30 Şubat
30 şubat’ta mı geleceksin, başım gözüm üstüne, peki gel
Menekşeler yetiştireceğim senin için, bekleyeceğim
Saçlarım taralı, gömleklerim ütülü
Sobaya bir odun daha atacağım, peki gel
Eski fotoğraflara bakarız belki, eski şarkılar dinleriz
“Ah ne çok sevmiştik birbirimizi”
30 şubatta mı geleceksin, peki, gel…
Hani mevsim kışsa, yıldız bulmam zor olacak
Bulutlar geçecek gözlerimden, ihtimal…
Kızıl-kıyamet olsa da her tarafım, üzülme,
Ben kara gözlü bir çocuğum, kendime masallar anlatacağım..
Bir masala tutununca ellerim kanasa da,
Uyuyunca geçecek, biliyorum,
Kendimi dizinde uyutacağım…
Biliyor musun, sen olmayınca ben bir tuhaf oluyorum
30 şubatta mı geleceksin, peki…gel…
Sen kapıdan dönmeyesin diye, evden çıkmam, merak etme
Kar olur, kış olur, üşürsün, neme lazım
Bir çay koyarım sobaya, radyoda incesaz…
Terliklerini çıkartırım dolaptan, odamız hüzzam, odamız hicaz..
Henüz almadığım bir mektup gibi bekleyeceğim seni
Aslında o kadar da kötü değilim, kafana takma sen beni,
Bir rüya gibi değil mi, gözlerimi açacağım, bitecek
Seni rüyaların en sonuna saklayacağım..
Neyse…uzun etmeyim
Gelmeyeceğim diyeceğinden korkmuştum asıl
30 şubatta mı geleceksin..peki..gel
ALİ KINIK
Baba...Gitme!...
Bu mevsimler, hepten yalancı, baba
Sonra hep kar yağıyor, sonra hep kızıl-kıyamet..
Senin saçlarına kar yağmaz mı hiç,
Senin bıyıkların donmaz mı tipilerde..
Sen üşümez misin baba,
Sen üşürsen ben ağlamaz mıyım?..
Ayaklarına kapanayım, bu karda-kışta yolu tutma..
Baba…Ne olur gitme..
Baba, bak, vallahi masallarım kahramansız kalıyor
Zambaklarım soluyor,
Zümrüt kanatlı kuşlarım ölüyor..
Baba, ben bu saklambaç oyununu hiç sevmiyorum..
Sağım-solum sobe…
Nereye saklanıyorsun böyle,
Seni hiçbir yerde bulamıyorum baba..
Kurbanın olayım, bana bu oyunu oynatma
Baba…Ne olur gitme!...
Neden en çok sen gidiyorsun,
Neden en çok ben seni özlüyorum..
Baba, görmüyor musun, bulutlar çok karanlık
Ceketin ıslanır, ayakkabın su çeker
Ve sen de beni özlersin sırılsıklam
Baba, vakit akşam, gel inat etme
Baba…Ne olur gitme….
Baba, sen gidiyorken ben hiçbirşeyi anlamıyorum
Göklerden çağrılmak ne demek,
Yeni bir dünyaya doğrulmak da ne…
Baba, bulutlara binmek ne?
Gökkuşağının altından eğilip geçmek…
Kanatlı atlar… ne demek baba?
Dizlerine kapanayım, beni itme..
Baba…Ne olur gitme!....
Baba, senin aldığın bu pantolonum bir gün yırtılır,
Bu ceketin rengi solar,
Bu ayakkabı delinir, biliyorum..
Sonrası ne olur baba?...
Bir daha gözlerim hiçbir zaman böyle bakmaz
Hiçbir zaman büyüyemem ben sensiz
Baba, bu film başlamadan bitmiştir, bunu unutma..
Baba…Ne olur gitme!....
Baba…Beni unutma…….
ALİ KINIK
Bilge Çınar
-Alparslan Türkeş'in Aziz Rûhuna-
Bu gün Ankara’da soğuk bir rüzgâr
Bu gün Ankara’da beyaz hüzün var
Umudumu yere vurdu ilkbahar
Düşlerim zemheride kaldı artık
Gülüşlerim geride kaldı artık
Acımı peşimde sürüyen benim
Yetim duygularla yürüyen benim
Ve kar tanesince eriyen benim
Diz vurup toprağa çöküyorum ben
Son Başbuğ ’a yerde bakıyorum ben
Ülkümün ufkunda bir gün aşıyor
Tenim yanarken yüreğim üşüyor
Gözlerimden bir damla yaş düşüyor
Gür bir sesle birden irkiliyorum
Gözyaşımı bayrakla siliyorum
Ve Başbuğ ’um ilk kez tahttan iniyor
Göğsüm sanki bir okla deliniyor
Yoksulluğum gözümde siliniyor
Diyorum ki; Tanrı sesimi duysun
Kağansız koymasın, babasız koysun
Ayrı kalsam, evden, yârandan, eşten
Mahrum olsam yıldızlardan güneşten
Dert değildi, fakat Başbuğ Türkeş’ten
Ayrılmanın yarasını anladım
Ve bu gün çöküp erkekçe ağladım
Türk’ün çarkı ateşlerle dönüyor
Ocaklarda nice gönül yanıyor
Tanrı Türk’ü çilelerle sınıyor
Gökten yıldızını çekiyor birden
Fakat üç ay doğuyor tam üç yerden
Başbuğ ’um sen Hakk ’a erişiyorken
Kürşad ’lar safına karışıyorken
Cennette Han’larla görüşüyorken
Bozkurtların huzurunda duruyor
Türk Milleti tek ülküye yürüyor
Güneş batsa devrilse de çınarım
Ben elimde dokuz ışık, dönerim
Meş’âleyi yakarım ve sönerim
Çok şükür ki ateşler içindeyim
Ve bu çileli yolda izindeyim
Derdim ki; bir destandan çıkıp gelmiş
Sanki tarih seddini yıkıp gelmiş
Atını, börkünü bırakıp gelmiş
Üç hilali kapıp önderim olmuş
İlteriş Kağanca liderim olmuş
Eğer gözüm malda makamda olsun
İki elin iki yakamda olsun
Ülküm önde, her şey arkamda olsun
Tereddütsüz bu yola baş koyayım
Bu dünyayı çile hane sayayım
Türk’ün ömrü yaşın olsun Başbuğum
Tanrı Dağı taşın olsun Başbuğum
Dualar yoldaşın olsun Başbuğum
Ki, Peygamber gönlüdür gül Fâtihâ
Son Başbuğun rûhuna EL-FÂTİHA
ALİ KINIK
Semiha Bilmesin
Kimseler bilmesin bu şehrin yandığını
Ellerimde beş parmak kül
Bakışlarım bir çift kızıl gül
Kimse anlamaz beni
Alt tarafı bir çocukluk gülüşü,
Yamalı, yarım...
Alt tarafı bir nevruz çiçeği,
İki günlük fırtına...
Ve bu hesaplı hayat ağır geliyor bana
Kimselere söyleme
Semiha bilmesin
Kendimi yaktığımı
Ben eksik bir akşamdaydım, bilmiyordum
Denizler alçalmıştı, açelyalar çekilmişti
Başka bir baharda unutmuştum,
Neydi şiir gibi yaşamak,
Yağmura tutulmak,
Ölümüne sevmek,
Ölümüne unutulmak...
Oysa gerçek gibi bir hayatım var artık
Bir bakışın dokunsa, hayatım darmadağın...
Bu örtülmüş yanımı,
Kimselere söyleme
Semiha bilmesin.
Semiha bilmesin,
Senden çok korktuğumu...
Bir oyun bu, biliyorum
En zamansız yerde açılır perde,
En anlamsız vedalarla kapanır
Biz hem oyuncuyuz, hem de seyirci
Onun için alkışlar saklanmalı
Son sahne son nefestir, herkes alkışlanmalı...
Ama senin bakışların sen
Benim bakışlarım ben
Kimselere söyleme
Semiha bilmesin,
Semiha bilmesin
Bu oyundan bıktığımı...
Ben bir türkü duysam, ta burçlara çıkarım
Bir iğde çiçeğine gençliğimi yakarım
Dolu dizgin bir şiire yürürsem,
Hiç hesapsız, köprüleri yakarım
Sevsem, kimse katlanmaz bana
Kimse kaldıramaz bakışlarımı
Benim bir belâya yürüdüğümü
Kimselere söyleme
Semiha bilmesin.
Semiha bilmesin
Seni çok sevdiğimi...
Koru Beni Ey Yalnızlık
Uzaklarda,
Sabah rüzgarlarıyla uyanmak,
Kolaydır şimdi...
Şimdi akşamlar,
Bir acının ötesinde,
Yalnızca gölge dönüşüdür
Yüreğimden türküler bıraktığım,
O uzaklarda...
Benim de hatırama yalnız bir bakış düşsün
Yalnız eski aydınlık
Ey yalnızlık, koru beni,
Koru beni , ey yalnızlık!
Uzaklarda,
Yaz yağmurlarına aldanmak,
Kolaydır şimdi...
Şimdi geceler,
Neyzenlerin nefesinde,
Kandillerin yanışıdır,
Yüreğimi yağmurlarla yaktığım,
O uzaklarda...
Benim de bu sevdamı iki aşık bölüşsün
Bana kalsın ayrılık
Ey yalnızlık koru beni,
Koru beni ey yalnızlık!
Uzaklarda,
Türkülerle avunmak,
Kolaydır şimdi...
Şimdi sabahlar,
Serçelerin sesiyle,
Yıldızların dallara inişidir,
Yüreğimi dağlarına döktüğüm,
O uzaklarda...
Bense bu şehrin bağrında
Bir şiir hainiyim
Kalemim kırık artık
Ey yalnızlık, koru beni,
Koru beni ey yalnızlık!...
Yasemen
Yaralı akşamlardan çıkıp gelmiştim
Ben bütün akşamlardan çıkıp gelmiştim
Belki seni böyle bulmamalıydım
Öyle kalmalıydı belki akşamlar
Yitik bir masal gibi,
Seni gözlerimde bulmamalıydım
Sonra ellerini tanıyordum, incecik
Sonra, kırılgan gözlerini
Susup, yüreğime süzüyordun
Yüreğim diyorum,
Yüreğim, YASEMEN
Ben hep kordan güllere tutunurdum, pür telaş
Ben hep tutunurdum avuçlarımda ateş
Yağmur hiç böyle yağmazdı ellerime
Ellerim diyorum,
Ellerim, YASEMEN
Bir bulut düşüyordu düşlerin ortasına
Ben, tepeden tırnağa ıslanıyordum
Hiç böyle görmemiştim aşkın iki yüzünü
Seni korkularla sevmek,
Seni hesapsızca sevmek,
Her şeye rağmen, işte seni sevmekti,
öncesi ve sonrası...
Şimdi bir bulut var yüreğimde gezinen
Şimdi yıldız yıldız gökyüzü yanıyor
Gökyüzü diyorum,
Gökyüzü,YASEMEN
İşte böyle kimsesiz her ânımda
Yani her ânımda,
Bir şiir sarıyor üşüyen düşlerimi
Oysa ben seni hiç tanımıyorum,
Ömrünün şiirine hiç dokunmadım
Sebebim, hayatın ortasında
eğreti duruşundu
Ve ben bir kumar oynadım, ikimiz adına
Birimiz kaybettik
Mutlaka kaybettik...
Şimdi, şu dalgalar çarpmıyor mu bağrıma,
Bir yerlerde senin adın kanıyor
Kanıyor diyorum,
Kanıyor, YASEMEN
Ürkek bakışlarım avuçlarında işte
Türkü dolu kalbim bakışlarında
Seni bile bile seviyorum, bilesin
Seni, bile bile kaybediyorum
Bilir misin, ömrümün sonrası nedir?
Sonrası diyorum,
Sonrası, YASEMEN
Bir gün rüzgârınla çekip gideceksin
Gideceksin, bilmiyorum
Vazgeçilebilir dostlar bırakacaksın bu şehirde
Beni terk ettiğini bilmeyeceksin
Sonra, gözlerimde tutuşacaksın
Gözlerim diyorum,
Gözlerim YASEMEN
Asıl Hayat -ya da- Asil Hayat
Bu kirli denizden
Bir damla gibi kopup
Yüzümü gerçeğe çevireceğim
Ya beni unutacak yörüngesiz insanlar,
Ya benimle gelecek.
Geride bir yığın yaldız tortusu
Geride bir yığın aptal uykusu
Anladım, asıl hayat
Yanarak yaşamakmış
Güneş gibi
Ateş gibi
TÜRKEŞ gibi...
Bıçak değmiş ışkın kabuğu gibi
Sıyrılıp hayatın korkularından
Yüzümü göklere çevireceğim
Şuh bakışlar sürüleri sürüsün
Ben bu yola hesapsız gireceğim
Anladım asıl hayat,
Korkusuz yaşamakmış
Bir yalnız gibi
Bir yıldız gibi
ATSIZ gibi
ALİ KINIK
Babasız Bayram Sabahları
YETİMLERİN TÜRKÜSÜ
Bu kaçıncı bayram günü
Anne, babam dönmedi mi?
Söylesene öldüğünü
Anne, babam dönmedi mi?
************
Bu bayramda gelir sandım
Yoksa yine mi aldandım?
Yine mi onsuz uyandım?
Anne babam dönmedi mi?
**************
Aklım yetiyor ,kandırma
Ağlıyorsun,inandırma
Gelmeyince uyandırma
Anne babam dönmedi mi?
**************
Gitti, kayboldu mu deyim?
Ayrılık oldu mu deyim?
Gurbette öldü mü deyim?
Anne babam dönmedi mi?
ALİ KINIK
Reis'e Mektuplar - 1
Hiçbirşey eskisi gibi değil...Bildiğin gibi değil...
Bütün fırtınaları içime kapattım,savrulmayı unuttum...
Artık, çiçekleri sevmiyorum.Nefret de etmiyorum aslında..
Sakallarımı kesmiyorum, saçlarımı taramıyorum...
Dostlarıma kırgınım,bazılarına sebepsiz..Kimseyi pek aramıyorum...
Fatih'te yürüyorum bazı akşamüstleri.Bazen dayanamıyorum,koşuyorum.
Tuhaf oluyor,biliyorum.
Kendimden kaçıp,kendime düşüyorum....
****************************************
Hiçbirşey eskisi gibi değil...Bildiğin gibi değil...
Neyim varsa,herkesten gizliyorum..
Işıklar anlamsız,toprak çok uzak...Hastalıklı bir aşkla babamı özlüyorum...
Oyunlar oynuyorum,sabaha kadar..
Hayattan kaçıyorum,çocuklar gibi...
İnadına şiir yazmıyorum,birşeyleri cezalandırmak için..Biliyorum,hiçbirşey cezalanmıyor..
Dua ediyorum artık,eskisinden daha çok...
Küfrediyorum alçaktaki herkese.
Kavga ediyorum,hatır kırıyorum..
Dönülmez bir yoldayım..
Uçuruma yürüyorum...
****************************************
Hiçbirşey eskisi gibi değil..Bildiğin gibi değil...
Seyrettiğim filmlerin sonunu getiremiyorum,sıkılıyorum..
Gerçeklerin ortasında yoruluyorum.
Aslında sayfaların satırı yokmuş..Sazın perdeleri yok...
Cebimden satırlar dökülüyor,sayfalar dökülüyor..
Artık bir boşluğa sarılıyorum..
Hiçbirşey eskisi gibi değil...
Bildiğin gibi değil...
Öyle değil...
Yok..
Kolay değil reis...
Kolay değil....
ALİ KINIK
Reis'e Mektuplar - 2 (KERKÜK)
Hiçbir çağda,insan kendini böyle aciz hissetmemiştir sanırım.
Herkesin herşeyi bildiği ama hiçkimsenin hiçbirşey yapamadığı,adaletsiz, ruhsuz bir dünyanın çocuklarıyız biz..Çok yazık...
Kılıcımızı kapıp seferlere çıkamıyoruz..Her yeri eğrilmiş olan adaleti,"kılıçlarımızla düzeltemiyoruz"..
Ellerimiz,kollarımız kırk yerinden zincirli...Kollarımızı düşman bağlamış;evimiz,arabamız,zevklerimiz,lükslerimiz bağlamış...
Velhasıl,kollarımızı en çok sevdiklerimiz,dostlarımız bağlamış...
Şu dünyaya zevk ü sefa için gelmişiz de haberimiz yok.Zevkini sürebildik mi bari,o da yok...
Ne düşman olabilmişiz ne de dost..Bir uçurumun ucunda asılı kalmışız;ne düşmüşüz ne de çıkabilmişiz...Biz bir ârâf nesliyiz reis...
*****************************************
Kerkük,yaralı bir kuş yavrusu...Karlı bir havada penceremize konmuş...Bir kâbusta gibiyiz,uzanıyoruz,dokunamıyoruz...
Üşüyen,çırpınan,yaralı bir kuş yavrusu Kerkük...
Ümitle,korkuyla,yalvaran gözlerle bize bakıyor..
Uzanıyoruz,dokunamıyoruz reis...
Hiç bu kadar kendimi aciz görmedim reis...Hiç bu kadar kendimden iğrenmedim...Hiç bu kadar kendimden korkmadım...
Artık yazmaya,söylemeye de inanmıyorum...
Yanıbaşında biri tecavüze uğrarken müdahele etmiyorsan, oturup namus nutukları atmanın, insani erdemlerden bahsetmenin bir anlamı ve bir şerefi yok...
Birileri,"kardeşim yazılarında neden puşt-pezevenk laflarını kullanıyorsun" diye akıl verirken,sitem ederken, ahlak dersi verirken;pezevenklik yapanlara bu kadar tepki verseler bu memlekette ahlaksızlık olmaz diye düşünmekte haksız mıyım acaba?
Çocuklarımızı satan insanlara bile bir tek tokadın bile atılmadığı bir memlekette, bana ahlak dersi vermeye kalkışan,bana kabadayılık yapmaya kalkışan insanlara acımalı mıyım,nefret mi etmeliyim?..Ya da bir çocuk kadar bile ciddiye almamalı mıyım?
Sana, bana gösterdikleri tepkiyi, Kerkük'te soydaşlarını katleden itlere göstermelerini beklemekle çok mu haksızlık yapmış oluyorum reis?
Yok yok..Ben suçluyum,bunu biliyorum..Ama ya diğerleri?
****************************************
Biz,yüreği nasır bağlamış bir dünyanın çocuklarıyız reis.
Ve Kerkük,yaralı bir kuş yavrusu,kapımıza sığınmış...
Bir zamanlar,sığınan düşmanımız bile olsa geri çevirmediğimiz bu kapı...
Ve bir gün,"suçlu,ayağa kalk!" diye bir ses duyacak olursak reis;ben dahil,oturan bir tek kişi kalmayacaktır..
Bundan eminim!
ALİ KINIK
Reis'e Mektuplar - 3 (KIYAMETİN KURTLARI)
"Karanlık aydınlıktan,yalan gerçekten kaçar
Güneş,yalnız da olsa,etrafa ışık saçar
Üzülme,doğruların kaderidir yalnızlık
Kargalar sürü ile,kartallar yalnız uçar..."
................
Kimin olduğunu bilmediğim bir şiir bu.Bir arkadaşım yollamış.
Özellikle Azerbeycan Türkleri'nin kullandığı bir deyim vardır:"Kıyamette kurt olmak"..
Kaynağının ne olduğunu tam bilmediğim bir inanca göre,kıyamet günü Sûr'a üflendiğinde,yeryüzündeki bütün canlılar ölecek.
Bütün dağlar yerle bir olacak..Ağaçlar köklerinden sökülüp savrulacak...Korkunç bir rüzgar alemin altını üstüne getirecek..
Bütün canlılar-cansızlar yokolurken, bir Bozkurt, ayakta kalmak için direnecek..O korkunç rüzgarda, önce tüyleri dökülecek,sonra derisi soyulacak,etleri lime lime kopacak bedeninden..Acı çekecek,susacak...Ama son âna kadar ayakta kalacak..Dimdik...Acı çekerek.. Ama feryad etmeden...Gözleri bir noktaya kilitlenmiş...Son âna kadar,son...
İşte bu inançtan yola çıkarak,bazen beddua olur bu hikaye.Derler ki:"Kıyamette kurt olasın!"..
Bu,inancın ifadesidir bence..İnadın,idealizmin ve idealistlerin inadının ifadesi...
İdealistlerin çektiği acının ifadesidir...
Bu devrin üç-beş idealisti,kıyametin kurtlarıdır...
Sen, hâlâ orada mısın reis?..Dimdik,acılarınla,yalnızlığınla,inadın ve inancınla..Kıyamette kurt gibi...
Hâlâ orada mısın reis?
******************************************
Biz,aldığımız hiçbir çiçeğe sahip çıkamadık...Çiçek bakmak özen gerektirir.Eğer bir çiçek alacaksan,hayata sıkı sıkıya bağlı olman gerekir.Gözün gibi bakman gerekir ona...
Biz,solan hayatların ortasında,soldurduğumuz çiçeklere üzülemedik bile...
Aldığın kuşlar ya öldü,ya da kaçtı...Kuşlar,şarkı isterler reis...İşte o kuşlar,şarkılara kaçtılar...
********************************************
Çiçekler soldu...Şarkılar sustu bizim plağımızda...
Gidenler gitti,kaçanlar kaçtı,düşenler düştü...
Ortalık kızıl-kıyamet...Kulağımızda Sûr'un sesi...
Dimdik ayakta..Susarak...Acı çekerek...
Hâlâ orada mısın reis?
Hâlâ orada mısın?.....
ALİ KINIK
Reis'e Mektuplar - 4 (DÜŞÜŞ VE DOĞRULUŞLAR)
Derler ya,hata insana mahsus..Doğrudur.Hata yapan insanlara asla kin duymadım.
Ama düşünüyorum da, öyle bir hata yap ki, üzerinde güzel dursun,yakışsın sana.
Öyle bir hata yap ki, alçakça olmasın..İnsana dair, başını yere eğmeyecek bir hata olsun..Nasılsa hata yapmak insan için kaçınılmazsa, bu tercihini güzel hatalardan yana kullan..
Ben, birine düşmanlık hissedecek olsam, ondan intikam almak için en güçlü zamanını beklerdim.Eksiğini-gediğini, zayıf taraflarını bulduğumda, düşmanım da olsa o ân acımışımdır ona.
Kim ne düşünürse düşünsün, kim severse sevsin, kim sevmezse sevmesin, herkes kendi hayatından sorumlu değil midir reis?
Herkes kendi hayatının hesabını ödemeyecek mi sanki?
Tanrı, mahşer gününü tasvir ederken, "sözün bittiği yerdir orası" ifadesini kullanır.
Evet,orada bahane yok, açıklama yok, yalan yok, "o öyle dediydi,bu böyle yaptıydı" mızmızlanması yok..
Sadece sen varsın,yaptıkların var, ve karşında yüce yaratıcı var...
Sözün bittiği, yani bahanelerin geçersiz akçe olduğu, maskelerin indiği yer orası...
************************************************** **
İnanmak başka, inandığını düşündüğün şeyi idrak etmek başka şeydir bence.
Mesela, dünyada hangi insana sorarsan sor, dürüstlüğün önemini bilir,dürüst olmak gerektiğine inanır.Ama kaç tane insan dürüstçe bir hayat yaşar, bunu da söylemeye gerek bile yok..
Mesele bilmek meselesi olsaydı, yeryüzündeki herkesin dürüst olması gerekmez miydi?
Bunun içindir ki her zaman, aslolan şeyin samimiyet ve asalet olduğuna inandım.
Bilgi, standart beden güzel bir gömlek gibi;uygun bedene denk geldiğinde çok şık durur.Ama bazılarına bol gelir, bazılarına dar gelir...Velhasıl, herkese yakışmayabilir.Güzel bir gömleğe sahip olmak yetmiyor işte,o gömleğin üzerine uyması da gerekir.
Türk Milliyetçiliğinin, Ülkücülüğün, bize getirdiği yükümlülükleri kim bilmiyor ki sanki?Ama asıl mesele, bildiklerimizi hayatımıza ve yüreğimize işleyebilmek değil mi?
Mesele, şerefin, haysiyyetin, erdemlerin ne olduğunu bilmek mi, yoksa şerefli haysiyyetli bir hayat yaşayabilmek mi?
"Bilmek" mi, yoksa yapa"bilmek" mi?
Mesele bu değil mi?
************************************************** ****
İşte insanın bazen, bir "Kitap" hariç, bütün kitapları yakası geliyor reis.
Hz.Ali'nin sözü var ya:"İlim bir nokta idi, insanlar onu çoğalttılar."
İşte insanın bazen "nokta"yı koyası geliyor herşeye.
Bir taraftan bakıyorsun, okuması-yazması bile olmayan serefli insanlar, diğer tarafa baktığında Allah'sız, Kitap'sız, onursuz profesörler...
Gel de bildiklerini bile unutmak isteme...
Bu garip düzen, işte böyle tramvatik durumlara sokabiliyor insanı.Tepkilerini, aklının önüne geçirebiliyor insanın..
Ama bundan dolayı kim suçlayabilir ki bizi?
Buna kimin ne hakkı var reis?
Suçlayacak olanlar da, bizi bu hale sokanlar olmayacak mı?
Ama biliyorum ki, doğrulmak için düşmek gerekir.
Sana ve "mutlak doğrulacağımız" günlere selam olsun reis...
__________________
ALİ KINIK
Bayraksızlar
Bayraksizlar bayraksizlar
Yere düsse bayrak sizlar
Nerden bilsin kiymetini
Soysuz sopsuz bayraksizlar
Ne olurdu yazmasaydim
Ben bu kara yaziyi
Bilmeseydi namert soysuz
Içimdeki siziyi
Yildizlarin isyani var
Hilal tasiyan felek
Damla damla kan akiyor
Delik desik bu yürek
Al rengine kara baglar
Yastadir deli gönül
Asik'in olmusum senin
Hastadir deli gönül
Renginde sehitlik gizli
Hilalinde mana var
Yüregimde saklamisim
Kurbaninda kina var
Topraga düsse yigit
Ölüm güç verir bize
Inancima teslim oldum
Zulüm güç verir bize
Ugrunda ölen yigit
Kim ne bilsin ne kadar
Geriye ne can kaldi
Hepsini kurban adar
Yamacinda gezindigin
Simdi daglar aglasin
Bayragim hançerlendi
Simdi çaglar aglasin
Bayrak yere düserken
Alkislayan piçleri
Kahredecek TÜRK milleti
Destek veren güçleri
Susmayin ey milletim
Bayraksizda ar olmaz
Susar ise yigitler
Vatan bize yar olmaz
Basi bozuk yaylada
Pusulari kurdular
Iki yasinda yigit
KÜRSAD'imi vurdular
Bundan gayri düsmanim
Bayraga ters bakanlar
Artik hesap vermeli
Dagi tasi yakanlar
Meleküt aleminde
Destan olan can bizim
Dalgalansin bayragim
Üstündeki kan bizim
Dört aylik bebeklere
Kursun sikan nerdesin
Nereye gidersen git
Ölecegin yerdesin
Hükmü ilahi varsa
Belki korur yaradan
Kan düsmani olmusuz
Cekilsinler aradan
Bu vatanin ekemgi
Gözünüze durmali
Yigit bir can gelmeli
Sizden hesap sormali
SEFAI'yem yasamakki
Bundan gayri ar gelir
Ay yildizli bayraga
Bu yeryüzü dar gelir! Aşık Sefai
Bu Hesap Sorulacak
Yiğit olanın lokması cana azıktır beyler
Kimse bana söylemesin buna yazıktır beyler
Soyu soysuz olanın sütü bozuktur beyler
Bunların soyu bozulmuş Türk'e düşman göbekten
Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten!
Kan istediniz canlardan bitmedi inadınız
Oğuz size yar olmadı budüz idi adınız
Senelerdir bu vatanın ekmeğini yediniz
Suyunuzu keseceğiz dağlardaki gölekten
Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten!
Dağlar, taşlar bu ovalar bilin ki Türk'ün yurdu
Aslımız insan neslidir Türk'e semboldür Kurd'u
Soyu ermeni olanlar nerden bilecek Kürd'ü
İhaneti seyreyleyin perdedeki delikten
Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten!
Alperenler şehadeti seslenirken çağrına
İbrahim'in dedikleri nişan oldu bağrına
Mehmetçik'ler şehit düştü bu vatanın uğruna
Vatan mı istediniz lan beşikteki bebekten?
Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten!
Başı bozuk yaylalarda bol keseden savurdun
Ne dinin var, ne imanın sen ne biçim gavurdun?
Hem korkaksın, hem zavallı zoru gördün kıvırdın!
Urgan bile dava eder boynundaki ilmekten!
Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten! Aşık Sefai
__________________
Deli gönül
Verselerde dünya mali istemem
Seni ister deli gönül hep seni
Köskü saray neki çali istemem
Seni ister deli gönül hep seni
Lokma lokma yutkundugum asimda
Gündüz hayalimde gece düsümde
Bir garip sevdadir döner basimda
Seni ister deli gönül hep seni
Senin için daglar asar türküler
Senin için yara deser türküler
Senin için tutsak düser türküler
Seni ister deli gönül hep seni
Yunus'un denizde yüzdügü gibi
Koyun kuzusuna gezdigi gibi
Asigin askina yazdigi gibi
Seni ister deli gönül hep seni
Yagmur bulutlari döktügü anda
Daglarin dumani çöktügü anda
Sabahin günesi söktügü anda
Seni ister deli gönül hep seni
Daglara yürürken yörük kervani
Varligin yoklugun sensin devrani
Ne istersin diye gelse fermani
Seni ister deli gönül hep seni
Rüzgar vursa sari aliç sallansa
Elmalarin yanaklari allansa
Ala çördük tadin alip ballansa
Seni ister deli gönül hep seni
Kiyametmi kopar murada ersem
Bagban olup goncalarini dersem
Nerde el örmesi bir kilim görsem
Seni ister deli gönül hep seni
Garip SEFAI'yem gam kapisinda
Muhabbetim haktir dem kapisinda
Elif dergahinda mim kapisinda
Seni ister deli gönül hep seni Aşık Sefai
Gözlerin Cennet Çiçegi
Gözlerin cennet çiçegi
Gönlüm cehennem ateşi
Eger sevdigine köle olursa gönül
Nuh tufanına kucak açarmış
Lakin arfatın gerisi cinnet
Kalk güzeller güzeli yüregim sana tutsak
Derdine pusatlandım çilen gün oldu bana
Sen ki sevdaların şahı garip gönlümün ahı
Dilegim sen kebelam sen muradım sen
Dönsede dünya kendi başına ben dönmezem yolumdan
Dolunaya güneş denktir ülgere kutup yıldızı
Agla ey şafak yürküsü kaderim boynuma yafta
Hükmü darimiş merger
Boynumda yay kirişi
Şer mi yagıyor yerin yüzüne
Karanlık bastı başımı
Sevdam yankılansın vadilerinde ey anadolum
İgde çiçeginde gizli özüm
Sarı papatyaki el eder sen gibi
Alıpta sineme sarasım gelir
Her koklayış bir acı her dokunuş bin ölüm
Zaman dokuz başlı ejdarha
Sen bana düşman bense bana
Yüregim kaf dagına sürgün
Ruhum tur dagında ersir
Deli eyledi zaman
Bir acıki dizlerim duymasada bedenim
Parmaklşarımda öldürdüm isyanımı
Şimdi sokak aralarında gezerken
Duysamda topal seslerini
Uyuşmuş bacagım duymayan parmaklarıma ragmen
Bu dönek günyadan dimdik geçmek zorundayım
Koy yal verdigim ekmek verdigim köpeklerde
arkam sıra ürüp dursun
Şimdi gecelere çivi çakar oldum
Aglama ey şafak yürkülerim aglama
Gece mavisi sevdalarımı çıglık çıglıga çadırırken gökleren
Huzur benim deseydim vallahi düşünmezdim ey ölüm.
Aşık Sefai
Güzel
Dün seni görende sinem sızladı,
Damarım çekildi dilim lal oldu,
Kara kaşın başkaldırıp bakanda,
Aklım koydu gitti fikrim kül oldu.
Salınır da dağlar taşlar salınır,
Deli çaylar gibi gönlüm bulanır,
Seni görmeyinc ebeynim dolanır,
Bir gün derler bu garip de del oldu.
Kurbanın olayım kurtaran yok mu,
İki kelam etmek garibe çok mu,
Bakışın kılıç mı gülüşün ok mu,
Söküldü ciğerim her yan al oldu.
Güzel seni bir kenara koymayım,
Hayalini syrettikçe doymayım,
Yüzünü görüyüm sesin duymayım,
Kim ne bilsin SEFAİ'e hal oldu.
Aşık Sefai
Hilal Sancağında Bozkurt Töresi
Şehâdet ile düşerken minareler toprağa,
Tekbir ile omuz verip kaldırdık gökyüzüne birer birer.
Ne yardan geçtik, ne serden geçtik.
Törede ne varsa inandık hak ölçülerine,
Vurduk kıstasa kırdık zincirleri
Cuma gecelerinin Yasin'leriyle sohbet eyledik.
Gidenlerin, şehitlerin ardından.
Ağladık düşmana göstermeden
Kayaların yosun tutan taraflarında,
Hıçkırıklarımızı rüzgara vermedik ki
Yadeller, namerdler duyup da sevinmesin diye.
Bir gün pusatlandık sevda mavzerini
Yaşayamadık, sevdalarımızdan vazgeçtik.
Doyasıya seyredemedik yarin hilâl kaşını,
Gözlerine bakmaktan çekindik belki de.
Lakin zifiri zindan odalarda karanlığı yaşarken,
Ak kılı çekip aldık, ak sütün içinden.
Derdimizi açtık kara gecelere, nemli duvarlara,
Ak duvarlara anlattık derdimizi
Garibim duvarlar öyle dinlediler bizi.
Niye sustular onu da bilemedik.
Sonra döndük kara gecelere , ak duvarlara
Üzüldük derdimizle üzüldü diye.
Bir gün bir seher vaktinde,
“Es-selatü hayrün min’en nevm” derken ezanlar”
Sevdaların kutsaliyetine el kaldırdık.
Af diledik âlemlerin Rabbinden.
Minberlerde dinledik, sevdaların en yücesini.
Cami duvarlarında satıldık,
Ucuzlar, soysuzlar tarafından
Hilâl gecelerinin töreleriyle avunduk her zaman.
Destur alırken Hoca Ahmet Yesevî’den,
Alparslan’a Sarı Saltuk, Kayı’dan Osman Gazi,
Şeyh Edebali, Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerine,
Akşemseddin’in kutsaliyetini düşünüp durduk her zaman.
Âleme nizam dedik, yaren tuttuk kendimize,
Niceleri yol dostu olmuş bize,
Sonra yine biz kaldık bu Allah’ın davasında,
Bu imân davasında, bu vatan, bu bayrak davasında,
Sonra yine biz kaldık sevdiklerimizle beraber.
Senelerce dert sofrasından bal yedik ekmeksiz.
Eğilmedik, kırıldık defalarca,
Allah’ın davasıdır dedik ve diyet istemedik.
Erkekçe öldük, yiğitçesine öldük,
İpe giderken satmadık sevdiklerimizi
Kaldırdık Hilâl Sancağını, yaşadık Bozkurt Töresini
Aşık Sefai
__________________
Sakarya Türküsü...
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!
Necip Fazıl Kısakürek
KERKÜKLÜ TÜRK’ÜN AĞITI: “NERDESEN”
Oğuzam, Türk menem… Bayatlardan Türkmenem…
Damarlarındaki asil kan, aslına çektiğin ırk menem…
Yaprağın asılı dallar, gövdeni taşıyan kök menem…
Yolunu gözleyen yar, aşkınla çarpan ürek menem…
Can içre canan bilmişem gavim gardaş, nerdesen…
Yedi koldan, onaltı boydan gelmişem Orta Asyadan…
Yayından fırlayan ok, huduttan hududa atılan mızrak, deli taylar gibi dörtnala esmişem…
Az gitmişem, uz gitmişem, dere tepe düz gitmişem…
Kuş uçmaz kervan geçmez dağları göçebe adımlarla gezmişem…
Irağı yakın, yurdumu ırak eylemişem…
Tırnaklarımla oymuşam tortu kayaları, kıraç toprakları gözyaşlarımla sulak etmişem…
Kızgın tohumlar serpmişem, emek vermişem, aşa getirmişem…
Türk illerine haber salmışam gavim gardaş nerdesen…
Selçuklu şah-ı sultanlarım adım atmış otağıma, kapıda karşılamışam civan-ı mert erlerimi, başım üstünde berhudar ağırlamışam…
Musul’da Zengiler, Kerkük’te Kıpçak, Erbil’de Beg Teginliler adıyla Atabegleri kurmuşam, Türk’ün adını âlemlere duyurmuşam…
Bayındır Kızanı torunlarımı kucaklamışam, bahar coşkusu Akkoyunlar gibi meralara yayılmışam…
Sultan Cined oğlu Şah İsmailimle pişirmişem ham yanlarımı, Ocağımda tüten Safevi ateşiyle alev alev yanmışam…
Genç Osmanlıyla açmışam Bağdat’ın kapısını, cahiliye devrini kapatmışam…
Dil, din ve ırk özgürlüğüyle donatmışam halkları, mum gibi aydınlatmışam kör karanlık tarihi, çevreme ilim, irfan, ışık saçmışam…
Derin hülyalara dalmışam gavim gardaş, nerdesen…
Ne zaman ki Türk birliğine diş bilemiş düşman, çapraz fişek silahıma davranmışam…
Zırnık ödün vermemişem sevgimden, korkmamışam heç, ölümleri kuşanmışam…
Yalın ayak koşmuşam Kafkas cephelerine, Sarıkamış harekâtına katılmışam…
Buz kesmiş yüreğim Allah-u Ekber Dağlarında, katmer katmer kefensiz donmuşam…
Çanakkale’de etten duvar olmuşam, göğüs göğüse çarpışmışam Allah vekil, bir adım geçirmemişem gâvuru öteye, üst üste cansız yığılmışam…
Nasıl ki harb-i cihanlarla zayıflamışam, güçten kudretten düşmüşem heyhat, yeraltı kaya yağlarım sulandırmış ağızları, hemhal manda manda paylaşılmışam…
Öyle ki et ve tırnak misali ayrılmışam, süt kuzu yavru gibi Anadolu’dan koparılmışam…
Köpekler hırlamış peşimden, yılanlar tıslamış…
Sahipsiz kalmışam gavim gardaş nerdesen…
Lord planları tayin etmiş kaderimi, Misak-i milli sınırlar dışına çıkarılmışam…
İtilmişem, kakılmışam, horlanmışam külliyen, tekme tokat yerlere yatırılmışam…
Dağ ayılarının önüne atılmışam yaralı, çöl develerinin hörgücüne tepe taklak asılmışam…
Türk menem demişem, Türkçe söylemişem, Eskiyaka’da kurşunlara dizilmişem…
Emeğimin hakkını istemişem, Gavurbağ’da linç edilmişem…
Adalet beklemişem, iplere gerilmişem…
Eşitlik yeğlemişem, zab suyu kana bulanmış, Altunköprü’de ekin gibi biçilmişem…
El insaf vicdan dilemişem zindanlara sürülmüşem… Diri diri gömülmüşem gavim gardaş nerdesen…
Kollarım kırılmış omuzlarımdan, işkencelerle yoğrulmuşam…
Gözlerim kan çanağı, fincan fincan oyulmuşam…
Ölmem yetmemiş kâfire, ip sarılmış cesedime, ibret-i âlem sokaklarda dolaştırılmışam…
Lime lime dağılmışam gavim gardaş, nerdesen…
Kimliğim değiştirilmiş, El-Temim olmuş Türkmen Kerkük, hafızalardan kazınmışam…
Baas baas bağırmışlar, kin kusmuşlar yüzüm barabarı, evimden yurdumdan göçe zorlanmışam…
Okumak yazmak yok…
Düşünmem, konuşmam, kızmam yasak…
Ağzım dilim bağlanmışam…
Başın kaldırıp bakmak, göz ucuyla süzmek ne cüret…
Oturmam, yürümem, gezmem yasak…
Elim ayağım dolanmışam…
Taş kesilmişem gavim gardaş nerdesen…
Di gah gel…
Di gel ölem di gel…
Adına gurban olam di gel…
Alnına kanım çalam di gel…
Bayrağım göğün mavi yeli, ay yıldızım sen… Yurdum Türkmen eli, can özüm sen…
Soyum sopum Türkoğlu, yüzüm sürdüğüm izim sen…
Oy men ölmüşem gavim gardaş, nerdesen…
ALİ YAŞAR
__________________
Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yıne de şemsiyenı
Almadan gel ilk otobüsle
Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün
Güllerde bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları
Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zamanlar aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi birşey
Duyabılmek kuşların gelışını
Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir
Sonra yürümelıyız senınle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belkı bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan
Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyenı almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun ???
BİLİYORUM GELECEKSİN!!!
ALINTI
Sen uzaklardayken
Ben yıldızları seyrettim,
Tutam tutam ışıklarını çekip içime.
Sen uzaklardayken
Ben gidişini resmettim,
Yıldızlardan aldığım beyazlarla.
Karanlığı tuval yapıp ayrılığı yok ettim.
Sen uzaklardayken
Ben yıldızları boyadım, ölümle.
Ayrılığı soktum aralarına, anlasınlar aşk acısını diye.
Ay?ı öldürdüm, sensizliğimi hatırlatmasın diye.
Sen uzaklardayken
Ben şiirlerini okudum çatlamış fısıltılarla.
Bin kez dokundum yazamadıklarına
Anlamaya çalıştım anlatamadıklarını.
Sen uzaklardayken
Ben senli hayaller kurdum,
Kimsesiz çocuklardan çaldığım hayal tozları ile.
Yüzüne bakamadım ağlatırsın diye.
Sen uzaklardayken
Ben kaderimi parçaladım.
Yazgımızın değişmesini istedim.
Yaşanmış tüm günahları üstlenip ateşinle kavruldum.
Sen uzaklardayken
Ben göz yaşlarıma sevgimi gömdüm.
Dudaklarımdan çıkan her sözcükte hayat bulsun,
Yüreğime serpilsin diye.
Sen uzaklardayken
Ben mum ışığına resmini çizdim.
Mum gibi bu ayrılık erisin diye.
Sen uzaklardayken
Ben, beni bırakıp gittiğin yoldan hiç ayrılmadım.
Her giden otobüsün arkasından el sallayıp,
Her gelen otobüste inmeni bekledim?
Sen uzaklardayken
Ben?
Hep dönmeni bekledim.
ALINTI
Meğer seher yelleri de kırarmış başakları,
Umutlarda hep hanımeli açmazmış.
Düşünceler,sarıp sarmalarmış solmuş baharları..
Anılara küskün görüntülerde yaşarmış meğer düşler,
Ve geceler,hep yıldızları gizlemezmiş koynunda,
Hasretlere tutsak olurmuş karanlığın
kolları..
Meltem değilmiş tüm rüzgarların ismi meğer,
İsmi martı değilmiş,
Beyaz olan tüm kuşların..
Sırlar taşımazmış gündönümleri uzaklara her zaman,
Kolay değilmiş her bilmece,
İri sorular varmış yüreklere saplanan..
Nankör diye haykırırmış,
Saatler her geçen an''a,
Meğer arkadaş değilmiş akreple yelkovan..
Ağacın dalında filizlenirmiş meğer sevda,
Yalnızlıkmış kökleri,
Ayrılıkmış derinlere uzanan..
Şimdi sanma yalnız senin gözlerinde geziyor nemli bulutlar,
Yalnızlık doruklarından çığ gibi yıkıldığında,
Erkekler de ağlarmış inan.
Olsa da göz pınarları ıslanmadan..
ALINTI
Al Yazmalım
bütün a’lar gitsin
b’ler gelsin ne çıkar?
Acılarım senden gelsin al yazmalım
Sevinçlerimizi paylaşalım
Avuçlarımızda kazılı kaderimizi
Karınca kararınca
Yaşayalım
Varsın bütün acı şarkılar
Başkalarına kalsın
Başkalarının mutluluğuna özenmeyelim
Meyhaneciler ortak olmasın anılarımıza
Hayâlin kadehlerde görünmesin
Hep yanımda olmalısın
Ellerin sevmeli ellerimi
Gözlerin sevmeli gözlerimi
Papatya fallarında açılan kaderimiz
“Seviyor” çıkmalı bir ömür boyu
Ve yalnız seninle yaşamalıyım
Al yazmalım
Bütün a’lar gitsin
B’ler gelsin ne çıkar?
Romanlık hayatımızı beraber yazsak
Rüzgâra, fırtınaya birlikte karşı dursak
Yakamıza yapışan acılardan yılmadan
Şarkılar söylesek, yeni şarkılar, yepyeni
Sevdamız üzerine
Ne olur?
Haydi gel
Birbirine bağlayalım bütün yollarımızı
Beş kuruşluk acı şarkılardan bize ne?
Hayat çok kısa
Bunu bil
Seninle
Bir ömrü beraber yaşamak ne güzel
Haydi gel
Yaşayalım sevdamızı ömür boyu
Bahçesinde boy boy çocuklarımızı
Büyütelim
Ha apartman, ha gecekondu
Değişir mi?
Evimize gidelim
Avuçlarımızda yazılı kaderimizi yaşayalım
Hep birlikte
ALINTI
Kimsesiz zamanların yalnızlığında,aydınlık diyarların masalsı görüntülerinde,küçük bir çocuk yüreğinin annesine olan sevgisi değerinde bir merhaba dostum nasılsın.
Dost vurulunca değil unutulunca kahrından ölürmüş.Biz dostlarımızı kır çiçekleri gibi avucumuzda değil kurşun yarası gibi yüreğimizde saklarız.
Gönüller birdir dünyalar ayrı olsa da. Arkadaşlıklar,sevgiler,aşklar yalan olsa da umrumda değil dünya yansada biz dostu unutmayız dost uzakta olsada.
Dost deniz kenarındaki taşlara benzer.Önce tek tek toplarsın sonra birer birer denize atarsın ancak bazılarına kıyamazsın.İşte sen o kıyamadıklarımdansın.