Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

Yunus üstüne bütün bildiklerimiz halkın masallaştırdığı gerçeklere dayanıyor. Ancak masallar gerçeği değiştiriyor da tarih kitapları değiştirmiyor mu? Yeni tarihçiler eski zaman gerçeklerini ararken söylenceleri, mitleri hiç de yabana atmıyor, tersine asıl gerçeğin çok kez onlarda gizli olduğunu ileri sürüyor.
encelere, Hacı Bektaş Veli Velayetnamesine göre Yunus Emre bir orta Anadolu köylüsü, Sakarya kıyılarında, Sivrihisar'ın Sarı köy'ünde oturur. ''Taştan topraktan ekmeğini çıkaran, yağmur yağmayınca aç kalan bir Anadolu köylüsü, bütün devletlerin soymaya alışık olduğu bir Anadolu köylüsü. Yağmur yağmaz, ekin olmaz. Yunus günün birinde tohumsuz kalır. Tohumsuz kalan Yunus Emre eşeğine dağdan alıç, ahlat, meyve yükler, buna karşılık biraz tohumluk buğday aramaya çıkar. Duyduğunun izini sürer işte ilk durduğu yerlerden biri de Hacı Bektaş Tekkesidir. Anadolu'nun gerçek fatihleri Anadolu köylüsünün yanı başında, yakınında oturmayı kabul etmiş olanlardır. Bu söylence bize on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Bektaşiliğin yaygın olduğunu gösterir. Yunus, tekkeden alıçlarına karşılık buğday ister. Hacı Bektaş Veli kendisine: Buğday yerine nefes versek olmaz mı diye sorar. Yunus illede buğday der. Hacı Bektaş Veli her alıça karşılık bir nefes verelim der. Yunus olmaz der. Her çekirdek başına on nefese kadar çıkar, Hacı Bektaş. Yunus ille buğday diye dayatır. Bunun üzerine Hacı Bektaş fakir Yunus'a götürebileceği kadar buğday verdirir. Sevine sevine yola çıkan Yunus'u yolda bir düşüncedir alır ''Bu insan büyük insan olmasa bana buğday vermezdi. Bir çuval buğday böyle bir insandan daha mı değerli diye düşünür, çiylik ettiğini anlar döner geriye. Alın buğdayı geri, ben nefes istiyorum der. Ama Hacı Bektaş ona nasibin Taptuk Emrece verileceğini, onun tek kesine gitmesini söyler, ''senin "kilidini ona verdik'' der.




 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

<b>
Taptuk Emre mi? Onu da söylencelerde arayalım. Hacı Bektaş'ın Anadoluya gelmesi bir güvercin kılığındadır. Bunu haber alan ve gelmesini istemeyen Abdalan-ı Rum birer kartal olup onun yolunu keserler. Kutsal güvercin Anadolu göklerini kara kartal kanatlarıyla kaplı bulur. "Yarar geçer kanatları ama bir hayli de pençe yer. Kan revan içinde yedi evli bir çepni köyüne, bugünkü Hacı Bektaş İlçesine iner, bir duvarın üstüne konar. Fakir bir köylü kadın görür yaralı güvercini, acır haline, yiyecek içecek kor duvarın üstüne. Bu masal Bektaşiliğin köylerde yayıldığını ve kadınların bu tarikatte rolü ve önemi olduğunu anlatıp ip uçları veriyor. Anadolunun en eski ve en büyük tanrılarının kadın olduğu unutulmamalı.

</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

<b>
Hacı Bektaş zamanla bütün Rum erenlerinden saygı ve sevgi görür, ama Emre adında bir ermiş Hacı Bektaş'ın semtine bile uğramaz. Hacı Bektaş ona Saru İsmail'i dervişini yollar, tekkesine gelmesini sağlar. Gelince ona erenler arasına nasıl girdiğini sorar, o da perde arasından bir el uzandı, beni erenler arasına aldı ama ben orada Hacı Bektaş adında birini görmedim. Bunun üzerine Hacı Bektaş perde aralığından sana uzanan eli görsen tanır mısın? Tanırım der Emre: Ayasında bir yeşil ben vardı. O zaman Hacı Bektaş sağ elini açar, uzatır. Avucunun içindeki yeşil beni gören Emre yeşil beni görür görmez: Taptuk! Taptuk! diye bağırır, adı o günden sonra Taptuk, kendiside Hacı Bektaş'ın yandaşı ve sözcülerinden biri olur. Bu söylence bize Yunus'u kendine bağlayan Taptuk Emre'nin HacıBektaş'ın yolundan, çevresinden ayrı, belki de yeni müslüman olmuş biri olduğunu, ona bağlandığını gösterir. Saru Saltuk, Taptuk, Barak Baba... silsilesini izler.

Taptuk Baba Yunus'un şiirlerinde inançla sevilen, yoluna baş konulan bir mürşit olarak karşımıza çıkar:

Taptuğun tapusuna
Kul olduk kapısına
Yunus miskin çiğ idik
Piştik elhamdülillah
...
Vardığımız illere
Şol safa gönüllere
Baba Taptuk manisin
Saçtuk elhamdülillah
...
Yunus bir doğan idi kondu Taptuk koluna
Avın şikira geldi bu yuva kuşu değil.
...
Yine esridi Yunus Taptuk yüzün görende
Baktığım yüzde gördüm Taptuğumun nurunu.

Bize kadir gecesidir bu gice
Ko erte olmasın seher gerekmez
Yunus esrüyüben düştü sokakta
Çağınr Taptuğunu ar gerekmez





</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

<b>
Söylencemizde Hacı Bektaş Yunus'u Taptuk'un tekkesine göndermiş. Yunus gidip Taptuk'a baş vurur. İlk Bektaşi tekkeleri bir çeşit uygulamalı okul idi. Her derviş bir iş görür. Kimi toprakta, kimi işlikte çalışır, kimi duvar örer, kimi aş pişirir: Yunus'a da odun taşıma işi verirler. Kırk yıl sırtında odun taşır, tekkesinin ocağına, özene bezene. Her getirdiği odun dop-doğru dümdüzdür. Soranlara: Tekkeye odunun bile eğrisi giremez der.

Bir başka söylenceye göre Taptuk güzel saz çalarmış ve Yunus ona sazı için bağlanmış. Yunus uzun süre tekkeye hizmet etmiş, sonunda bıkmış ve kaçmış. Yolda erenlerden yedi kişiye rastlamış, yoldaş olmuşlar. Her akşam erenlerden biri içinden geçirdiği bir ermiş adına Tanrıya dua ediyor hemen bir sofra geliyormuş ortaya. Sıra Yunus'a geldiği akşam o da: Yarabbi, demiş, bunlar hangi kulun adına dua ettilerse ben de onun adına yal varıyorum sana, utandırma beni demiş. O akşam iki sofra birden gelmiş. Erenler şaşırıp kimin adına dua ettiğini sormuşlar. Yunus önce siz söyleyin demiş. Erenlerde Taptuk'un dervişlerinden Yunus diye biri var, onun adına demişler. Yunus bunu duyar duymaz hiç bir şey söylemeden tekkeye geri döner ve anabacıya şeyhin karısına sığınır. Söylence bize burada tekkede kadının rolünü yerini ve önemini anlatır. Anabacı der ki: Yarın sabah tekkenin eşiğine yat. Taptuk abdest almak için dışarı çıkarken ayağı sana takılır .Gözleri iyi görmediği için bana: Kim bu eşikte yatan? diye sorar ben de Yunus, derim. Hangi Yunus derse çekil git, başka bir tekke ara kendine, başının çaresine bak. Ama bizim Yunus mu? derse anla ki gönlünden çıkarmamış, hala seviyor seni. O zaman kapan ayaklarına, bağışla suçumu de. Yunus Anabacının dediğini yapar, kapının eşiğine yatar, ertesi sabah olan olur Taptuk: Kim bu adam? diye sorunca Yunus, der anabacı, Taptuk "bizim Yunus mu? diye sorunca Yunus ayağına kapanır sevincinden ağlar.


</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

<b>
İki insan arasındaki bağlılığı, ayrılıp kavuşmanın tadını, güveni bu kadar güzel anlatabilen söylence azdır dünyada. İnsanlık bu "bizim" sözünün içindedir. Bir ülkü uğruna canlarını koyanların hepsinin yaşadıkları bir insanlık dramıdır bu. Anlamayan beri gelsün. İşte dup duru bir su gibi Yunus'un sevgisidir bu. ( S. Eyüboğlu ).


Yunus yeniden tekkeye girer. Bir başka söylentiye göre Yunus Taptuk'un kızını sevdiği için döner tekkeye. Taptuk bilir Yunus'un bunun için dönmediğini. Ama dervişlerinin böyle bir dedikoduya kulak vermeleri karşısında ne yapsın? Kızını versin mi, vermesin mi Yunus'a? Taptuk, dervişlerini yalancı çıkarmamak için kızını Yunus'a verir. Ama yine söylenceye göre Yunus ömrünün sonuna dek bu güzel kıza dokunmuyor. Gerçek böyle değil ama halk böyle olmasını istiyor. Halk Yunus'a şehvet duygusunu konduramıyor. Şehvetin onu lekelemesini özüne sindiremiyor.


</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

<b>
Yunus'un ozanlığa başlamasının öyküsü de şöyle: Yunus yıllar yılı tekkeye ağızsız dilsiz hizmet eder. Günlerden bir gün Taptuk'un sofrasında bir güzel muhabbet olur. Taptuk sevinçli coşkuludur. O gün Yunus-ı Guyende adında bir ozana: Bize bir şeyler söyle der. O ozanın dili tutulur o gün, hiç bir şey bulup söyleyemez. Bunun üzerine Taptuk oduncu Yunus'a dönüp: Haydi sen söyle der. Ve Yunus birden başlar içinde birikenleri söylemeye, esip savurmaya. İncileri dökmeye başlar.

Burhan Toprak'ın deyimiyle ''Yunus Emre'nin bu altın destanı bize kendisi kadar, Anadolu halkınında yüreğini ve özlemini anlatır. Halk Yunus için Mevlana'ya << Manevi konakların hangisinin önüne vardıysam bir Türkmen kocasının izini buldum, onu geçemedim. >> dedirtmiştir.

Bir buluşmalarında Yunus, Mevlana'ya: Mesnevi'yi çok uzun yazmışsın, ben olsam şu söze sığdırırdım hepsini:

''Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm'' der.
Yunus şiirinde Mevlana'yı sevgi ve saygıyla anar:

Mevlana meclisinde saz ile işaret oldu

ve:

Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazan gönlümüz aynasıdır.
yine halktan yana düşünüyor, halka sesleniyordu. Bunu çok iyi bilen oğlu Sultan Veled babasının düşüncelerini Türkçeye aktarır. Hacı Bektaş ocağı ve Yunus, tasavvufu, o çağın en yüksek kültürünü Anadolu halkının Türkçesiyle söylemiştir. Onlar çağdaş dilimizin, kültürümüzün gerçek öncüleridir. Kimliğimizi yaratanlardır. Onlar özümüzü hamurumuzu yoğuranlardır. Bizi biz edenlerdir .

S. Eyüboğlunun deyişiyle ''Ama Yunus'un ve halkın soluğu Kaygusuz'lar, Pir Sultanlar, Karacaoğlan'lar, Aşık Veysel'lerle için için bu güne dek gelmiş ve ancak bu günün halkçı Türk devletinde Anadolu Türkçesini en aydın şairlerimize devretmişlerdir.''

Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
yaratılanı hoş gör
Yaradandan ötürü

deyip okulu bırakmış. Halk, halktan uzaklaşan kültüre karşı her zaman direnmiştir. Konumuz Yunus Emre'nin okur yazar olup olmadığı değil ''Bilginlerimiz, başta Gölpınarlı olmak üzere Yunus'un ümmiliği, yani okur yazar olmadığı inancını gülünç buluyorlar. Ancak Yunus'tan kalmış bir tek yazılı söz olmaması bir yana, Anadolu'da sözlü kültür bu gün bile bir Aşık Veysel'i yetiştirecek güçtedir;'' Bektaşi tekkeleri tasavvufun en ince kavramlarını bile sözle geceli gündüzlü aylarca, yüzyıllarca İnsanların beyinlerine, yüreklerine hep aktarmış, ekmiş oya gibi işlemiştir.

Okur yazar olsun olmasm, Yunus Emre halkm sözlü kültürünün adamıdır, kendi çağının en ileri düşünüşünü halkına kendi öz diliyle ulaştırmıştır. Yunus aynca çağm okur yazarlanna, molJalanna karşı savaş açmış gerçek bir kültür taşıyıcısıdır. Şiir ustasıdır, gönül adamıdır, sevgi denizidir.


</b>
 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...

İşte söylencesi:

Yunus'un yaşadığı yıllarda Molla Kasım diye biri varmış. Bu Molla Kasım'a Yunus'un şiirlerini yazılı olarak getirmişler. Başlamış okumaya. Her okuduğu şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıyormuş. Binlercesini yaktıktan sonra üst tarafını da suya atmaya başlamış. Şiirleri yakmış suya atmış, atmış, atmış derken bir şiirde, Yunus:

Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.

demiş, demiş ya Molla Kasım bunu görür görmez Yunus'a boyun eğmiş ve yakmadığı suya atmadığı şiirleri bir hazine gibi saklamış. Söylenceye göre bunun için şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini
der. Mevlana şiir ve yapıtlarının hepsini Farsça yazmıştı. denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini de.insanlar söylermiş. Yunus'un hak ve halk şairi olduğunu anlatmak bakımından tarihçilerden daha bilimsel, daha ileri bir düşünüşle yüklüdür bu. Rahmetli Sabahattin Eyüboğlu bu davranışlarla söylencenin: Birisi Yunus Emre'yi halkın Molla Kasım'la karşı karşıya getirdiğini, ikincisi de bu beyite şair adının ancak birinci dizede olması gereği, tabiiliğini vurguladığını belirtmektedir. Aslında bu şiiri Yunus değil, halk söylemiştir. gelin bu şiiri birlikte okuyalım:

Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine vurup yetesim gelir.
...
Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir
Varup onun üstünde evler kurasım gelir
...
Altında gayya vardır içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelir


 

Firuze

Dost Üyeler
Katılım
18 Tem 2011
Mesajlar
1,270
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Konum
Maviliklerde
Cevap: Söylencelerdeki Yunus Emre Taptuk Emre ve Hacı Bektaşi Veli...






*** YUNUS EMRE'NİN HOCASI TAPTUK EMRE VE ÇAYIRHAN KUŞ CENNETİ ***


TAPDUK EMRE TÜRBESİ
Ankara'nın Nallıhan ilçesinin Emremsultan köyündedir.. Türbe Emremsultan Köyü girişinin sağında hafif meyilli bir arazi üzerinde bulunan mezarlık içinde yer alır.. Ankara'ya 150 km uzaklıktadır..
YUNUS'U YUNUS YAPAN NEDİR?...
Meşhur menkıbelere nazaran Yûnus Emre, çok fakir bir kimse olup geçimini çiftçilik yaparak temin etmekteydi. Bir ara büyük bir kuraklık oldu ve hiçbir mahsûl elde edemedi. Fakirliği büsbütün belini büktü. Naçar bir vaziyette idi. Bir çok kerâmet ve yardımlarını işittiği Hacı Bektâş-ı Veli Hazretleri’nin dergâhında herkesin muradına erdiğini duyarak yiyecek almak için Hazret-i Pîr’in yoluna düştü. Giderken “ Boş giden boş döner ” düsturundan hareketle yanına bir miktar alıç (dağ yemişi) aldı. Dergâha vardığında dervişlere:
“ -Ben fakir bir kimseyim. Bu alıcı Hazret’e hediye olarak getirdim. Ne olur bunu kabul edin de bana bir miktar buğday verin! Zira kıtlık, bizi perişan eyledi…” dedi.
Durumu öğrenen Hacı Bektâş-ı Veli, fakir Yûnus’a, ondaki meknûz istidât ve cevheri keşfederek alâka gösterdi. Onu birkaç gün dergâhta misafir etti. Ancak Yûnus, ev halkının kendisinden yiyecek beklediğini ifâde ederek gitmek için dervişler vâsıtasıyla izin istedi. Dervişler, keyfiyeti Hazret-i Pir’e bildirdiler. Hacı Bektâş-ı Veli, haber gönderdi.
“ -Sorun Yûnus’a; buğday mı ister, yoksa erenlerin himmetini mi? ”
Bîçâre Yûnus, buğday istedi.Hacı Bektâş-ı Veli
“ -Arzu ederse, getirdiği alıç tanesince nefes eyleyelim! ”
Yûnus, buğday istediğinde ısrar ederek:
“ -Ben nefesi ne yapayım? Bana buğday lazım. ” dedi. Hacı Bektâş-ı Veli, son olarak:
“ -İsterse alıçlarındaki her çekirdek sayısı kadar himmet eyleyeyim! ” haberini gönderdi.
Yûnus, bu defa da buğday’ı tercih etti.
Bunun üzerine Hazret-i Pir’in emriyle arzu ettiği buğday kendisine verilerek yolcu edildi. Arzusuna nâil olduğu için dergâhtan sevinçle ayrılıp köyüne doğru yola koyulan Yûnus, olup bitenleri düşünmeye başladı. Düşündükçe ne büyük yanlışlık yaptığının farkına vardı. Nihâyet yarı yoldan dönerek tekrar dergâha koştu. Telaş ve nedâmet içinde dervişlere:
“ - Erenler! Buğdayı geri alın ve Pîr Hazretleri’ne himmet istediğimi bildirin! Bahsettiği nasibi ihsan eylesin! ” dedi.
Ancak iş işten geçmişti. Hacı Bektâş-ı Velî:
“ -Biz onu Taptuk Emre’ye verdik. Artık nasibinin anahtarı Taptuk Emre’dedir. ” dedi.
Bunun üzerine Yûnus doğruca Taptuk Emre’nin dergâhına vardı. Ona olup bitenleri anlattı. Sükûnetle kendisini dinleyen Taptuk Emre de: “ -Yûnus! Hizmet eyle, himmet eyleyelim! ” buyurdu.
Sonra da dergâha odun getirme işini ona verdi. Gönlü Hakk ve hakikat sırlarına erebilmenin vecd ve heyecanıyla tutuşan Yûnus, büyük bir aşk ve görülmemiş bir şevk ile verilen vazifeyi ifaya başladı.


Türbeye giden yolda sağda Yunus Emre'ye ait sözler yol boyu devam etmektedir...
YUNUS EMRE'NİN TAPDUK EMRE'YE HİZMETİ...
Yûnus Emre’nin Taptuk Hazretleri’nin dergâhındaki hizmeti ise, dillere destandır. Yûnus, kendisine verilen, dergâha odun getirme, vazifesini îfâda bir gün bile aksatmamak şartıyla nice yıllar tarifsiz bir gayret göstermiştir. Hem nasıl bir gayret! Getirdiği her odunun dümdüz olmasına dahî dikkatle dolu bir gayret...
Bunun farkında olan Taptuk Emre Hazretleri, bir gün Yûnus’un getirdiği odunlardan birini eline alarak sordu:
“ –Yûnus! Sana nicedir sormadığımı bugün sorayım: Hepsi böyle mi bu odunların? Hepsi ok gibi dümdüz mü?.. ”
“ –Hepsi öyle sultanım! ”
“ –Hiç eğrisi yok mu? ”
“ –Yok sultanım! ”
“ –Bunca yıldır dağda hiç eğri oduna rastlamadın mı Yûnus ?.. ”
Yûnus, şu meşhur cevabı verdi:
“ –Sultanım! Bilirim ki, sizin kapınızdan içeri hiçbir eğrilik girmez; odun bile olsa!.. ”
İşte Yûnus’un hizmeti böyleydi!


YUNUS EMRE'NİN ARAYIŞ İÇİNE GİRMESİ VE SEYAHATLERİ...
Tasavvufta mürşid ile mürid arasındaki münasebetlerde muhtelif metotlar vardır. Bunlardan biri de, mürşidin, müridinin kaydettiği terakkîden bir kısım mânevî tehlike dolayısıyla onu haberdâr etmeyip talebesini seyr-u sülûk yolunda daha da ileriye götürme gayretidir.
Taptuk Emre de, Yûnus’un mânevî yükselişinde nefsine bir pâye alıp terakkîsine mâni olmaması için uzun bir müddet bu metodu tatbîk etmişti. Öyle ki, Yûnus, bu dergâhda yıllarca kusursuz hizmet etmesine mukâbil kendisinde herhangi bir terakkî ve himmet emâresi kendince göremedi. Buna son derece üzüldü. “ Bu işin neticesi nereye varacak? ” diye hayıflandı. Ne yapacağını bilemez bir hale düştü... Nihayet bîçâre Yûnus, düşünüp taşındı ve dergâhdan ayrılıp kendisini kemâle erdirecek bir başka kapı aramaya karar verdi. Sessiz – sedasız bir şekilde dergâhtan ayrılıp yollara düştü.
Yolda kendisi gibi kâmil bir kapı arayan iki kişiyle dost olup birlikte dolaşmaya başladılar. Beraberliklerinin ikinci günü acıktıklarında dostlardan biri duâ etti ve kendilerine bir sofra ikrâm edildi. Yiyip içip şükrettiler. Yûnus bu hale son derece şaşırdı. Sonra:
“ -Bunlar, bir kapıya hizmet etmeden bu kemâle erdikleri halde ben onca yıldır yaptığım hizmetimden bir şey elde edemedim. İyi ki o dergâhtan ayrılmışım! ” diye düşündü.
Ertesi gün yine acıktıklarında ikinci derviş duâ eyledi. Tekrar bir sofra ikram edildi. Yiyip içip şükrettiler ve yollarına devam ettiler.
Nihayet bir sonraki gün yemek için duâ sırası Yûnus’a geldi. Her iki derviş de:
“ –Haydi derviş! Sıra sende; duâ buyur! ” dediler.
Yûnus telâşa kapıldı:
“ –Dostlar! Benim duâmla bir yaprak bile kımıldamaz! Ne olur beni bu işte mâzur görün! Benim mertebem çok aşağılardadır. Öyle sizin gibi Hakk katında sofra ikram edilecek bir kimse değilim ben!..” dedi.
Dervişler itirâz etti:
“ –Olmaz derviş kardeş! Usulümüzü bozamayız; haydi duâ buyur! ” dediler.
Ne söylese derviş arkadaşlarını râzı edemeyeceğini anlayan dertli Yûnus, çaresiz bir şekilde ellerini yüce dergâha kaldırdı:
“ –Ya Râb! Bu âciz miskin Yûnus kuluna şu dervişlere gönderdiğin sofradan ikram ettin. Şimdi o sofra için duâ ve ilticâ sırası bana geldi. Sen benim günahlarıma bakmayıp lütfunla muamele buyur; beni mahcûp eyleme Allah’ım! Onlar kimin hürmetine sana duâ edip lütfa nâil oldularsa, ben de o has kulun hürmetine sana niyâz eyliyorum!. .” diye içli içli yalvardı.
Ellerini henüz yüzüne sürmüştü ki, kendilerine gâyet müzeyyen on kişilik büyük bir sofra ikrâm edildi. Hem Yûnus şaşırdı, hem de arkadaşları.
Sordular:
“ –Hey, derviş kardeş! Hani sen duâ bilmezdin! Söyle bakalım; nasıl bir duâ ettin ki, Cenâb-ı Allâh böylesine bir ikrâm gönderdi? ”
Şaşkın ve dertli Yûnus, şâhid olduğu durum karşısında irâdesizleşti. Hiçbir şey söyleyemedi. Bu hâl, kendisine bir muammâ oldu. Bu mânevî sırrı henüz çözemediği için önce arkadaşlarından îzâh istedi:
“ –Evvela siz söyleyin dervişler! Sizler nasıl duâ ettiniz? ” dedi.
Onlar da:
“ –Derviş kardeş! Bizler Taptuk Emre Hazretleri’nin kapısında kırk yıldır dillere destan bir şekilde sadâkat ve ihlâsla hizmet eyleyen Derviş Yûnus’un yüzü suyu hürmetine duâ ve niyâz eyledik. ” dediler.
Bu gerçeği duyan Yûnus, mânevî bir şokla irkilerek gönlünün derinliklerinden kopan bir “ Eyvah! ” feryâdı ile yerinden fırladı. Önündeki sofradan tek bir lokma bile almadan diğer iki dervişe vedâ ederek onların hayret nazarları arasında gerisin geriye döndü.
----- VE DÖNÜŞ "BİZİM YUNUS" -----
”Şeyhinin hânesine varıp kapıyı tıklattı. Hazret-i Pir’in hanımı çıktı. Yûnus’u karşısında gören vâlide hanım, ona:
“ –Evladım! Niçin böyle yaptın? Hocanı incittin. ” dedi.
Sonra da Yûnus’un nedâmetle ıslanmış gözlerine ve boynu büyük haline bakarak:
“ –Oğlum! Taptuk Hazretleri birazdan dışarı çıkacaklar. Bu eşikte bekle! Ayağı sana takılınca: Bu kimdir? diye sorar. Ben de: ‘ -Yûnus efendim! ’ derim. Şâyet: Hangi Yûnus? derse, anla ki seni gönlünden çıkarmıştır. O zaman durmayıp gidersin. Eğer: Bizim Yûnus mu? derse, bil ki seni affetmiştir. ” dedi.
Dertli Yûnus, bütün rûhunu saran bir nedâmetle başını eşiğe koydu. Beklemeye başladı. Birazdan Taptuk Emre Hazretleri kapıda göründü. Zâhiri gözleri a‘mâ, kalbi ise güneş gibiydi. Ayağı Yûnus’un başına değince:
“ –Bu kimdir? ” dedi.Hanımı:
Bir ân sükût eyleyen Hazret-i Pir, önünde tedirgin bir vaziyette gözyaşı döken Yûnus’un hâlini kalben temâşâ ederek tebessümle:
“ –Bizim Yûnus mu? ” dedi.
Ardından mânidâr bir şekilde konuştu:
“ –Yûnus, evlâdım! Bir meyvenin olgunlaştığını kendisi bilemez. Onu ancak bahçıvan bilir. Bunun gibi bir talebenin kemâlini de en iyi hocası bilir, fakat gayretlerine devam etmesi ve kendisinde bir varlık hissetmemesi için belli bir mertebeye kadar ondan hakîkati gizleyerek onu daha ilerlere götürür! ” dedi...


Yûnus Emre, yazmış olduğu şiirlerinde bu âleme âit günü birlik mevzûlara pek fazla yer vermemiştir. O, beşerin kader yolu üzerinde oturarak Allâh’a îman, münâcât, dini meseleler, kabir, ömrün fâniliği, aşkullâh, nasîhatler ve yüce gâye gibi ulvî hususları dile getirmiştir. O, her yerde, her şeyde ve her nefeste Allâh’ın zikrini duymuş, nice dilsiz zannedilen varlıkların harfsiz ve kelimesiz söyleye geldikleri ulvî ve lâhûtî sadâları işiterek terennümlerde bulunmuştur.
O: “DÜNYADA GARİP BİR YOLCU GİBİ OL!” hadis-i şerifine imtisâl eden garip bir derviştir. Der ki:
Acep şu yerde var m’ola şöyle garip bencileyin?
Bağrı başlı, gözü yaşlı şöyle garip bencileyin?
Bir garip ölmüş diyeler üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar şöyle garip bencileyin!..
Hey Emrem Yûnus bîçâre, bulunmaz derdine çare,
Var imdi gez şardan şara şöyle garip bencileyin!..


Varlığın aldatmacasından kurtulan Yûnus Emre Hazretleri, mal ve mülke, onlara esir olurcasına düşkün insanları ne güzel îkâz eder:
MAL SAHİBİ MÜLK SAHİBİ, HANİ BUNUN İLK SAHİBİ? ...
MAL DA YALAN MÜLK DE YALAN; VAR BİRAZ DA SEN OYALAN!
Hayatın kısalığını da bir beyitle anlatır:
Ana rahminden geldik pazara;
Bir kefen aldık döndük mezara!..
Ayrıca bu aldanış mekânına konup göçenlerin halini ise ne güzel aksettirir:
Yalancı dünyâya konup göçenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler!..
Üzerinde türlü otlar bitenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler!..
Kiminin başında biter ağaçlar,
Kiminin başında sararır otlar,
Kimi mâsûm, kimi güzel yiğitler
Ne söylerler ne bir haber verirler!..


O, bu dünya hapishânesinde yaşanan gurbet hâlini ve bu hâl dolayısıyla karşılaştığı nice elem ve keder tecellîlerini, husûsiyle Hüsn-i Mutlak’dan ayrılığını bülbüle sitem ile şöyle ifâde eder:
Sen bunda garîb mi kaldın, niçin ağlarsın ey bülbül?
Yorulup iz mi yanıldın, niçin ağlarsın ey bülbül?
Karlı dağlar mı aştın, derin ırmaklar mı geçtin?
Yârinden ayrı mı düştün, niçin ağlarsın ey bülbül?


Yûnus Emre Hazretleri, ilmi gâye edinmedi. Onu ancak bir vasıta olarak kullandı. Onun bu husûstaki ifâdeleri, ayrı bir mânâ ve sır ile doludur:
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir,
Sen kendin bilmezsin, bu nice okumaktır?
Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk’ı bilmektir,
Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir!
Yigirmi dokuz hece, okursun uçtan uca,
Sen elif dersin hoca, mânâsı ne demektir?


Yûnus Emre, aşksız bir gönlün kuruluğunu şöyle anlatır...
İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer.
Aşkı olmayan gönül, misali taşa benzer!


ÇAYIRHAN KUŞ CENNETİ...
Türkiye'de 70 kuş cennetinden biri olan ve 150'yi aşkın kuş türünün varlığı tespit edilen "Kuş Cenneti", 1994 yılında Milli Parklar, Av ve Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü tarafından koruma altına alındı. Şahin, doğan, kartal, Mısır akbabası, alaca balıkçıl, kaşıkçı, yeşilbaş, karabatak, kılkuyruk, turna, keklik, çulluk, bıldırcın, kaz, su tavuğu gibi kuşların görülebildiği bölgede, kremalı pasta benzeri renkli platolar arasında kendinizi yeni bir gezegende sanabilirsiniz.


ÇAYIRHAN KASABASI HAKKINDA...
Çayırhan kasabası, Ankara'nın Nallıhan ilçesine bağlı bir yerleşme yeridir. İstanbul-Ankara arasındaki 1 numaralı devlet yolu üzerinde Sarıyar baraj gölünün kıyısında alçak tepelerin çevrelediği küçük bir düzlükte kurulmuştur.
Ankara'ya 126, Nallıhan'a 35, Beypazarı'na 27 km. uzaklıktadır.
(14 Mart 2010)






 
Üst