Statüko Baldan Tatlıdır !

Makbule ÖTÜKEN

Onursal Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
532
Tepkime puanı
0
Puanları
0
STATÜKO BALDAN TATLIDIR !

Demokrasi elbette herkese lazım ve herkes için olmalıdır.

Bu kural, toplumun çeşitli katmanlarında örgütlü mesleki ve sendikal kuruluşlar için de geçerlidir.

Bu kural siyasi partiler ve bu partilerin işleyiş kuralları için de geçerlidir.

Yani demokrasi bir ölçüler bütünüdür. Bu ölçüler de herkese, her kuruma ve her kuruluşa eşit uzaklıkta ve eşit yakınlıkta olmak durumundadır.

Aslında demokrasi her şeyden önce bir kültürdür. Bu kültür olmadan da hangi kuralları koyarsanız koyun, bir şekilde gücü elinde bulunduranlar ya da köşe başlarını tutanlar tarafından kuralların ırzına geçmek zor değildir.

Adalet kurumu, yani yargı bir yönüyle de bu kuralların işleyişini gözetir. Ancak ‘geç gelen adalet adalet değildir’, diyoruz ya; bu gecikmenin farkında olanlar, mali gücü olmayanlar ya yargıya gitmezler, ya da ‘benden bulmasın da Allahın’dan bulsun deyip’ bizim gibi kimi toplumlarda birçok şey sineye çekilir hep!

Zaten yargı da önündeki yasalara göre genellikle hükmünü verir. Zira elinde sihirli değnek yoktur. İşte bu nedenle “minareyi çalmak niyetinde olanlar zaten yasaları, tüzükleri ve yönetmelikleri de ona göre hazırlarlar. Roma Hukukunun piri ÇİÇERON ‘ yasalar büyük balıkların delip geçtiği küçüklerinin ise takılıp kaldığı ağlardır’ sözünü boşuna dememiş!

Ülkemizde hep demokrasinin olmadığından yakınıp dururuz. Kimi zaman ise mevcut demokratik yapımızla övünürüz. Dayanağımızsa; siyasal partilerin varlığı, seçimler, birlik, dernek ve kuruluşlar ve farklı tandanslardaki medyanın varlığıdır.

Söz ve düşünce özgürlüğünün; ‘ihanete’ bile müsamahayla yaklaşıyor olmasıdır. Zaten demokrasi olmadığını daha çok ağızlarına sakız edenler de hep bu çevrelerdir.

Herkesin varlık ve güvenlik nedeni olan devletimize yapmadık yakıştırmayı bırakmayız. Her türlü eksiğimizin, yanlışımızın ve ihmalimizin sorumluluğundan kaçma kolaylığına yatıp; her sıkıntımızda yanımızda olan Anavatanımızı ‘şeytanlaştırmayı, ötekileştirmeyi’ hatta Rum ağzıyla, ‘istilacı ve asimilasyoncu’ göstermeyi de demokrasi mücadelesi kılıfı altına yerleştiririz.

Bazı çevreler, özellikle de, yabancı ülkelerin çeşitli fonlarından beslenip, Rum’un içimizdeki etki ajanlığı görevini üstlenen ve Türkiye ile Kıbrıs Türkü’nü birbirine bağlayan derin bağları koparmaya çalışanlar, polisin illa ki sivil idareye bağlanmasını talep edip dururlar. Ancak aynı çevreler, KİT’lerin özelleştirilmesini değil, özerkleşmesini savunurlar. Bu bir tezat değilse nedir dersiniz?

Oldum olası polisin sivil idareye yani hükümete bağlı olmamasını demokrasi eksiği olarak takdime çalışırlar.

Bir yandan da, partizanlıktan, partizan istihdam ve siyasi atamalardan şikayet ederler.

Aslına bakarsanız bu anlamdaki şikayet ve tepkiler tüm toplumun şikayet ve tepkileridir.

Peki bu, keyfi ve partizan istihdamları yapanlar, kamu yönetimini partilerin arka bahçesi haline getirenler kimlerdir?

Sakın bütün suçu iktidardaki UBP’nin sırtına atmaya kalkmayalım. Maalesef, CTP dahil her gelen iktidar bu yoz, keyfi ve partizan uygulamaları toplumsal yaşamın her alanında pervasızca yapıyor.

Soruyorum; bu çevreler, polis örgütüne de partizanlığın ve adam kayırmanın bulaşıp, yozlaşmasını mı istiyorlar?

Bu ülkede kamu kaynakları üzerinden siyasi palazlanma ne yazık ki, bir geçer akçe kural haline geldi.

O nedenden dolayıdır ki; yapılan tüm kamuoyu yoklamalarında siyasi partilere duyulan güven en düşük oranlarda seyrediyor.

Peki siyasi partiler, neden halk; bize güvenmiyor diye kendi kendilerini sorguluyor mu? Maalesef hayır! Yapılan tek şey; iktidardaki partinin yıpranmasını beklemek ve yapılacak ilk seçimde ‘avanta dağıtma havuzlarının vanalarını ele geçirmektir.

Zaten, ülke ekonomisine yapacağı ciddi zararları bile bile ‘erken seçim’ diye tutturanların derdi, ne ülkedir, ne halktır, ne ekonomidir, ne de devletin geleceğidir.

Belki ağır bir yargı ama, ne yazık ki, deneyimlerimiz bizi öyle düşünmeye zorluyor!

Beyler! Eğer gerçekten erken seçim istiyorsanız; öncelikle ülkeyi yönetilemez hale getiren seçim ve siyasi partiler yasasını, dört başı mamur bir elden geçiriniz. Bunları daha önce de değişik anlatımlarla yazmıştım; ‘getto’lara benzeyen seçim bölgelerini kaldırınız. Halkın vekilleri tüm halk tarafından seçilsin.

Siyasi partiler yasasını dokunulmaz bir yasa olmaktan çıkarınız. Siyasi partilerin iç işleyişlerini, delege ve kongre seçimlerini demokratik, denetlenebilir hale getiriniz. Siyasi partilerin üye aidatları dahil, tüm gelir ve giderlerini yargının Yüksek Mahkemenin denetimine açınız. Zaten Anayasamızda bunu öngörmektedir. İllaki, milletvekili pazarlarının kurulmasına engel olunuz!

Meclis İç Tüzüğünü; vekillerin daha verimli ve devamlılıklarını zorunlu hale getirecek şekilde düzeltiniz.

Hatta milletvekili olma süresini; iki veya üç dönemle sınırlayınız. Bizim ülkede vekillik neredeyse mezara kadar sürgit etmektedir. Bırakın dinamik beyinler de gençlerde bu halka hizmet etsin! Bakan olanların müteakip seçimde milletvekili adayı olmalarını engelleyiniz ki; partizan uygulamalar da frenlenebilmiş olsun.

Biz önce bunları diyoruz. Halkın da istediği bu düzenlemelerdir. Ancak yapmayacaksınız. Çünkü statüko; baldan tatlıdır..
 
Üst