiyordu. Aynı zamanda İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne yaptığı ihracatın da 2/3’ünü pamuklu dokumalar teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti’nin ihracatında, ithalata göre bir çeşitlilik görülüyordu. Üzüm, ham ipek, incir, zeytinyağı, halı ihracatın lokomotiflerini oluşturuyordu. El halıları, Osmanlı ihracatındaki tek işlenmiş kalemdi.
Ayndönemde, ulaşım altyapısının gelişmesiyle birlikte iç ticarette de büyük bir gelişme gerçekleşmiştir. Nüfusun %20’sini oluşturan şehirli nüfus iç ticaret için önemli bir pazar oluşturuyordu. Köylüler de kendi kişisel tüketimleri için üretim yapmaktan vazgeçip şehirlerden talep edilen tütün ve pamuk gibi ürünleri yetiştirmeye yönelmişlerdir.
18. yüzyılın sonlarında Müslüman tüccarlar Osmanlı ticaretine hakim durumdaydılar. 19 yüzyıl içinde, Müslüman tüccarların Suriye’deki vilayetlerdeki güçlü pozisyonları, Anadolu vilayetlerinde biraz azalmakla birlikte İstanbul’da oran olarak Müslümanların etkinliği en aza inmekteydi. Batılı ve gayrimüslim tüccarların, İstanbul ve Anadolu’nun batısında faaliyetlerini yoğunlaştırmasının altında Avrupalı diplomatların bu bölgelerde artan etkinliğini yatmaktaydı. Batılı diplomatlar, kendi vatandaşlarını ve vatandaşlarıyla ticari ilişkide bulunan azınlık tüccarlarını himaye ediyorlardı, sorunlarını çözüyorlardı ve/veya yeni iş ilişkileri kurmalarına yardımcı oluyorlardı. Azınlık tüccarları, Baltalimanı antlaşmasının imzalanmasıyla vergi ve diğer konularda ayrıcalıklı duruma geçtiler.
1. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan sürede Osmanlı İmparatorluğu tarımsal bir ekonomik temele dayanmaya devam etti. Nüfusun %80’i tarımla uğraşıyordu. 1800 yılıyla kıyaslandığında yüzyılın sonlarında tarımsal üretimin içeriğinde büyük değişmeler olmuş, tarımsal üretim miktar olarak artmıştır. 1838 yılından sonra yabancı tüccarlardan gelen talep üretimin içeriğinin değişmesine neden olmuştu. Artık köylülerin büyük çoğunluğu, tütün pamuk gibi ihraç edilebilecek ürünler ekip bunların satışından elde edilen gelirle ailelerinin ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmeye başladılar.
İngiliz Konsolosları’nın hükümetlerine gönderdikleri raporlar, 19. yüzyılda Anadolu insanının yaşama koşullarının anlaşılmasında faydalı olacaktır. Trabzon Konsolosunun gönderdiği rapora göre; halk son derece kötü evlerde oturmakta, ahşap veya kerpiçten yapılan evler rüzgar, yağmur gibi dış etkenlere karşı son derece dayanıksız olup “hiçbir İngiliz emekçisinin içinde oturmak istemeyeceği” koşullara sahiptir. Köylüler ağır vergiler altında ezilmekte, daha önceki dönemlerde yangın, deprem, sel gibi doğal afetler gerçekleştiğinde köylülere yardımcı olmak için hükümet tarafından indirilen vergiler -19. yüzyılda yaşanan mali bunalımla birlikte
değiştirilmeden alınmaya başlanmıştır. Her küçük toprak sahibinin –maraba olsun olmasın- hemen her kiracının boğazına kadar borç batağına batacağı açıktır. Daha önceki dönemlerde çiftçiyi destekleyen devlet mekanizmaları ortadan kalkmış, afetler, ürünün az olması gibi olaylar nedeniyle çiftçi hayatını idame ettirebilmek için borç almak zorunda kalıyordu. O dönemde halka destek olmak için kurulmuş kooperatif veya saygın bir bankacılık sistemi olmadığından, çiftçiler sadece Ermeni tefecilerden borç alabiliyorlardı. Bu tefecilerin istediği faizler %24 ile %60 arasında değişiyordu. Ayrıca vadesinde ödenmeyen borçlar için bileşik faiz uygulanıyordu. Borcun faizini ödeyebilmek için elindeki hayvanları ve tarlaları satmak zorunda kalan köylülerin borcun anaparasını ödeyebilmeleri nadir görülen bir durumdu.Tarım araçlarının ilkelliği de tarımsal verimi düşüren nedenlerden birisi olarak Trabzon Konsolosu’nun raporunda zikredilmektedir. Gübre çok az ve sistemsiz bir şekilde kullanılmakta ve köylüler, üretimi arttıracak toprak altı drenajı ve ürün rotasyonundan tamamen habersiz bir şekilde ziraat yapmaktaydılar. Selanik Konsolosu’nun raporunda ise köylülerin giyim tarzından bahsedilmekte olup İngiliz malı pamuk ipliğinden yapılmış kumaşların yoğun bir şekilde kullanıldığı belirtilmektedir
19. yüzyılda Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Güney ve Doğu Asya’ya kadar pek çok çevre ülkesinde bir yandan dünya pazarları için meta üretimi yaygınlaşırken, bir yandan da zanaatlere dayalı tarım-dışı üretim faaliyetlerinin ithal mallarının rekabeti karşısında gerilediği ve yıkıldığı görülmektedir. Osmanlı zanaatleri de aynı süreç için bir istisna oluşturmamaktadır.
“İngiltere’de ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde Sanayi Devriminin birinci dalgası, pamuklu tekstil dalında, diğer sanayi dallarında görülenden daha büyük verim artışlarına ve fiyatlarda da daha hızlı düşüşlere yol açmıştır. Öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve diğer sanayi öncesi çevre ekonomilerinde tekstil, hem istihdam bakımından hem üretim değeri olarak tarım dışı üretimin en önemli dalı durumundaydı. Dolayısıyla, Avrupa ihraç malları arasında 19 yüzyılda çevre ülkelerinde en geniş ve en hızlı tahribata yol açan kalem, pamuklu tekstil ürünleri olmuştur.”
19 yüzyılın başlarında, tekstil üretiminde bulunan zanaatkârlar üç grupta toplanabilir: a) Başkalarını da çalıştırmakla birlikte, kendileri de çalışmaya devam eden imalathane sahipleri; b) Kentsel bölgelerde yaşayan ve tümüyle ücret geliri ile geçinen mülksüzleşmiş zanaatkârlar; c) Toprak ve kırsal alanlarla bağları tümüyle kopmamış ve mevsimlik ücret gelirleri kırsal gelirlerini destekleyici nitelikte olan zanaatkârlar.
1838’den sonra imzalanan Serbest Ticaret Antlaşmalarıyla ithal mallardan %5 gümrük alındıktan sonra nereye nakledilirlerse nakledilsinler ilave bir vergi alınmamaktaydı. Yerli üreticiler ise mallarını bir bölgeden diğer bir bölgeye nakledecekleri zaman %12 oranında iç gümrük ödemek zorunda kalıyorlardı. Devlet gelirlerini arttırmak amacıyla yapılan bu düzenleme, zanaatlerin yıkılma sürecinin en can alıcı döneminde, ülke içinde üretilen malları ithal mallarından daha yüksek oranda vergileyerek, yerli üretimin ve iç pazarın yıkımını kolaylaştırmıştır.
Şevket Pamuk’un yaptığı hesaplamaların sonuçları incelendiği zaman; “1820 ile 1. Dünya Savaşı arasındaki dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içine giren ithal malı pamuklu kumaş ve pamuk ipliği miktarının yüz kattan fazla artmış olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı dönemde, kişi başına pamuklu tekstil ithalatı da 50 kattan fazla artmıştır. Bu muazzam istilanın sonucu olarak, 1910’ların başında toplam tüketim içinde ithal mallarının payının yüzde sekseni aşmış olduğunu görüyoruz.” İthal malların pazardaki toplam payını arttırması sonucu işsiz kalanların durumu incelendiğinde 187.500 iplik eğiren kişi ve 18.250 dokumacının işsiz kaldığı görülecektir. Bu boyutlarda bir işsizlik dalgasının sosyal problemleri tetikleyeceği ve gelir dağılımını bozucu etkide bulunacağı rahatlıkla söylenebilir.
Osmanlı zanaatlerinin diğer alanlarına bakıldığında da daha farklı bir tablo ile karşılaşılmamaktadır. 1800 yılından itibaren Avrupa’da makine tekniği ipekli dokuma alanında hammadde ihtiyacını arttırmış, Yakın ve Uzak Doğu memleketlerinden alınan ham ipeğe daha fazla ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Avrupa’da yeni teknik vasıtalarla elde edilen ipekli kumaşların ithalinde düşük vergi alınması, yerli dokumacılığı geriletmiştir, buna mukabil kozacılık ve ipekçilik canlandı. Yabancı tüccarların istedikleri malı satın alabileceklerini söyleyen 1838 Serbest Ticaret Antlaşmasının sonucu olarak yabancı tüccarlar Bursa’da üretilen kozaların büyük çoğunluğunu satın almışlar ve İstanbul’daki ipekli dokuma tezgahları hammadde bulamadıkları için kapanmışlardır.