Şizofrenik Düşüncenin Bireyler ve Toplum Üzerindeki Etkileri

Kartal Gözü

Dost Üyeler
Katılım
6 Eki 2008
Mesajlar
1,388
Tepkime puanı
0
Puanları
0
ŞİZOFRENİK DÜŞÜNCENİN BİREYLER VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

(Mustafa Coşturoğlu)



Bir düşüncenin korunması ya da önlenmesi dendi mi, devletçe ilk akla gelen çare yasal tedbirlere başvurmaktır. Yasal tedbirler ise, masal gibi surların ve su depolarının önleyici etkisi gibi bir sonuca ulaşmaktadır. Yasal tedbirleri, bir süre sonra çoğunluğun baskısı geçersiz kılmaktadır.

Önemli olan, bir ilkeyi ve düşünceyi korumaktan çok, yaşayacağı ortamı genişletmek ve hazırlamaktır. Atatürk, laiklik, öğretim birliği ve devrimleri amacına ulaştırmak üzerindeki yasalar, girişimler, yaşatıcı ve geliştirici koşullarla gerekli ortamın hazırlanmaması nedenleriyle yıkıcı baskıların etkisinden henüz kurtulamamışlardır.

Genellikle Türk aydınlan, ilkel düşüncelerin baskısını küçümsemekte ve bunların tutarsız olmaları nedeniyle bir gün sönüp gidecekleri kanısını taşımaktadırlar. Oysa ki, ilkel yapıdaki mantık ve bilim dışı düşünceler ve bunların bağlı olduğu sistemler var olup yaygınlaştıkça, çağdaş düşüncenin yaşama ve gelişme koşulları giderek daralmaktadır. Son çeyrek yüzyılın ülke*mizdeki görünümü bunu göstermektedir.

Korkunun, kuşkunun ve endişelerin yaygınlaşıp yoğunlaşması, yüksek düzeydeki zihinsel fonksiyonun kullanılmasını önlediği) bir şizofreni etkeni olarak bilinmektedir.

Şiddetli bir huzursuzluk durumunda, belli zihinsel düzeyde bir bütünlük meydana gelmez veya istenilen sonuca varılamazsa, bu sonucu elde etmek üzere daha aşağı bir düzeyde "bir muhakeme tarzına sığınılır", bir bütünlüğe varmaya çalışılır. Daha aşağı zihinsel düzeyde ise, kişi, daha önceleri kullanılmış olup, yenisi ortaya çıkınca terk edilmiş eski yöntemleri kullanmaya başlar. Bu ise, tersinden başlamak üzere tarihsel gelişimin yinelenmesidir.

Bu gerçeği, birçok araştırıcılar ortaya çıkarmışlardır. Söz konusu olan, düşüncede gerilemedir, geriye doğru bir dönüştür.

Arietti, bu ilkeyi, "kaderci düşünceye bir dönüş" diyebileceğimiz "teleolojik regresyon" olarak adlandırır.

Araştırmalar şu garip özelliği meydana çıkarmıştır: "Düşünce baskı altında iken, nedenlerin sonuçlan meydana getirmesi biçiminde tanımlayabileceğimiz bilimsel düşünce sistemini izleyemiyor, daha çok kaderci (teleolojik) düşünce sistemini takip ediyor."

Ülkemizde örgütlenmiş bir Nurculuk akımı vardır. Üniversitelerimizden İmam Hatip Okulları'na dek türlü kesimlerde köprü başlan kurmuştur bu akım.

Daha sonraki bölümlerde görüleceği üzere, Nurculuk düşüncesinin tüm karakteri şizofrenik düşünce niteliklerinin hemen hepsini kapsamaktadır. Bu düşüncenin dinsel olmaktan çok politik yanı ağır basmaktadır. Ve de şizofrenik mantığın tipik örneklerini yansıtmaktadır.

Türk ulusunun bölünüp parçalanacağını, açık açık tanrısal bir hikmet olarak savunmaktadır. Yine açık açık Türk ulusçuluğuna karşı olduklarını devletin en yetkili kişilerine söyleyebilmektedir.

İlk kez bu akımın ve düşüncenin yasadışı olduğunu, Yargıtay eski Başkanı rahmetli Ümran Öktem, 1966 yılında, adlî yılın açılışı dolayısıyla dünyaya ve kamuoyuna bildirmişti.

Devletin en yetkili bir organının başı, lâikliği korumak konusunda ilk kez kesin bir tutum alıyordu. Sözünü ettiğimiz ilkel düşünce odaklarının yaygınlığı ve gücü, gerici tepkilerle laik düşünceyi susturduğu gibi, birçok kesimlerde laik düşünceyi savunacak durumda olanlar bile rahmetli Ümran Öktem'i kınamaya varan bir yılgınlık içine düştüler.

Asıl önemlisi, Ümran Öktem'in cenazesinde ölüsüne karşı yapılan saldırılar ve onur kırıcıi davranışlar, her şeyden önce ulusal onura dokunulacak bir yüzkarası olmuştur.

Bu olay karşısında devletin yetkili kişileri sadece yüzünü başka yönlere çevirmek aczinden ve çaresizliğinden başka bir şey yapamamışlardır. Bu durum, Prof. Doğan Karan'ın aktardığı eski Çin masalındaki sonuca tıpatıp benzemektedir. Ancak bir ayrılıkla... O da şudur: Ümran Öktem'in ölüsüne karşı girişilen insanlık dışı davranışı protesto etmek amacıyla yüksek yargı or*ganları bir yürüyüş düzenlemişlerdi.

Gerçek anlamıyla bu tür bir tepki, ülkenin geleceğinden endişeye kapılıp kuşku duyanlar için rahatlık verici bir nitelikteydi. Ama, bu kadarcık bir protesto bile ilkel düşünce mekanizmasının baskısı karşısında sonradan anarşik olayların bir nedeni olarak yorumlanmıştır.

Şizofrenik düşünce mekanizmasının işlediği bir ortamda, istese de istemese de herkes az veya çok bunun etki alanına girmektedir. Bu konuda hayli ilginç örnekler derledik. Ama, bunların serimi ve dökümü konuyu dağıtacağı için somut örnekleri kısmak zorunluluğunu duyduk. Yine de bir ikisine dokunmadan geçemeyeceğiz.

Uzun süre Milli Eğitim Müdürlüğü yapmış ve sonra da Milli Eğitim Bakanlığı'nın önemli bir görevini yürüten birisi, Saidi Nursî'nin kolundaki kilitli kelepçelerin "kudretullah" tarafından şıkır şıkır kendiliğinden çözüldüğünü söylemekte ve bu olaya görgü tanığı bile gösterebilmektedir.

Yine yüksek rütbeli bir subay, Saidi Nursî ve benzerlerinin kerametlerinin "hak" olduğunu iddia edebilmektedir.

Bu kerametler arasında Saidi Nursî'nin zehirlenip öldürülmesi karşısında O'nun yerine Kastamonulu A. Hafız'ın kılık değiştirip defnedildiği bile vardır.

Dahası, T. Cumhuriyeti Devlet Başkanı'nın seçilmesinde ve "atanmasında" bir medyum aracılığı ile fizik ötesi güçlere başvurma çabalan ve girişimleri de şizofrenik düşüncenin bir toplumsal karak*ter taşımaya başladığını kanıtlamaktadır.

İleride bu konu üzerinde ilginç örnekler verilecektir.

Bu noktada son olarak şunu belirtelim ki, hasta ve şizofrenik düşüncelerin, laik okullardan yetişmiş kuşakların beyinlerinde yer etmeye başlamış olması, gelecek için üzerinde önemle durulacak bir sorun haline gelmiştir.
 
Üst